• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

2009 Yılının Dünyada ve Türkiye’de Önemli Dış Politika Gelişmeleri

wien06

V.I.P
V.I.P
2009 yılı, 27 Aralık 2008’de İsrail’in Gazze Şeridi’ne başlattığı saldırıların gölgesiyle başladı. Türkiye yılın ilk gününden itibaren BM Güvenlik konseyi geçici üyeliğini devraldı. Aynı gün AB dönel başkanlığı Çek Cumhuriyeti’ne geçerken, Irak’ta da ABD işgali kağıt üzerinde sona ermiş, yeniden ve “bağımsız” Irak, Başbakan Nuri el-Maliki yönetiminde merkezi otoriteyi güçlendirme çalışmalarına hız vermişti. Rus doğalgaz şirketi Gazprom, Ukrayna’ya verdiği doğalgazı kestiğini açıkladı.

İsrail saldırıları sebebiyle Orta Doğu’da ateşkesi sağlamak üzere Türkiye, BM Genel Sekreterliği, AB Komiseri Javiar Solona ve Mısır yanında, ilerleyen günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de devreye girdi. 6 Ocak’ta İsrail’in Gazze’de 400 Filistinlinin sığındığı BM’ye ait iki okula yaptığı saldırıda 30 kişinin hayatını kaybetmesinin ardından, BM olayı kınarken, ABD de ilk kez acil ateşkes istedi. Beklenen ateşkes, İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’nin Washington Ziyareti sırasında, 17-18 Ocak 2009 gecesi gerçekleşti. Savaşın sonunda geriye çoğu çocuk, kadın ve yaşlı 1.400 ölü ve alt yapısı daha da çöken bir yerleşim alanı kaldı.

20 Ocak 2009’da, göreve başlayan ABD’nin yeni Başkanı Hussein Barack Obama üç gün sonra Ortadoğu özel temsilciliğine eski senatör George Mitchell’i, Pakistan ve Afganistan’dan sorumlu özel temsilciliğine de ABD’nin eski BM Büyükelçisi Richard Holbrooke’ı atadı. Obama’nın gelişi bir önceki yıl ABD’nin bilinen olağanüstü reklamlarıyla oldukça şişirildi. Ancak yıl içerisinde bu balon söndü. Bunun en büyük sebebi, kuşkusuz ki küresel finans ve ekonomik krizi idi. Artık ne ABD eski ABD idi, ne de dünya eski dünya…


Dünya’da 2009 Yılının Önemli Dış Politika Gelişmeleri

2009 yılı içerisinde, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren dünyadaki önemli gelişmeler şöyle özetlenebilir:

NATO’daki gelişmeler:

NATO, 60. yılını 3-4 Nisan 2009 tarihlerinde iki ülkede (Fransa-Almanya)’nin iki ayrı şehrinde (Strasburg-Kehl) kutladı. Fransa, 43 yıl aradan sonra NATO’nun askeri kanadına döndü. ABD Başkanı Obama’nın ilk kez katıldığı bu toplantı sırasında, başlangıçta Türkiye’nin direnç gösterdiği Danimarka Başbakanı Fogh Anders Rasmussen NATO genel sekreterliğine seçildi. Bu zirvede ayrıca, Ağustos 2008’deki Güney Osetya krizi sonrası yapılmayan NATO-Rusya Ortak Konseyi de gerçekleşti. Arnavutluk ve Hırvatistan’ın da katılımıyla NATO’ya üye devlet sayısı 28’e yükseldi.

9 Eylül’deFransız Hava Orgenerali Stephane Abrial, Amerikalı Deniz P. Orgeneral James Mattis’ten, NATO’nun iki stratejik komutanlığından Değişim Komutanlığı (Supreme Allied Commander Transformation “SACT”) gibi, ittifakın önemli bir komutanlığını üstlendi.

17 Eylül’de ABD Başkanı Obama, Doğu Avrupa’da (Polonya ve Çek Cumhuriyeti) kurulması düşünülen uzun menzilli füze savunma sistemi (Füze Kalkanı) projesinin NATO’nun güneyine ve doğusuna çekilebileceğini söyledi. Bu gelişmeyi 3 Ekim’de Bosna-Hersek’in, üyelik Eylem Planı için NATO’ya resmi başvurusu izledi.

Küresel Kriz, Çevre-İklim değişikliği İle İlgili Gelişmeler:

Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Obama’nın da katıldığı 2 Nisan 2009 tarihli Londra’daki G-20 zirvesinde ilk kez bir araya gelen Obama ile Rusya Devlet Başbakanı Dimitry Medvedev’in iyi ilişkiler içerisinde oldukları görüldü. Zirve’nin sonuç bildirgesinde “küresel iyileşme ve reformlar içeren bir planın yanı sıra, bir zaman çizelgesi” planlandığı açıklandı. Buna göre IMF ve Dünya Bankası’nın kullanımına sunulmak üzere 1 trilyon dolarlık destek üzerinde anlaşma sağlandığı, G-20 ülkelerinin IMF’ye 750 milyar dolar daha destek verme taahhüdünde bulunduğu ve G-20 ülkelerinin gelecek 2 yılda ticaret finansmanında 250 milyar dolar desteği vaat ettiği, böylece bu adımlarla küresel ekonominin daha hızlı büyümesinin öngörüldüğü ifade edildi.

İtalya’nın L’Aquila kentindeki 7-8 Temmuz tarihli G-8 Zirvesi çerçevesinde yayınlanan analizde, Türkiye’nin G-8 açısından, Brezilya, Meksika, Çin, Hindistan, Güney Afrika gibi ülkelerle birlikte bölgesel gücü kabul edilmiş ülkeler arasında yer aldığı kaydedildi.

7-18 Aralık 2009 döneminde Kopenhag’da yapılan BM İklim Değişikliği Zirvesi beklentileri cevaplamayan bir taslakla sona erdi. Fakir ülkelerin desteğini arkasına alan Çin, anlaşma çıkmasını engelleyen taraf oldu. Kyoto Protokolü’nün yerine geçecek bir Kopenhag anlaşmasına varılamadı. Son taslakta, sera etkisi yaparak küresel ısınmaya yol açan gazların atmosfere bırakılmasında “büyük kısıntılara gidilmesi gerektiği” ifadesi korundu. Dünyada 2050’de toplam olarak, 1990’da bırakılan gazın yarısının bırakıldığı bir ortamın sağlanması, hedef olarak belirlendi. Zengin ülkelerin kısıtlamasının ise yüzde 80 düzeyinde olması üzerinde uzlaşıldı.

ABD – Rusya İlişkileri:

Nisan ayı başında Londra’da karşılaşan ABD Başkanı Obama ve Rus Devlet Başkanı Medvedev, bu görüşmeleri daha sonra da sürdürdüler. 6 Temmuz’da Moskova’da bir araya gelen Obama ve Medvedev, nükleer savaş başlıklarının 1.500-1.675’e, başlıkları taşıyan füzelerin de 500-1.000’e indirilmesini kapsayan, Ortak Anlayış Belgesini imzaladılar. Böylece nükleer silah başlıklarına ve atma vasıtalarına sınırlama getiren yeni bir START anlaşması imzalanmış oldu.

Bu uzlaşmada ABD’nin Doğu Avrupa ülkelerindeki “Füze Kalkanı” projesinden geri çekilmesi ile NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin dondurulmasının etkisi olduğu bilinmektedir. Buna karşılık da Rusya, İran’ın silahlanmasına karşı tavır alırken, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzelmesine itiraz etmemiştir. 24 Eylül’de Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, ABD ziyaretinde Başkan Barack Obama ile görüşmesinin ardından, İran’ın nükleer programıyla uluslararası topluma meydan okuması halinde bu ülkeye yönelik yaptırımların kaçınılmaz olabileceğini söyledi.

