2001 Türkiye Ekonomik Krizi
2001 Türkiye ekonomik krizi, Kara Çarşamba olarak da bilinen, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizidir. Milli Güvenlik Kurulu toplantısında cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile başbakan Bülent Ecevit arasındaki siyasi kriz bir anda tüm ülkeyi etkisi altına alan ekonomik bir krize dönüşmüştür. Türkiye'nin Şubat 2001 finansal krizi, beklenmedik ölçüde ekonomik daralmayla sonuçlanmanın ötesinde, ülkenin orta vedeli perspektifini değiştiren yeni koşulları da beraberinde getirmiştir.
Kriz öncesi ekonomik durum
Türkiye, 1990'lı yıllarda çok yüksek enflasyonla boğuşmuş bir ülkeydi. 1990'lı yılların krizlere zemin hazırlayan özelliği kamu açıklarının Merkez Bankası kaynaklarıyla finanse edilmesi ve batık bankaların sorumluluklarının devlete yüklenmesinin yanında bu dönemdeki siyasi karar alıcıların ülkenin mali durumunu düzeltecek reform ve iyileştirmeleri yapmamasıdır. Bu dönemde yaşanan Körfez Savaşı, 1994 Krizi ve 1999 Marmara depremleri zaten temelde kırık olan ülke ekonomisini iyice sarsmış ve 2001 krizinin şiddetini kat be kat arttırmıştır.
1994 Türkiye Finansal Krizi
Türkiye, 90'lı yıllardaki en derin krizini 1994 yılında yaşamıştır. 1994 öncesinde kamu kesimi faiz dışı harcamaları, kamu gelirlerinden daha fazla açık vermiş, başka bir değişle kamu kesimi kazandığından daha fazlasını harcamıştır. Kamu borçlarının Merkez Bankası ile finanse edilmesi sonucunda Türkiye ilk defa hiper enflasyonu yaşamış, ardından yapılan kısmi; ama yeterli olmayan iyileşmeler neticesinde Türkiye krizden çıkabilmiştir.
1998
1998 yılında Asya ekonomilerinde meydana gelen ekonomik kriz, IMF'nin önlemleriyle bir küresel krize dönüşmemiş olsa da yine de dünya ekonomisinde söz sahibi olan Çin, Japonya ve Rusya'yı derinden etkilemiştir. Türkiye de bu krizden nasibini almış, ülkedeki uzakdoğu sermayeli şirketler Türkiye'yi birer birer terketmeye başlamışlardır. Aynı yılın sonlarına doğru Rusya'daki ekonomik bunalımın yerel bir krize dönüşmesiyle, Türkiye en önemli ihracat ve turizm partnerlerinden birini kaybetmiş, bavul ticareti azalmış ve ülkenin cari gelirlerinde gözle görülür bir düşme meydana gelmiştir.
1999 Marmara Depremleri
1999 Gölcük depremi
1999 Düzce depremi
Türkiye ekonomisi her ne kadar 1999 yılına Avrupa Birliği tarafından verilen resmi adaylık statüsününılık rüzgarlarıyla girmiş olsa da aynı yılın ortalarında meydana gelen iki depremle yıkılmanın eşiğine gelmiştir. Depremlerin ülkenin sanayisinin can damarı olan Marmara Bölgesi'nde meydana gelmesi sonucunda Türkiye, yetişmiş elemanın yanı sıra depremde kaybedilen konut, ticari ve sınai yapı, yol, otoyol, köprü, diğer altyapı, ulaşım aracı, makina-teçhizatın ve üretimin durması gibi yan maliyetlerle beraber 13 milyar dolarlık bir kayba uğramıştır.
2000 Türkiye Finansal Krizi
2000 yılı Türkiye için hem bir ekonomik canlanma hem de bir çöküş yılıdır. Türkiye 1999 yılının sonunda ekonomik açıdan son derece karamsar bir görünüm içerisindeydi. Ekonomik büyüme %-6.1 olmuş, yani ekonomi %6 oranında küçülmüştü. Enflasyon %70'e ulaşmış, bütçe açıkları büyümüş, Hazine faizlerinin yıllık ortalama bileşik oranı %106'ya ulaşmıştı. 1999 deprem şokundan sonra Türkiye'nin dış ilişkilerinde gözlemlenen olumlu gelişmeler, ekonomi yönetimi konusunda yeni bir sürecin başlatılması için uygun bir ortam oluşturdu.
