Oğuz15
Üye
TEŞKİLAT'IN SİLAHŞÖRÜ YAKUP CEMİL
-Teşkilatı Mahsusa kurulduğunda Kuşçubaşı Eşref'in ilk istediği adamlardan birisiydi Yakup Cemil. Kuşçubaşı Yakup Cemil'e görevini söyleyince. Kendi askerlerini seçme izni istedi. Ve Ardından Sinop Cezaevinde yatan 2000 azılı mahkumun kendisine verilmesini istedi. Sinop Cezaevi, imparatorluğun en azılı mahkumlarının toplandığı cezaeviydi. Yakup Cemil cebinde yetkisi cezaevinin kapısına dayandı. 2000 caninin arasına tek başına girdi. Avluda bir sandalyenin üstüne çıktı ve "siz hayatı beş para etmeyen adamlarsınız. Namımı duyanlarınız duymayanlara anlatsın sizi almaya geldim. Ya benim emrimde ben isteyince ölür, ben isteyince yaşarsınız. Yada bir tekinizi buradan sağ çıkartmam" dedi. Aranızda berberlik yapanlar öne çıksın dedi. Öne çıkan berberlere sordu "kaç leşiniz var" her berber kaç adam öldürdüğünü söyledi. İçlerinden birisi 14 deyince ona "neyle öldürdüğünü sordu. 14 kişiyi" berber "ustura ile boğazlarını kestim" deyince, Yakup Cemil cebinden usturasını çıkardı, berbere uzattı ve "al bakalım seni özel berberim tayin ettim. Traş et şimdi beni" dedi. Sandalyeyi altına çekip oturdu. 14 kişiyi usturayla doğrayan berber Yakup Cemil'i traş etti. 2000 mahkum, Yakup Cemil'in emrinde doğuda ölene kadar savaştılar ve herbiri ölene kadar Yakup Cemil'e sadık kaldılar. (İttihat ve Terakki ile Teşkilatı Mahsusa`nın fedailerinden Yakup Cemil hakkında)
-1914-18 harbinde bu kanlı kaatillerden bir alay teşkil edildi. Bütün zindanlar boşaltıldı ve içeridekiler meşhur Yakup Cemil`e teslim edilmek üzere yola çıkarıldı. Hayatımda gördüğüm pek çok şeylerin arasında bu zindanın boşalışını görmek, uzak bir maziye rağmen hafızamdan silinmeyen bir hatıradır. O tarihte Sinop`ta bulunuyorduk. Mahkumların sevkedileceği haberi üzerine zindanın cümle kapısına biz de yığıldık. Kapılar açıldı. Mahkumların demire vurulması içeride yapılıyordu. Zindan kapısının bir tarafında süvari jandarmaları bekliyordu. Kapıdan dört kişi çıkarıldı. Dördünün de boyunlarında lale tesmiye denilen demir tasmalar vardı. Bu laleler zincirlerle birbirlerine rabtedilmiş ayaklarına pranga vurulmuş ve bütün bu zincirler ellerindeki kelepçelerde kümelenmişti. Sinoplular bunları tanıyordu. Mahkumlar kapıdan göründükleri zaman o havalideki sertlikleri ile meşhur olan ve bilhassa bu iş için celbedilen Kırşehir süvari jandarmalarından dördü gruptan ayrılarak kapuya yaklaştılar. Ilk çıkanlar arasında beyaz sakallı biri de bulunuyordu. Yanımızdakiler bunlar hakkında malumat verdiler: Şu sağ taraftaki Arnavud Halil´dir. 115 seneye mahkumdur. Buraya 15 sene mahkumiyetle geldi, üst tarafı içeride öldürdükleriyle doldurulmuştur. Arnavud Halil Bey, kafesinden çıkarılmış bir kaplan gibi kanlı gözleriyle etrafına bakınıyor, zincirli kelepçeli elini yüzüne kadar kaldırarak bıyıklarını büküyordu. Içeride 8 kişi öldürmüştü. Onun yanındaki zayıf Izmirli Nazif`tir. Beyaz sakallıya da Elbistanlı Ramazan derler. Bunun mahkumiyeti 200 seneyi geçer. Elbistanlı Ramazan dediği mahkum korkunç bir şeydi. Kır kaşlarının altındaki gözlerinden kan fışkırıyor gibiydi. Insan oğlu canavarlaşırsa müthiş bir şey oluyor. Öbür uçtakine Kürd Haydar derler. Onun da mahkumiyeti 150 seneyi geçer.
Dört kişilik ikinci bir grup daha çıktı. Bunların da boyunlarında lale, ayaklarında pranga, bileklerinde kelepçe vardı. Resmi takdim başladı: Bunların dördü de insan şeklinde birer canavardır. Herbirisinin mahkumiyeti 100 seneden fazladır. Ince bıyıklı, çelimsiz olanı hepsinden beterdir. Keyif için, bıçak sınamak için adam öldürür.
Içeriden laleli, prangalı, kelepçeli mahkumlar çıkıyorlar ve kafilede yerlerini alıyorlardı. Böylelikle Sinop zindanının kalbur üstü mahkumları, besili hayvanların üzerinde eğer kaşlarına koydukları tüfekleri, gülmek bilmeyen esmer yüzleri ile mahkumlar kadar korkunç jandarmalarla ihata edilerek ilerliyorlardı.
Boyunlarından ayaklarına kadar zincirbend olan mahkumlardan sonra ikinci sınıf, yani 30-40 seneye mahkum olanlar çıkarıldı. Bunlar da boyunlarında lalelerle birbirlerine bağlı idiler. Yalnız ayaklarında pranga yoktu. Mahkumların çoğu yalın ayaktı, katedecekleri yolun uzaklığını düşünerek daha rahat yürümek için pabuçları kuşaklarına sokmuşlardı. Boyunlarındaki lalelere, ellerindeki kelepçelere, ayaklardaki bukağulara rağmen yüzlerinde elem ve beis yoktu. Hatta bazılarının çehresinde sevinç emareleri bile görülüyordu. Sinop zindanlarının güherçileli duvarlarından çıkmışlar, mukayed de olsalar, bir başka aleme doğru gidiyorlardı.
Bu korkunç kafile bir korkulu rüya gibi geçti. Son mahkumların arkasında dört süvari jandarma, Çerkes kamçılarını hayvanların yanında sallandırarak ilerliyorlardı.
