II. dünya savaşi başlarken, Türkiye bati demokrasileri ile işbirligi yapmiş, savaşin Akdeniz’e, Balkanlara ve Ortadogu’ya yayilmasinin önlemek istemiştir. Türk Devlet Adamlari II. Dünya Savaşinda memleketi savaşin yikintilarindan korumak için çaba harcamişlardir. Türk diş politikasinin bu başarisinin en önemli nedenlerinden biri, devleti yönetenlerin, I. Dünya Savaşi’nda Osmanli devletini savaşa sokup sonunda yikan gelişmeleri iyi değerlendirmeleri ve yakin tarihten ders alarak ayni hatalari tekrarlamamalaridir.1
Prof. Dr. Fahir H. Armaoğlu’na göre “Türkiye’nin II. Dünya Savaşındaki durumu stratejik mevkiin önemi dolayısıyla gerek müttefik devletlerin, herek Mihver Devletlerin Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokmak için harcadıkları çabaların ve Türkiye üzerinde yaptıkları hikayesinden başka bir şey değildir.
Almanya’nın 1940 Mayısı’nda Fransa’ya saldırması ve İtalya’nın harbe katılması ile üçlü paktın hükümlerine uygun olarak savaşa müttefikleri ile katılması gereken Türkiye savaşa girmekten sakınmıştır. 28 Ekim 1940’ da İtalya’nın Yunanistan’a saldırmasıyla Üçlü Paktın üçüncü maddesi işlenmeye başladığından İngiltere ve Fransa’nın Yunanistan’a verdikleri garanti uyarınca bu devletin yardımına koşmaları Türkiye’nin savaşa katılmasını gerektiriyordu. Bu defa Alman tehdidine maruz kalan Türkiye, İngiltere’nin savaşa katılmasını istemesine rağmen savaşa girmesi mümkün olmamıştı. Almanya’nın Balkanlardaki faaliyetleri Alman-Sovyet Rusya ilişkilerini gerginleştiriyor ve bunun sonucunda Sovyet Rusya Türkiye’ye yakınlaşıyordu. Almanların Bulgaristan’a yerleşmesi, bütün Ortadoğu’nun Almanlara açılacağı endişesi, İngiltere’nin tekrar Türkiye üzerinde baskı kurmasına neden oldu.
Almanların Rusya’ya saldırdığı günlerde, Almanya Irak’a yardım edebilmek, asker ve malzeme geçirebilmek ve Türkiye’yi razı etmek için toprak teklif etmiş ancak Türk hükümeti razı olmamıştır. Bunun üzerine Almanya 18 Haziran 1941 Saldırmazlık Paktı imza ederek, Sovyet Rusya’ya saldırmıştır. Bu Paktı, İngiltere ve Amerika’da hoş karşılamış, Amerika ödünç verme ve kiralama kanununca Türkiye’ye yaptığı yardımı kesmiştir.2
Rusların zaferi kazanmaları, Türkiye üzerindeki Alman baskısını azaltırken, müttefik baskısını artırmıştır. Türkiye savaşa katılabilmek için orduya geniş ölçüde malzeme bakımından takviyesini istemiştir. Ancak ikinci cephenin açılmasıyla Türkiye’nin savaşa katılmasının değerini azaltmıştır. Tüm bu gelişmelere rağmen Türk hava alanlarından faydalanması isteği de olumsuz sonuçlanmıştır.
Tahran Konferansında Türkiye’nin harbe girmesi hakkında karar alınmış ve Türkiye’nin hava alanlarından müttefiklerin faydalanması zorunlu görülmüştür. İnönü savaşa katılmayı kabul etmiş, ancak bu katılımı savunma için gerekli malzemenin verilmesine bağlı tutmuştur. Kahire Konferansından sonra Rosevelt, Türkiye’ye yardım yetiştirilemeyeceğinden, faal olarak savaşa girmesinde sebep olmadığını açıklamıştır.