Bu koşullar altında Türkiye 1999 yılında IMF stand-by desteği ile üç yıllık bir programı uygulamaya koyduğunu açıkladı. Enflasyonu Düşürme Programı olarak adlandırılan bu program döviz kurunu nominal çapa olarak kullanan para ve kur politikasının yanı sıra çok sayıda yapısal düzenleme içeriyordu. Programın meyvelerini 2000 yılında vermeye başladı. Ülkeye sermaye girişleri çoğaldı; ancak enflasyonda düşüş beklendiği kadar hızlı olmadı. Reel kur değerlenme eğilimine girdi. İthalatın hızla artması sonucunda dış açık kaygı verici boyutlarda büyümeye başladı. Bu gelişmeler aktiflerinin önemli bir bölümü Hazine kağıtlarından oluşan bankaların likidite talebini arttırınca Kasım 2000 sonunda likidite sıkışıklığı had safhaya ulaştı. Likidite Krizi olarak da adlandırılan bu durum sonunda ekimde %39 olan gecelik faiz kasım ayında %95'e, aralık ayında ise %183'e kadar çıkmıştı.
Şubat 2001 Krizi
Ekonomide bekleyişlerin olumsuzlaştığı bir ortamda, Hazine'nin yüklü bir borç itfası öncesinde 19 Şubat 2001'de beklenmedik siyasi gerginlikler yaşandı. Başbakan'ın devlet yönetiminde "kriz var" açıklamasıyla birlikte mali piyasalarda panikle başlayan süreç, yerli parayı savunmak için gecelik faizlerin astronomik oranlara yükselmesine rağmen, yerleşiklerin yoğun döviz talebi nedeniyle Merkez Bankası'nın 5 milyar dolarlık döviz satışıyla sonuçlandı. Kamu bankalarının likidite ihtiyacının karşılanamaması, ödemeler sistemini kitleyecek boyutlara ulaşmıştı. Banka sistemindeki büyük çöküşü önlemek için TL'nin yabancı para birimleri karşısındaki değeri dalgalanmaya bırakıldı. Bir gün önce 670 bin TL olan dolar 1 milyonu aştı. Bunun sonucunda yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayınca 21 Şubat'ta bankalar arası para piyasasında gecelik faiz %6200'e kadar çıktı. Yapılan bu örtülü devalüasyon ile TL’nin değeri %40 civarında düştü. Devletin borcu da 29 katrilyon TL arttı.
Yapılan detaylı inceleme sonucunda reel ekonomide arz ve talep yönlü daralma meydana geldiği için, krizden çıkışın Türkiye'nin eski krizlerinin aksine birkaç haftada olmayacağı görüşü yaygınlık kazandı.
Krizin çözümü için atılan adımlar
Mayıs 2001'de Kemal Derviş'in açıkladığı "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı", IMF ile imzalanmış stand-by düzenlemesiyle ve Dünya Bankası kredileriyle desteklenmiş ve üretimdeki düşüşün denetim altına alınmasında etkili olmuştur.
IMF programında öngörülen yasal değişikliklerin çoğunun yapılması krizden çıkış çabalarına güven sağlama noktasında yardımcı oldu. Yine bu yasal düzenlemelerden biri olan Merkez Bankası'na amaç ve araç bağımsızlığının sağlanması, ülkenin makro politikalarının tasarlama yöntemine daha büyük bir zenginlik kazandırdı.
Ekonomi yönetiminin Kemal Derviş'e bırakılmasının ardından daha önce siyasi maliyetler yüzünden atılamayan pek çok adım peşi sıra atılmaya başlandı. T.B.M.M’den Derviş Kanunu diye adlandırılan, ekonomi ile ilgili kanunlar geçirildi. Bu kanunların çoğu özelleştirmenin teşviki ve rekabetin arttırılması ile ilgiliydi. IMF, Dünya Bankası ve Derviş planı neticesinde ülkede orta vadede ekonomik istikrarın yakalanabileceği inancı ortaya çıktı. Güçlü Ekonomiye Geçiş programı sayesinde 2001 yılının ilk altı ayında ihracat %13 arttı, turizm gelirlerinde gözle görülür bir iyileşme meydana geldi, dış ticaret açığında ve cari açıkta azalmalar oldu.