Bu azılı mahkumlar nereye kadar gittiler? Orasını bilmiyorum. Fakat Kastamonu`da Yakup Cemil, başka hapishanelerden getirilen mahkumlarla beraber bunları da tesellüm etti. Teşkilatını yaparak bu canavar sürüsünü yola çıkardı. Pek tabii olarak muavinleri de kendisi gibi adamlardı. Bu kadar kanlıyı, kaatili, haydudu sımsıkı bir disipline bağlamak mesele idi. Onlar her istediklerini yapabilmek için bu zincirleri taşıyorlardı.Yakup Cemil, Meşrutiyet tarihinde kanlı bir sahifedir. Onun elinde tabanca, bir otuz üçlü tespih gibiydi.
YAKUP CEMİL BIÇAKLA TECAVÜZCÜ'NÜN PENİSİNİ KESER ADAM KAN KAYBINDAN ÖLÜR
Kafile geçtiği yerlerde helecanlar, yürek çarpıntıları bırakarak gidiyordu. Fakat bunların bütün merhaleleri kuzu sürüsü gibi geçmelerine imkan yoktu. Songurlu köylerinden birinde ilk vaka oldu. 100 senelik mahkumlardan biri misafir olduğu bir köylünün yetişmiş kızını, kadınsız geçen uzun yılların mukavemet edilmez hırsı ile berbat etti ve kaçtı. Baba kız Yakup Cemil´e gelerek tecavüzü anlattılar. 20 kişilik bir müfreze kısa bir takipten sonra mütecavizi yakaladı. Mahkumu Yakup Cemil´in karşısına çıkardılar. Yakup Cemil, artık zincirleri çözülen canavar sürüsünü köyün meydanında bir halka teşkil edecek surette topladı. „Ulan dedi, sen benim kim olduğumu bilmiyor musun?“ Herif başına geleceğinden bihaber, cevap verdi. „Biliyorum beyim.“ „Ben kimim?“„Yakup Cemil Bey.“ „Yakup Cemil Bey, ama nasıl Yakup Cemil Bey?” “Anlaşıldı. Bilmiyordun. Ben sana anlatayım. Bende yürek taştır, damarlarımdaki kan da ateştir.“ Ondan sonra mahkuma doğru yürüdü. „Bre köpek dedi, seni evinde misafir eden bu adamın kızını nasıl bu hale koyarsın.“ „Ben birşey yapmadım.“ „Neye kaçtın öyleyse. Bana doğrusunu söylersen seni affedeceğim.“ „Cahillik ettim beyim.“ „Ha şöyle. Aferin sana. Bana doğrusunu söylemeli.“ Daha sonra Yakup Cemil, „ben seni bir daha kimseye zarar edemeyecek bir hale koyacağım“ diyerek, muhafızlara ellerini arkadan bağlatır ve belinden ustura gibi keskin gümüş saplı söğüt yaprağı gibi bir bıçak çıkararak, kan kokusu almış bir kaplan gibi dönerek „bunda sünnetçiliği ben yapacağım“ der ve herifin uzvunu kavrar ve söğüt yaprağı bıçak işini görür. Bu arada kimsenin gıkı çıkmıyordu. Insan sesine benzemeyen bir çığlık kopar, Yakup Cemil kıpkırmızı kesilen elinden et parçalarını fırlatır ve „çekin teresi bir hendeğe, geberecekse orada gebersin“ der.
YAKUP CEMİL CİNAYET SANIĞINI DİRİ DİRİ YAKAR
Ikinci hadise Çorum`da olur. Katmerli cezalılardan bir Arnavut, adı zengine çıkmış bir adamı öldürmüş, para bulamamış, parayı çıkarması için karısına, kızına işkence etmişti. Olay jandarmaya intikal etmiş ve kumandan da Yakup Cemil`e müracaat etmişti. Kaçan yoktu. Kumandana „bizim canavarların sayısı tam, böyle bir iş yapan nasıl olur da kaçmaz“ der ve elebaşılarını çağırtır. Elebaşı kimseden şüphe etmediğini söyler. Kadın ve kızı çağırtır. Katili teşhis ederler. Ama o inkar eder. Ve sonuna kadar direnmeye başlar. Muhafızlara katili demirlere vurmasını söyler. Ve başlar itiraf ettirmek için en etkili çareyi düşünmeye. Tırnakla et arasına kamış sokmak, donuna kedi koyup dışarıdan kediyi dövmek, zorla su içirmek, hafif ateşe tabanlarını koymak gibi envai çeşit işkence biliyordu. O öyle bir işkence istiyordu ki, patırdısız, gürültüsüz, feryatsız figansız bülbül gibi söyletsin. Birden gözleri parladı. Bulmuştu. „Ulan Arnavut, seninle yarın görüşeceğiz“ dedi. Yattı uyudu. Bu adam bu kadar eşirra arasında kendisini nasıl emniyette hissediyordu? Onların gözünde korku ile karışık nasıl bir tesir bırakmıştı ki, hayatı hiç mesabesinde tutan bu adamlar ona karşı ufak bir itaatsizlikte bile bulunamıyorlardı? Ertesi sabah zincir şakırtıları arasında Arnavut getirildi. Yakup Cemil son defa sordu, Arnavut yine inkar etti. „Demek son sözün bu“ dedi Yakup Cemil. Berber Cafer`i çağırdılar. Arnavut`u bir iskemleye sımsıkı bağladılar. Yakup Cemil, el ayası büyüklüğünde bir teneke kutu kapağını kaatilin tepesine koydu. Berber Cafer Arnavut`un kafasında sadece bu büyüklükteki yeri kazıdı. Yakup Cemil bir sigara yaktı, bir cana kıyacağı zaman insiyaki bir hareketle bıyığını bükerdi. Emir bekleyenlerden birine „git bana beş on tane bit getir“ dedi. Adam anlamadı. „Bit, bit“ dedi. „Pire itte, bit yiğitte bulunur. Bizim yiğitlerde elbette vardır. Haydi çabuk ol.“ Giden adam döndü. Yakup Cemil, bitleri kutuya döktürdü. Kutuyu Arnavut`un kafasındaki traş edilen yere ters çevirip bastırdı ve bir çevre denilen bezle çenesi altından sımsıkı bağlattı. Başladı beklemeye. Oradakiler bu garip ameliyeyi hayretle seyrediyorlardı. Bu işde küçücük hayvanların rolü ne olabilecekti? Yakup Cemil, Arnavut`un yüzünü tetkik edip soruyordu „birşeyler yok mu?