Silahlanma Gayretleri:

2009 yılı içerisinde özellikle Kuzey Kore ile İran’ın başta nükleer silahlanma olmak üzere, silahlanma gayretleri dünya kamuoyunun ilgisini çekmiştir. Obama’nın ilk NATO zirvesine katılmasının ertesi günü (5 Nisan’da) Kuzey Kore, uzun menzilli bir füzeyi denedi. Japonya’nın üzerinden geçerek Büyük Okyanus’a giden füze denemesi ABD, İngiltere Almanya ve Fransa tarafından kınandı. Obama, Kuzey Kore’nin balistik füze teknolojisi geliştirmesini Kuzeydoğu Asya bölgesinin barış ve güvenliğine yönelik bir tehdit oluşturduğunu ileri sürdü. Kuzey Kore ikinci füze denemesini 25 Mayıs’ta gerçekleştirdi. Bu deneme başta Japonya olmak üzere, içinde Çin’in de bulunduğu bir çok ülke tarafından eleştirildi.

3 Şubat 2009’da İran, 24 saatte 15 kez dünyanın etrafında dönen “Fecir-2” isimli, İran hafif türdeki uyduyu uzaya fırlattı. Bu gelişme ABD ve Batıyı endişelendirdi. Ardından 23 Şubat’ta Buşehr kentinde Rusya’nın yardımıyla inşa edilen 1.000 megavat elektrik üretme kapasiteli nükleer santralin yaklaşık yüzde 95’inin tamamlandığı bildirildi. ABD, “İran’a açılım” olarak ABD, İran, Basra Körfezi bölgesi ve Güneybatı Asya’nın bazı bölümleri için özel temsilci olarak kıdemli diplomat Dennis Ross’u atadı.

5 Temmuz’daABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, İran’ın nükleer tehdidinin ortadan kaldırılmasının gerekliliğine inanılması halinde, İsrail’in yoluna çıkmayacaklarını açıkladı.

21 Eylül’de İran, Natanz dışında ikinci bir merkezde daha nükleer enerji üretim tesisleri bulunduğunu BM Atom Enerjisi Ajansı’na bildirdi. Arkasından 29 Eylül’de İran, İsrail’in en önemli dini bir gününde, 2.000 km menzilli Şahap-3 füzeleriyle bir deneme yaptı. İran, 15 Aralık’ta da katı yakıtla çalışan karadan karaya uzun menzilli (2.000-2.500 km) “Siccil-2” füzesinin gelişmiş bir modelini denedi.

İran’ın bu faaliyetleri üzerine ABD Kongresi İran’a benzin satan firmalar da dahil, İran’la ekonomik ilişkiler içerisindeki şirketlere de yaptırım uygulama kararı aldı. BM Güvenlik konseyi daimi üyelerinden yeni yaptırım talebinde bulundu.

İran’ın bu tehdidine karşılık İsrail ile ABD’nin Avrupa Komutanlığı, “Juniper Cobra 10” isimli ve 21- Ekim 5 Kasım 2009 tarihleri arasında, o güne kadar icra edilen en büyük ortak füze savunma tatbikatını gerçekleştirdiler.

Avrupa Birliği (AB)’nde Gelişmeler:

Arnavutluk 28 Nisan’da AB üyeliği için başvuruda bulundu. Dönem içerisinde AB’nin daha fazla genişlememesi için Fransa ve Almanya’nın direnç gösterdiği, buna karşılık İngiltere, İsveç, İspanya ve İtalya gibi ülkelerin Türkiye’yi içine alacak genişlemeyi destekledikleri görüldü. Türkiye’nin üyeliğini destekleyenler içerisinde AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn de vardı.

4-7 Haziran 2009 döneminde yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde, AB üyesi 27 ülkede 375 milyondan fazla seçmen, beş yıllığına 736 parlamenteri belirlemek için oy kullandı. Türkiye karşıtlığı bilinen Hıristiyan Demokrat partilerinin daha üstün göründüğü bu seçimlerde, Avrupalı Türkler de daha az milletvekili çıkartarak kan kaybettiler. 2004’te 5 milletvekili çıkaran Türkler, Almanya ve Hollanda’dan birer ve 2004 sonrası AB’ye giren Bulgaristan’dan üç olmak üzere gene beş milletvekili ile temsil edilecekler.

1 Temmuz 2009’da,Ankara’da Nabucco Doğalgaz projesinin hükümetler arası anlaşması imzalandı. Hükümetlerarası Anlaşması, Başbakan R. Tayyip Erdoğan, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Romanya Başbakanı Emil Boc, Avusturya Başbakanı Werner Faymann, Macaristan Başbakanı Gordon Bajnai, Bulgaristan Başbakanı Sergei Stanishey ile Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili’nin katılımıyla Ankara’da imzalandı. İmza törenine Irak Başbakanı Nuri El-Maliki, Azerbaycan Sanayi ve Enerji Bakanı Natık Aliyev, Suriye Petrol Bakanı Sufian Al-Allao, Mısır Petrol Bakanı Amin Sameh Samir Fahmey, Almanya Federal Ekonomi Bakanlığı Devlet Sekreteri Jochen Homann, ABD Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Büyükelçi Richard Morningstar ve AB Dönem Başkanlığı İsveç Temsilcisi Mikael Eriksson da katıldı.

14 Temmuz 2009’da Avrupa Parlamentosu Başkanlığı’na Polonya milletvekili Jerzy Buzek seçildi. 3 Ekim’de İrlanda’da yapılan ve AB’nin genişlemesiyle doğrudan ilgili ikinci halk oylaması yüzde 67.1’le kabul edildi. Böylece özellikle Türkiye’ye karşı kullanılan “Lizbon olmazsa genişleme olmaz” söylemini de geçersiz kıldı. Bu gelişmeyi 19 Kasım’da AB’nin tarihi değişimini gerektiren bir seçim izledi. Türkiye’nin AB üyeliği karşıtlığıyla bilinen Hıristiyan Demokrat Belçika Başbakanı Herman van Rompuy, Birlik tarihinin ilk başkanı olarak atandı. AB tarihinin ilk Dışişleri Bakanı da İngiliz Barones Catherine Margaret Ashton oldu. Hemen bir gün sonra da AB dışişleri bakanları, Arnavutluk’un Nisan 2009’da yaptığı üyelik başvurusunu işleme koyma kararı aldı.

8 Aralık 2009’daAB zirvesine sunulacak genişleme kararlarını ele almak için toplanan AB dışişleri bakanları, Türkiye’nin limanlarını açma yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini 2010 yılında yeniden değerlendirme kararı aldı.

21 Aralık’ta,AB hükümetlerarası konferansta, Türkiye’nin üyelik süreciyle ilgili çevre faslı da müzakerelere açıldı. Böylece Türkiye için 35 fasıldan oluşan müzakerelerde çevre de dahil, 13 fasıl açılmış oldu. Bunlardan biri geçici olarak kapatıldı. 18 fasıl ise bloke edilmiş durumdadır.

Temmuz 2009 içerisinde AB Komisyonu, Sırbistan, Makedonya ve Karadağ vatandaşlarına vize muafiyeti uygulama kararını alırken, üyelik süreci başlamış olan Türkiye ile Balkanlarda halkının çoğunluğu Müslüman Bosna-Hersek, Kosova ve Arnavutluk’a aynı muafiyetin tanınmaması tepkilere sebebiyet verdi.

AB ile bağlantılı bir diğer gelişme de 5 Temmuz’da gerçekleşti.Almanya, Avrupa Adalet Divanı’nın 19.2.2009 tarihli “Soysal davasında” verdiği karardan 106 gün sonra, vize uygulamasında yaptığı değişiklikle Türkiye’den, iki ayı geçmemek suretiyle, şoför, sanatçı ve sporcu gibi bazı meslek grupları, belirli seyahat amaçları çerçevesinde Almanya’ya vizesiz giriş yapabileceklerini açıkladı. Bu uygulama sadece Almanya için geçerli olurken, diğer Schengen ülkelerini kapsamayacaktır.

