10. Sınıf 15.Yüzyıldan 19.Yüzyıl Ortalarına Kadar Osmanlı Edebiyatı

OBir

MEB
Özel üye
İslami dönem Türk edebiyatı, XIX. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. IX. yüzyıldan sonra İslamiyet’i kabul eden Türklerin toplum yapılarında köklü değişmeler olmuştur.

Klasik edebiyat (Divan edebiyatı), asıl gelişimini Anadolu’da sürdürmüştür. Klasik edebiyatın XIII. yüzyılda Hoca Dehhanî ile başladığı kabul edilmektedir.

Türk halk edebiyatı, İslamiyetten önceki sözlü edebiyat geleneğini sürdürmüştür. İslamiyet’in kabulünden sonra dinî-tasavvufi nitelikleriyle Orta Asya’da Ahmet Yesevî’nin yanında yetişen dervişlerin, Anadolu’ya gelmesiyle XIII. yüzyılda başlayarak ilk dinî-tasavvufi ürünler verilmeye başlar. XV. yüzyıldan sonra, “âşık” ya da “saz şairi” adıyla bilinen bu şairler ellerinde sazlarıyla Anadolu’yu adım adım gezmeye başlarlar. Türk destanlarının bir parçasıyla da devamı olan “halk hikâyeleri” ile “mâni, türkü” gibi anonim ürünler, halk arasında varlığını sürdürmüştür.

Halk edebiyatımız sözlü geleneğe dayanır. Hece ölçüsü kullanılması, belli kafiye düzenlerine uyulması, saz eşliği, nazım biriminin dörtlük olması en belirgin özelliklerindendir.

Bir de Türk halk tiyatrosu olarak adlandırılan sözlü edebiyat geleneğinde seyirlik oyunlarımız vardır. Bunlar Karagöz, meddah, orta oyunu ve köy seyirlik oyunlarıdır. Adını andığımız bu türler daha çok taklit, güldürü ve söz hünerine dayanır. Batı tarzındaki tiyatro türü yaygınlaşıncaya bunlar kadar Türk halkının eğiticilik ve eğlendiricilik ihtiyacını karşılamıştır.

Öğretici metinler arasında tezkire, tarih, seyahatname, mektup, ilmî ve dinî metinleri de sayabiliriz.
 
15.yy’dan 19.yy Ortalarına Kadar Osmanlı Şiiri

15. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar olan dönemde Osmanlı şiirini genel olarak iki başlık altında incelemek mümkündür:

1. Divan Şiiri - Konuya git
  • Gazel
  • Kaside
  • Rubai
  • Şarkı
  • Tuyuğ
  • Murabba
  • Terkibibent

2. Halk Şiiri - Konuya Git
  • Anonim Halk Şiiri - Konuya git
    1. Mani
    2. Ninni
    3. Ağıt
    4. Türkü
    5. Destan
  • Âşık Tarzı Halk Şiiri - Konuya git
    1. Koşma
    2. Semai
    3. Varsağı
    4. Destan
    5. Dudak Değmez
  • Dini-Tasavvufi Halk Şiiri - Konuya git
    1. İlahi
    2. Nefes
    3. Şathiye
    4. Devriye
    5. Nutuk
    6. Methiye
 
Olay Çevresinde Oluşan Metinler

İslamiyet Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı’nın on beşinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar devam eden döneminde de olay çevresinde gelişen pek çok edebî metin oluşturulmuştur.

Sagu, koşuk, ilahi, gazel, kaside, mâni vb. edebiyatımızdaki şiir söyleme ve yazma geleneğinin köklü bir geçmişinin olduğunu göstermektedir.

Olay çevresinde oluşan metinler hareketliliğe dayalıdır. Olay çevresinde oluşan metinler; anlatmaya bağlı metinler ve göstermeye bağlı metinler olmak üzere ikiye ayrılır:

1. Anlatmaya Bağlı Metinler
2. Göstermeye Bağlı Metinler (Temaşa)


Anlatmaya Bağlı Metinler

Tüm edebi metinlerin temelinde yaşanılan görülen ya da duyulan olaylar vardır. Özellikle XV. yüzyıla kadar görülen Dede Korkut, Danişmentname, Battalname gibi epik hikayeler ve Cemşid-i Hurşit, Makalat, gibi mesneviler anlatmaya dayalı metinlerin bolca verildiğini gösterir.

XV. yüzyıldan XIX. yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı edebiyatında anlatmaya bağlı metinler genellikle Halk edebiyatında “halk hikayeleri”, Divan edebiyatında ise “mesneviler” şeklinde oluşturulmuştur.

* Halk Hikayeleri
* Mesneviler


Halk Hikayesi

Gerçek ya da gerçeğe yakın olayların anlatıldığı uzun soluklu anlatım türüdür. Geleneksel bir içeriği olan, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan öykülerdir. Genellikle sevgi ve kahramanlık konularını işler.

Destanların, zaman içerisinde biçim ve öz değişikliğine uğramasıyla oluşan ürünlerdir. Hikâyelerin anlatıcısı her şeyi bilmektedir. Bu hikâyelerin metinleri kurmacadır ve bu metinlerde dil şiirsel işleviyle kullanılmıştır.

Halk hikâyeleri konularına göre üçe ayrılır:

Aşk hikâyeleri: Toplum hafızasında uzun süre yaşayan aşkların hikâyeleştirildiği sevgi temalı halk hikâyeleridir. Bu hikâyelere Elif ile Mahmut, Derdiyok ile Zülfü-siyah, Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Arzu ile Kanber, Tahir ile Zühre, Ercişli Emrah ile Selvihan vb. örnek verilebilir.