“ Birşey yoktu. Yakup Cemil karınları tok galiba diye söylendi. Biraz sonra Arnavut`un yüzü buruştu. Yüzü kızarıyordu. Iskemlenin arkasına bağlı kollarını tartıyor, ipi gevşetmek istiyor gibi hareketler yapıyordu. Arnavut`un alnında ter habbeleri başlamıştı. Dudaklarını ısırıyor, kıvranıyordu. Yakup Cemil Arnavut`la alay etmeye başlamıştı. Arnavut „beynim oyuluyor“ dedi. Rengi sapsarı oldu, „Allah“ diye bağırdı. Kaatil yalvarmaya başladı. „Beynime bir kurşun sık, öldür beni“ diyordu. Arnavut bağırmaya başlamış, öldürmeleri için yalvarıyordu. Yakup Cemil kutuya küçük bir fiske vurdu, bitlerin canlanması için. „Yüzüne biraz su serpin, bayılmasın“ dedi. „Ulan Arnavut iyi dayanıyorsun be. Ben bunu bir iki kişide denedim, beş dakikada bülbül kesildiler“ dedi. Kaatil inliyor, ağzından köpükler geliyordu. Yakup Cemil „yirmi tane daha ilave etmeli“ deyince, Arnavut kaşlarını yukarı kaldırdı. Yakup Cemil kalktı, bezi çözdü, kutuyu kaldırdı, yer mosmordu. Kaatili çözdüler. Su istedi, bir de sigara. Arnavut`u çözdüler ve Yakup Cemil sormaya başladı. „Sen mi öldürdün?“ „Evet.“ „Neden?“ „Parası için.“ „Parayı ne yapacaktın?“ „Memlekete kaçacaktım.“ „Sen bugün memleket müdafaası için buradasın. Nasıl kaçarmışsın?“ Arnavut`un ayağından demiri almadılar. Yakup Cemil, muhafıza dönüp, şehre git, nalburlara uğra, bir kangal sağlam tel getir dedi. Tel geldikten sonra yol boyunca telgraf direklerini birer birer gözden geçirdi. En düzgününü seçti. Bütün mahkumlar takım takım geldiler. Arnavut direğe bağlandı. Bütün vücudu telle sımsıkı sarıldı. Sadece boğazı gevşek bırakıldı. Arnavut bağırıyordu: „Bana ne yapacaksın?“ Yakup Cemil, „seni diri diri yakacağım, öyle geberteceğim“ dedi. Arnavut „Bre herifler, Bu kerhaneci hepinizi birer birer öldürecek. Hepiniz orsupu karılar mı oldunuz? Tepeleyin şu pezevengi“ diye bağırıyordu. Getirilen ibrikle Arnavut`u benzinle karışık gazyağı ile suladılar. Keskin bir petrol kokusu ortalığı sardı. Yakup Cemil sigara paketini çıkardı. Bir kibrit çakarak yaktı ve kaatile yaklaştı. Ondan sonra kibriti paçasına doğru yaklaştırdı. Arnavut birden ateş aldı. Sarımtırak dumanlar arasında alev, kaatili canlı bir meşale haline koydu. Arnavut son bir hamle ile kıvrandı. Yakup Cemil, sigarası ağzında, elleri arkasında seyrediyordu. Yüzünde en ufak bir merhamet manası görülmüyordu. Her birisinin üzerinde en aşağı birkaç katlin yükü bulunan bu adamlar, cüretin dehşeti altında ezilmiş gibiydiler. Arnavut`un dediği gibi içlerinden biri silahını Yakup Cemil`e çevirip ateş edebilirdi. Fakat yapamıyorlardı. Insanoğlu böyledir. Kuvvete tapar. Ortalığa kızartılmış bir et ve yağ kokusu yayılıyordu. Yakup Cemil etrafındakilere döndü, „haydi yerinize gidin“ dedi.
ÇORUM SAVCISI KORKUDAN OLAYA MÜDAHALE EDEMİYOR
Çorum Müddeiumumisi atla keşiften geliyordu. Uzaktan kalabalığı ve ortasında yükselen dumanları görmüş, onbaşıyı kalabalığa göndermişti. Jandarma telgraf direğine bağlı adamın çatır çatır yandığını görmüş, mahkumlardan birine sormuştu. Mahkum cevap vermekten bile korktu. Yakup Cemil, uzaktan „ne istiyorsun“ diye sordu. „Birşey istemiyorum beyim, Müddeiumumi ne olduğunu anla dedi.“ „Ona söyle Yakup Cemil Bey, bir adam yakıyor de. Haydi bas.“ „Efendim“ dedi jandarma Müddeiumumi`ye, „Yakup Cemil bir adam yakıyormuş.“ „Ya“ dedi Müddeiumumi, atının başını başka bir cihete çevirdi ve o tarafa hiç bakmayarak sürdü gitti. Bu vakadan 15 gün sonra Çorum`a gelmiştik.Yakup Cemil gitmişti. Fakat bu hadise halk üzerindeki tesirini bir zaman kaybetmedi. Daha sonra Müddeiumumi ile ahbap olduk. Bu vakayı gördünüz mü diye sordum. Müddeiumumi „görmemeye çalıştım, fakat yine de gördüm.“ dedi. Adli tahkikat falan dedim. „Ne söylüyorsun beyim? dedi, „Vakanın olduğu yere uğramadım bile. Herifin şakası yok. Öbür direğe de Müddeiumumi`yi sarın dese, ne halt edeceğim?“
Yakup Cemil`in kumandası altındaki mahkumlar, bir aç kurt sürüsü gibi geçtikleri yerlere dehşet salarak hududa doğru sevkedildiler. Haylisi yolda harcandı. Bunlar hududdan düşman toprağına girecekler, orada çete harbi yaparak düşmanı içeriden vuracaklardı. Fakat bu bir hayal-i muhal idi. Bu gibi fedakarlıklar için yalnız hunriz olmak kafi gelmez, vatanperver olmak ve bilhassa idealist olmak lazımdır. Nihayet hududa geldikleri zaman zorla ava gotürülen her köpeğin zağar gibi iş göremeyeceği anlaşıldı ve kalanlar da dağıldı gitti.“ ( Sayılı Fırtınalar, Refi Cevat Ulunay,1955)
YANINA ASKER DİYE ALDIĞI AZILI KATİLLER'DEN ARNAVUT HIFZI İSİMLİ SUÇLUNUN ÇORUM'DAN GEÇERKEN BİR EVE SALDIRMASI VE EVDEKİLER'E İŞKENCE ETMESİ SONUCU YAKUP CEMİL'E İHANETİNİN CEZASINI CANIYLA ÖDÜYOR:
+ Senin adın ne?