Yalta Konferansında Sovyet Rusya’nın Boğazların statüsünü değiştirme isteği saldırgan tutumu üzerine Amerika ve İngiltere Boğazlar üzerindeki Türkiye’nin egemenliğini ihlal edecek statüye taraftar olmadıklarını beyan ettiler. Türkiye 23 Şubat 1945’ de Almanya ve Japonya’ya savaş ilan eder. Sovyetler Birliği 15 Mart 1945’ de Türk Sovyet saldırmazlık Paktının, yeni şartlara uymadığı için fesh eder. Almanya’nın yenilmesi, Avrupa dengesinde meydana gelen boşluktan yararlanan Sovyetler Birliği, Türkiye’ye karşı emperyalist emellerini Potsdam Konferansında Boğazlar konusunda devam etmiştir. Her türlü siyasi baskıya rağmen bu savaşta Türkiye’nin son ana kadar tarafsız kalması önemli bir başarıdır.
A ) SAVAŞ SONRASI TÜRKIYE’NIN DIŞ POLITIKASI
İkinci Dünya Savaşını izleyen ilk yılda Türkiye’nin dış politikada en büyük sorunu, savaş içinde düştüğü yalnızlıktı. 25 Nisan 1945’ te Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın kurulması amacıyla toplanan San Francisco Konferansında bu yalnızlığı daha çok hissedecektir.3
I-) Sovyet Rusya’nın Türkiye Üzerindeki İstekleri
Almanya’nın mağlubiyeti, Avrupa’nın dengesini Ruslar lehine, bozmuş ve bu durumda Türkiye için çok tehlikeli olmuştur. Sovyet Dış İşleri Bakanı Molotof, 19 mart 1945’te Moskova’da bulunan Türkiye Büyük Elçisine gönderdiği notada 17 Aralık 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Paktının feshedildiği bildirilmiştir. Türkiye tehlikeyi bertaraf etmek için Sovyetlerle anlaşma yolunu denese de Türkiye’nin egemenlik ve bağımsızlık haklarının bir kısmını kaybetmeden Sovyetlerle anlaşabilmenin çok zor olduğu ortaya çıkmıştır. 7 Haziran 19452 te Sovyetler Birliği ile Türkiye anlaşmak istiyorsa; Türkiye Sovyet sınırının değişmesi, Boğazlarda Sovyet Rusya’ya üs verilmesi Montreux sözleşmesinin yeniden düzenlenmesini istemiştir.
Bu durum karşinida Türkiye bagimsizligini ve toprak bütünlügünü korumakta endişe duymuş, silahli bir Sovyet saldirisina ugradigi taktirde tek başina da olsa karşi koymak azminde oldugunu dünyaya ilan etmiştir.4
Birleşik Amerika ile Ingiltere’nin Sovyetler Birligi ile savaş sonrasi iş birligi gerçekleştirmek Postdam Konferansi 17 Temmuz-2 Agustos 1945 tarihinde toplanmiştir. Postdam’da Sovyetlerin Bogazlar üzerindeki istekleri ve Bogazlar rejimini degiştirmek yolundaki teklifleri ile Rusya, Türkiye üzerinde yeniden baski kurmak istemişlerdir. Postdam’da üç devlet Bogazlar konusunda anlaşamamiş, ancak Bogazlarin yeni bir rejime tabi olmasi, Amerikanin Bogazlar üzerinde söz sahibi olmasi hususunda mutabakata varilmiştir.
Sovyetler, 7 Ağustos 1946 ve 25 Eylül 1946 tarihli notalar ile Potsdamdaki iddialardan da ileri giderek, Boğazların statüsünün yalnız Karadeniz’e sahildar devletler tarafından arasında tespit edilmesini ve kendilerine üs verilmesini istemişlerdir. Türkiye Sovyet Rusya’ya verdiği 22. 08. 1946 ve 18.10.1946 tarihli cevabı notalarda, Boğazlar rejimini değiştirecek bir konferansı kabul ettiğini ancak, bu konferansa A.B.D.’nin de katılacağını, Türkiye’nin egemenlik haklarına ve güvenliğine aykırı hiçbir teklif kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Sovyetlerin Türkiye’ye karşı soğuk harp tehdidi, A.B.D’yi Ortadoğu ile ilgilendirmiş, Orta Doğu ülkelerinin egemenlik ve toprak bütünlüklerinin baskı ve sızma yoluyla tehdit edilmesine karşı, Sovyetlere kapalı bir şekilde ihtarda bulunmuştur.