Dinî temalı kahramanlık hikâyeleri: Tarihe mal olmuş kahramanları veya dinsel açıdan önemli kabul edilen erdemli kişileri konu edinen halk hikâyeleridir. Bu hikâyelere Danişment Gazi ile ilgili hikâyeler, Hayber Kalesi, Van Kalesi gibi Hz. Ali ile ilgili hikâyeler vb. örnek verilebilir.

Destanî halk hikâyeleri: İçinde destana ait bazı özellikleri barındıran halk hikâyeleridir. Bu hikâyelere Dede Korkut Hikâyeleri ve Köroğlu Hikâyesi örnek gösterilebilir.

Halk Hikâyelerinin Genel Özellikleri

  • Aşk, sevgi ve kahramanlık gibi konular işlenir.
  • Ortaya çıktıkları dönemin sosyal, siyasal ve kültürel özelliklerini yansıtır.
  • Olaylar halkın anlayacağı, sade bir dille anlatılır.
  • Âşıklar, olayları saz çalarak taklitler yaparak anlatırlar.
  • Kişiler ve olaylar gerçeğe yakındır; olağanüstülükler oldukça sınırlıdır.
  • Anlatıcıları halk ozanları, şairler, âşıklar gibi kültürü olan kişilerdir.
  • Halk hikâyeleri sözlü gelenek ürünleridir, yani anonimdir.
  • XVI. yüzyıldan itibaren destanın yerini almıştır.
  • Nazım-nesir karışıktır.
  • Anlatmaya ve olaya dayanan bir türdür.
  • Masallarda olduğu gibi kalıplaşmış ifadeler vardır.
  • Halk hikâyesinin içinde masal, efsane, fıkra, dua, beddua, deyim, atasözü, bilmece vb. örneklerine rastlanabilir.
  • Özel anlatıcıları vardır. Meddahlar veya âşıklar tarafından anlatılır. Anlatıcıları okur-yazar, az çok kültürlü kişilerdir.
  • Genellikle mutlu bir biçimde biter.
  • Kahramanların yaptığı dua ve beddualar mutlaka kabul edilir. Kahramanın en büyük yardımcısı Hz. Hızır, ondan sonra attır.
  • Kahramanlar genellikle dört şekilde âşık olur:
    • Bade içme,
    • Resme bakarak âşık olma,
    • İlk görüşte âşık olma,
    • Aynı evde büyüyen kahramanlar kardeş olmadıklarını öğrenince.
Türk halk hikâyeleri genel olarak beş bölüm halinde düzenlenir:
  1. Fasıl: Âşık bu bölümde dinleyiciyi hazırlamak, ustalığını göstermek veya dinleyenlerin isteklerine cevap vermek için bir divani söyler. Ardından cinaslı bir türkü, bunun ardından da olağanüstü bir konunun yer aldığı bir tekerleme söylenir.
  2. Döşeme: Manzum veya mensur cümlelerden oluşan kalıplaşmış bir giriştir. Hikâyenin geçtiği yer ve zaman, hikâyenin kahramanları ve bunların aileleri tanıtılır.
  3. Hikâyenin Asıl Konusu: Aşk hikâyelerinde aşığın sevgilisine kavuşmak için çektiği sıkıntılar; dini-destanî hikâyelerde ise, din ve kahramanlık konuları ağır basar.
  4. Sonuç ve Dua: Aşk hikâyelerinin büyük bir çoğunluğu sevgililer vuslata ermeden biter. Hikâyenin sonunda dua edilerek hikâye bitirilir.
  5. Efsane: Hikâye ile ilgisi olmayan bu efsanede, vuslatın gerçekleşmediği hikâyelerde sevgililerin öbür dünyada vuslata ereceklerine işaret edilir.
Halk hikâyeleri; Türk, Arap ve İran-Hint kaynaklı olmak üzere üç grupta toplanır:
  1. Türk kaynaklı hikâyeler: Dede Korkut Hikâyeleri, Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Emrah ile Selvihan…
  2. Arap kaynaklı hikâyeler: Yusuf ü Züleyha, Leyla ile Mecnun…
  3. Hint-İran kaynaklı hikâyeler: Ferhat ile Şirin, Kelile ve Dimne…


Mesnevi

Öğüt verici bir olayı anlatan uzun şiirlerdir. Her çeşit konu işlenebilir. Roman ve öykünün yerini tutan bir nazım şeklidir. Mesnevilerin genel özellikleri şunlardır:
  • Kelime anlamı “ikili, ikişer ikişer”dir.
  • İran edebiyatından alınmıştır. İran edebiyatında Firdevsî’nin Şehname’si ünlüdür.
  • Klâsik halk hikâyeleri, destanî konular, aşk hikâyeleri, savaşlar, dinî ve felsefî konuları işlenir.
  • Konu ne olursa olsun olaylar masal havası içinde anlatılır.
  • Konularına göre sınıflandırılırlar: aşk, din ve tasavvuf, ahlâk ve öğreticilik, savaş ve kahramanlık, şehir ve güzelleri, mizah.
  • İran edebiyatından alınmış nazım şeklidir.
  • Divan edebiyatının en uzun nazım şeklidir (beyit sayısı sınırsızdır). 20-25 bine kadar çıkabilir.
  • Mesnevi de bölümlerden oluşur: Önsöz, tevhit, münacat, naat, miraciye, 4 halife için övgü, eserin sunulduğu kişiye övgü, yazış sebebi, asıl konu, sonsöz.
  • Mesnevide her beyit kendi içinde kafiyelidir: aa bb cc dd ee …
  • Divan şiirinde beş mesneviden oluşan eserler grubuna (bugünkü anlamıyla setine) “hamse” denir.
  • Mevlânâ, Fuzulî, Şeyhî, Nabî ve Şeyh Galip (Hüsn ü Aşk) önemli hamse şairlerimizdir.
Edebiyatımızda yazılmış ünlü mesneviler şunlardır:
  • Ahmedi – İskendername
  • Süleyman Çelebi – Mevlid
  • Şeyhi – Harname, Hüsrev ü Şirin
  • Nabi – Hayrabat
  • Fuzuli – Leyla ile Mecnun
  • Şeyh Galip – Hüsn ü Aşk