- Hıfzı
+ Nerelisin?
- Debreliyim.
+ Bu kadının kocasını öldürmüşsün.
- Haşa beyim, iftira ediyorlar.
+ Sana neden iftira etsinler?
- Ne bilirim beyim?
+ Bu niçin yaptın, her şeyi dosdoğru anlat. Zanlı soğukkanlılıkla kendini savunuyordu:
- İşin doğrusu budur be paşam.
+ Hıfzı.. Ben seni söyletmesini bilirim!..
- Ne söyleyeceğim beyim? Yapmadığım bir işi yaptım mı diye!..
+ Sen bu işi yaptın, saklıyorsun.
- Beyim.. Sen erkek bir adamsın. Böyle karıların lafına nasıl inanırsın?
+ Burada bu kadar adam var, bunların hiç biri için söylemiyorlar da senin için neye söylüyorlar?
- Ne bilirim beyim? Kadın aklı bu...
Yakup Cemil ince bıyıklarını asabiyetle büküyordu.
Yakup Cemil muhafızlardan birine emretti:
- Şehre git, nalburlara uğra, bana bir kangal sağlam tel getir, kaç kuruşsa parasını ver.
Tel geldi. Yakup Cemil, öğlefen sonra
mahkumların karargah kurdukları yerden dışarıya çıktı. Yol boyundaki telgraf direklerini birer birer gözden geçirdi. En düzgününü seçti, tekrar karargahına geldi, elebaşlarını çağırttı.
- Emriniz altındaki adamlarla yolu takip ediniz. Benim bulunduğum yete geliniz.
Sonra muhafızlara:
- Şu Arnavut'uda oraya getirin, emrini verdi. Yavaş adımlarla seçtiği yere gitti.
Hıfzı başına gelecekleri anlamış gibiydi, muhafızlara sordu:
- Ne yapacaksınız? Beni kurşuna mı dizeceksiniz?
Yakup Cemil'in korkusundan kimse cevap veremiyordu.
Katil direğe bağlandıktan sonra emir geldi:
- Yukarıdan aşağı telle sımsıkı sarın.. Katilin boğazı boğulmayacak kadar bir gevşeklik bırakılarak bütün gövdesi sımsıkı sarıldı. Arnavut bağırıyordu:
- Bana ne yapacaksınız?
Yakup Cemil:
- Seni diri diri yakacağım, öyle geberteceğim, diye bağırdı.
Yakup Cemil muhafıxlardan birine:
- Dediğimi getirdinmi? diye sordu.
Bir ibrik uzattılar.
- Şunu başından aşağıya yavaş yavaş dökün.
Hıfzı'yı benzinle karışık gaz yağı ile suladılar.
Yakup Cemil sigara paketini çıkardı. Bir kibrit çakarak sigarasını yaktı, sonra da katile yaklaştı, ardından Arnavut'un paçasını hedef aldı.
Yakıcı mayiin petrol kısmı benzin kadar çabuk yayılmıştı. Fakat benzin hıfzı'nın her tarafını kaplamıştı. Birden ateş aldı. Sarımtırak dumanlar arasında alev, katili bir canlı meşale durumuna soktu. Hıfzı'nın bedeni, son bir hamle ile kıvrandı, vücudunu sımsıkı saran telleri koparacak kadar istem dışı bir hareketle dikeliyor, bükülüyordu.
Yakup Cemil, sigarası ağzında, elleri arkasında telgraf direğinde yanan adamı büyük bir soğukkanlılıkla seyrediyordu. Yüzünde en ufak bir acıma duygusu yoktu.
Her birisinin üzerinde en aşağı bir kaç katilin yükü bulunan bu adamlar, Yakup Cemil dehşeti ve gerçeği karşısında ezilmiş gibiydiler. Hiç birisi ağzını açıp bir şey söyleyemiyor, hepsi çaresizlik ve teslimiyet içinde bu insan yangınını seyrediyorlardı.
Yakup Cemil, hıfzı'ya uyguladığı cezanın herkes tarafından yeterli derecede görüldüğüne inanmıştı. Onlara doğru döndü:
- Haydi, yerinize gidiniz, diye emir verdi.
Olay sırasında çorum savcısı atla bir keşiften dönüyordu. Uzaktan bu kalabalığı ve ortasında yükselen dumanları gördü. Arkasındaki atlı jandarmaya:
- Onbaşı! Nedir bu kalabalık? Atını sür, sonra gel bana haber ver, diye emretti. Jandarma hayvanını sürdü. Olay yerinin yakınına kadar geldi. Telgraf direğine bağlı adamın cayır cayır yanmakta olduğunu gördü. Mahkumlardan birine sordu:
- Ne var? Ne oluyor?
Mahkum cevap vermekten bile korktu.
Yakup Cemil jandarmayı görmüştü. Uzaktan:
--- Ne var bir şey mi istiyorsun? diye dordu. Jandarma:
- Birşey istemiyorum beyim. Savcı bey ne olduğunu anla, dedi de...
--- O uzaktaki sarıklımı sordu?
- Evet efendim.
--- Ona söyle. Yakup Cemil bey bir adam yakıyor de... Haydi, bas!
Jandarma tekrar hayvanını dörtnala sürerek, atının eşkin adımları ile yaklaşan savcının yanına geldi.
- Efendim, dedi. Yakup Cemil bey bir adam yakıyormuş.
Savcı: Yaaa!.. diyebildi, atının başını başka bir yöne çevirdi ve kendiside o tarafa hiç bakmayarak hayvanı sıkı bir rahvanla sürdü, gitti.
Bu olaydan on beş yirmi gün sonra çorum'a gelen ve olayı duyan bazı kimseler savcıy, olay karşısında niçin aciz kaldığını sorduklarında savcı şu cevabı verecekti:
- Siz ne söylüyorsunuz? Olayın yaşandığı yere uğramadım bile... Herifin şakası yok. Öbür direğe de savcıyı sarın dese ne yapacaktım, beni kim kurtarabilecekti?
Evet, Yakup Cemil bu vahşiler sürüsünü bu şekilde Kafkasya cephesine götürdü.
Hepsi müebbet hapis cezası alan bu insanları ancak bir demir yumruk idare edebilirdi, o da Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil idi...