II ) Amerika’nın Türkiye’yi Desteklemesi
a-) Truman Doktrini
Sovyet Rusya’nın Boğazlar üzerindeki isteği ve baskısının devamı Türkiye bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçlardan en önemlisi ordusunu hala savaş sırasındaki mevcudunda tutmak zorunda olmasıdır. İktisadi gücü yeterli olmayan Türkiye için bu durum karşınında tek çıkar yol dış yardım aramak oldu. Batı dünyasının savunması için çok önemli bir yerde buluna Türkiye ve Yunanistan’ı genişleme emellerine açıkça ortaya koyan Sovyet Rusya karşısında Yalnız bırakmamış ve bu iki ülkeye yardım etme kararını alan Başkan Truman, kendi adıyla anılan bir mesajı 12 Mart 1947 Mecliste okumuştur. 12 Temmuz 1947’de Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında, Türkiye’ye yapılacak yardımla ilgili bir anlaşma imzalanmıştır.5
Truman Doktrini, bir yandan yeryüzünün iki bloğa ayrıldığını ve Sovyet-Amerikan mücadelesinin başladığını ilan edip, soğuk savaşın ilk adımlarını oluştururken, öte yandan Doğu Avrupa ve Balkanlardaki bölünmeyi de çok daha kesin çizgileriyle ortaya koymuştur.6
b-) Marshall Planı
II. Dünya Savaşinda ekonomik ve sosyal bakimdan bitkin bir durumda çikan Avrupa Devletlerinin kalkinmasini saglamak için A.B.D’de, 1948 yilinda, dört yil süreli “ Iktisadi Işbirligi Kanunu” kabul edilmiştir. Bu kanunun öncülügünü Amerika Diş Işleri Bakani General Marshall yapmiştir.
İktisadi İşbirliği Konferansına Türkiye’de katılmış, iktisadi durumu konusunda gerekli bilgileri vermiş ve savaş sonrası iktisadi kalkınma programı gerçekleştirmek için dış yardım yapılmasının istemiştir. Amerikalı uzmanlar Marshall Planının mili ekonomik kalkınma programının finansmanı değil, savaştan yıkılmış Avrupa’nın kalkınması için hazırlanmış bir plan olduğunu savunmuştur. Türk Hükümetinin isteği üzerine konuyu bir daha ele alan Amerikan Hükümeti Türkiye’yi Marshall Planı için almaya karar vermiştir.7
Böylece dört yıl kapsayan (1947-1951) Avrupa Kalkınma Projesi, yani Marshall yardımı başlamıştır. Sovyet Rusya ise, Marshall planının Truman Doktrininden sonra ortaya çıkmasını, bu doktrinin uygulanması biçiminde yorumlamış kendi katılmadığı gibi Doğu Avrupa ülkelerinin de katılmaması için baskı yapmıştır.
III-) 1950-1960 Yıllarındaki Gelişmeler
a-) Kore Uyuşmazligi
1950’den sonra Türkiye’nin dış politikasında önemli gelişmeler olmuştur. Rus işğali altında buluna Kuzey Kore’nin, Güney Kore’ye 1950 yılında saldırması meselesinin milletler arası bir durum almasını gerektirmiş ve Birleşmiş Milletler müşterek tedbirler almıştır. Bu polis tedbirine Türkiye'’e 4500 kişilik birlikle iştirak etmiştir. Türk askerinin Kore’de üstün başarısı milli itibarımız arttırmıştır.
