kısacaben
Katılımcı
ÖRGÜT VE EYLEMLERİNİN ANAYASA, İLGİLİ YASA VE ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
15 Ağustos 1984 günü Eruh ve Şemdinli baskınlarından itibaren PKK örgütü, 22 Şubat 1999 tarihine kadar 6036 saldırı gerçekleştirmiş, 8257 defa güvenlik güçlerimizle çatışmaya girmiş, Türkiye’nin muhtelif bölgelerinde 3071 bomba infilak ettirmiş, 388 gasp suçu, 1046 adam kaçırma ve hürriyeti tahdit suçu işlemiştir. PKK elemanlarının gerçekleştirdikleri eylemler sonucu 4472 sivil vatandaşımız, 3874 asker, 247 polis, 1225 GKK şehit olmuş. sivil, asker, polis, GKK toplam 16.362 kişi yaralanmıştır.Silahlı PKK elemanları korumasız köylere yaptıkları baskınlarda toplu katliam yapmışlardır. PKK elemanları, katliam yaparken yaşlı, çocuk, genç, bebek ayırımı yapmamış, hedef aldıkları köylerdeki aileleri toptan yoketmişlerdir. Bazı aileleri evleriyle birlikte yakmışlar, hedef aldıkları bazı şahısları mesela İkiyaka köyü dışında hayvan otlatan çobanları boğarak öldürmüşlerdir.
PKK elemanları, Suriye ve Irak’taki kamplarda eğitildikten sonra eylemlerini yapması için Türkiye’ye Abdullah ÖCALAN tarafından gönderilmişlerdir.
Abdullah ÖCALAN da sorgusunda;
“...bu örgütün önderliğini yaptığım, benim önderliğimde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele başlattığım doğrudur...” beyanında bulunmuş, suçunu ikrar etmiştir. Ayrıca dosyada PKK elemanlarının Abdullah ÖCALAN'ın verdiği emir ve talimatlarla kanlı terör eylemleri yapmaya sevkettiğini gösterir delil vardır. Yukarıda bu deliller ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Abdullah ÖCALAN’ın örgütün yayın organı Serxwebun Dergisinde;
“...Kentlere ineceğiz. kent çalışmaları başlayacaktır. Neye mal olursa olsun bir otobüse binmek zor değildir, bir uçağa binmek zor değildir, yine bir trene binmek zor değildir. Kendine bomba sarıp gidecek binlerce insanımız var..." beyanında bulunması örgüt elemanlarına verilmiş, bir eylem talimatıdır.
Yine Abdullah ÖCALAN’ın 14.04.1998 günü MED-TV'de;
“...Şimdi bizim pek turistler hedeftir demeyeceğim. Ama şüphesiz Türkiye’de bir savaş
var. Özel turist hedefleri diye bir hedef yok. Fakat ekonomi de hedeftir tabii ve bu arada turizm ekonomisi de hedeftir. Turist demiyorum, dikkat edin, turizm ekonomisine elinizden geldiğince turiste zarar vermemeyi de biraz gözönüne getirerek şüphesiz bazı adımlar atarız. Bugünlerde bunun arayışı içindeyiz...” beyanında bulunması da bir eylem talimatıdır. (Kls:37/Dizi: 15)
PKK’nın V. Kongresinde;
“...Hareketli savaş tarzının tek taktik olarak uygulanmaması, buna paralel olarak suikast, sabotaj, pusu, baskın, çatışma, kuşatma gibi eylem biçimlerini iç içe gerçekleştirilmesi, kurtarılmış alanlar oluşturulması, GKK’ların aileleri ile birlikte imha edilmesi...” eylem stratejisi olarak belirlenmiştir.
Abdullah ÖCALAN silahlı çete PKK’nın başkanı olarak silahlı çetenin bütün eylemlerinden sorumludur. Eylem yapmak üzere Türkiye’ye gönderdiği PKK elemanlarıyla devamlı irtibat halindedir. İnisiyatifini devamlı kullanarak PKK elemanlarını eylem yapmaya sevk etmiştir.
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünce izlenen “31.10.1996 günlü Parti Önderliği Telsiz Talimatı”nda;
"...Gördünüz, en son bir sempatizan genç kızımız bile kendi başına ne kahramanca eylem yapıyor. Evet. En zayıf olan Leyla biraz, öyle çok eğittiğimiz, çok tecrübe kondurduğumuz birisi de değil. PKK’nın ruhunu biraz alan düşmanı sarsacak eylemi gerçekleştiriyor.
"...Bütün güçler için söylüyorum. O geçen günkü genç kızın anısına yalnız bunun anısına saygılı olun. Ne kadar değerli olursanız. Peki bunun karşısında sizin aklınızda ne var. Yetki var. Komutanlık var...” demiştir.