Göstermeye Bağlı Edebi Metinler (Temaşa)

Sözlü edebiyat geleneğinde gelişerek, Türk halkının yüzyıllar boyunca gelenek ve göreneklerini törenlerde şenlik ve kutlamalarda ortaya koydukları seyirlik oyunlara “Türk Halk Tiyatrosu” denir.

Türk halk tiyatrosu olarak adlandırılan tiyatromuz dört ana grupta incelenebilir: Ortaoyunu, gölge oyunu (Karagöz ve kukla) meddah ve köy seyirlik oyunları. Bu tiyatro türlerinin ortak özellikleri şunlardır:

Türk Halk Tiyatrosunun Genel Özellikleri:
  • Sözlü edebiyat geleneği içerisinde gelişmiştir. Usta-çırak ilişkisi içerisinde varlığını devam ettirmiştir.
  • Halk şiiri gibi Türklerin Anadolu’ya gelişinden önceki kültür hayatında da varlığına rastlanır.
  • Çoğunlukla yazılı bir metne bağlı kalınmadan oynanır. Oyuncular oyunu doğaçlama olarak oynarlar.
  • Oyunun giriş ve sonuç bölümlerinde birbirine yakın kalıplaşmış ifadelere yer verilir.
  • Daha çok söz sanatlarına, dilin ince anlam farklılıklarına dayanır.
  • Taklit ve karşıtlıklardan yararlanma önemli bir yer tutar.
  • Olumlu ve olumsuz tiplemelere yer verilir, (bilen-cahil, iyi-kötü… gibi)
  • Oyunların hemen hepsinde komedi ön plandadır. Eğitici tarafı olmakla birlikte eğlendiricilik yönü ağırlıktadır.
  • Türk Halk Tiyatrosu’nun en önemli özelliği sanatçıların yazılı bir metne bağlı kalmadan oyunun konusuna göre serbestçe hareket etmeleri ve konuşmalarıdır. Sanatçı, oyun sırasında zihninde canlandırdığı ortama uygun sözler söyler. Buna “tuluat” denir.
  • Geleneksel seyirlik oyunlarının eğlendiricilik yönü ağır basar. Bu tiyatrolar güldürü, dans ve söz hünerine dayanır.
  • Türk halkının hayat tarzını ve kültürünü yansıtır.
  • Zaman içerisinde şekil ve içerik bakımından değişikliğe uğramasına rağmen günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
  • Konular çoğunlukla sembolik ve karikatürize olaylara dayanır. Çevre, olay ve insanların olduğu gibi kopya edilmesi yerine bunların tipik özellikleri ön plana çıkarılır.
  • Dekor, makyaj ve benzeri öğeler ikinci planda olmuş, göstermelik olarak yer almıştır.
  • Bu türlerde müzik, dans ve oyun iç içe olmuştur.
Yukarıda özellikleri verilen Türk halk tiyatrosu, batı etkisindeki tiyatronun bize gelmesiyle uzun bir zaman basit, sadece güldürüye dayalı bir tür olarak görülmüştür. Günümüzde ise bu tiyatronun teknik yapısı ve içindeki sosyal eleştiri yeniden fark edilmiş ve bu tiyatronun önemi artmıştır.

Geleneksel Türk tiyatrosu dört alt gelenekten oluşmuştur:

* Karagöz
* Orta Oyunu
* Meddah
* Köy Seyirlik Oyunu


Karagöz-Oyunu

Deriden kesilen ve tasvir adı verilen birtakım şekillerin, arkadan ışık yardımıyla beyaz bir perde üzerine yansıtılmasına dayanan bir gölge oyunudur. Türk milletinin gölge oyunu olan Karagöz, aslında birçok yeteneğe sahip bir sanatçının çoğunlukla tek başına gerçekleştirdiği sanatsal bir gösterimdir.

Karagöz oyununda sahne, seyirciye göre arkasından aydınlatılmış beyaz bir perdeden ibarettir. Karagöz ile Hacivat, gölge oyununun en önemli tipleridir. Oyun, yazılı bir metne dayanmaz, doğaçlama olarak gelişir.