b-) Kuzey Atlantik Paktına Katılma
Kollektif güvenlikte açılan gediği kapatma gayesiyle 4 Nisan 1949’da imzalanan Kuzey Atlantik Paktı ile kısmi güvenlik mekanizması oluşturulmuştur. Bu sırada Türkiye Paktın dışında bırakılmıştır. Paktın 19 Eylül 1950 tarihli toplantısında Türkiye ve Yunanistan’ın pakta katılma istekleri Akdenize kadar genişlemeyi üte devletler doğru bulmayarak redolunmuştur. 1951 Ocak ayında A.B.D. hükümeti Avrupa da Komünist tehlike arttığından bizzat kendisi paktın üyelerine telkinlerde bulunmuştur. 20 Eylül 1951’de Ottowa toplantısına kabul edilmiş, Şubat 1952 de Türkiye ile Yunanistan eşit şartlarda üye olarak katılmışlardır.
c-) Balkan İttifakıII. Dünya Savaşi’ndan önce Balkanlarda bariş ve güvenligi saglamak amaçli pakt, savaştan sonra kurulan II. Balkan Ittifaki, Komünist Rus Emperyalizmine karşi savunma tedbiridir. Her iki Balkan birligi de Türk-Yunan dostlugu üzerine gelişmiştir. Ancak Kibris meselesi ile Türk-Yunan ilişkileri bozulunca ittifak önemini kaybeder.
d-) Bağdat Paktı (Cento)
Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat’ta imzalanmıştır. Antlaşmaya, İngiltere ( 5 Nisan 1955), Pakistan ( 23 Eylül 1955), İran’da ( 11 Ekim 1955) katılmış ve ilk toplantı 22 Kasım’da Bağdat’ta yapılmıştır. Pakt Amerikanın teşvikiyle kurulmuş, Amerikanın pakta katılması arzu edilmiş ama Arap aleminin tepkisi karşısında pakta katılmamıştır. Paktın esas gayesi Orta Doğu barış ve güvenliği tesis etmek ve üye devletler arası sıkı iş birliğini sağlamaktı. 14 Temmuz 1958’de ırak ihtilali ile yeni kurulan idare Bağdat Paktından ayrılmış ve bunun sonrasında paktın ismi değiştirilerek “Merkez Antlaşması Teşkilatı” kısaltılmışı ile Cento adını alır.8
e-) Kıbrıs Meselesi
Kıbrıs sorunu, 1954 yılının sonundan 1959 yılına kadar Türk Yunan Hükümetleri arasındaki resmi anlaşmazlık olarak sürmüştür. Kıbrıslı Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmek (Enosis) konusu Yunan kamuoyunda da tersini gösterdi ve olay Yunan resmi makamlarınca da benimsendi. Yunan resmi makamları meseleyi 1954 yılında Birleşmiş Milletlere getirdiler. Siyasi komisyon konuyu inceleme lüzumu görmedi ve Yunan tezini redetti.
26 Ağustos1955’te Londra Konferansında Türkiye, İngiltere ve Yunanistan karşı karşıya geldiler. Yunanlılar adanın kendilerine tabi olmasını istiyorlardı. Dayadıkları temel prensip de adadaki nüfusun çoğunluğunun Rum olması idi. Bu konferansta olumlu bir sonuç alınamadan dağıldı.
1956 yılında adanın taksimi konusu gündeme gelir ve Türk kamuoyu bu tezi kabul eder. 1958 yılında Kıbrıs’ta bunalım artar ve 1959 yılında Zurich’te iki devlet temsilcileri görüşür. Rumlar Enosis’ten Türkler ise taksimden vazgeçtiler. 16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi. Devlet iki cemaatin ortaklaşa yetki ve sorumluluklarına dayanmaktaydı.