-Teşkilatı Mahsusa kurulduğunda Kuşçubaşı Eşref'in ilk istediği adamlardan birisiydi Yakup Cemil. Kuşçubaşı Yakup Cemil'e görevini söyleyince. Kendi askerlerini seçme izni istedi. Ve Ardından Sinop Cezaevinde yatan 2000 azılı mahkumun kendisine verilmesini istedi. Sinop Cezaevi, imparatorluğun en azılı mahkumlarının toplandığı cezaeviydi. Yakup Cemil cebinde yetkisi cezaevinin kapısına dayandı. 2000 caninin arasına tek başına girdi. Avluda bir sandalyenin üstüne çıktı ve "siz hayatı beş para etmeyen adamlarsınız. Namımı duyanlarınız duymayanlara anlatsın sizi almaya geldim. Ya benim emrimde ben isteyince ölür, ben isteyince yaşarsınız. Yada bir tekinizi buradan sağ çıkartmam" dedi. Aranızda berberlik yapanlar öne çıksın dedi. Öne çıkan berberlere sordu "kaç leşiniz var" her berber kaç adam öldürdüğünü söyledi. İçlerinden birisi 14 deyince ona "neyle öldürdüğünü sordu. 14 kişiyi" berber "ustura ile boğazlarını kestim" deyince, Yakup Cemil cebinden usturasını çıkardı, berbere uzattı ve "al bakalım seni özel berberim tayin ettim. Traş et şimdi beni" dedi. Sandalyeyi altına çekip oturdu. 14 kişiyi usturayla doğrayan berber Yakup Cemil'i traş etti. 2000 mahkum, Yakup Cemil'in emrinde doğuda ölene kadar savaştılar ve herbiri ölene kadar Yakup Cemil'e sadık kaldılar. (İttihat ve Terakki ile Teşkilatı Mahsusa`nın fedailerinden Yakup Cemil hakkında)
-1914-18 harbinde bu kanlı kaatillerden bir alay teşkil edildi. Bütün zindanlar boşaltıldı ve içeridekiler meşhur Yakup Cemil`e teslim edilmek üzere yola çıkarıldı. Hayatımda gördüğüm pek çok şeylerin arasında bu zindanın boşalışını görmek, uzak bir maziye rağmen hafızamdan silinmeyen bir hatıradır. O tarihte Sinop`ta bulunuyorduk. Mahkumların sevkedileceği haberi üzerine zindanın cümle kapısına biz de yığıldık. Kapılar açıldı. Mahkumların demire vurulması içeride yapılıyordu. Zindan kapısının bir tarafında süvari jandarmaları bekliyordu. Kapıdan dört kişi çıkarıldı. Dördünün de boyunlarında lale tesmiye denilen demir tasmalar vardı. Bu laleler zincirlerle birbirlerine rabtedilmiş ayaklarına pranga vurulmuş ve bütün bu zincirler ellerindeki kelepçelerde kümelenmişti. Sinoplular bunları tanıyordu. Mahkumlar kapıdan göründükleri zaman o havalideki sertlikleri ile meşhur olan ve bilhassa bu iş için celbedilen Kırşehir süvari jandarmalarından dördü gruptan ayrılarak kapuya yaklaştılar. Ilk çıkanlar arasında beyaz sakallı biri de bulunuyordu. Yanımızdakiler bunlar hakkında malumat verdiler: Şu sağ taraftaki Arnavud Halil´dir. 115 seneye mahkumdur. Buraya 15 sene mahkumiyetle geldi, üst tarafı içeride öldürdükleriyle doldurulmuştur. Arnavud Halil Bey, kafesinden çıkarılmış bir kaplan gibi kanlı gözleriyle etrafına bakınıyor, zincirli kelepçeli elini yüzüne kadar kaldırarak bıyıklarını büküyordu. Içeride 8 kişi öldürmüştü. Onun yanındaki zayıf Izmirli Nazif`tir. Beyaz sakallıya da Elbistanlı Ramazan derler. Bunun mahkumiyeti 200 seneyi geçer. Elbistanlı Ramazan dediği mahkum korkunç bir şeydi. Kır kaşlarının altındaki gözlerinden kan fışkırıyor gibiydi. Insan oğlu canavarlaşırsa müthiş bir şey oluyor. Öbür uçtakine Kürd Haydar derler. Onun da mahkumiyeti 150 seneyi geçer.
Dört kişilik ikinci bir grup daha çıktı. Bunların da boyunlarında lale, ayaklarında pranga, bileklerinde kelepçe vardı. Resmi takdim başladı: Bunların dördü de insan şeklinde birer canavardır. Herbirisinin mahkumiyeti 100 seneden fazladır. Ince bıyıklı, çelimsiz olanı hepsinden beterdir. Keyif için, bıçak sınamak için adam öldürür.
Içeriden laleli, prangalı, kelepçeli mahkumlar çıkıyorlar ve kafilede yerlerini alıyorlardı. Böylelikle Sinop zindanının kalbur üstü mahkumları, besili hayvanların üzerinde eğer kaşlarına koydukları tüfekleri, gülmek bilmeyen esmer yüzleri ile mahkumlar kadar korkunç jandarmalarla ihata edilerek ilerliyorlardı.
Boyunlarından ayaklarına kadar zincirbend olan mahkumlardan sonra ikinci sınıf, yani 30-40 seneye mahkum olanlar çıkarıldı. Bunlar da boyunlarında lalelerle birbirlerine bağlı idiler. Yalnız ayaklarında pranga yoktu. Mahkumların çoğu yalın ayaktı, katedecekleri yolun uzaklığını düşünerek daha rahat yürümek için pabuçları kuşaklarına sokmuşlardı. Boyunlarındaki lalelere, ellerindeki kelepçelere, ayaklardaki bukağulara rağmen yüzlerinde elem ve beis yoktu. Hatta bazılarının çehresinde sevinç emareleri bile görülüyordu. Sinop zindanlarının güherçileli duvarlarından çıkmışlar, mukayed de olsalar, bir başka aleme doğru gidiyorlardı.
Bu korkunç kafile bir korkulu rüya gibi geçti. Son mahkumların arkasında dört süvari jandarma, Çerkes kamçılarını hayvanların yanında sallandırarak ilerliyorlardı.