Afganistan –Pakistan’la ilgili Gelişmeler:

1 Nisan’da Ankara’da bir araya gelen Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai ve Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari’ye iki ülkenin genelkurmay başkanları ile istihbarat kurumları sorumluları eşlik etti. Bölgede barış, istikrar ve güvenlik için güçlü işbirliği imkanlarının ele alındığı görüşmeler daha sonra 6 Mayıs’ta bu kez de ABD Başkanı Obama’nın koordinatörlüğünde Washington zirvesi şeklinde gerçekleşti. Bu görüşmelerin ardından Pakistan silahlı kuvvetleri Svat Vadisi’nde Taliban’la mücadelesine hız verdi.

Kırgızistan 25 Haziran’da, ABD’nin Afganistan’daki Taliban’a karşı mücadelesi maksadıyla kullandığı, Manas askeri üssü konusunda ABD ile yeniden anlaştı.

Afganistan’da cumhurbaşkanlığı 1. Tur seçimleri ve yerel meclisin 420 vekili için seçimler yapıldı. Taliban’ın tehdidi altında geçen seçimler sırasında ülke çapında 132 yerde olay çıkarken, 9’u sivil toplam 23 sivil ve güvenlik kuvveti elemanı hayatını kaybetti. 2 Kasım’da Afganistan Yüksek Seçim Komisyonu, yüzde 50 barajını aşan olamayan olunca ikinci tur oylama için karar almış, ancak Abdullah Abdullah’ın 7.11.2009’da yapılacak seçimlerin ikinci turundan çekildiğini açıklaması üzerine, seçimleri iptal ettiğini açıkladı. Hamid Karzai yeniden cumhurbaşkanı seçilmiş oldu.

ABD Başkanı Barack Obama, yeni Afganistan stratejisini 1 Aralık 2009’da New York West Point Askeri Akademisi’nde açıkladı. ABD’nin Afganistan’da “sonsuz bir savaş” yürütmeye ve bu ülkeyi işgal etmeye niyeti olmadığını belirten Obama, Afganistan’a 30.000 ilave asker göndermeyi ve 2011 ortalarından itibaren de geri çekilmenin başlayacağını taahhüt etti. ABD dışında NATO ülkeleri ve diğer ülkelerden de toplam 10.000 ilave asker gönderilerek, Afganistan’daki yabancı asker sayısının 140.000’e çıkarılması planlandı. Türkiye, Taliban’la doğrudan mücadele edecek muharip birliği gönderilmeyeceğini, eğitim ve istihkam hizmetlerine ağırlık verileceğini bildirdi.
 
Türkiye İle Doğrudan İlgili Önemli Dış Politika Gelişmeleri

2009 yılı, Türkiye açısından oldukça yoğun bir dönem olarak tarihe geçti. 2009 yılının önemli dış politika olaylarını ABD, İsrail, Rusya, AB, Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Azerbaycan, Enerji bağlantılı, Çin (Doğu Türkistan), Türk dünyası ve İslam ülkeleri ile ilişkiler başlığı altında incelemek mümkündür.

Türkiye – ABD İlişkileri:

ABD’nin Mart 2003’teki Irak müdahalesi ile adeta yerle bir olan Türk-Amerikan ilişkileri, 2007 yılı sonlarından itibaren düzelme yoluna girmişti. Ancak, ABD’nin Irak’tan çekilme süreci, Afganistan’a ilave asker talebi, İran’a olası bir yaptırımda Türkiye’ye duyulacak ihtiyaç, Ermenistan’ın dışa açılımda Türkiye ile ilişkilerinin düzeltilmesine ihtiyacı ve küresel ekonomik kriz sebebiyle ABD, hele de yeni ve Demokrat bir başkanla tüm ülkelere olduğu gibi, Türkiye’ye de “beyaz sayfa” açıyordu. Mart 2009’da Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri bakanı Hillary Clinton, bir ay sonra Başkan Obama’nın geleceğini “müjdeledi.” 5-6 Nisan’da Türkiye’ye gelen, TBMM’de konuşma yaptırılarak onurlandırılan Obama, üç önemli istekte bulundu: (1) Ermenistan’la sınır kapılarının açılması, (2) Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin istediği Ruhban Okulu Yüksek Teoloji bölümünün açılması, (3) Afganistan’daki bizzat ABD’nin sorunlarında yardım, (4) Orta Doğu’nun kalıcı barışında Türkiye’nin katkısı, (5) Muhtemelen kapalı kapılar ardından Rusya, İran, Karadeniz, Orta Asya vb konularda istekler.
Türkiye bu isteklerden Ermenistan’la ilgili olanına önemli ölçüde destek verdi. 10 Ekim’de Zürich’te imzalanan metinle sınır kapılarının açılacağı taahhüt edildi. Ancak, Ermenistan-Azerbaycan arasındaki Dağlık-Karabağ sorunu çözülmeden metnin TBMM’ye gelebileceği kuşkulu. Buna karşılık Nisan 2009’da ABD Kongresi’nde de 1915 zorunlu göçünü “soykırım”la suçlama girişimi de Demoklesi’in kılıcı gibi tepede beklemektedir. Zaten 24 Nisan 2009’da ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, ABD’nin Ermeni soykırımını tanıma zamanının çoktan geldiğini söyledi. Obama da “Ermeni Anma Günü”ne ilişkin mesajında, Ermeni dilinde “büyük felaket” anlamına gelen “Meds Yeghern” terimini ve “Ölüme yürüyen 1.5 milyon Ermeni’yi anıyoruz” cümlesini kullandı. Bu tavır Türkiye’de tüm iktidar ve muhalefet pertileri tarafından (DTP dışında) “kabul edilemez” bulundu.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, 19 Haziran’da NTV’de yaptığı açıklamada, Irak’taki ABD askerlerinin çekilmesi sırasında Türk limanlarının ya da askeri üslerinin kullanılması konusunda Türk yetkililerle teknik müzakerelere başladıklarını kaydetti.

29 Temmuz’da Pew Global Attitudes Project adlı bir kuruluş tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması, Başkan Barack Obama’nın seçilmesinin, ABD’nin Avrupa ve Müslüman çoğunluklu ülkeler dâhil dünyadaki duruşunda önemli bir ilerlemeye yol açtığını, ancak Türkiye’de sadece yüzde 2’lik bir artış kaydedebildiğini yazdı. Pew’e göre, Türkiye’de 1999-2000 yıllarında ABD taraftarlığı yüzde 52 idi. Ama sonra birden bu rakam 2002 yılında yüzde 30’a, 2003’te yüzde 15’e ve 2008’de de yüzde 12’ye kadar düşmüştü. Son anketlerde ise sadece yüzde 14’tür.

ABD Federal İç Güvenlik Birimi FBI Başkanı Robert Mueller, 18 Kasım’da Ankara’da Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal ile görüştü. Mueller’in, bu ziyaretinde kara, hava, deniz ve demiryollarını kullanan şüphelilerin biyometrik bilgisini istediği, bu talebine Türkiye’nin “Avrupa ülkesiyiz, sadece şüphe üzerine bunu yapamayız!” cevabının verildiği ileri sürüldü. 2 Aralık’ta Mueller’i ABD’nin Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard Morningstar izledi. Morningstar, Ankara’daki ziyaretinin ardından “İran bugün enerji projelerine katılabilecek konumda değil!” sözleriyle, Türkiye-İran enerji işbirliğine ABD’nin rıza göstermediğini ima etti.