2001 Türkiye ekonomik krizi, Kara Çarşamba olarak da bilinen, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizidir. Milli Güvenlik Kurulu toplantısında cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile başbakan Bülent Ecevit arasındaki siyasi kriz bir anda tüm ülkeyi etkisi altına alan ekonomik bir krize dönüşmüştür. Türkiye'nin Şubat 2001 finansal krizi, beklenmedik ölçüde ekonomik daralmayla sonuçlanmanın ötesinde, ülkenin orta vedeli perspektifini değiştiren yeni koşulları da beraberinde getirmiştir.
Kriz öncesi ekonomik durum
Türkiye, 1990'lı yıllarda çok yüksek enflasyonla boğuşmuş bir ülkeydi. 1990'lı yılların krizlere zemin hazırlayan özelliği kamu açıklarının Merkez Bankası kaynaklarıyla finanse edilmesi ve batık bankaların sorumluluklarının devlete yüklenmesinin yanında bu dönemdeki siyasi karar alıcıların ülkenin mali durumunu düzeltecek reform ve iyileştirmeleri yapmamasıdır. Bu dönemde yaşanan Körfez Savaşı, 1994 Krizi ve 1999 Marmara depremleri zaten temelde kırık olan ülke ekonomisini iyice sarsmış ve 2001 krizinin şiddetini kat be kat arttırmıştır.
1994 Türkiye Finansal Krizi
Türkiye, 90'lı yıllardaki en derin krizini 1994 yılında yaşamıştır. 1994 öncesinde kamu kesimi faiz dışı harcamaları, kamu gelirlerinden daha fazla açık vermiş, başka bir değişle kamu kesimi kazandığından daha fazlasını harcamıştır. Kamu borçlarının Merkez Bankası ile finanse edilmesi sonucunda Türkiye ilk defa hiper enflasyonu yaşamış, ardından yapılan kısmi; ama yeterli olmayan iyileşmeler neticesinde Türkiye krizden çıkabilmiştir.
1998
1998 yılında Asya ekonomilerinde meydana gelen ekonomik kriz, IMF'nin önlemleriyle bir küresel krize dönüşmemiş olsa da yine de dünya ekonomisinde söz sahibi olan Çin, Japonya ve Rusya'yı derinden etkilemiştir. Türkiye de bu krizden nasibini almış, ülkedeki uzakdoğu sermayeli şirketler Türkiye'yi birer birer terketmeye başlamışlardır. Aynı yılın sonlarına doğru Rusya'daki ekonomik bunalımın yerel bir krize dönüşmesiyle, Türkiye en önemli ihracat ve turizm partnerlerinden birini kaybetmiş, bavul ticareti azalmış ve ülkenin cari gelirlerinde gözle görülür bir düşme meydana gelmiştir.
1999 Marmara Depremleri
1999 Gölcük depremi
1999 Düzce depremi
Türkiye ekonomisi her ne kadar 1999 yılına Avrupa Birliği tarafından verilen resmi adaylık statüsününılık rüzgarlarıyla girmiş olsa da aynı yılın ortalarında meydana gelen iki depremle yıkılmanın eşiğine gelmiştir. Depremlerin ülkenin sanayisinin can damarı olan Marmara Bölgesi'nde meydana gelmesi sonucunda Türkiye, yetişmiş elemanın yanı sıra depremde kaybedilen konut, ticari ve sınai yapı, yol, otoyol, köprü, diğer altyapı, ulaşım aracı, makina-teçhizatın ve üretimin durması gibi yan maliyetlerle beraber 13 milyar dolarlık bir kayba uğramıştır.
2000 Türkiye Finansal Krizi
2000 yılı Türkiye için hem bir ekonomik canlanma hem de bir çöküş yılıdır. Türkiye 1999 yılının sonunda ekonomik açıdan son derece karamsar bir görünüm içerisindeydi. Ekonomik büyüme %-6.1 olmuş, yani ekonomi %6 oranında küçülmüştü. Enflasyon %70'e ulaşmış, bütçe açıkları büyümüş, Hazine faizlerinin yıllık ortalama bileşik oranı %106'ya ulaşmıştı. 1999 deprem şokundan sonra Türkiye'nin dış ilişkilerinde gözlemlenen olumlu gelişmeler, ekonomi yönetimi konusunda yeni bir sürecin başlatılması için uygun bir ortam oluşturdu.