Bu azılı mahkumlar nereye kadar gittiler? Orasını bilmiyorum. Fakat Kastamonu`da Yakup Cemil, başka hapishanelerden getirilen mahkumlarla beraber bunları da tesellüm etti. Teşkilatını yaparak bu canavar sürüsünü yola çıkardı. Pek tabii olarak muavinleri de kendisi gibi adamlardı. Bu kadar kanlıyı, kaatili, haydudu sımsıkı bir disipline bağlamak mesele idi. Onlar her istediklerini yapabilmek için bu zincirleri taşıyorlardı.Yakup Cemil, Meşrutiyet tarihinde kanlı bir sahifedir. Onun elinde tabanca, bir otuz üçlü tespih gibiydi.
YAKUP CEMİL BIÇAKLA TECAVÜZCÜ'NÜN PENİSİNİ KESER ADAM KAN KAYBINDAN ÖLÜR
Kafile geçtiği yerlerde helecanlar, yürek çarpıntıları bırakarak gidiyordu. Fakat bunların bütün merhaleleri kuzu sürüsü gibi geçmelerine imkan yoktu. Songurlu köylerinden birinde ilk vaka oldu. 100 senelik mahkumlardan biri misafir olduğu bir köylünün yetişmiş kızını, kadınsız geçen uzun yılların mukavemet edilmez hırsı ile berbat etti ve kaçtı. Baba kız Yakup Cemil´e gelerek tecavüzü anlattılar. 20 kişilik bir müfreze kısa bir takipten sonra mütecavizi yakaladı. Mahkumu Yakup Cemil´in karşısına çıkardılar. Yakup Cemil, artık zincirleri çözülen canavar sürüsünü köyün meydanında bir halka teşkil edecek surette topladı. „Ulan dedi, sen benim kim olduğumu bilmiyor musun?“ Herif başına geleceğinden bihaber, cevap verdi. „Biliyorum beyim.“ „Ben kimim?“„Yakup Cemil Bey.“ „Yakup Cemil Bey, ama nasıl Yakup Cemil Bey?” “Anlaşıldı. Bilmiyordun. Ben sana anlatayım. Bende yürek taştır, damarlarımdaki kan da ateştir.“ Ondan sonra mahkuma doğru yürüdü. „Bre köpek dedi, seni evinde misafir eden bu adamın kızını nasıl bu hale koyarsın.“ „Ben birşey yapmadım.“ „Neye kaçtın öyleyse. Bana doğrusunu söylersen seni affedeceğim.“ „Cahillik ettim beyim.“ „Ha şöyle. Aferin sana. Bana doğrusunu söylemeli.“ Daha sonra Yakup Cemil, „ben seni bir daha kimseye zarar edemeyecek bir hale koyacağım“ diyerek, muhafızlara ellerini arkadan bağlatır ve belinden ustura gibi keskin gümüş saplı söğüt yaprağı gibi bir bıçak çıkararak, kan kokusu almış bir kaplan gibi dönerek „bunda sünnetçiliği ben yapacağım“ der ve herifin uzvunu kavrar ve söğüt yaprağı bıçak işini görür. Bu arada kimsenin gıkı çıkmıyordu. Insan sesine benzemeyen bir çığlık kopar, Yakup Cemil kıpkırmızı kesilen elinden et parçalarını fırlatır ve „çekin teresi bir hendeğe, geberecekse orada gebersin“ der.
YAKUP CEMİL CİNAYET SANIĞINI DİRİ DİRİ YAKAR
Ikinci hadise Çorum`da olur. Katmerli cezalılardan bir Arnavut, adı zengine çıkmış bir adamı öldürmüş, para bulamamış, parayı çıkarması için karısına, kızına işkence etmişti. Olay jandarmaya intikal etmiş ve kumandan da Yakup Cemil`e müracaat etmişti. Kaçan yoktu. Kumandana „bizim canavarların sayısı tam, böyle bir iş yapan nasıl olur da kaçmaz“ der ve elebaşılarını çağırtır. Elebaşı kimseden şüphe etmediğini söyler. Kadın ve kızı çağırtır. Katili teşhis ederler. Ama o inkar eder. Ve sonuna kadar direnmeye başlar. Muhafızlara katili demirlere vurmasını söyler. Ve başlar itiraf ettirmek için en etkili çareyi düşünmeye. Tırnakla et arasına kamış sokmak, donuna kedi koyup dışarıdan kediyi dövmek, zorla su içirmek, hafif ateşe tabanlarını koymak gibi envai çeşit işkence biliyordu. O öyle bir işkence istiyordu ki, patırdısız, gürültüsüz, feryatsız figansız bülbül gibi söyletsin. Birden gözleri parladı. Bulmuştu. „Ulan Arnavut, seninle yarın görüşeceğiz“ dedi. Yattı uyudu. Bu adam bu kadar eşirra arasında kendisini nasıl emniyette hissediyordu? Onların gözünde korku ile karışık nasıl bir tesir bırakmıştı ki, hayatı hiç mesabesinde tutan bu adamlar ona karşı ufak bir itaatsizlikte bile bulunamıyorlardı? Ertesi sabah zincir şakırtıları arasında Arnavut getirildi. Yakup Cemil son defa sordu, Arnavut yine inkar etti. „Demek son sözün bu“ dedi Yakup Cemil. Berber Cafer`i çağırdılar. Arnavut`u bir iskemleye sımsıkı bağladılar. Yakup Cemil, el ayası büyüklüğünde bir teneke kutu kapağını kaatilin tepesine koydu. Berber Cafer Arnavut`un kafasında sadece bu büyüklükteki yeri kazıdı. Yakup Cemil bir sigara yaktı, bir cana kıyacağı zaman insiyaki bir hareketle bıyığını bükerdi. Emir bekleyenlerden birine „git bana beş on tane bit getir“ dedi. Adam anlamadı. „Bit, bit“ dedi. „Pire itte, bit yiğitte bulunur. Bizim yiğitlerde elbette vardır. Haydi çabuk ol.“ Giden adam döndü. Yakup Cemil, bitleri kutuya döktürdü. Kutuyu Arnavut`un kafasındaki traş edilen yere ters çevirip bastırdı ve bir çevre denilen bezle çenesi altından sımsıkı bağlattı. Başladı beklemeye. Oradakiler bu garip ameliyeyi hayretle seyrediyorlardı. Bu işde küçücük hayvanların rolü ne olabilecekti? Yakup Cemil, Arnavut`un yüzünü tetkik edip soruyordu „birşeyler yok mu?