Ekim sonuna planlanan, ancak ABD’nin isteği ile ertelenen Obama-Erdoğan zirvesi 7 Aralık’ta Beyaz Saray/Washington’da gerçekleşti. Görüşme sonrası taraflar birbirlerine dostluk mesajları verdiler, ancak beklendiği gibi somut sonuçlara ulaşılamadı. Her iki tarafın da oldukça geniş kadrolarla katıldığı bu zirvede, taraflar birbirlerinden istekleri konusunda bir uzlaşma emaresi vermediler. Muhtemelen teknik heyet yeni uzlaşma zeminlerini hazırlayarak, yeni bir zirve tertipleyeceklerdir. Zirveyi, Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy’un merkeze dönme isteği de ayrıca gölgeledi.

Türkiye – İsrail İlişkileri:

- 29 Ocak 2009’da, Davos’taki “Gazze Paneli”nde, Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında, kamuoyunda “one minute” olarak bilinen bir kriz yaşandı. Bu olay Türk-İsrail anlaşmazlığını tüm dünyanın gözleri önünde ortaya çıkardı. Olay sonrasında İsrail’de bazı yetkililer Türkiye’nin Arap-İsrail sorunlarının çözümünde bundan böyle “arabulucu” olamayacak kadar “taraf” olduğunu ileri sürdüler. Hemen arkasından 14 Şubat’ta İsrail’in Ankara Büyükelçisi çağrılarak nota verildi. Sebebi ise, İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı General Avi Mizrahi’nin 13.2.2009 tarihinde, Başbakan Erdoğan’ın, Davos’taki panelde “Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözlerini anımsatarak, “Erdoğan, aynaya baksın. Ermenileri katlettiler. Şimdi aynı şeyi Kürtlere yapıyorlar. Kıbrıs’ı da işgal ettiler!” şeklindeki sözleriydi.

İsrail’de Benyamin Netanyahu, 3 Nisan’da “aşırı milliyetçi” Avigdor Lieberman’ın “İsrail Evimiz” partisi ve Ehud Barak’ın İşçi Partisi’ni de aldığı, 5 partili koalisyon hükümetini kurdu. Bu hükümet Gazze Şeridi’ne uygulanan ambargoyu sürdürdüğü gibi, Batı Şeria’da yeni yerleşim yerleri açma ve Golan Tepelerini Suriye’ye vermeme konusunda direnmekteydi. Bu konular ABD ve AB’de de tepki gördüğü gibi Türkiye tarafından da tepkiyle karşılandı. İki devletli bir oluşuma direnen, ya da kafasına göre bir sistem kuran Netanyahu hükümeti, hemen her vesileyle İsrail-Suriye arasındaki barış görüşmelerinde Türkiye’nin aracılığını “taraf” olduğu gerekçesiyle kabul etmeyeceklerini bildirdi.

İsrail Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Binyamin Ben-Eliezer, 23 Kasım tarihli İstanbul’daki Karma Ekonomi (KEK) Toplantısı sonrası Esenboğa Havaalanı’nda hem Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile, hem de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Bu gelişme Gazze Paneli sonrası iki ülke arasındaki ilk önemli adım idi. Daha sonra 18 Aralık’ta kapanışı yapılan BM Kopenhag İklim Zirvesi sırasında da İsrail Cumhurbaşkanı Peres, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüştü. 2010 yılı ilk aylarında da İsrail savunma bakanı Ehud Barak’ın Türkiye’yi ziyareti beklenmektedir.

Türkiye, insansız hava aracı Heronların tedariki ve pek çok savunma sanayi konuları dahil İsrail’le sıkı ekonomik ilişkiler içerisindedir. Buna rağmen Türkiye-İsrail ilişkileri kopmamakla birlikte, adeta “lütfen” yürütülen ilişkiler haline gelmiştir.

Türkiye – Rusya İlişkileri:

Türkiye’nin itici güce soyunduğuNabucco ile Rusya’nın Güney Akım doğalgaz projelerinin neredeyse aynı ülkelere doğalgaz taşıyacak olmasıyla iki ülke çıkarları çatışan bir konum görünümündeyken, hele de Rusya’nın 2008 yılından beri Türk mallarını gümrüklerde bekletmeyi sürdürmesi yaşanırken, Ağustos ayı başlarında önemli bir gelişme gerçekleşti. Rusya Başbakanı Vladimir Putin Ankara’ya gelerek, içinde Samsun-Ceyhan petrol boru hattı, Güney Akım’ın Türk karasularından geçmesi ihtimaline karşı fizibilite çalışmaları, Türkiye’de nükleer santral kurma vb dahil pek çok konuda anlaşmalara imza atıldı. Birden bire Türkiye, Rusya’nın “stratejik ortağı” gibi nitelendirilmeye başlandı.

Türkiye-Rusya ilişkilerinin bu aşamaya gelmesinde kuşkusuz, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin aldığı yol kadar, Rusya-ABD ilişkilerinin geldiği seviye, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin dondurulması ve Karadeniz’deki örtüşen çıkarlar da önemli rol oynamıştı. Bir diğer önemli husus da, Rusya’nın Ukrayna’yı, Türkiye marifetiyle yola getirme düşüncesi olabilir.

Türkiye – Suriye İlişkileri:

Eylül 1998’de Kara Kuvvetleri komutanı Atilla Ateş’in Reyhanlı’da, Suriye’nin PKK terör örgütü elebaşısı Abudullah Öcalan’a erdiği destek ve himaye sebebiyle tehdit edici konuşmasından sonra iki ülke ilişkileri dostu düşmanı kıskandıracak kadar çok gelişti. Kasım 1998’de Adana Mutabakatı ile imza altına alınan karşılıklı taahhütler, Hafız Esad’ın cenaze törenine dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in katılmasıyla dostluk temalarına yer açtı. Bundan sonra Türkiye’de tüm devlet adamları gibi, Suriye’deki Beşşar Esad yönetimi de iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi yönünde kararlılıklarını sürdürdüler. Bu kararlılık sonucu Türkiye-Suriye “Stratejik İşbirliği”ni doğurdu. Türkiye ile Suriye 13 Ekim 2009’da Suriye-Türkiye Stratejik İşbirliği toplantısı Türkiye’den 10, Suriye’den 15 bakanın katılımıyla önce Halep’te gerçekleşti. Ardından Türkiye-Suriye sınırında vize muafiyeti anlaşması imzalandı. Daha sonra da iki ülkenin heyetleri Gaziantep’te toplantıyı devam ettirdi. 40 civarında anlaşma ve mutabakat metni imzalandı.

22-23 Aralık 2009 tarihlerinde ise Başbakan R. Tayyip Erdoğan, beraberindeki geniş bir bakanlar gurubu ile Suriye’yi ziyaret etti. Başbakanın katıldığı bu ilk “Stratejik İşbirliği Konseyi” ile Suriye-Türkiye ilişkilerinde yeni adımlar atıldı, 51 yeni anlaşma metni imzalandı.

Suriye, Türkiye’ye olan güvenini hemen her alanda sürdürdüğünü gösterdi. Bunlardan biri de, Fransa’nın Suriye-İsrail arasında aracılık girişimlerinde ısrarla Türkiye’yi de istemekle göstermektedir.

Türkiye – Irak İlişkileri:

İlki 31 Ocak, ikincisi 25 Temmuz’da olmak üzere Irak’ta iki mahalli seçim yapıldı. İlki Erbil, Süleymaniye, Dohuk ve statüsü belli olmayan Kerkük dışındaki 14 ilde yerel meclisler için yapılan seçim sonuçlarına göre, genelde Merkezi hükümetin ağırlık kazandığı, bazı yerlerde Sünni Arapların devreye girdiği, Musul ve Telafer’de bölgesel Kürt yönetiminin kayıp verdiği görüldü. 25 Temmuzda sadece Irak Kuzey Yönetimine ait Erbil, Dohuk ve Süleymaniye’de yapılan mahalli seçimlerde KDP-KYP koalisyonu bir önceki seçimlere göre 19 kayıpla 59 milletvekili çıkarabildi. “Değişim (Goran)” ile “Hizmet ve Reform” koalisyonları ciddi muhalefet olarak ortaya çıktı. KDP-KYP yüzde 59’luk oy alırken, bölge başkanlığına yüzde 69 oyla seçilen Mesut Barzani, KYP’nin kan kaybettiği Süleymaniye’de Değişimin adayı Kemal Muratlı’nın gerisinde kaldı.

