Bu, sana son kez bakışım belki. Gözlerimle son kez okşayışım saçlarını, göz yaşlarını son kez silişim. Bu camın arkasından da olsa, son kez hissedişim ellerini.. Evet, gerçekten hissettim. O an, ellerim otobüsün penceresini yırtmaya çalışırken güçsüzce, sen de ellerini koydun ya hani cama… O an hissettim, ellerindeki göz yaşlarının ıslaklığını kendi ellerimde.
Hani bir gece, beraber yağmurun yağışını seyretmiştik. Dışarıda buz gibi hava vardı, her bir yağmur damlası tokatlıyordu camı, rüzgar bir o yana bir bu yana çarpıyordu önüne gelen her şeyi acımasızca. Ama ben, pencerenin önünde, seninle güvendeydim.
Ama şimdi bak, pencerenin arkasındayım artık. O korkunç fırtına burada. O acımasız rüzgar, çok uzaklardaki acıları getirip yüreğime fırlatıp gidiyor. İçime düşen her bir damla ok gibi saplanıyor bulduğu yere ve her saplanışta bir göz yaşı uzayıp kopuyor gözlerimden. Camın arkasında yalnızım, ve sen diğer taraftasın, ve ben güvende değilim.
Birbirine kenetlenmiş bakışlarımız. Bana söylediğin son söz: “Seni hep bekleyeceğim bıldırcınım…” Ama gözlerinde, yıllar geçse de bekleyeceğin birine değil de, son kez görüyor olduğun birine ait bakışlar var. En ufak bir umut, en zayıf bir ışık yok geleceğimize dair. Olsun bitanem… En azından tesellim şu ki; biten bir güzelliğin süzülerek akıp gitmesine değil içimdeki bu korkunç acı. Senden ayrı düşerken, çaresizliğimize lanet ediyorum, beraber geçirdiğimiz günlere değil.
Bak bitanem… Yağmur başladı. Belki senin küçük nazlı bıldırcının camın dışındaki yağmurda ıslanmıyor ama, diğer taraftaki fırtınada paramparça oluyor.
Otobüs hareket ediyor, gidiyorum işte… Sakın el sallama bana. Gözümde kalan son görüntü; yağmurun altında kalmış, diğer yarısı kopartılmış, kanayarak arkamdan el sallayan yarım bir gönül olmasın… Eğer ihtiyacın olduğunda sana yardım edecekse, yüreğimi bırakıp gidiyorum sağ avucunun içine. Ne yaparsan yap; ister unut beni, ister başkasını sev… Ama sakın o küçücük yüreği avuçlarının arasından bırakma bir yerlere. çünkü biliyorum ki o minik yürek, bir benim göğsümde atar, bir de senin avuçlarının sıcaklığında…
Hoşça kal umudum….
Hani bir gece, beraber yağmurun yağışını seyretmiştik. Dışarıda buz gibi hava vardı, her bir yağmur damlası tokatlıyordu camı, rüzgar bir o yana bir bu yana çarpıyordu önüne gelen her şeyi acımasızca. Ama ben, pencerenin önünde, seninle güvendeydim.
Ama şimdi bak, pencerenin arkasındayım artık. O korkunç fırtına burada. O acımasız rüzgar, çok uzaklardaki acıları getirip yüreğime fırlatıp gidiyor. İçime düşen her bir damla ok gibi saplanıyor bulduğu yere ve her saplanışta bir göz yaşı uzayıp kopuyor gözlerimden. Camın arkasında yalnızım, ve sen diğer taraftasın, ve ben güvende değilim.
Birbirine kenetlenmiş bakışlarımız. Bana söylediğin son söz: “Seni hep bekleyeceğim bıldırcınım…” Ama gözlerinde, yıllar geçse de bekleyeceğin birine değil de, son kez görüyor olduğun birine ait bakışlar var. En ufak bir umut, en zayıf bir ışık yok geleceğimize dair. Olsun bitanem… En azından tesellim şu ki; biten bir güzelliğin süzülerek akıp gitmesine değil içimdeki bu korkunç acı. Senden ayrı düşerken, çaresizliğimize lanet ediyorum, beraber geçirdiğimiz günlere değil.
Bak bitanem… Yağmur başladı. Belki senin küçük nazlı bıldırcının camın dışındaki yağmurda ıslanmıyor ama, diğer taraftaki fırtınada paramparça oluyor.
Otobüs hareket ediyor, gidiyorum işte… Sakın el sallama bana. Gözümde kalan son görüntü; yağmurun altında kalmış, diğer yarısı kopartılmış, kanayarak arkamdan el sallayan yarım bir gönül olmasın… Eğer ihtiyacın olduğunda sana yardım edecekse, yüreğimi bırakıp gidiyorum sağ avucunun içine. Ne yaparsan yap; ister unut beni, ister başkasını sev… Ama sakın o küçücük yüreği avuçlarının arasından bırakma bir yerlere. çünkü biliyorum ki o minik yürek, bir benim göğsümde atar, bir de senin avuçlarının sıcaklığında…
Hoşça kal umudum….