Karagöz Oyununun Genel Özellikleri
  • Bu gösterimi yapan kişiye hayalî ya da hayalbâz denir. Hayâlbazın en önemli yardımcısı perde gazeli, şarkı, türkü okuyan, tef çalan yardaktır.
  • Karagöz oyunu doğaçlamaya dayanır. Yazılı bir metni yoktur. Ancak bazı konular sıklıkla ele alınır. Belirlenmiş bu konuların işlenişi, diyalogların kuruluşu tamamen karagöz oynatıcısının tercih ve yeteneğine bırakılmıştır.
  • Karagöz oyunlarının bazıları şu başlıklardan oluşur: Karagöz’ün Aşçılığı, Karagöz’ün Şairliği, Eskici, Telgrafçı, Çivi Baskını, Kanlı Kavak, Yalova Sefası, Sahte Gelin, Hançerli Hanım…
  • Güldürme esasına dayanan Karagöz, ağırlıklı olarak yanlış anlamalarla doğan bir kargaşayı yansıtır.
  • Karagözde tef, zil ve basit bir düdük yardımıyla oyuna müzik de eşlik eder. Bu düdük zaman zaman yaratıkların korkunç seslerini çıkarmada da kullanılır.
  • Karagöz oyununun piri Şeyh Muhammed Küşteri olarak kabul edildiğinden Karagöz oyununa “Küşteri Meydanı” da denir.
  • Karagöz, Osmanlı’nın sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yapısını tanımamız için önemli ipuçları içerir. İmparatorluğun dil, din ve ırk zenginliğini farklı kesimlerden kahramanlar aracılığıyla yansıtır.
Karagöz Oyununun Tipleri

Karagöz: Okumamış halk adamı tipidir. Hacivat’ın kullandığı yabancı kelimeleri ya hiç anlamaz ya da yanlış anlar. Bu yanlış anlamalar, oyunda gülünç durumların oluşmasını sağlar. Karagöz, dobra, zaman zaman da patavatsız olmasından ötürü sürekli zor durumlarla karşılaşır. Buna rağmen bir yolunu bulup işin içinden sıyrılır. Çoğu zaman işsizdir, Hacivat’ın bulduğu işlere girip çalışır.

Hacivat: Hacivat biraz öğrenim görmüş, gösteriş meraklısı, kendini beğenmiş yarı aydın tipidir. Arapça ve Farsça kelimeleri sıkça kullanır. Perdeye gelen hemen herkesi tanır, onların işlerine aracılık eder. Alın teriyle çalışıp kazanmaktan çok Karagöz’ü çalıştırarak onun sırtından geçinmeye bakar.

Çelebi: Türkçeyi İstanbul ağzıyla kusursuz bir şekilde konuşur. Bazı oyunlarda zengin bir bey, bazı oyunlarda bir mirasyedi, bazı oyunlarda ise zevk düşkünü bir çapkındır.

Zenne: Karagöz oyunundaki bütün kadınlara genel olarak zenne denmiştir.

Beberuhi: “Yaşı büyük aklı küçük” deyimiyle nitelendirilebilecek bir tiptir.

Tuzsuz Deli Bekir: Bir elinde içki şişesi, bir elinde tabanca ya da kama vardır. Olayların karmaşıklaştığı anda gelip kaba kuvvetle olayı çözer.

Himmet: Sırtında baltası olan kaba saba bir tiptir.

Oyunda ayrıca zenne Tiryaki (Laf ebesi), Laz (kayıkçı, kalaycı), Efe (zorba), Kayserili (pastırmacı), Acem (zengin tüccar), Matiz (sarhoş), Arap (köle) gibi kişiler de vardır.

Karagöz Oyununun Bölümleri

Karagöz oyunu mukaddime (giriş), muhavere (söyleşme), fasıl (oyun) ve bitiş olmak üzere dört bölümden meydana gelir:

Mukaddime (giriş): Metinde, Hacivat’la Karagöz’ün çatışmasına kadar olan kısım giriş bölümüdür. Perde aydınlatıldıktan sonra Hacivat müzik eşliğinde bir semai okur. Semai bitince “Of, hay Hak!” diyerek, perde gazeli denen bir şiir okur. Sonra Karagöz’ü perdeye davet eden sözler söyler. Karagöz, Hacivat’ın çıkardığı gürültüye kızar, perdeye gelir, kavga ederler.

Muhavere: Metinde, Hacivat’ın “Vay Karagöz’üm, benim iki gözüm merhaba.” sözü ile başlayıp paçanın sonuna kadar devam eden kısım, oyunun muhavere (karşılıklı konuşma) adı verilen ikinci bölümüdür.

Fasıl: Oyunun perdeye aksettirilen asıl bölümüdür. Bu bölümde çeşitli tipler oyuna katılır. Bunlar genellikle kendi ağız (şive) özellikleriyle Karagöz’le konuşturulur. Konuşmalara bazen Hacivat da karışır. Konuşmalarda komiklik ağır basar. Olaylar bir yerde düğümlenir. Sonunda başka bir tipin (efe, külhanbeyi, sarhoş vb.) perdeye gelmesiyle düğüm çözülür.

Bitiş: Bu bölümde tekrar Hacivat’la Karagöz’ün konuşmaları olur. Konuşma kavgaya dönüşür. Hacivat: “Yıktın perdeyi eyledin virân. Varayım sahibine haber vereyim hemân” diyerek perdeyi terk eder. Karagöz de: Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola.’ diyerek oyunu bitirir.


Orta Oyunu

Geleneksel Türk tiyatrosunun birçok bakımdan karagöze benzeyen ama canlı oyuncularla oynayan bir türü de orta oyunudur. Seyircilerin çevrelediği boş, meydanlık bir alanda oynandığı için bu ismi almıştır.

Orta oyununda Karagöz’ün karşılığı Kavuklu, Hacivat’ın karşılığı ise Pişekâr’dır. Öbür oyun kişileri, gölge oyunundaki kişilerle büyük benzerlik gösteren kalıplaşmış tiplerdir. Orta oyunu da dört bölümden oluşur.