ABD’nin kent ve köylerden çekilmeye başlamasıyla birlikte Merkezi Hükümeti hedef alan terör olaylarında artış yaşandı.

16-22 Mart tarihlerinde İstanbul’daki “Su Forumu”na katılan Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin ardından, 23-24 Mart tarihlerinde de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Irak’ı ziyaret etti. Cumhurbaşkanı Gül Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanı’na ilaveten Başbakan el-Maliki ve Irak Kuzey Yönetimi “Başbakanı” Neçirvan Barzani ile de görüştü.

Irak’ta devlet adamları PKK’nın rahatsızlığını sıkça dile getirdiler. Bunlardan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi, El-Hurra televizyonuna yaptığı açıklamada, PKK’nın Irak ve Türkiye’nin çıkarlarına zarar verdiğini belirterek, “Ya PKK işini bitirmeliyiz ya da Türkiye’nin bölgede askeri üs kurmasına izin verip dağların temizlenmesine fırsat tanımalıyız” dedi. Haşimi Türkiye ziyareti sırasında Haziran’da da Irak’taki Kürt liderlerin PKK’ya silah bırakma çağrısı yapacakları konusunda kendisine söz verdiklerini belirterek, “PKK’lılara iki seçenek kalıyor; ya silah bırakacaklar ya da Irak’ı terk edecekler. Çünkü PKK, Türkiye’nin canını yaktığı gibi Irak’a da zarar veriyor” dedi. Cumhurbaşkanı Talabani de Mart 2009’da İstanbul’dakine benzer ifadeleri Nisan ayında tekrarlayarak, “PKK’nın silah bırakması bu örgütün teslim olacağı anlamına gelmez, siyasi sürecin başlaması anlamına gelir. Eğer PKK silahla devam edecekse bunu gidip kendi ülkelerinin topraklarında yapsınlar” dedi. Bu konuda Ekim 2009’da Irak Kuzey Yönetimi Lideri Mesut Barzani, kendisiyle yapılan bir mülakatta “PKK’nın silah bırakması” gerektiğini söyledi. Barzani ayrıca, aynı gazetecinin 1993 ve 2003 tarihlerinde sorduğu “Kürt devleti kurmak istiyor musunuz?” şeklindeki soruya, ilk kez “birlikte kardeşçe yaşayabiliriz” şeklinde kaçamak bir cevap verdiği ileri sürüldü.

Mayıs 2009’da, Irak’taki işgal kuvvetlerinin arananlar listesinin üst sıralarında yer alan ve Şii direnişin sembol ismi olan Mukteda el-Sadr, sığındığı İran’dan Türkiye’ye getirildi. El-Sadr Türkiye’de, Başbakan Erdoğan dahil üst düzey görüşmelerde bulundu.

Aynı ayın ortalarında Türkiye’nin Fırat ve Dicle’nin sularından verilen suyun azlığını bahane eden Iraklı milletvekilleri, su meselesinin Ankara ile yapılan bütün anlaşmalarda yer alması kararını aldılar. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 22 Haziran’da Irak Elektik Bakanı Kerim Vahid Hasan’ı kabulünün ardından günlük 400 ile 600-650, aylık bazda ise 500 metreküp/saniyenin altına düşmeyecek şekilde bir uzlaşma sağlandığını bildirdi. Irak’ın isteği üzerine 3 Eylül’de Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Irak Su ve Doğal Kaynaklar Bakanı Abdüllatif Jamal Rasheed ile Suriye Sulama Bakanı Nader Al Bounni ile heyetlerinin katılımıyla, İstanbul’da bir “Su zirvesi” yapıldı.

“Türkiye-Irak 1. Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantısı” 17-18 Eylül tarihlerinde İstanbul’da yapıldı. İki ülkenin dışişleri bakanlarının başkanlık ettiği toplantıda 40’ın üzerinde anlaşma, mutabakat metni imzalandı, ya da mutabakata varıldı. Bunu 15 Ekim’deki Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve beraberindeki 9 bakanın Bağdat’ta Iraklı makamdaşlarıyla, başbakan düzeyindeki ilk “Stratejik İşbirliği Konseyi” toplantısı izledi. Taraflar 48 anlaşma-mutabakat metni imzaladı. Habur’a ilaveten iki ayrı sınır kapısı daha açılması kararlaştırıldı. Ekim sonunda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın Irak ziyareti sırasında Basra ve Musul başkonsoloslukları açıldı.

Irak-Türkiye ilişkilerinde pek çok husus düzgün gitmekle birlikte, Irak kuzey Yönetimine ait bölgede yuvalanan PKK terör örgütü ile Irak Kuzey Yönetimi, zaman zaman Türkiye’yi endişelendirmektedir. Bunlardan biri 22 Kasım’da Barzani’nin, “birleşik bir Kürt ordusu” oluşturmak istediğini belirtmesiyle yaşandı. ABD askeri delegasyonuyla yapılan görüşmeler sonucunda dillendirilen bu istek, kuşkusuz Irak merkezi hükümeti kadar Türkiye’nin de hoşuna gitmedi.

Irak’la stratejik işbirliği konseyi işletilmesine, kısa-orta ve uzun vadede örtüşen çıkarları gözeten anlaşmalar yapılmış olmasına rağmen, iç istikrar sağlanamaması halinde, bu işbirliğini sağlamak pek kolay olmayacaktır. Merkezi Hükümeti yıpratmak için ivme kazanan ülkedeki terör sebebiyle 25 Ağustos’tan itibaren Suriye ile ilişkiler bozulmuş, Şam büyükelçisi merkeze çekilmiştir. Türkiye, istek üzerine birkaç kez yalnız ve Mısır’la birlikte aracılık yaparak, iki ülke ilişkilerini düzeltmeye çalışmıştır. Ancak, bu konuda henüz önemli bir ilerleme de sağlanabilmiş değildir.

Önceleri Ocak 2010’da yapılması planlanan Irak Genel Seçimleri, Cumhurbaşkanı 1. Yardımcısı Haşimi’nin seçim sistemiyle ilgili vetosu üzerine gecikti ve Mart 2010 ayı içerisine ertelendi. Irak’ta, bilhassa kuzeydeki yeni petrol ve doğalgaz kaynaklarının işletilmesi için yabancı petrol şirketleriyle anlaşmalar peş peşe yapılmaktadır. Muhtemelen doğalgazın önemli bir miktarı da Türkiye üzerinden Avrupa’ya ve Türkiye’ye nakledilecektir. Irak’ın yenilenen ve bilhassa kuzeyde eksik olan altyapı inşaatında Türk firmaları en şanslı firmalar arasında yer almaktadırlar. Türkiye ile geliştirilecek ekonomik ve ticari ilişkiler, Türkiye’den çok Irak’ın, bilhassa da Irak Kuzey Yönetimi’nin yararına olacaktır.

