• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Aile İçi Şiddet ve Koca Dayağı

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Kahve
Simit
Sadece bizim ve yine sadece bugünün problemi değil diye söze başladım Semra Hanımı teskin etmeye. Kocasından yediği dayaktan dolayı yüzü şişmis, gözü morarmış ve adeta kendinden geçmiş akli ve zihni melekeleri çalışmaz bir halde gelmişti karşıma. 5 yıllık evliliklerinde onlarca defa tekrarlanan ve her defasından son deyip barışma ile son bulan ama bir türlü de sonu gelmeyen bir süreçmiş bu anlattığına göre. Çocuğunu babasız bırakmamak, etrafa kötü örnek olmamak için de şu ana kadar boşanmayı aklından bile geçirmemiş. Çünkü hem kendisi hem de eşi tanınmış bir aileye mensup ve gönüllü olarak katıldıkları bir organizasyonda ön sıralarda yer alıyorlarmış. Hele kocasının mesleği itibariyle dini sohbetlerle halkın karşısına çıkması boşanma düşüncesini engelleyen bir başka faktörmüş Semra Hanım açısından. Kaldı ki Semra Hanımın anlamakta, kavramakta zorlandığı şey de “hoca' kimliğine sahip, dışarıda herkese gül dağıtan kocasının evde yırtıcı, parcalayıcı bir aslan kesilmesi imiş.
Konu anlaşıldı; aile içi şiddet. Özellikle kocanın karısını dövme şeklinde tezahür eden bu şiddet başta da ifade etmeye çalıştığım gibi sadece bizim ve bugünün problemi değil. Batı dünyasında da aile içi şiddet oldukça yüksek oranda görülen bir uygulama. Dünya Sağlık Örgütünün 7 yıl süren çalışması sonucunda yayınladığı rapor, her 6 kadından birinin aile içi şiddete maruz kaldığını söylüyor söz gelimi. Yine istatistiklerin verdiği bilgilerde Batı'da İslam ülkelerine nisbetle aile içi şiddet oranı daha fazla. Bu da meselenin sadece dini boyutu olduğunu veya problemin İslamla izahını yapılmasının imkansızlığı adına elimizde bir veridir. Bunu şunun için diyorum; genelde bu türlü meseleler hemen dinle, dindarlıkla irtibatlandırılır ve gerek izah gerekse çözüm hep o istikamette aranır. Halbuki bugün bizim ülkemizde hiç de dindar olmayan cevrelerde de aile içi şiddet büyük ölçüde görünmektedir.
Bu köşenin takipçilerinin bildiği gibi ilgi alanımız din olduğu ve sorunlara hep bu açıdan yaklaştığımız için bu konuya da dini perspektiften bakmayı deneyeceğim. Önce şu soruya cevap arayalım, müslüman bir erkek karısını dövme yetkisini nereden almaktadır? Kur'an'ın bu konuda -velev ki koca haklı bile olsa- emri ya da tavsiyesi var mıdır? Cevap net; evet ve hayır. Evet; çünkü Nisa suresi 34. ayette şarta ta'lik edilmiş ve farklı yorumlamalara konu olan bir ‘dövme' fiilinden söz edebilebilir. Hayır; çünkü bu ayete rağmen yaşayan Kur'an Hz. Peygamberin sair beyan ve uygulamaları dövmeyi amir değil.
Bahsi geçen ayette Allah (cc) şöyle buyuruyor; “…Dikbaşlılığından endişe ettiğiniz kadınlara gelince: Onlara evvela öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün. Şayet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın. Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır.” (Nisa, 4/34)
Ayetin sadece konumuzla ilgili bölümü adına bazı nirengi noktaları belirtmeye geçmeden önce bir hususun ısrarla vurgulanması gerekir. Zira bu husus söz konusu dövme hadisesini bütün boyutları ile anlama ve kavramanın temelini oluşturacaktır. Vurgulanması gerektiğini düşündüğümüz bu konu İslamın aile kurumuna verdiği önemdir. Gerek karı-koca, gerek anne-baba ve çocuk ve gerekse akrabalar arası (sıla-i rahim) münasebetler adına getirilen emirler, yasaklar, bunlara bağlı verilen hükümler, tarihi tatbikatların hepsi bu öneme işaret etmektedir. Çünkü aile toplumun temel taşıdır. Dolayısıyla temel taşları sağlam olmayan toplumun kalıcı ve sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
Burada vurgulanması gereken bir başka nokta kadına verilen haklardır. Özellikle cahiliye dönemi ile mukayese edildiğinde İslamın gerek cins olarak gerekse taşıdığı vasıflar itibariyle yani anne, nine, karı, teyze, hala, kızkardeş olarak kadına tanıdığı dini, siyasi, hukuki, iktisadi haklar çok ayrıcalıklı bir yer işgal etmektedir. Fakat takdir edileceği gibi hakkın olduğu her yerde ve işte ödevler de vardır. Onun için tanınan onca hak beraberinde bir çok da ödevi sorumluluk bağlamında kadına yüklemiştir.