Abdullah ÖCALAN’ın Türkiye’deki PKK alan sorumlularıyla devamlı irtibat halinde olduğunu, alan sorumlularına sık sık talimat verdiğini gösteren dosyamızda çok sayıda telsiz çözümü bulunmaktadır.
Abdullah ÖCALAN’ın emir ve talimatıyla PKK elemanları Türk Ceza Kanunu'nda yazılı tehdit, hürriyeti tahdit, adam kaçırma, yol kesme, gasp, kundaklama ve patlayıcı madde atma gibi suçlar yanında, TCK’nun 450 nci maddesinde belirtilen ve karşılığı ölüm cezası olan, taammüden ve birden çok adam öldürmek, canavarca bir his sevkiyle veya işkence ve tazip ile ya da görev başında devlet memurlarını öldürmek suçlarını işlemişlerdir.
PKK elemanları, Abdullah ÖCALAN’dan aldıkları emirle bu suçları birden ziyade işlemişlerdir. Ancak, Abdullah ÖCALAN ve bu suçları işleyen PKK elemanlarının asıl amacı Devletin birliğini bozmak, Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaktır.
Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesi uyarınca;
“Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koymağa veya Devletin istiklalini tenkise veya birliğini bozmağa veya Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır.”
PKK elemanlarının gerçekleştirdiği eylemler sonucunda sivil vatandaş, asker, polis, GKK toplam 9818 kişinin şehit olması, 16.362 vatandaşımızın yaralanması gözönüne alındığında PKK eylemlerinin Türkiye’nin iç ve dış güvenliği için tehlike oluşturduğunu kabul etmek zarureti vardır. Ayrıca PKK örgütünün Yunanistan, Suriye gibi Türkiye’ye karşı düşmanca siyaset takip eden ülkelerle birlikte hareket ettiği, bu ülkelerden yardım gördüğü, PKK elemanlarının Avrupa’da Türkiye aleyhinde geniş propaganda faaliyetinde bulundukları da düşünülürse, Türk Ceza Kanunu'nun 125 inci maddesinde yazılı suçun, bütün unsurlarıyla oluştuğu anlaşılır.
Silahlı çete PKK’nın kurucusu olan, kuruluşundan itibaren örgütünü Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleye hazırlayan ve belirli bir hazırlık döneminden sonra Türkiye üzerine silahlı eylem yapmaya sevkeden sanık Abdullah ÖCALAN, Türk Ceza Kanunu'nun 125 inci maddesindeki suçu işlemiştir.
Abdullah ÖCALAN sorgusunda;
“..Başlangıçta gerçekten Kürdistan Devleti kurmak gibi bir kavramımız vardı. Bu da doğrudur. Ancak değişen süreç içerisinde müstakil bir Kürt Devleti kurmak değil de, Kürtlerin de Cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak özgür olduğu bir ortam içerisinde birleştirilmesi sonucuna yardım..."
03.04.1999 günü alınan ek ifadesinde de;
“...Bildiğiniz gibi PKK’nın da kurucusu benim. PKK’nın kurulurken programını da yaptık. O zaman Kürtlerin Bağımsız bir Kürdistan kavramı da vardı. Marksist temele dayalı yeni sistem getirecektik. Ancak değişen olaylar ve zaman bize bu programın hayali olduğunu gösterdi. PKK kurulduktan sonra şiddete başvuruldu. Ama, zaman içerisinde de PKK’nın gösterdiği bu şiddetten rahatsız oldum. 1993’ten sonra bütün çabamı PKK’yı şiddet unsurundan arındırıp siyasi kanal içerisine sokmayı amaçladım.... Benim programlarımın da başlangıçta hayali olduğunu anladım. PKK programının politik ve siyasi değeri olmadığını kavram olarak Kürdistan ibaresi kullandım. Coğrafi olarak ele aldım. Kürt devleti kurmanın mümkün olamayacağı gerekli de değildir. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde demokratik ortam içerisinde herşeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben bu sonuca yardım...” beyanında bulunmuştur. (Kls: 1/Dizi: 106-118)
Sanık Abdullah ÖCALAN’ın elebaşılığını yaptığı PKK örgütünün gerçekleştirdiği eylemler terör suçudur.
3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunun 1 inci maddesinin 1 inci fıkrası terörü;
“Terör; baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir." şeklinde tanımlamıştır.
Aynı maddenin 2 ve 3 üncü fıkralarında yer alan;
“Bu kanunda yazılı olan örgüt, iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş sayılır.
Örgüt terimi; Türk Ceza Kanunu ile ceza hükümlerini içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi de kapsar.” Hükümleri ile de terör örgütleri nitelendirilmiştir.