Burada en önemli hendikaplardan biri de, Kerkük’ün statüsü konusunda Irak kuzey yönetimi, Merkezi Hükümet ve Türkiye-İran arasındaki görüş farklılığıdır. Kuzey Yönetimi, petrol ve doğalgaz zengini Kerkük’ün kendilerine ait olduğu konusunda ısrarlarını sürdürmekte, bu konuda BM’nin önerisini de dikkate almamaktadırlar. Bu iddianın sürmesi halinde Merkezi hükümet ile kuzey yönetimi arasındaki gerilimin çatışmaya dönüşme ihtimali büyüktür. Bu düşünceden hareketle bölgeyle ilgili bazı senaryolar üretilirken, burada Türkiye’ye de rol biçilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan biri de Temmuz ayı başlarında açıklandı. Merkezi Brüksel’de bulunan Amerikan düşünce kuruluşu Uluslararası Kriz Grubu’nun (ICG) “Irak ve Kürtler” başlıklı raporunda, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin, komşularına ve Bağdat yönetimine karşı ABD’nin koruyuculuğunu kaybetme ihtimali karşısında tek gerçekçi alternatif olan Türkiye’ye yöneldiği belirtildi. Bu haberin hemen ardından Dışişleri Bakanlığı’nca, Türkiye’nin “Irak’ın toprak bütünlüğüne önem verdiği” bir kaz daha vurgulanarak, böylesi bir senaryoya dahil olunmayacağı açıkça belirtildi.

İç istikrarı sağlayabilen Irak’la Türkiye’nin ilişkileri iki tarafı da memnun edebilecek düzeyde şekillenebilir. Ancak, bu “Stratejik İşbirliği”nden rahatsız olabilecek iç ve dış mihraklar, bir taraftan iki ülke arasına nifak sokmak isteyebileceği gibi, kolay yoldan Irak’ın iç istikrarını da bozmak isteyebileceklerdir. Burada da Irak Merkezi Hükümeti’ne daha dikkatli olması yönünde büyük görevler düşmektedir.

Irak’ın geleceği ile ilgili en önemli göstergelerden birini de Mart 2010’da yapılacak genel seçimler belirleyecektir. Seçimlerin sonucunda üzerinde uzlaşma sağlanan ve nispeten kuvvetli bir merkezi hükümetin kurulması halinde Irak’ın iç istikrarı yakalaması da kolaylaşacaktır. Böyle bir durumda Türkiye-Irak ilişkileri de daha sağlam adımlarla mesafe kat edebilecektir.

Türkiye – İran İlişkileri:

Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler Cumhurbaşkanı Hatemi döneminde düzelme yoluna girmiş, ABD’nin Irak müdahalesi üzerine de düzelme yönünde önemli bir ivme kazanılmıştır. ABD’nin Irak Kuzeyi ile ilgili politikaları (Barzani yönetimine güvence, Kerkük’ün statüsü) ve PKK ile PJAK konusundaki duyarsızlığı, hatta PJAK’a 2007 yılı sonlarına kadar destek vermesi gibi hususlar, Türkiye ile İran’ın bölgeyle ilgili çıkarlarının örtüşmesine sebebiyet verdi. Üstelik ABD’deki George W. Bush ve “Yeni Muhafazakar” yönetimin 11 Eylül 2001 olaylarından sonra Müslümanları “potansiyel terörist” gibi görme yanlışlıkları da bunlara eklenince, hele de “mazlum” rolündeki İran’ın üzerine bilhassa Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde yüklenilince, Türkiye-İran yakınlaşması daha da hızlandı. İran nüfusunun yarıya yakınının Türk (Azerbaycan Türkü, Türkmenler ve Kaşkay Türkleri) dikkate alındığında, bunun geç kalınmış bir vuslat olduğu dahi söylenmektedir.

Orta Doğu’da İsrail’in haritadan silinmesi gerektiğini ileri süren Ahmedinejad yanında, İran’ın 2004 yılından itibaren nükleer silah üretme çabası içerisinde bulunduğu kuşkusu sebebiyle, 1979 yılında İran İslam Devrimi’yle başlayan İran-ABD gerilimi neredeyse 2007 yılı sonlarında savaşa sebebiyet verecek kadar tırmanmıştı. Bu arada İsrail’in tek başına, ya da ABD ile birlikte en azından nükleer tesisleri havadan vuracak mahdut ölçüde bir harekat yapma ihtimali hala canlılığını sürdürmektedir. Öte yandan ABD de, BM Atom Enerjisi Ajansı vasıtasıyla İran’daki tesisleri denetlettirmeye özen göstermekte, İran’ın hemen her itirazında, ya da “kaçak güreşinde” BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerini ikna edebildiği ölçüde İran’a yaptırımlar getirtmektedir. Buna rağmen, gelinen güne kadar İran geri adım atmamıştır. Birkaç kez bölgeyi ve hatta dünyayı nükleer silahlardan arındırma teklifi yapan İran bu isteğine 2009 yılı içerisinde Başbakan R. Tayyip Erdoğan’dan olumlu bir cevap alabilmiştir. Birkaç kez nükleer silah üretmediklerini ileri süren İran, nükleer enerji tesisleri için gereken zenginleştirilmiş uranyumun takas ve depolanmasının Türkiye üzerinden yapılmasını “egemenliğine aykırı” bulduğu için reddetmişse de, Aralık 2009 sonlarına doğru bu konuda biraz yumuşama emareleri göstermiştir. Ancak, bir sonraki adımda İran’ın hangi adımı atacağı da soru işaretleriyle doludur. Buna karşılık BM Güvenlik konseyi de yaptırımlar konusunda bir derece daha şiddeti artırmanın işaretlerini vermiştir.

Türkiye İran ilişkilerinde ABD-İran ilişkileri belirleyici faktördür. Nabucco doğalgaz boru hattının eksik gazının tamamlanarak verimli bir hat haline getirilebilmesi için mutlaka İran gazına ihtiyaç vardır. Türkiye İran’da çeşitli bölgelerde petrol ve doğalgaz araması yapmak için de anlaşma yapmıştır. Buna karşılık ABD’den de “onay” çıkmamıştır. 12 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tüm dünyada “şaibe” uyandıran bir şekilde yeniden seçilen Ahmedinejad döneminde de ABD-İran ilişkilerinin düzelebileceğine ihtimal verilmemektedir. Dolayısıyla 28 Şubat 2009’da Tahran’daki Ekonomik İşbirliği Teşkilatı toplantısı sırasında Ahmedinejad tarafından dillendirilen İran, Türkiye, Irak ve Suriye arasında dörtlü işbirliği kurularak, kalıcı barış ve pekişecek kardeşliğin sağlanması mümkün olamayacak kadar açıktır. Zaten İsrail’in kuzeyinde ve Türkiye bir tarafa bırakılacak olursa tarihi Hasımlardan (İran, Irak ve Suriye) bir “Kuzey Kuşağı”nın oluşumu ne İsrail, ne de ABD tarafından arzu edilecek bir gelişme değildir. Üstelik bölgenin dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olması da istikrarsızlığı tetiklerken, Ahmedinejad’ın dört ülkenin “kardeşçe” yaşaması dileğinin “masumane ve içten” olduğu algılansa bile, bu gelişmeye başka mihrakların rıza göstermeyecekleri de açıktır.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, İran-Türkiye ilişkileri bir kenara bırakılamayacak kadar önemli ve hayatidir. İran hem bir enerji hammadde kaynağı ülke, hem de komşudur. Dış ticaretin en az maliyetle yapılabileceği bir komşu ülke olmasının yanı sıra, “dost ve kardeş” olmayı gerekli kılan gerçek Kardeş Türk unsuruna da sahiptir. Türk dünyası-Türkiye arasındaki önemli kara ulaşım hatlarını barındırmaktadır. Kuşkusuz İranlı Türklerin de devletin üst düzey görevlere (Ruhani lider, Cumhurbaşkanı, Yüksek İstişare Organı Başkanı, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı, Petrol Bakanı vb.) istihdamı halinde, iki milletin birbirlerine olan yakınlığı daha da artabilecektir. Buna da ihtiyaç vardır.
 