KAYNAK:
1- Oral Sander. “ I. Dünya Savaşı’nın Sonundan 1980’ e kadar” Siyasi Tarih., Ankara, s.103
2- Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, Ankara, 1977, s. 252-253
3- Mehmet Gönlübol, haluk Ülmen, Olaylarla Türk Dış Politikası( 1919-1965 ), Ankara, 1969, s. 205
4- Hamza Eroğlu, a.g.e., s. 259
5 Mehmet Gönlübol, Haluk Ülmen, a.g.e., s. 225-232
6 Oral Sonder, a.g.e., s. 207
7- Mehmet Gönlübol, Haluk Ülmen, a.g.e., s. 236
8 Hamza Eroğlu, a.g.e. , s.270
Prof. Dr. Fahir H. Armaoğlu’na göre “Türkiye’nin II. Dünya Savaşındaki durumu stratejik mevkiin önemi dolayısıyla gerek müttefik devletlerin, herek Mihver Devletlerin Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokmak için harcadıkları çabaların ve Türkiye üzerinde yaptıkları hikayesinden başka bir şey değildir.
Almanya’nın 1940 Mayısı’nda Fransa’ya saldırması ve İtalya’nın harbe katılması ile üçlü paktın hükümlerine uygun olarak savaşa müttefikleri ile katılması gereken Türkiye savaşa girmekten sakınmıştır. 28 Ekim 1940’ da İtalya’nın Yunanistan’a saldırmasıyla Üçlü Paktın üçüncü maddesi işlenmeye başladığından İngiltere ve Fransa’nın Yunanistan’a verdikleri garanti uyarınca bu devletin yardımına koşmaları Türkiye’nin savaşa katılmasını gerektiriyordu. Bu defa Alman tehdidine maruz kalan Türkiye, İngiltere’nin savaşa katılmasını istemesine rağmen savaşa girmesi mümkün olmamıştı. Almanya’nın Balkanlardaki faaliyetleri Alman-Sovyet Rusya ilişkilerini gerginleştiriyor ve bunun sonucunda Sovyet Rusya Türkiye’ye yakınlaşıyordu. Almanların Bulgaristan’a yerleşmesi, bütün Ortadoğu’nun Almanlara açılacağı endişesi, İngiltere’nin tekrar Türkiye üzerinde baskı kurmasına neden oldu.
Almanların Rusya’ya saldırdığı günlerde, Almanya Irak’a yardım edebilmek, asker ve malzeme geçirebilmek ve Türkiye’yi razı etmek için toprak teklif etmiş ancak Türk hükümeti razı olmamıştır. Bunun üzerine Almanya 18 Haziran 1941 Saldırmazlık Paktı imza ederek, Sovyet Rusya’ya saldırmıştır. Bu Paktı, İngiltere ve Amerika’da hoş karşılamış, Amerika ödünç verme ve kiralama kanununca Türkiye’ye yaptığı yardımı kesmiştir.2
Rusların zaferi kazanmaları, Türkiye üzerindeki Alman baskısını azaltırken, müttefik baskısını artırmıştır. Türkiye savaşa katılabilmek için orduya geniş ölçüde malzeme bakımından takviyesini istemiştir. Ancak ikinci cephenin açılmasıyla Türkiye’nin savaşa katılmasının değerini azaltmıştır. Tüm bu gelişmelere rağmen Türk hava alanlarından faydalanması isteği de olumsuz sonuçlanmıştır.
Tahran Konferansında Türkiye’nin harbe girmesi hakkında karar alınmış ve Türkiye’nin hava alanlarından müttefiklerin faydalanması zorunlu görülmüştür. İnönü savaşa katılmayı kabul etmiş, ancak bu katılımı savunma için gerekli malzemenin verilmesine bağlı tutmuştur. Kahire Konferansından sonra Rosevelt, Türkiye’ye yardım yetiştirilemeyeceğinden, faal olarak savaşa girmesinde sebep olmadığını açıklamıştır.