Yine Terörle Mücadele Kanununun 2 inci maddesi, birinci maddede belirtilen suçları işleyenleri terör suçlusu olarak kabul etmiş, 3 üncü maddesinde de terör suçları arasında TCK’nun 125 inci maddesini saymıştır.
Bu itibarla 3713 Sayılı Kanun hükümleri açısından, belirtilen eylemler terör suçu, PKK silahlı terör örgütü, sanık Abdullah ÖCALAN da terör suçlusudur.
Anayasanın 2 nci maddesi uyarınca;
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Atatürk Milliyetçiliği 2 nci maddenin gerekçesinde “bütün fertlerin kaderde, kıvançta ve tasada ortak ve bölünmez bir bütün teşkil etmeleri” olarak anlatılmıştır.
Anayasa Mahkemesi, 20/07/1971 Gün, 1971/3 Esas, 1971/1 Sayılı ve 08/05/1980 Gün 1979/1 Esas, 1980/1 Karar Sayılı karanlarıyla Türk Milliyetçiliği ile ırk düşüncesi ve başka kökten gelen toplulukların ayrı tutulması düşüncesine yer olmadığı, din, dil ve mezhep ileri sürülerek oluşturulmak istenen ayrılık çabalarına taviz verilmediği içtihadında bulunmuştur.
Anayasanın 3 üncü maddesi uyarınca;
“Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe ‘dir.
Bayrağı, şekli kanunda belirtilen beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı ‘İstiklal Marşı’dır.
Başkenti Ankara’dır.”
Anayasanın 4 üncü maddesi uyarınca;
“Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”
Anayasada yer alan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu ilkesi İstiklal Savaşı başlarında Erzurum ve Sivas Kongrelerinde gündeme gelmiş, alınan kararda “Misak-ı millinin gösterdiği sınırlar içinde birbirleriyle kaynaşmış olarak yaşayanların gerçekten ve hukukça ayrılık kabul etmez bir bütün oldukları” ifade edilmiş, bu bütünlük içinde ayrı bir Kürt halkından kesinlikle söz edilmemiştir. İstiklal Savaşımıza Türkiye sınırlan içinde bulunan bütün Türk halkı katılmış ve İstiklal Savaşı Türk Halkının zaferiyle sonuçlanmıştır.
Misak-ı Milli’de ifade edilen “birbiriyle kaynaşmış olarak yaşayanların gerçekten ve hukukça ayrılık kabul etmez bir bütün olduğu" ilkesi, İstiklal Savaşından sonra aynen kabul edilmiş, Anayasaya girmiştir.
Atatürk, kendi el yazısıyla düzenlediği notlarında;
“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş, yurttaş ve millettaşlarımız vardır... Bu yanlış göstermeler, hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntü ve kınamadan başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet fertleri de, umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka ve hukuka sahip bulunuyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir." demiş, milleti çağdaş bir anlayışla tanımlamıştır.
Lozan Barış Antlaşması’nda da, Türkiye’de değişik bir dil kullanmanın ya da soy unsurunun bir grubun azınlık sayılmasına ölçü olamayacağı gerçeği kabul edilmiştir.
Anayasanın 10 uncu maddesi uyarınca:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Anayasanın 12/1 inci maddesi uyarıca:
“Herkes, kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.”
Anayasanın 10 ve 12 nci maddeleri hükümleri uyarınca Türkiye’de bireyler arasında hiçbir sebeple ayırım yoktur. Birey, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde sayılan ve Anayasada da gösterilen bütün insan hak ve özgürlüklerine sahiptir. Bu hak ve özgürlükleri demokratik meşruiyet hudutları içerisinde serbestçe kullanır, bütün siyasal faaliyetlere katılır, seçme ve seçilme hakkına sahiptir.
Demokratik meşruiyetin sınırlan Anayasa ve yasalarla çizilmiştir. Anayasamızın 13 üncü maddesi uyarınca;
“Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacıyla ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir.
Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz...”
Yine Anayasanın 14 maddesi uyarınca;
“Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak amacıyla kullanılamazlar.
Bu yasaklara aykırı hareket eden veya başkalarını bu yolda teşvik veya tahrik edenler hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.
Anayasanın hiçbir hükmü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz."
Anayasanın 13 ve 14 üncü maddesindeki hükümlere benzer hükümler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de mevcuttur.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10/2 ve 11/2 maddeleriyle Anayasanın 13 ve 14 üncü maddesinde sayılan sebeplerle hak ve özgürlüklerin kullanımına kanunla tahdit konulabileceği kabul edilmiştir.
Sözleşmenin 10/2 maddesinde;
“Kullanılması ödev ve sorumluluklar içeren düşünceyi ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü ve kamu düzeninin korunması ya da suçun önlenmesi... için gerekli olan ve yasayla konulan kural, şart ve müeyyidelere bağlanabileceği...”