Orta Oyununun Bölümleri

Orta oyunu, Karagöz’de olduğu gibi dört bölümden oluşur. Bu bölümler giriş, tekerleme, fasıl ve bitiş şeklinde sıralanır.

Giriş (öndeyiş): Bu bölümde, Pişekâr müzik eşliğinde ortaya çıkar ve oyuncuları selâmlar. Oynanacak oyunu takdim eder ve oyunu başlatır.

Söyleşme (tekerleme): Önce Pişekâr ile Kavuklu arasında kısa birer konuşma olur. Sonra olmayacak şeyler gerçekmiş gibi anlatılır. Buna tekerleme adı verilir.

Fasıl: Asıl oyunun ortaya konduğu bölümdür. Bu bölümde Pişekâr ve Kavuklu dan başka Laz, Ermeni, Arnavut, Rum, Balama, Frenk, Fransız gibi tipler kendi şiveleriyle konuşturulur. Bunların konuşmaları ve kıyafetleri komedi unsuru oluşturur.

Bitiş: Pişekâr, Kavuklu ile kısa bir konuşma daha yapar. Sonra oyunun bittiğini ilan eder. Seyircilerden “Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola.” diyerek özür diler. Bir sonraki oyunun adını ve yerini bildirir.


Meddah

Tek kişi tarafından oynanan bir halk tiyatrosudur.

Meddah, olayları temsil ederken seyircilerin rahatça görebileceği yüksek bir yere oturur. Bir eline mendil (makreme), bir eline de sopa (değnek) alır. Mendili değişik tipteki kişilerin kıyafetini göstermek ve ağzını kapatarak seslerini taklit etmek, değişik başlıklar yapmak için kullanır. Sopadan da oyunu başlatmak, seyirciyi susturmak, değişik sesler çıkarmak ve saz, süpürge, tüfek, at gibi varlıkları canlandırmak için yararlanır.

Meddah oyunu, genellikle kahvehane, meydan gibi halkın topluca bulunduğu yerlerde oynanırdı. Her kesimden insan bu oyuna ilgi gösterirdi. Saray halkını eğlendirmek için görevlendirilen meddahlar da vardı. Meddah, çeşitli kişisel ilişkilerin taklit yoluyla canlandırılması, senaryoların orada bulunan seyirciye göre, doğaçlama olarak geliştirilmesi açısından hikâyecilerden ayrılarak bir oyuncu kimliği kazanır.


Köy Seyirlik Oyunu

Köy seyirlik oyunları çağlar boyu süren halk tiyatrosu geleneğinin günümüze gelen mirasıdır. Bu oyunlar tarih boyunca göçlerden, çeşitli kültürlerden ve birikimlerden etkilenmiştir.

Seyirlik oyunları iki ana gruba ayırabiliriz:

Ritüel nitelikli oyunlar:
Belirli bir takvimi olan işlevsel oyunlar. Ritüel kökenli oyunlarda şenlik, büyü, bolluk ve bereket motifleri iç içedir. Taklit, eylem ve toplu katılma doğaya karşı korunmadır. Bu tür oyunlar eski-yeni, iyi-kötü, bolluk-kıtlık, yaz-kış, ak-kara, güçlü-zayıf gibi çatışmalar üzerine kurulur.

Eğlence amaçlı oyunlar: Evlenme törenlerinde ve çeşitli toplantılarda eğlence amacıyla oynanan oyunlardır. Eğlence amaçlı oyunlarda topluluğu eğlendirmek amacı güdülür. Oyunlarda toplumun eksik yönleri ele alınır, bozuk kişilikler alaya alınır. Kelime oyunlarından yola çıkılarak espriler yaratılır. Ahlaki bir sonuca varma aranır.

Köy tiyatrosu, karagöz ve orta oyunundan daha eskiye dayanır. Köylülerin uzun kış aylarında düğünlerde, bayramlarda eğlenmek ve vakit geçirmek için düzenledikleri basit, temsili oyunlardır. Köy seyirlik oyunları sözlü geleneğe bağlıdır ve anonimdir. Çocuklardan ihtiyarlara kadar her yaştan köylüler de bu oyunların seyircileridir.

Oyunlarda gerekli görülürse çok basit bir dekor fikrini veren malzemelerden, duruma göre basit kostümlerden ve makyajdan da yararlanılır. Oyunlar kapalı veya açık yerlerde oynanır. Canlandırılan olayın konusu genellikle köy yaşamıyla ilgili bolluk, yoksulluk, kıskançlık ve sevgidir. Oyunun içeriği ve yapısı yörelere göre farklılık gösterebilir.​
 
İslam Uygarlığı Etkisinde Gelişen Öğretici Metinler

İslami dönemde öğretici metinler düzyazı biçiminde verilmiştir. Düzyazının şiirin yanında sönük kaldığı bu dönemde az da olsa nesir alanında eserler de verilmiştir. Bu eserler, üslup ve içerik açısından değişik gruplara ayrılarak incelenir.

Divan edebiyatında nesre “inşa”, nesir yazan kişiye “münşi”, nesirlerin toplandığı eserlere “münşeat” adı verilir. Nesir türündeki eserler ise “tarihler, münşeat, tezkire; ilmî, dinî ve ahlaki eserler’ dir. Divan nesrini üç bölümde incelemek mümkündür:

SADE NESİR


Halk için yazılan sade anlatımlı nesirlerdir. Halk için yazılan bu nesirlerde masal, efsane, öykü, destan, dinî ve tasavvufi konular anlatılır. Mercimek Ahmet’in Kabusname’si, Kul Mesut’un Kelile ve Dimne çevirisi, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si bu nesrin önemli örnekleridir.