“ Birşey yoktu. Yakup Cemil karınları tok galiba diye söylendi. Biraz sonra Arnavut`un yüzü buruştu. Yüzü kızarıyordu. Iskemlenin arkasına bağlı kollarını tartıyor, ipi gevşetmek istiyor gibi hareketler yapıyordu. Arnavut`un alnında ter habbeleri başlamıştı. Dudaklarını ısırıyor, kıvranıyordu. Yakup Cemil Arnavut`la alay etmeye başlamıştı. Arnavut „beynim oyuluyor“ dedi. Rengi sapsarı oldu, „Allah“ diye bağırdı. Kaatil yalvarmaya başladı. „Beynime bir kurşun sık, öldür beni“ diyordu. Arnavut bağırmaya başlamış, öldürmeleri için yalvarıyordu. Yakup Cemil kutuya küçük bir fiske vurdu, bitlerin canlanması için. „Yüzüne biraz su serpin, bayılmasın“ dedi. „Ulan Arnavut iyi dayanıyorsun be. Ben bunu bir iki kişide denedim, beş dakikada bülbül kesildiler“ dedi. Kaatil inliyor, ağzından köpükler geliyordu. Yakup Cemil „yirmi tane daha ilave etmeli“ deyince, Arnavut kaşlarını yukarı kaldırdı. Yakup Cemil kalktı, bezi çözdü, kutuyu kaldırdı, yer mosmordu. Kaatili çözdüler. Su istedi, bir de sigara. Arnavut`u çözdüler ve Yakup Cemil sormaya başladı. „Sen mi öldürdün?“ „Evet.“ „Neden?“ „Parası için.“ „Parayı ne yapacaktın?“ „Memlekete kaçacaktım.“ „Sen bugün memleket müdafaası için buradasın. Nasıl kaçarmışsın?“ Arnavut`un ayağından demiri almadılar. Yakup Cemil, muhafıza dönüp, şehre git, nalburlara uğra, bir kangal sağlam tel getir dedi. Tel geldikten sonra yol boyunca telgraf direklerini birer birer gözden geçirdi. En düzgününü seçti. Bütün mahkumlar takım takım geldiler. Arnavut direğe bağlandı. Bütün vücudu telle sımsıkı sarıldı. Sadece boğazı gevşek bırakıldı. Arnavut bağırıyordu: „Bana ne yapacaksın?“ Yakup Cemil, „seni diri diri yakacağım, öyle geberteceğim“ dedi. Arnavut „Bre herifler, Bu kerhaneci hepinizi birer birer öldürecek. Hepiniz orsupu karılar mı oldunuz? Tepeleyin şu pezevengi“ diye bağırıyordu. Getirilen ibrikle Arnavut`u benzinle karışık gazyağı ile suladılar. Keskin bir petrol kokusu ortalığı sardı. Yakup Cemil sigara paketini çıkardı. Bir kibrit çakarak yaktı ve kaatile yaklaştı. Ondan sonra kibriti paçasına doğru yaklaştırdı. Arnavut birden ateş aldı. Sarımtırak dumanlar arasında alev, kaatili canlı bir meşale haline koydu. Arnavut son bir hamle ile kıvrandı. Yakup Cemil, sigarası ağzında, elleri arkasında seyrediyordu. Yüzünde en ufak bir merhamet manası görülmüyordu. Her birisinin üzerinde en aşağı birkaç katlin yükü bulunan bu adamlar, cüretin dehşeti altında ezilmiş gibiydiler. Arnavut`un dediği gibi içlerinden biri silahını Yakup Cemil`e çevirip ateş edebilirdi. Fakat yapamıyorlardı. Insanoğlu böyledir. Kuvvete tapar. Ortalığa kızartılmış bir et ve yağ kokusu yayılıyordu. Yakup Cemil etrafındakilere döndü, „haydi yerinize gidin“ dedi.
ÇORUM SAVCISI KORKUDAN OLAYA MÜDAHALE EDEMİYOR
Çorum Müddeiumumisi atla keşiften geliyordu. Uzaktan kalabalığı ve ortasında yükselen dumanları görmüş, onbaşıyı kalabalığa göndermişti. Jandarma telgraf direğine bağlı adamın çatır çatır yandığını görmüş, mahkumlardan birine sormuştu. Mahkum cevap vermekten bile korktu. Yakup Cemil, uzaktan „ne istiyorsun“ diye sordu. „Birşey istemiyorum beyim, Müddeiumumi ne olduğunu anla dedi.“ „Ona söyle Yakup Cemil Bey, bir adam yakıyor de. Haydi bas.“ „Efendim“ dedi jandarma Müddeiumumi`ye, „Yakup Cemil bir adam yakıyormuş.“ „Ya“ dedi Müddeiumumi, atının başını başka bir cihete çevirdi ve o tarafa hiç bakmayarak sürdü gitti. Bu vakadan 15 gün sonra Çorum`a gelmiştik.Yakup Cemil gitmişti. Fakat bu hadise halk üzerindeki tesirini bir zaman kaybetmedi. Daha sonra Müddeiumumi ile ahbap olduk. Bu vakayı gördünüz mü diye sordum. Müddeiumumi „görmemeye çalıştım, fakat yine de gördüm.“ dedi. Adli tahkikat falan dedim. „Ne söylüyorsun beyim? dedi, „Vakanın olduğu yere uğramadım bile. Herifin şakası yok. Öbür direğe de Müddeiumumi`yi sarın dese, ne halt edeceğim?“
Yakup Cemil`in kumandası altındaki mahkumlar, bir aç kurt sürüsü gibi geçtikleri yerlere dehşet salarak hududa doğru sevkedildiler. Haylisi yolda harcandı. Bunlar hududdan düşman toprağına girecekler, orada çete harbi yaparak düşmanı içeriden vuracaklardı. Fakat bu bir hayal-i muhal idi. Bu gibi fedakarlıklar için yalnız hunriz olmak kafi gelmez, vatanperver olmak ve bilhassa idealist olmak lazımdır. Nihayet hududa geldikleri zaman zorla ava gotürülen her köpeğin zağar gibi iş göremeyeceği anlaşıldı ve kalanlar da dağıldı gitti.“ ( Sayılı Fırtınalar, Refi Cevat Ulunay,1955)
YANINA ASKER DİYE ALDIĞI AZILI KATİLLER'DEN ARNAVUT HIFZI İSİMLİ SUÇLUNUN ÇORUM'DAN GEÇERKEN BİR EVE SALDIRMASI VE EVDEKİLER'E İŞKENCE ETMESİ SONUCU YAKUP CEMİL'E İHANETİNİN CEZASINI CANIYLA ÖDÜYOR:
+ Senin adın ne?