Sözleşmenin 11/2 maddesinde de;
“Dernek kurma, sendika kurma ve sendikaya üye olma haklarının demokratik bir toplumda ulusal güvenlik ya da kamu güvenliğinin gerekleriyle ve kamu düzeninin korunması ya da suçun önlenmesi, genel sağlık ve ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olan ve yasayla konulanlardan başka hiçbir kısıtlama uygulanamaz. Bu madde, Silahlı Kuvvetler ve güvenlik güçleri üyeleri ile Devlet görevlileri tarafından bu hakların kullanılmasına yasayla kimi kısıtlamalar konulmasına engel olmadığı” kabul edilmektedir.
Görüldüğü gibi hak ve özgürlüklerin kullanımına sınırlar getiren 13 ve 14 üncü maddesindeki kurallar uluslararası hukukça da kabul edilmiş kurallardır.
Bireyin sahip olduğu bu haklar dışında millet bütünlüğü içinde yer alan bir topluluğa değişik adlar altında siyasal haklar verilmesi düşünülemez. Türkiye’de herhangi bir topluluğa imtiyaz sayılacak haklar verilmesi, Anayasanın Başlangıç. 2, 3 ve 4 üncü maddelerinin değiştirilmesi. Devletin ve ülkenin parçalanması sonucunu getirir. Yukarıda geniş olarak yapılan açıklamalardan da açıkça bellidir ki, PKK bir terör örgütü, suç işleyen bir örgüttür. Uyuşturucu ticareti yapmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti uyuşturucu ticareti yapan, insanlığa karşı devamlı suç işleyen bir terör örgütünü muhatap kabul edemez.
Kaldı ki, Abdullah ÖCALAN’ın sorgusundaki beyanına da kesin olarak itibar edilemez. Abdullah ÖCALAN’ın kurduğu PKK’nın asıl amacı, müstakil bir Kürt Devleti kurmaktır. Abdullah ÖCALAN’ın da amacı aynıdır. Bu amaca ulaşmak için Türkiye’ye saldırıda bulunmuş, Türkiye’de gerçekleştirdiği binlerce kanlı terör eylemiyle binlerce kişinin ölümüne sebep olmuştur.
16.04.1992 günü Lübnan Bekaa Vadisinde PKK elemanlarına yaptığı konuşmasında;
"...Zafere kadardır bu yürüyüş. Zaferi tam sağlamayıncaya kadar bu yürüyüşün durdurulması imkansızdır. Taktik geri çekilmeler olabilir. Bir adım geri, üç adım ileri olabilir. Bunlar taktiktir olabilir. Fakat yürüyüş kesintisiz. PKK adına her kim ki, ortaya çıkarsa erteleyelim diyorsa yalan söylüyor, sahtekardır. Siyasi görüşme de olsa bu özgürlük yürüyüşü devam edecektir. Ucunda tam bağımsızlık, özgürlük hedefi vardır. Ona ulaşmak içindir herşey. Savaşta, barışta, görüşmede başka türlü PKK adına kimse politika yapamaz...” demiştir. (Kis:37/Dizi:15)
Abdullah ÖCALAN ME.D-TV’nin 31.12.1997 günlü Yılbaşı Özel Programında yaptığı konuşmasında;
“...Bütün halkımız biliyor ki, düşman tarafından üzerimize kara bir bela, savaş tarihten beri yürütüldü. Ama bu savaş, karanlıkları yırttı. Sizler için büyük bir aydınlık yarattı. Sadece aydınlık değil, Kürdün ruhunu yeniden yarattı. Herkes biliyor ki, yüz binlerce Kürt, ruhu ve beyniyle birlik halindedir. Bunlar küçük şeyler değildir. Bundan birkaç sene önce kaç Kürt bir araya gelebiliyordu. Kürtler dünyada ne haldeydiler? Bazıları bu savaşın hoşnutsuzluk yarattığını, zorluklar doğurduğunu söylüyorlar. Peki halkı için ne kadar kan dökmüş ,sen özgürlüğün için kan dökmezsen kim sana ülke verir, kim sana şeref verir?” demiştir. (Kls:37/Dizi: 15)
Abdullah ÖCALAN’ın bu konuşmaları, amacının Devleti hakimiyeti altındaki bir kısım topraklar üzerinde müstakil bir Kürdistan Devleti kurmak olduğunu gösteren delillerdir.
bugün bir takım kendini Abdullah Öcalan'a adayan insanların affedilsin dediği ve hatta mitinglerde mecliste görmek istiyoruz dediği kişi neden ceza aldı unutanlara dipnot !