ORTA NESİR

Tarih ve bilim kitaplarında kullanılan nesirdir. Ustalık göstermek amacı güdülmemesine, söz oyunlarına başvurulmamasına karşın dili, sade nesirden ağırdır. Kâtip Çelebi’nin bazı eserleri ve Naima’nın kendi adıyla anılan tarihi bu nesre örnektir.

SÜSLÜ (SANATLI) NESİR

Söz oyunlarıyla, sanatlarla yüklü, dili ağır nesirdir. Seciler (düzyazıda kafiye), söz ve anlam sanatları, bağlaçlarla uzayıp giden cümleler bu nesrin ayırıcı özelliğidir. Dili, yabancı söz ve tamlamalarla yüklüdür. Sanatçı, süslü nesirde ne kadar usta olduğunu gösterme amacını taşır. Daha çok, ahlak ve felsefe konularını işleyen süslü nesir, bazı mektuplarda da görülür. Sinan Paşa’nın Tazarruname’siyle Veysî ve Nergisi’nin nesirleri bu türün örnekleridir.

İslam Uygarlığı Etkisinde Gelişen Öğretici Metin Türleri Şunlardır:
* Münşeat
* Sefaretname
* Tarih
* Seyahatname
* Tezkire
* Surname
* Gazavatname
* İlmi Eserler
* Dini Eserler


Münşeat

Düzyazı türünde verilen eserlerin genel adıdır. Mektuplar da münşeat örnekleridir. Osmanlı döneminde edebiyata konu olan mektuplar, bugünkünden biraz farklıydı. Tarihî belge olarak da bakılabilecek olan bu dönem mektupları, bugün pek çok yönden incelenmeye değerdir. Siyasi, askerî, fikrî, edebî konularda devirlerine ışık tutan mektuplar, insanların birbiriyle ilişkilerini, psikolojilerini, anlayışlarını ve düşüncelerini ortaya koymaktadır. Mektuplar, yazarlarının ruhsal yapıları ve sanatçı kişilikleri ile ilgili önemli ipuçları taşıdıklarından, edebî eserlerin arka planına dair bilgiler de içerir.

Sonuç olarak mektuplar, yazarlarının pek çok konudaki geniş bilgilerini gösterdikleri gibi, eski kültürümüzün zenginliğini de ortaya koymaktadır. Divan edebiyatında Fuzûlî’nin “Şikâyetname” adlı eseri edebiyatımızdaki en ünlü mektuplardan biridir.


Sefaretname

Resmi görevle yurt dışına gönderilen elçilerin ya da beraberindeki kişilerin, gittikleri yerlerle ilgili izlenimlerini aktardıkları eserlerdir. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin “Sefaretnamesi” ünlüdür.

Yirmisekiz Çelebi Mehmet

Edirne yakınlarında doğan Yirmisekiz Çelebi Mehmet. 18. yüzyılda yaşamıştır. Devlet kademelerinde memurluklarda bulunan Çelebi Mehmet, III. Ahmet zamanında elçilik göreviyle Fransa’nın başkenti Paris’e gönderilmiştir. Fransa ile Osmanlı arasındaki ilişkileri geliştirmek. Fransız medeniyetinin bizde uygulanabilecek yönlerini yazmak da görevleri arasındaydı. Bu görevleri yerine getirmek için elçiliği sırasında gördüklerini, yaşadıklarını, izlenimlerini kaleme aldı ve Sefaretname adlı ünlü eserini oluşturdu. Sefaretname, edebiyatımızda Avrupa’yı tanıtan en önemli eserlerden biri oldu.


Tarih

Geçmiş dönemlerde meydana gelen olayları, savaşları o dönemin şartlarını göz önünde bulundurarak, sebep ve sonuçlarıyla anlatan nesir türüdür. Osmanlıda tarih yazarına müverrih denir. Bu tür metinlerde geçmişteki olaylar ve gelişmeler gerçekçi bir üslup ve sade bir dille aktarılır. Bu tür metinler, okuyuculara geçmişteki olayları, gelişmeleri doğru şekilde tanıtmak için kaleme alınır. Tarihî metinlerde asıl amaç, geçmişteki olayları ve gelişmeleri belgeler ışığında aktarmaktır. Okuyucular bu tür metinlerde tarihî bir olayı, gelişmeyi, kişiyi öğrenme fırsatı bulur. Naima Tarihi bunun bir örneğidir.

Naimâ (17. yüzyıl)

Divan edebiyatının ünlü tarihçilerindendir. Şairlik özelliği de vardır. İyi bir öğrenim görmüştür. Edebiyat, astronomi ve tarihe ilgi duymuştur. Kendi adıyla anılan “Naima Tarihi” adlı tarih eseriyle ünlüdür. Eserin ön sözünde yazar, İbni Haldun ve Kâtip Çelebiden yararlanarak tarih, tarih felsefesi, tarih kaynakları vb. konularda bilgiler vermiştir. Yazar, bu eserinde bazı şiirlerini de aktarmıştır. Bu şiirlerden en önemlisi tarihi övmek için yazdığı on yedi beyittik şiiridir.