Üçüncü husus; evlilik kurumunun belli bir düzen, nizam ve sistem içinde yürümesinin gerekliliğidir. Nitekim sözünü ettiğimiz hak ve vazifeler bu temanın gözetildiği bir çizgide belirlenmiştir. Buna göre aile kurumunda velev ki karı kocadan müteşekkil iki kişi de olsa bir yöneticinin gerekliliği tartışılmaz. Kur'an bu yöneticilik, gözeticilik, hakimiyet vazifesini “Erkekler kadınlar üzerine yöneticidir' beyanıyla erkeklere veriyor. Bir başka yazının konusu olan bu görevin erkeklere verilmesinin nedeni/nedenleri bir tarafa, bu yönetici veya ‘sorumlu gözetici' aile kurumunun istikrar içinde devamını sağlayacak önlemleri almak zorundadır.
İşte ayet baslangıçta buna işaretle sorumlu yönetici olan erkeklerin sürekli tetikte olmasını işaret ederek buyuruyor ki; ‘eğer kadınlarınızın dikbaşlılığından endişe ederseniz.' Demek ki dikbaşlılığın gerçekleşmesinin çok öncesinde, buna ait emarelerin sezildiği zamanda alınacak önlemler, uygulanacak kurallardan bahs edecek Kur'an. Öyleyse yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu aslında aile yönetiminde bulunan erkeklere yapılan bir erken uyarıdır. Yapılması gerekli olan şey bu vazifeyi tahammül edenlerin sürüsünü güden, tehlikelerden onu koruyan çoban misali dikkatli, uyanık ve tetikte olması ve olaylara tekaddüm etmesidir. “Ba'de harabi'l Basra' değil ‘Kable harabi'l Basra” misali gözlemleri ile hastalığı erken teşhis edip müdahalede bulunmasıdır.
Nedir müdahale metodları?
Bir; ‘Onlara evvela öğüt verin' fehvasınca nasihatte bulunmaktır. Burada ögüt vermeyi vaizlerin ya da büyüklerin yaptığı misüllü nasihat etmek şeklinde anlamak meseleyi daraltmak anlamını taşır. ‘Ögüt verin' en geniş anlamıyla gerek karı-koca gerek aile bireyleri arasındaki münasebetlerin ele alındığı eğitimdir. Yoksa sadece kocanın karısını karşısına alıp amirane ve hakimane eda ile yaptığı nasihatlar değildir. Elbette bunların da yeri vardır; ama özellikle karı-koca ilişkilerinin sorunlu oldugu dönemde bu türden yapılacak nasihatların ne kadar mesmu olacağı tahmin edilebilir. Onun için bu ögüt emrini her devre ve o devrin şartlarına göre değişik mahiyet kazanacak aile eğitimi şeklinde anlamak Kur'an'ın evrensel ruhuna daha uygundur.
İki; eğitimin kar etmediği, fayda sağlamadığı yerlerde ‘vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın'a sıra gelir. Yalnız hemen ifade edelim, bu ikinci adım birinci adımın fayda sağlamaması durumunda geçerlidir; çünkü Kur'an ‘vazgeçmezlerse' kaydı ile bunu vurgulamaktadır. Yatakta yalnız bırakma, kadının eşine karşı bir koz gibi kullandığı/kullanma ihtimali bulunan cinselliğine prim vermeme demektir. Böylesi bir pozisyonda cinsel isteklerine kemend vurup iradesinin hakkını veren erkekler, eşlerinin en büyük silahını ellerinden almış olurlar. Böylece nefislerine rağmen fedakarlık yaparak katlandıkları cinselliğe prim vermemeleri ile ailelerini kazanmış olurlar. Çünkü bu tedbir sonucu bir çok kadının geçimsizliğe sebep olan düşünce ve hareketlerden vazgeçtiği vaki ve variddir.