Yalta Konferansında Sovyet Rusya’nın Boğazların statüsünü değiştirme isteği saldırgan tutumu üzerine Amerika ve İngiltere Boğazlar üzerindeki Türkiye’nin egemenliğini ihlal edecek statüye taraftar olmadıklarını beyan ettiler. Türkiye 23 Şubat 1945’ de Almanya ve Japonya’ya savaş ilan eder. Sovyetler Birliği 15 Mart 1945’ de Türk Sovyet saldırmazlık Paktının, yeni şartlara uymadığı için fesh eder. Almanya’nın yenilmesi, Avrupa dengesinde meydana gelen boşluktan yararlanan Sovyetler Birliği, Türkiye’ye karşı emperyalist emellerini Potsdam Konferansında Boğazlar konusunda devam etmiştir. Her türlü siyasi baskıya rağmen bu savaşta Türkiye’nin son ana kadar tarafsız kalması önemli bir başarıdır.
A ) SAVAŞ SONRASI TÜRKIYE’NIN DIŞ POLITIKASI
İkinci Dünya Savaşını izleyen ilk yılda Türkiye’nin dış politikada en büyük sorunu, savaş içinde düştüğü yalnızlıktı. 25 Nisan 1945’ te Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın kurulması amacıyla toplanan San Francisco Konferansında bu yalnızlığı daha çok hissedecektir.3
I-) Sovyet Rusya’nın Türkiye Üzerindeki İstekleri
Almanya’nın mağlubiyeti, Avrupa’nın dengesini Ruslar lehine, bozmuş ve bu durumda Türkiye için çok tehlikeli olmuştur. Sovyet Dış İşleri Bakanı Molotof, 19 mart 1945’te Moskova’da bulunan Türkiye Büyük Elçisine gönderdiği notada 17 Aralık 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Paktının feshedildiği bildirilmiştir. Türkiye tehlikeyi bertaraf etmek için Sovyetlerle anlaşma yolunu denese de Türkiye’nin egemenlik ve bağımsızlık haklarının bir kısmını kaybetmeden Sovyetlerle anlaşabilmenin çok zor olduğu ortaya çıkmıştır. 7 Haziran 19452 te Sovyetler Birliği ile Türkiye anlaşmak istiyorsa; Türkiye Sovyet sınırının değişmesi, Boğazlarda Sovyet Rusya’ya üs verilmesi Montreux sözleşmesinin yeniden düzenlenmesini istemiştir.
Bu durum karşinida Türkiye bagimsizligini ve toprak bütünlügünü korumakta endişe duymuş, silahli bir Sovyet saldirisina ugradigi taktirde tek başina da olsa karşi koymak azminde oldugunu dünyaya ilan etmiştir.4
Birleşik Amerika ile Ingiltere’nin Sovyetler Birligi ile savaş sonrasi iş birligi gerçekleştirmek Postdam Konferansi 17 Temmuz-2 Agustos 1945 tarihinde toplanmiştir. Postdam’da Sovyetlerin Bogazlar üzerindeki istekleri ve Bogazlar rejimini degiştirmek yolundaki teklifleri ile Rusya, Türkiye üzerinde yeniden baski kurmak istemişlerdir. Postdam’da üç devlet Bogazlar konusunda anlaşamamiş, ancak Bogazlarin yeni bir rejime tabi olmasi, Amerikanin Bogazlar üzerinde söz sahibi olmasi hususunda mutabakata varilmiştir.
Sovyetler, 7 Ağustos 1946 ve 25 Eylül 1946 tarihli notalar ile Potsdamdaki iddialardan da ileri giderek, Boğazların statüsünün yalnız Karadeniz’e sahildar devletler tarafından arasında tespit edilmesini ve kendilerine üs verilmesini istemişlerdir. Türkiye Sovyet Rusya’ya verdiği 22. 08. 1946 ve 18.10.1946 tarihli cevabı notalarda, Boğazlar rejimini değiştirecek bir konferansı kabul ettiğini ancak, bu konferansa A.B.D.’nin de katılacağını, Türkiye’nin egemenlik haklarına ve güvenliğine aykırı hiçbir teklif kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Sovyetlerin Türkiye’ye karşı soğuk harp tehdidi, A.B.D’yi Ortadoğu ile ilgilendirmiş, Orta Doğu ülkelerinin egemenlik ve toprak bütünlüklerinin baskı ve sızma yoluyla tehdit edilmesine karşı, Sovyetlere kapalı bir şekilde ihtarda bulunmuştur.