Türkiye – Ermenistan İlişkileri:

Rusya-Gürcistan arasında Ağustos 2008’de yaşanan Güney Osetya Krizi’nden sonra, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü Eylül 2008’de Erivan’daki Ermenistan-Türkiye milli futbol maçına daveti ile iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönem başladı. 1992-93 döneminde Ermenistan’ın Azerbaycan’a ait Dağlık-Karabağ özerk bölgesini ve etrafındaki 7 ilçeyi işgali üzerine bozulan ilişkiler, bu davetle birlikte yeni bir mecraya yol aldı. Bunda kuşkusuz son yıllarda başta ABD Kongresi, Fransa, Almanya, Rusya ve daha bir çok ülkede 1915 Ermeni zorunlu göçünü “soykırım” olarak kabul edenlerin, ya da etmek isteyenlerin etkisi de önemli bir rol oynuyordu.

İsviçre’de yürütülen görüşmeler zaman zaman basın yoluyla kamuoyuna duyurulmakta, bu arada Türkiye de ABD Kongresi’nin her yıl yeni bir karar tasarısı daha çıkartmaması için yoğun çaba harcamaktaydı. Nihayet 22 Nisan 2009’da Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, Türkiye ile Ermenistan’ın İsviçre’nin arabuluculuğunda, “ikili ilişkilerini normalleştirmek, karşılıklı saygı çerçevesinde geliştirmek ve bu suretle tüm bölgede barış, güvenlik ve istikrarı ileri götürmek amacıyla yoğun çaba gösterdikleri” bildirildi.

Bu gelişme ve Mart 2009’un başlarından itibaren Azerbaycan muhalif basının etkisiyle Azerbaycan-Türkiye ilişkileri gerilmeye başladı. Türkiye birkaç kez en üst düzeyde “Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden Ermenistan sınırlarının açılmayacağını” taahhüt etti. 7-8 Mayıs tarihlerinde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Doğu Ortaklığı ve Güney Koridoru Zirvesi”ne katılmak üzere gittiği Çek Cumhuriyeti’nde Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ile ayrı ayrı bir araya geldi. Daha sonra İlham Aliyev ile Serj Sarkisyan da ABD’nin Prag Büyükelçiliği’nde bir araya geldi. AGİT bünyesinde Yukarı Karabağ sorununun çözümü amacıyla kurulan Minsk Grubu, “Sorunun çözüm yöntemleri üzerinde mutabakat sağlandığını, ayrıntılarının daha sonraki görüşmelerde belirleneceğini” açıkladı. Bundan sonra taraflardan pek çok farklı sözler çıkmış olsa da, Eylül ayı başında Türkiye-Ermenistan arasında imzalanan iyi komşuluk ve sınırları açılması, ortak tarih komisyonu kurulması ile ilgili protokolün ayrıntıları ortaya çıktı. Ermenistan ile Türkiye, İsviçre’nin arabuluculuğu ile vardıkları mutabakat uyarınca ‘Diplomatik İlişkilerin Kurulması’ ve ‘İlişkilerin Geliştirilmesi’ başlıklı iki protokolü paraf etti. Bunu 10 Ekim 2009’da Zürich’te İsviçre ve ABD Dışişleri Bakanlarının da bulunduğu bir masada iki ülke dışişleri bakanının anlaşma metnini imzalaması izledi.

Gelinen günde anlaşmanın her iki devletin de Meclisinde onaylamasına kaldı. Ancak, 2009 yılı sonu itibariyle her iki ülke de bunu meclisine getirebilmiş değildir. Türkiye, Dağlık Karabağ sorununun çözümü Azerbaycan’ı memnun edinceye kadar anlaşmanın imzalanmayacağı taahhüdünde bulunduğu için son adımı atmamaktadır. Ermenistan yönetimi de özellikle koalisyon hükümetinden ayrılan Taşnaksutyun partisi ile Ermeni diasporasının tepkileri sebebiyle anlaşmayı onaylamamıştır. Bazı ülkelerde ve özellikle Ermeniler tarafından kabul edilen sözde “Ermeni soykırımını anma günü” olan 24 Nisan yaklaştıkça, Türkiye’nin de direncinde kırılmalar olacağını bekleyenler vardır. Zira bu konuda ABD Kongresi’nin “Demokles’in kılıcı” gibi olayı canlı tuttuğu inancı hakimdir. Oysa Ermenistan’ın durumu da pek parlak değildir. Ülke, Türkiye ile dış dünyaya ve hayata tutunabilecek iken, geçen her gün biraz daha tükenişe doğru uzanmaktadır. Yani Türkiye-Ermenistan sınır kapılarının açılması, Ermenistan’ın yaşayabilmesi için en önemli faktördür. Bu sebeple Türkiye’nin fazlaca sıkıştırılamayacağı da bilinmelidir.

Türkiye’yi bu konuda en çok zorlayacak ülke ABD olabilir. Ancak ABD bile, Orta Doğu’da bölgesel güç haline gelen ve bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmiş bir Türkiye’yi, böylesi bir mesele uğruna puruvasına oturtmaya yanaşmayacak bir politikayı benimseyecektir. Burada ipler bir bakıma Rusya, daha sonra da ABD’nin elindedir. AGİT bünyesindeki MİNSK Gurubu çatısı altında Dağlık Karabağ sorununa tarafları memnun edici bir çözüme bir an önce ulaşılmasıyla, Ermenistan’a da Türkiye üzerinden hayata dönüş yolu rahatça açılabilecektir. Bunun aksi, Türkiye ve Azerbaycan gibi “bir milletin iki devletinin” arasının açılması demektir. Böylesi bir aymazlığı da hiçbir aklı selim insan beklememelidir….

Türkiye – Azerbaycan İlişkileri:

Azerbaycan-Türkiye ilişkileri, kuruluşundan beri ilk kez Nisan 2009 ayı içerisinde önemli bir gerilim yaşadı. Nisan ayı başlarında ivme kazanan Azerbaycan’daki muhalif basının sesine, o dönemde G-20 zirvesi, NATO’nun 60 Yılı kutlamaları, ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyareti, İstanbul’da Medeniyetler İttifakı Toplantısı gibi önemli gelişmeler sebebiyle kulak verilemedi. Bunun akabinde de Azerbaycan’da sağduyu sahibi insanlar bile adeta “hop oturup, hop kalktılar!”. Bir anda Azerbaycan’dan üst düzey heyetler Ankara’ya akın ettiler. Başbakan iki, Cumhurbaşkanı ve Meclisi başkanı bir kez, Hükümet sözcüsü bir kez “Dağlık Karabağ meselesi çözülmeden sınır kapıları açılmayacak!” demiş olmalarına rağmen, bu güven bunalımı aşılamadı. Bunu 28 Nisan’da Belçika’da bulunan Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile görüşmesi sonrasındaki basın toplantısında, “Türkiye ile Ermenistan arasında üzerinde anlaşıldığı söylenen yol haritasında çeşitli çelişkiler var. Karabağ sorunu, iki taraf arasında oluşturulan yol haritası ile bağlantılı mı değimli sorusuna cevap arıyoruz” ifadesinden kolaylıkla anlamak mümkündür. .

İki ülke arasındaki güven bunalımı, ne zaman ki Başbakan R. Tayyip Erdoğan 12-13 Mayıs’ta Azerbaycan’ı 5 bakanla ziyaret etti, ondan sonra çözülebildi. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’le görüşmenin ardından Azerbaycan Meclisi’nde konuşan Erdoğan, Ermeni işgali sona ermeden sınır kapısının açılmayacağı garantisi verdi. Ancak, 14 Ekim’de Bursa’da oynanan Türkiye-Ermenistan milli futbol maçında Azerbaycan bayrağına saygısızlık yapıldığı gerekçesiyle, Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı’nın Ankara’ya protesto notası vermesiyle yeni bir gerilim yaşandı. Türkiye, bu konuya duyarlılık göstererek sorumlular hakkında hukuki işlem başlattı. Ancak Azerbaycan bu kez de Bakü’deki Türk Şehitliği’ndeki Türk bayraklarını kaldırttı. Bu olayı Azerbaycan’ın Bakü’deki Türk Büyükelçiliği’ne ait Din Müşavirliği önündeki Türk bayrağını indirmesi de izleyince, Türkiye 21 Ekim’de Azerbaycan’a nota verdi. Daha sonra işler tatlıya bağlandı!