Fakat burada önemli bir detayın altının çizilmesi gerekir; kadınları yatakta yalnız bırakma yatak değiştirip başka bir odada ve evde yatmak değildir. Bir anlamda boykot denilebilecek bu tedbir yatak odasının dışına çıkmamalı, hele çocukların bu boykota muttali olmamaları gerekmektedir. Aksi halde bu uygulama maksadın aksine hizmet eder, kadının onur ve gurunu rencide edip problemin büyümesine neden olabilir.
Üç; ‘bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.' Öncelikle şunu bilmek gerekir; dövme fiilinin bizim zihin ve algı dünyamızda kazandığı anlam ile Kur'an'a muhatap olan kişilerin zihnindeki anlamı birbirinden farklıdır. Çünkü o dönemde kadınların dövülmesi ‘fiilî bir durum' dur ve Kur'an'ın yaptığı da o fiili durumu beyandan ibarettir. Hatta kadınlara İslamın tanıdığı haklar açısından baktığınızda onların erkekler tarafından kabulü devrim çapında büyük bir hadisedir. Bir başka tabirle aile yuvasını koruma adına üçüncü sırada zikredilen dövme ve ona sınırlama getirilmesi bugünün aksine dönemin kadınları tarafından hayretle ve Allah ve Rasulüne teşekkürler sunularak karşılanılan bir ikramdır adeta.
Fakat bu ayet bizim içinde yaşadığımız dünya şartları içinde kadının İslam tarafından ikinci sınıf varlık olarak algılandığı şeklinde yorumlara konu olmaktadır. Bu yorumlara gidilmesinde ayetin nazil olduğu ortamın bilinmemesi rol oynadığı gibi, Feminizm etkisinin İslam kadınında da az veya çok bir şekilde gözükmesi rol oynamaktadır. Buna ilaveten 15 asırlık İslam tarihinde Hz. Peygamberle başlayan kadınlara yönelik uygulamaların iyileştirilme sürecinin inkitaya uğramasının, günümüzdeki moda tabirle ifade edecek olursak ‘kadının eve hapsedilmesinin' etkisi de elbette ki çok büyüktür. Hz. Ömer ve oğlu Abdullah'a ait şu itiraflar bu tesbiti isbatlama sadedinde ne kadar manidardir. Hz. Ömer diyor ki: “İslam öncesinde biz erkekler kadınlara hiç değer vermezdik. Mamafih İslam geldi; Kur'an onlardan bahsetti. Gördük ki onların da bizler üzerinde hakki varmış 1.” İ. Ömer'in beyanı ise inkıtayı anlatıyor; “Biz Peygamber (sav) zamanında hakkımızda bir vahiy inmesinden korktuğumuz için kadınlara kelam etmekten, haklarını çiğnemekten ve onlara sert davranmaktan sakınırdık. Fakat Peygamber (sav) vefat edince biz de onlara karşı çok sözler söyler olduk ve onlara karşı kusurumuz arttı 2.”
(Devam edecek...)
1 Buhari, Libas,31; Tefsir,66,2.
2 Buhari, Nikah,81.
 
Aile İçi Şiddet ve Koca Dayağı

2

Genelde İslam bilginlerinin kanaati o ki ‘dövün' fiili önceki bölümde de ifade ettiğimiz gibi ‘fiili bir duruma', kadınlara tanınan haklar açısından bakıldığında tedrici iyileştirme sürecinin bir ayağına işaret etmektedir. Bir başka tabirle bir toplumun ‘dem ve damarlarına' işlemiş adetin değiştirilmesinde kullanılan ‘tedricilik' metodunun bir basamağıdır.