II ) Amerika’nın Türkiye’yi Desteklemesi
a-) Truman Doktrini
Sovyet Rusya’nın Boğazlar üzerindeki isteği ve baskısının devamı Türkiye bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçlardan en önemlisi ordusunu hala savaş sırasındaki mevcudunda tutmak zorunda olmasıdır. İktisadi gücü yeterli olmayan Türkiye için bu durum karşınında tek çıkar yol dış yardım aramak oldu. Batı dünyasının savunması için çok önemli bir yerde buluna Türkiye ve Yunanistan’ı genişleme emellerine açıkça ortaya koyan Sovyet Rusya karşısında Yalnız bırakmamış ve bu iki ülkeye yardım etme kararını alan Başkan Truman, kendi adıyla anılan bir mesajı 12 Mart 1947 Mecliste okumuştur. 12 Temmuz 1947’de Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında, Türkiye’ye yapılacak yardımla ilgili bir anlaşma imzalanmıştır.5
Truman Doktrini, bir yandan yeryüzünün iki bloğa ayrıldığını ve Sovyet-Amerikan mücadelesinin başladığını ilan edip, soğuk savaşın ilk adımlarını oluştururken, öte yandan Doğu Avrupa ve Balkanlardaki bölünmeyi de çok daha kesin çizgileriyle ortaya koymuştur.6
b-) Marshall Planı
II. Dünya Savaşinda ekonomik ve sosyal bakimdan bitkin bir durumda çikan Avrupa Devletlerinin kalkinmasini saglamak için A.B.D’de, 1948 yilinda, dört yil süreli “ Iktisadi Işbirligi Kanunu” kabul edilmiştir. Bu kanunun öncülügünü Amerika Diş Işleri Bakani General Marshall yapmiştir.
İktisadi İşbirliği Konferansına Türkiye’de katılmış, iktisadi durumu konusunda gerekli bilgileri vermiş ve savaş sonrası iktisadi kalkınma programı gerçekleştirmek için dış yardım yapılmasının istemiştir. Amerikalı uzmanlar Marshall Planının mili ekonomik kalkınma programının finansmanı değil, savaştan yıkılmış Avrupa’nın kalkınması için hazırlanmış bir plan olduğunu savunmuştur. Türk Hükümetinin isteği üzerine konuyu bir daha ele alan Amerikan Hükümeti Türkiye’yi Marshall Planı için almaya karar vermiştir.7
Böylece dört yıl kapsayan (1947-1951) Avrupa Kalkınma Projesi, yani Marshall yardımı başlamıştır. Sovyet Rusya ise, Marshall planının Truman Doktrininden sonra ortaya çıkmasını, bu doktrinin uygulanması biçiminde yorumlamış kendi katılmadığı gibi Doğu Avrupa ülkelerinin de katılmaması için baskı yapmıştır.
III-) 1950-1960 Yıllarındaki Gelişmeler
a-) Kore Uyuşmazligi
1950’den sonra Türkiye’nin dış politikasında önemli gelişmeler olmuştur. Rus işğali altında buluna Kuzey Kore’nin, Güney Kore’ye 1950 yılında saldırması meselesinin milletler arası bir durum almasını gerektirmiş ve Birleşmiş Milletler müşterek tedbirler almıştır. Bu polis tedbirine Türkiye'’e 4500 kişilik birlikle iştirak etmiştir. Türk askerinin Kore’de üstün başarısı milli itibarımız arttırmıştır.
b-) Kuzey Atlantik Paktına Katılma
Kollektif güvenlikte açılan gediği kapatma gayesiyle 4 Nisan 1949’da imzalanan Kuzey Atlantik Paktı ile kısmi güvenlik mekanizması oluşturulmuştur. Bu sırada Türkiye Paktın dışında bırakılmıştır. Paktın 19 Eylül 1950 tarihli toplantısında Türkiye ve Yunanistan’ın pakta katılma istekleri Akdenize kadar genişlemeyi üte devletler doğru bulmayarak redolunmuştur. 1951 Ocak ayında A.B.D. hükümeti Avrupa da Komünist tehlike arttığından bizzat kendisi paktın üyelerine telkinlerde bulunmuştur. 20 Eylül 1951’de Ottowa toplantısına kabul edilmiş, Şubat 1952 de Türkiye ile Yunanistan eşit şartlarda üye olarak katılmışlardır.