Acaba? Nisan ve Ekim ayında yaşanan ve “bir milletin iki devletini” karşılıklı nota vermeye kadar iten olaylar dikkate alındığında şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Türkiye’de Azerbaycan’a rağmen güçlü bir Ermeni lobisi, Azerbaycan’da da Türkiye’ye karşı güçlü lobiler vardır. Ya da bir başka ifadeyle; Türkiye’de Azerbaycan lobiciliğinin, Azerbaycan’da da Türkiye lobiciliğinin mutlaka güçlendirilmesi gerektiği görülmüştür. Aksi halde iki ülke ilişkilerinin en küçük bir tahammülsüzlükte “inceldiği yerden kopacak” kadar hassas olduğu anlaşılmıştır. Bu husus iki ülke ilişkilerinin bozulmasını isteyenler tarafından gözden kaçırılmayacak kadar önemli bir silahtır. Bunu kullanmalarına fırsat vermeden, iki kardeş ülkede de lobi faaliyetleri için önlemler bir an önce alınmalı, bu konuda ön ayak olunacak Sivil toplum kuruluşları ve Düşünce kuruluşlarına destek olunmalıdır.

Diğer Ülkelerle Türkiye İlişkileri:

Yukarıdakilere ilaveten dönem içerisinde Türkiye-Çin ilişkilerinde Doğu Türkistan’daki Sincan Özerk bölgesi Başkenti Urumçi’de 200’e yakın Uygur türkü’nün Temmuz 2009 başlarında katledilmesi ve Çin’in bölgede asimilasyon politikası uygulaması sebebiyle önemli gerilimler yaşandı.

AB içinde Türkiye’nin tam üyeliği yerine “İmtiyazlı Ortak” olmasını isteyen Fransa ve Almanya’nın yönetimleri ile “limoni” bir ortamda ilişkiler sürdürüldü. Bulgaristan’da Temmuz ayı başlarında yapılan genel seçimler sonucunda “Bulgaristan’ın Avrupai Kalkınması İçin Vatandaşlar” (GERB) partisi kazançlı çıktı. GERB’in lideri Boyko Borisov, 17.7.2009’da Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov tarafından hükümeti kurmakla görevlendirildi. Önceki hükümette yer alan Türklerin ağırlıklı olduğu HÖH’ün kabine dışı kalmasıyla, önceki dönemlerde yaşanan Türkiye-Bulgaristan ilişkilerinin sıcaklığı sona erdi. Zira seçimden önceki bir beyanatında Türklerin “kötü insan malzemesi” olduğunu söyleyen Borisov, son zamanlarda devlet televizyonunda sadece 5-10 dakika süreyle yapılan Türkçe yayının dahi kaldırılabileceğini söyleme başlamıştır.

4 Ekim’de Yunanistan’da yapılan genel seçimler sonrasında PASOK ve Lideri Yorgo Papandreou iktidara taşındı. Şu ana kadar Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde, önceki hükümete oranla farklı bir gelişme kaydedilmedi.

Türkiye Aralık 2009’da Arnavutluk’la karşılıklı vize muafiyeti uygulamasına geçti. Benzer teklif Mısır ve Libya’ya da yapıldı. Mısır’la Akdeniz’de ortak bir tatbikat yapılırken, 16 yıl aradan sonra Başbakan düzeyinde bir ziyaret de Libya’ya gerçekleştirildi.

Dönem içerisinde Türk dünyası ile özlenen kenetlenme tam anlamıyla sağlanamasa da, önce Türk dilli Devletler Parlamentolar Asamblesi TÜRKPA 29 Eylül’de Bakü’de faaliyete geçti. Bunu 2-3 Ekim 2009 tarihlerinde, Nahçıvan/Azerbaycan’da, Türk Dili Konuşan Devletler Zirvesinin 9.su izledi. Bu etkinliklerde gözler Özbekistan Cumhurbaşkanı’nı aradı.

Türk dış politikasında 2009’un özellikle ikinci yarısında Bosna-Hersek’le ilgili kaygılar da yer aldı. Bu maksatla Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ’ı kapsayacak şekilde, Bosna-Hersek’te Sırpların ve ardından Hırvatların ayrılma ile ilgili fiilleri önlenmeye çalışıldı.

BM ve AB çizgisinde götürülmeye çalışılan Kıbrıs’la ilgili konularda önemli bir ilerleme kaydedilemedi. Türk ve Rum kesiminin liderleri arasında zaman zaman etraftakilerin bile duyabileceği şiddetteki “Kapsamlı Görüşmeler” ikinci turuyla sürdürüldü. Nisan 2009’daki genel seçimlerde Derviş Eroğlu tek başına iktidarı 26 milletvekili ile sağladı. 2010 yılı başlarında KKTC’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, mevcut Cumhurbaşkanı M. Ali Talat’ın Eroğlu ile bilinen muhalifliği sebebiyle kazanmasının mümkün olamayacağı değerlendirilmektedir.

Sonuç

2009 yılı dış politika ve gelişmeler açısından Türkiye için adeta baş döndürücü bir hızla geçti. Bir taraftan “sıfır sorun” yaklaşımıyla zaten iyi olan komşularla ilişkiler perçinleştirilmeye çalışılırken, sorun bulunmayan Azerbaycan ve İsrail ile gerilimler yaşandı.

Kıbrıs’taki belirsizlik devam etti. AB üyeliği konusunda önemli bir mesafe kat edilemedi. Açılan son çevre fasılı ile Türkiye’ye 60-70 milyar doları bulacağı ileri sürülen yükler daha önceden getirilmiş oldu.

Türkiye-ABD ilişkileri söylem düzeyinde “iyi” ancak, icraat aşamasında henüz “rüştünü ispatlamış” durumda değildir. Üstelik İran-ABD restleşmesinin devamı, Türkiye-ABD ilişkilerini de gerebilecek potansiyele sahiptir. Bir diğer potansiyel gerilim konusu da sözde “soykırım” yasa tasarısının Kongre’ye getirilebilecek olmasıdır. Bunun için ileri sürülen Ermenistan sınır kapılarının açılması meselesi ise Dağlık Karabağ sorununda düğümlenmektedir. Aksi halde en yakın dost ve kardeş ülke ile gerilim yaşanması tehlikesi mevcuttur.

Bulgaristan’daki gelişmeler, hiç de Türkiye’nin arzu ettiği gibi değildir. Avrupa ile Türkiye arasındaki en yakın ulaşım hattı üzerindeki Bulgaristan, giderek radikalleşmekte, buna bağlı olarak da Türk azınlığa ve Türkiye’ye karşı husumet hislerini kabartmaktadır.

Türkiye-Rusya ilişkilerinin sağlam zeminlere ve örtüşen çıkarlara göre geliştirilmesi önemlidir. Böylece hem iki ülke kazançlı çıkacak, hem de Rusya’daki Türkler vasıtasıyla ilişkiler daha sağlam zemine oturtulabilecektir.

Küresel krizin aşılmasında ve 1929 krizi gibi yaşanmaması yolunda önemli bir eşiğin aşılmış olması, belki de 2009 yılı için söylenebilecek en olumlu sözdür. İran, Afganistan-Pakistan, İsrail-Filistin meseleleri yeni yılda da gözde konular arasında yer alırken, petrol fiyatlarında başlayan yeni yükselmeler ve Yemen’deki terör hareketleri de gündemde yer edinebilecektir.

Türkiye açısından Ermenistan-Ermeni meselesi, Kıbrıs, PKK terör örgütünün tasfiyesi ve diğer ülkelerle birlikte geliştirilecek enerji projeleri öncelikli gündemler arasında yer almaya adaydır.




KAYNAK: Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı
Terör Enstitüsü
 
Geri
Top