Ayeti böyle anlamaya iten bir başka sebep de Hz. Peygamberin (sav) beyan ve uygulamalarıdır. “ Sizin en hayırlınız, eşlerine karşı en iyi davrananlarınızdır 1." Ben içinizde eşlerine karşı en iyi davrananızım" demesi ve hayatı boyunca eşlerinden hiç birisine bir tek tokat bile vurmaması bunu göstermektedir. Allah Rasulü'nün eşlerine karşı gösterdiği en sert muamele onların insani hislerine bağlı olarak dünyalık nafaka istemeleri karşısında Efendimizin onları kendisi ile dünya malı arasında tercihte bulunmaya davetidir. Helallık-haramlık mevzuundan öte, Hz. Peygambere eş olma statüsüne ve şerefine kavuşmuş, sadece yaşadığı döneme değil, kıyamete kadar bütün müminlere hatta insanlığa örnek ve rehber olacak bu kişilerin söz konusu davranışı murad-ı nebeviye uygun düşmediği için Efendimiz eşlerinden ayrı bir yere (cumba) çekilmiş ve kimse ile görüşmemeye karar vermiştir. Cahiliyede ‘i'la' adı verilen uygulama bu münasebetle hukuki düzenlemeye de konu olmuştur. İşin fıkhi boyutu bir tarafa, Efendimiz bu süreç içinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer dahil kendisine gelen görüşme tekliflerinin hepsini önce reddetmis, belli bir müddet sonra kabul etmiştir. O hanenin kayınpederleri olan bu iki yar-ı guzin i'lanın cahiliyedeki anl¤¤¤¤¤ bağlı olarak kızlarının boşanacağından endişe ederek Efendimizi bu kararından vaz geçirmeye çalışmışlardır. Nihayet çok geçmeden İlahi vahy meseleyi çözmüş ve şöyle diyerek kararı annelerimize bırakmıştır; “ Ey Peygamber, eşlerine de ki: “Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzelce boşayayım! Yok, eğer Allah'ı, Resulünü ve âhiret mülkünü isterseniz, haberiniz olsun ki Allah sizin gibi iyi hanımlara büyük mükâfat hazırlamıştır.” (33/29-29)
Görüldüğü gibi Efendimizin alabildiğine medeni ilişkiler içinde, bir problemin çözümü adına eşlerinin irade ve tercihlerine saygı gösterip nihai kararı onlara bırakması, belki bundan çok daha küçük problemler karşısında karısını döven müslüman erkekler için hiç de iyi bir uygulama olmasa gerek!! İğneleyici ifadeler bir yana çok daha açık ve net ifade edecek olursak; eşini kendine göre haklı veya haksız nedenlerle döven hiçbir kimse Hz. Peygamberin (sav) şahsi uygulamalarında kendine delil bulamaz, bu davranışlarını O'nu örnek göstererek temellendiremez. Halbuki başta müslümanlar olmak üzere bütün insanlık için örnek, rehber ve model insandır. Söz, fiil ve takrirleriyle, ‘yaptı, söyledi ve kabul buyurdu' diyerek anlattığımız sünneti bizim tek rehberimizdir. Onun hayatında vücud bulmayan, varlık sahnesine çıkmayan, üstelik aksi istikamette onlarca tenbihatı olan bir mevzuda çok daha dikkatli olunması gerekir.
Bir başka önemli nokta; ayetten anladığımız kadarıyla dövmenin aile kurumunun istikrar içinde devamını sağlamaya yönelik bir tedbir olduğu gerçeğidir. Ayetin mücerred anlamı da, tefsiri adına ileri sürülen görüşler de zaten açıkca bunu göstermektedir. Bektaşi misali ayeti siyak ve sibak bütünlüğünden koparıp parçacı bir yaklaşımla ele alma Kur'an'ın ve sünnetin ruhuna terstir. Bu açıdan rahatlıkla denilebilir ki; bu amaca şu ya da bu sebeple hizmet etmeyen dövmeler ayete uymak değil, ayete rağmen hareket etmek demektir. Kaldı ki sıralamaya ve sınırlamaya riayet etme de günümüzde çözüm olmayabilir. Çünkü burada genel-geçer yaklaşımlar değil, spesifik, her devir ve her ferde yönelik ayrı hükümler ve yorumlar söz konusu edilmek zorundadır. Cahiliye döneminin aksine bugün beşerin kadın-erkek, karı-koca ilişkileri adına geldiği seviyede dövme bırakın birleşmeye, anlaşmaya vesilesi olmayı, ayrılmaya neden olan bir davranışsa, Kur'an'ın bu ayetten gözettiği sonucun elde edilmeyeceği kesindir.