Bu koşullar altında Türkiye 1999 yılında IMF stand-by desteği ile üç yıllık bir programı uygulamaya koyduğunu açıkladı. Enflasyonu Düşürme Programı olarak adlandırılan bu program döviz kurunu nominal çapa olarak kullanan para ve kur politikasının yanı sıra çok sayıda yapısal düzenleme içeriyordu. Programın meyvelerini 2000 yılında vermeye başladı. Ülkeye sermaye girişleri çoğaldı; ancak enflasyonda düşüş beklendiği kadar hızlı olmadı. Reel kur değerlenme eğilimine girdi. İthalatın hızla artması sonucunda dış açık kaygı verici boyutlarda büyümeye başladı. Bu gelişmeler aktiflerinin önemli bir bölümü Hazine kağıtlarından oluşan bankaların likidite talebini arttırınca Kasım 2000 sonunda likidite sıkışıklığı had safhaya ulaştı. Likidite Krizi olarak da adlandırılan bu durum sonunda ekimde %39 olan gecelik faiz kasım ayında %95'e, aralık ayında ise %183'e kadar çıkmıştı.
Şubat 2001 Krizi
Ekonomide bekleyişlerin olumsuzlaştığı bir ortamda, Hazine'nin yüklü bir borç itfası öncesinde 19 Şubat 2001'de beklenmedik siyasi gerginlikler yaşandı. Başbakan'ın devlet yönetiminde "kriz var" açıklamasıyla birlikte mali piyasalarda panikle başlayan süreç, yerli parayı savunmak için gecelik faizlerin astronomik oranlara yükselmesine rağmen, yerleşiklerin yoğun döviz talebi nedeniyle Merkez Bankası'nın 5 milyar dolarlık döviz satışıyla sonuçlandı. Kamu bankalarının likidite ihtiyacının karşılanamaması, ödemeler sistemini kitleyecek boyutlara ulaşmıştı. Banka sistemindeki büyük çöküşü önlemek için TL'nin yabancı para birimleri karşısındaki değeri dalgalanmaya bırakıldı. Bir gün önce 670 bin TL olan dolar 1 milyonu aştı. Bunun sonucunda yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayınca 21 Şubat'ta bankalar arası para piyasasında gecelik faiz %6200'e kadar çıktı. Yapılan bu örtülü devalüasyon ile TL’nin değeri %40 civarında düştü. Devletin borcu da 29 katrilyon TL arttı.
Yapılan detaylı inceleme sonucunda reel ekonomide arz ve talep yönlü daralma meydana geldiği için, krizden çıkışın Türkiye'nin eski krizlerinin aksine birkaç haftada olmayacağı görüşü yaygınlık kazandı.
Krizin çözümü için atılan adımlar
Mayıs 2001'de Kemal Derviş'in açıkladığı "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı", IMF ile imzalanmış stand-by düzenlemesiyle ve Dünya Bankası kredileriyle desteklenmiş ve üretimdeki düşüşün denetim altına alınmasında etkili olmuştur.
IMF programında öngörülen yasal değişikliklerin çoğunun yapılması krizden çıkış çabalarına güven sağlama noktasında yardımcı oldu. Yine bu yasal düzenlemelerden biri olan Merkez Bankası'na amaç ve araç bağımsızlığının sağlanması, ülkenin makro politikalarının tasarlama yöntemine daha büyük bir zenginlik kazandırdı.
Ekonomi yönetiminin Kemal Derviş'e bırakılmasının ardından daha önce siyasi maliyetler yüzünden atılamayan pek çok adım peşi sıra atılmaya başlandı. T.B.M.M’den Derviş Kanunu diye adlandırılan, ekonomi ile ilgili kanunlar geçirildi. Bu kanunların çoğu özelleştirmenin teşviki ve rekabetin arttırılması ile ilgiliydi. IMF, Dünya Bankası ve Derviş planı neticesinde ülkede orta vadede ekonomik istikrarın yakalanabileceği inancı ortaya çıktı. Güçlü Ekonomiye Geçiş programı sayesinde 2001 yılının ilk altı ayında ihracat %13 arttı, turizm gelirlerinde gözle görülür bir iyileşme meydana geldi, dış ticaret açığında ve cari açıkta azalmalar oldu.