c-) Balkan İttifakıII. Dünya Savaşi’ndan önce Balkanlarda bariş ve güvenligi saglamak amaçli pakt, savaştan sonra kurulan II. Balkan Ittifaki, Komünist Rus Emperyalizmine karşi savunma tedbiridir. Her iki Balkan birligi de Türk-Yunan dostlugu üzerine gelişmiştir. Ancak Kibris meselesi ile Türk-Yunan ilişkileri bozulunca ittifak önemini kaybeder.
d-) Bağdat Paktı (Cento)
Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat’ta imzalanmıştır. Antlaşmaya, İngiltere ( 5 Nisan 1955), Pakistan ( 23 Eylül 1955), İran’da ( 11 Ekim 1955) katılmış ve ilk toplantı 22 Kasım’da Bağdat’ta yapılmıştır. Pakt Amerikanın teşvikiyle kurulmuş, Amerikanın pakta katılması arzu edilmiş ama Arap aleminin tepkisi karşısında pakta katılmamıştır. Paktın esas gayesi Orta Doğu barış ve güvenliği tesis etmek ve üye devletler arası sıkı iş birliğini sağlamaktı. 14 Temmuz 1958’de ırak ihtilali ile yeni kurulan idare Bağdat Paktından ayrılmış ve bunun sonrasında paktın ismi değiştirilerek “Merkez Antlaşması Teşkilatı” kısaltılmışı ile Cento adını alır.8
e-) Kıbrıs Meselesi
Kıbrıs sorunu, 1954 yılının sonundan 1959 yılına kadar Türk Yunan Hükümetleri arasındaki resmi anlaşmazlık olarak sürmüştür. Kıbrıslı Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmek (Enosis) konusu Yunan kamuoyunda da tersini gösterdi ve olay Yunan resmi makamlarınca da benimsendi. Yunan resmi makamları meseleyi 1954 yılında Birleşmiş Milletlere getirdiler. Siyasi komisyon konuyu inceleme lüzumu görmedi ve Yunan tezini redetti.
26 Ağustos1955’te Londra Konferansında Türkiye, İngiltere ve Yunanistan karşı karşıya geldiler. Yunanlılar adanın kendilerine tabi olmasını istiyorlardı. Dayadıkları temel prensip de adadaki nüfusun çoğunluğunun Rum olması idi. Bu konferansta olumlu bir sonuç alınamadan dağıldı.
1956 yılında adanın taksimi konusu gündeme gelir ve Türk kamuoyu bu tezi kabul eder. 1958 yılında Kıbrıs’ta bunalım artar ve 1959 yılında Zurich’te iki devlet temsilcileri görüşür. Rumlar Enosis’ten Türkler ise taksimden vazgeçtiler. 16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi. Devlet iki cemaatin ortaklaşa yetki ve sorumluluklarına dayanmaktaydı.
KAYNAK:
1- Oral Sander. “ I. Dünya Savaşı’nın Sonundan 1980’ e kadar” Siyasi Tarih., Ankara, s.103
2- Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, Ankara, 1977, s. 252-253
3- Mehmet Gönlübol, haluk Ülmen, Olaylarla Türk Dış Politikası( 1919-1965 ), Ankara, 1969, s. 205
4- Hamza Eroğlu, a.g.e., s. 259
5 Mehmet Gönlübol, Haluk Ülmen, a.g.e., s. 225-232
6 Oral Sonder, a.g.e., s. 207
7- Mehmet Gönlübol, Haluk Ülmen, a.g.e., s. 236
8 Hamza Eroğlu, a.g.e. , s.270