- Hıfzı
+ Nerelisin?
- Debreliyim.
+ Bu kadının kocasını öldürmüşsün.
- Haşa beyim, iftira ediyorlar.
+ Sana neden iftira etsinler?
- Ne bilirim beyim?
+ Bu niçin yaptın, her şeyi dosdoğru anlat. Zanlı soğukkanlılıkla kendini savunuyordu:
- İşin doğrusu budur be paşam.
+ Hıfzı.. Ben seni söyletmesini bilirim!..
- Ne söyleyeceğim beyim? Yapmadığım bir işi yaptım mı diye!..
+ Sen bu işi yaptın, saklıyorsun.
- Beyim.. Sen erkek bir adamsın. Böyle karıların lafına nasıl inanırsın?
+ Burada bu kadar adam var, bunların hiç biri için söylemiyorlar da senin için neye söylüyorlar?
- Ne bilirim beyim? Kadın aklı bu...
Yakup Cemil ince bıyıklarını asabiyetle büküyordu.
Yakup Cemil muhafızlardan birine emretti:
- Şehre git, nalburlara uğra, bana bir kangal sağlam tel getir, kaç kuruşsa parasını ver.
Tel geldi. Yakup Cemil, öğlefen sonra
mahkumların karargah kurdukları yerden dışarıya çıktı. Yol boyundaki telgraf direklerini birer birer gözden geçirdi. En düzgününü seçti, tekrar karargahına geldi, elebaşlarını çağırttı.
- Emriniz altındaki adamlarla yolu takip ediniz. Benim bulunduğum yete geliniz.
Sonra muhafızlara:
- Şu Arnavut'uda oraya getirin, emrini verdi. Yavaş adımlarla seçtiği yere gitti.
Hıfzı başına gelecekleri anlamış gibiydi, muhafızlara sordu:
- Ne yapacaksınız? Beni kurşuna mı dizeceksiniz?
Yakup Cemil'in korkusundan kimse cevap veremiyordu.
Katil direğe bağlandıktan sonra emir geldi:
- Yukarıdan aşağı telle sımsıkı sarın.. Katilin boğazı boğulmayacak kadar bir gevşeklik bırakılarak bütün gövdesi sımsıkı sarıldı. Arnavut bağırıyordu:
- Bana ne yapacaksınız?
Yakup Cemil:
- Seni diri diri yakacağım, öyle geberteceğim, diye bağırdı.
Yakup Cemil muhafıxlardan birine:
- Dediğimi getirdinmi? diye sordu.
Bir ibrik uzattılar.
- Şunu başından aşağıya yavaş yavaş dökün.
Hıfzı'yı benzinle karışık gaz yağı ile suladılar.
Yakup Cemil sigara paketini çıkardı. Bir kibrit çakarak sigarasını yaktı, sonra da katile yaklaştı, ardından Arnavut'un paçasını hedef aldı.
Yakıcı mayiin petrol kısmı benzin kadar çabuk yayılmıştı. Fakat benzin hıfzı'nın her tarafını kaplamıştı. Birden ateş aldı. Sarımtırak dumanlar arasında alev, katili bir canlı meşale durumuna soktu. Hıfzı'nın bedeni, son bir hamle ile kıvrandı, vücudunu sımsıkı saran telleri koparacak kadar istem dışı bir hareketle dikeliyor, bükülüyordu.
Yakup Cemil, sigarası ağzında, elleri arkasında telgraf direğinde yanan adamı büyük bir soğukkanlılıkla seyrediyordu. Yüzünde en ufak bir acıma duygusu yoktu.
Her birisinin üzerinde en aşağı bir kaç katilin yükü bulunan bu adamlar, Yakup Cemil dehşeti ve gerçeği karşısında ezilmiş gibiydiler. Hiç birisi ağzını açıp bir şey söyleyemiyor, hepsi çaresizlik ve teslimiyet içinde bu insan yangınını seyrediyorlardı.
Yakup Cemil, hıfzı'ya uyguladığı cezanın herkes tarafından yeterli derecede görüldüğüne inanmıştı. Onlara doğru döndü:
- Haydi, yerinize gidiniz, diye emir verdi.
Olay sırasında çorum savcısı atla bir keşiften dönüyordu. Uzaktan bu kalabalığı ve ortasında yükselen dumanları gördü. Arkasındaki atlı jandarmaya:
- Onbaşı! Nedir bu kalabalık? Atını sür, sonra gel bana haber ver, diye emretti. Jandarma hayvanını sürdü. Olay yerinin yakınına kadar geldi. Telgraf direğine bağlı adamın cayır cayır yanmakta olduğunu gördü. Mahkumlardan birine sordu:
- Ne var? Ne oluyor?
Mahkum cevap vermekten bile korktu.
Yakup Cemil jandarmayı görmüştü. Uzaktan:
--- Ne var bir şey mi istiyorsun? diye dordu. Jandarma:
- Birşey istemiyorum beyim. Savcı bey ne olduğunu anla, dedi de...
--- O uzaktaki sarıklımı sordu?
- Evet efendim.
--- Ona söyle. Yakup Cemil bey bir adam yakıyor de... Haydi, bas!
Jandarma tekrar hayvanını dörtnala sürerek, atının eşkin adımları ile yaklaşan savcının yanına geldi.
- Efendim, dedi. Yakup Cemil bey bir adam yakıyormuş.
Savcı: Yaaa!.. diyebildi, atının başını başka bir yöne çevirdi ve kendiside o tarafa hiç bakmayarak hayvanı sıkı bir rahvanla sürdü, gitti.
Bu olaydan on beş yirmi gün sonra çorum'a gelen ve olayı duyan bazı kimseler savcıy, olay karşısında niçin aciz kaldığını sorduklarında savcı şu cevabı verecekti:
- Siz ne söylüyorsunuz? Olayın yaşandığı yere uğramadım bile... Herifin şakası yok. Öbür direğe de savcıyı sarın dese ne yapacaktım, beni kim kurtarabilecekti?
Evet, Yakup Cemil bu vahşiler sürüsünü bu şekilde Kafkasya cephesine götürdü.
Hepsi müebbet hapis cezası alan bu insanları ancak bir demir yumruk idare edebilirdi, o da Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil idi...