Seyahatname

Bir yazarın değişik sebeplerle yurt içinde ve yurt dışında yaptığı geziler sırasında gördüklerini, yaşadıklarını, duyduklarını anlattığı yazılara gezi (seyahat) yazısı denir. Gezi yazılarında gezilen yerlerin toplum yapısı, kültürü, önemli şehirleri yanında; orada yaşayan insanların günlük hayatı, dili, dinî inanışları vs. ile gezi sırasında yaşanan olaylar konu edilir. Seyahat yazılarında daha çok, hikâye yolu ile anlatma (tahkiyeli ifade) kullanılır. Ayrıca gezi yazılarının zevkle okunabilmesi için dilin canlı, akıcı ve mümkün olduğu kadar yalın olması gerekir.

Gezi yazılarında kullanılan en önemli anlatım şekillerinden birisi de tasvirdir. Yazar, gördüğü tarihî eserleri, tabiî güzellikleri, tasvirler yoluyla anlatır. Bu tasvirlerde zaman zaman çeşitli söz sanatlarına başvurur. Seyahatnameler, edebî değeri olan birer tarihî eser kabul edilebilir. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si ve Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si seyahatname türünün en güzel örneklerindendir.

Osmanlı dönemi Türk edebiyatındaki seyahat türünde eser veren sanatçılar arasında Evliya Çelebi, Piri Reis, Şeydi Ali Reis, Yirmisekiz Çelebi Mehmet gibi isimler sayılabilir.

Evliya Çelebi (17. yüzyıl)

Edebiyatımızda gezi türünün başarılı örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Genç yaşta çeşitli ülkeleri dolaşarak yeni yeni şeyler öğrenmesi ve babasının arkadaşlarından dinledikleri, Evliya Çelebi’nin içindeki seyahat isteğini artırmıştır. Bir süre sonra seyahate başlayan yazar, yalnız Anadolu’yu değil birçok ülkeyi de dolaşmıştır.

Evliya Çelebi, elli yıllık süre içinde gezdiği yerleri “Seyahatname’ adlı eserinde anlatmıştır. 10 ciltten oluşan eser, Türk edebiyatında gezi türünde verilen ilk eserlerden sayılır. Gözleme dayalı betimlemeleri, abartılı söyleyişi, mizahlı, günlük konuşma diline yakın üslubu, onu döneminin yazarlarından ayırır. Evliya Çelebi, gözlemleriyle yetinmemiş, tarihi eserleri, onları yaptıranları, insanların yaşam biçimlerini de aktarmıştır.

Seydi Ali Reis (16. yüzyıl)

Osmanlı döneminde ünlü bir denizcidir. Rodos’un fethinden itibaren Barbaros Hayrettin ve Sinan Paşa ile birlikte Akdeniz’de çeşitli savaşlara katılmıştır. İstanbul’da, konağında döneminin âlim ve şairleriyle sohbetler düzenlemiştir. Şiirler de yazan Seydi Ali Reis, “Kâtibi” mahlasını kullanmıştır. En önemli eseri ‘Miratü’l Memalik’tir. Yazar, bu eserinde kendi seyahatini anlatmaktadır. Seydi Ali Reis, Hindistan’dan Bağdat’a dönüşünde yol arkadaşlarının, kendisinden gördükleri şehirleri, karşılaştıkları değişik ve ilginç olayları, ziyaret ettikleri türbeleri ve çektikleri zorlukları anlatan bir kitap yazmasını istemeleri üzerine kaleme almaya başladığı bu eseri, 1557’de İstanbul’da tamamlamıştır. Süveyş kaptanlığına tayininden sonra yaşadıklarının bir hikâyesi olan bu eserde Seydi Ali Reis, geçtiği memleketler, tanıştığı hükümdarlar ve şahit olduğu olaylar hakkında bilgi vermektedir. “Mirat-ı Kâinat, Kitabü’l Kâinat, Kitab-ı Muhit” adlı eserleri de vardır.


Tezkire

Tezkire, “zikredilen, zikri geçen” anlamına gelen bir kelimedir. Kişilerin biyografisini çeşitli yönleriyle ele alan eserlere de tezkire denir. Bir başka deyişle ünlü kişilerin yaşam öykülerinin toplandığı eserlerdir. Divan edebiyatındaki tezkire, günümüz edebiyatında biyografinin karşılığıdır. Bu eserler mensur yazılmakla birlikte içinde manzum kısımların yer aldığı tezkireler de vardır. Tezkireler bugünkü edebiyat tarihlerinin ve şiir antolojilerinin yerini tutmaktadır.

Tezkireler, çağının bir edebiyat ve kültür ürünüdür. Yazıldığı çağın sosyal, kültürel, sanatsal ortamını içerir. Aynı zamanda günümüz araştırmaları için değerli birer belge ve kaynak durumundadır.

Edebiyatımızdaki ilk tezkire örneği, Ali Şir Nevai’nin “Mecalisü’n Nefais” adlı yapıtıdır. Latifi nin “Tezkiretü’ş Şuara” adlı yapıtı süslü nesir örneğidir. Sinan Paşa’nın “Tezkiretü’l Evliya” adlı yapıtı da evliyaların yaşamlarının yer aldığı bir tezkiredir. Bunun yanında Sehi Bey’in “Heşt Behişt” adlı tezkiresi vardır. Âşık Çelebi de tezkire yazarlarındandır.


Surname

Osmanlılar döneminde şehzadelerin sünnet düğünleriyle, kadın sultanların evlenme törenlerini betimlemek amacıyla yazılmış manzum ya da mensur yapıt. Kaside biçiminde olanlarına surriye de denilmiştir. Surnamelerde, gece ve gündüz süren eğlencelerde gösterilen hünerler, açılan yarışmalar, kazananlara dağıtılan ödüller, halk için hazırlanan sofralarla büyüklere verilen şölenler, vezirlerden her birinin sunduğu armağanlar, padişahın vezirlere giydirdiği kürkler, verdiği armağanlar anlatılır.

Levni’nin en tanınmış eseri Surname’dir. Surname, yazılı ve bol resimli bir kitaptır ve bir sünnet düğünü resmedilmiştir. Yüzlerce değişik sahneyi içeren bu minyatürlerde Levni, sünnet törenini esprili bir yaklaşımla resmetmiştir.


Gazavatname

Edebiyatımızda, ordunun akınlarını, savaşları, kahramanlıkları, zaferleri şiir veya nesir şeklinde anlatan eserlerdir. Bu eserler belli devirlere ait olayları ayrıntılı bir tarzda anlatmaları dolayısıyla tarihçilerin çalışmalarına kaynak oluşturmaktadır.

Türk edebiyatında ilk gazavatname örnekleri 15. yüzyılda yazılmaya başlandı. On altıncı yüzyıldan itibaren zaferlerin artmasıyla birlikte bu tür eserlerin yazımında büyük bir artış görüldü. Gazavatnameler konuları itibariyle üç bölüme ayrılır:
  1. Padişahlardan birinin hayatını ve zamanındaki seferleri anlatan eserler Selimnameler ve Süleymannameler gibi.
  2. Vezirlerden veya ünlü komutanlardan birinin savaşlarını konu edinen gazavatnameler, Barbaros Hayreddin Paşa, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa vs’nin seferlerini anlatan gazavatnameler bu türdendir.
  3. Belli bir seferi yahut bir kalenin alınmasını tasvir eden gazanameler Preveze Seferi, Bağdat Seferi gibi.
Osmanlı Devletinde gerilemenin başlaması ve büyük zaferlerin kesilmesi ile gazavatnamelerin yazılmasında da bir azalma görüldü. En son yazılan gazavatnameler 1853 Kırım Seferi ile 1897 Yunan Harbine aittir. Edebiyatımızda kırkı manzum olmak üzere 250 kadar gazavatname vardır.


İlmi Eserler


Tıp, astronomi, coğrafya gibi konularda yazılan öğretici eserlerdir. İlmî eserlerde hayallere yer verilmez. Kelimeler mecaz anlamlarından çok gerçek anlamlarına kullanılır. Anlatım nesnel bir şekilde gerçekleşir. İlmî eserlerin, öğreticilik yönü ağır bastığından, bunlar yalın bir dille yazılmaya çalışılmıştır. Bu eserlerin yazımında, genel olarak sade nesir tercih edilmiştir. İlmi eserlerde dil genellikle göndergesel işlevinde kullanılmıştır.


Dini Eserler

Ahlak, tasavvuf ve din konularının işlendiği dinî eserlerdir. Divan Edebiyatı, ilmî kimliğini, İslamlığın temellerini bir sistem olarak düzenleyen medreseden alıyordu. Dolayısıyla dinî eserler, genellikle medresede yetişen yazarlar tarafından oluşturulmuştur. Bu eserlerde, İslam dininin esaslarını tanıtmak amaçlanmıştır. Bu nedenle dini eserlerden bazı İslami terimler kullanılmakla birlikte sanattan, süsten kaçınılmış, devrine göre oldukça sade bir dil kullanılmıştır.

Siyer

“Siyer”, Arapça “sîre” sözcüğünün çoğulu olup Peygamberimizin hayatını anlatmak için kullanılır. Zaman içinde: Soy dizini, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları, peygamberliği, Mekke ve Medine’de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları da içine alacak şekilde, doğumundan ölümüne kadar Hz Peygamber (sas)’in hayatından söz eden kitaplara “Siyer-i Nebi”, “es-Siretü’n-Nebeviyye” veya kısaca “Siyer” adı verilmiştir. Siyer, bir yönüyle hadis ilmine bir yönüyle de İslâm tarihinin içine girmiştir Gerçekten siyer. Hz Peygamberimizin söz ve davranışlarından bahseden hadis ilminin bilinmesini gerekli kıldığı gibi; onun hayatının her safhasından bilgi vermesi itibariyle de İslam tarihinin bir bölümünü oluşturur.

Hilye

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in iç ve dış özelliklerini anlatan eserlerdir. Hilyeler ilk zamanlarda küçük yazılı metinler olarak ortaya çıkmışlardı. Bir sevgi ve sadakat nişanesi olarak yazılan bu hilye metinlerini önceleri Müslümanlar kalpleri üzerindeki göğüs ceplerinde taşırlardı. Ancak Osmanlı dönemine gelindiğinde hilye geleneği asıl ihtişamlı örneklerini levhalar üzerinde verecektir.

Divan edebiyatında da hilye yazıcılığının rafine örneklerini görmek mümkündür. Osmanlı şairlerinin bu alanda çığır açıcı rol üstlendikleri artık genel kabul gören bir durumdur.

Hilyeler düzyazı türünde verilebileceği gibi nazım biçiminde de verilebilir. Divan şiirindeki ilk manzum hilye örneği ise Hakanî Mehmed Bey e ait olandır. Günümüzde de ilgi görmeye devam eden eser, Hilye-i Hakanî olarak isimlendirilmiş, Ziya Paşa ve Muallim Naci gibi edebî görüşleri birbirlerine zıt büyük şairler bile eserin ihtişamı konusunda mutabık kalmışlardır.​
 
Geri
Top