Burada dönemin genel telakkileri, gelenek ve göreneği deyip “dövme yoktur, zaman o hükmü nesh etmiştir, ayet vucub ve delaleti ile kat'idir ama uygulama alanını kaybetmiştir; dolayısıyla hükmü askıdadır' türü beyanlarla bütün bütün kestirip atma doğru olmayabilir. Şöyle ki her bir insan ayrı bir alemdir. Eğitim ve öğrenim durumu, bayanın yaşamış olduğu cografya, o cografyaya özgü örf ve adetler, söz gelimi erkek egemen bir anlayışın hakim olduğu kültürlerde ayet belki de uygulama alanı bulabilir. Daha açık bir ifadeyle üniversite mezunu İstanbul'da yaşayan bir bayanla, Anadolu'nun en ücra köyünde yaşayan bayanın gerek genel kültür gerek eğitim ve öğretim seviyesi ve gerekse örf ve adet ortamındaki farklılığı, farklı hayat stil, standart ve davranış biçimlerini beraberinde getirir. Kaldı ki aynı şey milletler arasında da geçerlidir. Nitekim Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan kabilelerle, Avrupa'nın göbeğinde yaşayanlar arasındaki fark herkesin malumudur.
Bir başka açıdan; eğitim seviyesi ne olursa olsun ya da yaşamış olduğu kültür ortamı başkalarından ne kadar farklılık arz ederse etsin, ferd olarak her bir insanın şahsi onur ve gururu vardır. Dolayısıyla meseleye bir de bu açıdan bakılması şart ve elzemdir. Kocası tarafindan dövülmeyi şahsi onur ve gurur vesilesi yapıp, soluğu avukat bürosunda, mahkeme kapısında alacak çok kadın vardır günümüzde. Öyleyse mücerred ‘dövme' değil, onun ‘nüşuz'dan endişe edilip itaat çizgisine getirilecek bayanın fitri özellikleri de ayrıca gözetilmesi gerekmektedir.
Son olarak ‘dövme'nin bir sınırı olmak zorundadır. Semra Hanım örneğinde olduğu gibi “Vur Abalıya” mantığı ile yapılacak, ‘hınç' almanın, ‘güç denemesi' yapıp yüz karartmanın, göz morartmanın hüküm ferma olduğu bir dövmenin hiçbir İslami temeli olmadığı gibi, o dünyevi ve uhrevi cezayı da muciptir. Efendimiz (sav) ‘darben gayre müberrih; şiddetli olmayan, hafifçe' ve “yüzüne vurmaman 2” sözleri ile bu kabil bir dövmenin sınırını kendisi çizmekte ve insanların irade kullanacağı bir boşluk bırakmamaktadır. Zira sınırı aşan dövmelerin -falaka demek daha uygun- maksadın aksine hizmet edecegi izahtan varestedir.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımiz aile reisinin yürütmekle sorumlusu olduğu gemisinin sular altına gömülmesini, sert kayalara çarpıp karaya oturmasını engellemek için önceden almak zorunda olduğu tedbirlerin ikinci kısmıdır. Bir de bunun ilk kısmı var ki o İslami terbiyedir. Kadın ve erkek evlilik öncesi hayatta aile, okul ve çevreden alacakları eğitim ve öğretim ile zaten bu noktaya kadar hiç gelmeyeceklerdir. Gelmemeleri gerekir, gelmemeleri ümid edilir demek herhalde daha uygun olur. Sadece aile içi değil hayatın tümünü kuşatan insani ilişkiler sözünü ettiğimiz terbiyenin verilmesi ile zaten yerli yerine oturur. Orada günümüzün tam tersine mutluluk esas, problemler talidir. Halbuki bugün bırakın terbiyeyi, onun verileceği dini, içtimai, ahlaki, kültürel şartların olmayışı süreci tersine çeviriyor ve problemler esas, mutluluklar tali oluyor. Bundan dolayı aile ahengi açısından hadiseler değerlendirilirken meseleye bu zaviyeden de bakıp hem çiftlere haksızlık yapılmamalı hem de süreklilik isteyen çözüm önerilerinde arka plan şartlarının uygunsuzluğu nazara alınmalıdır.
Hasılı; bu noktaya 'koca karısını dövme yetkisini nereden alıyor?' sorusunu sorarak gelmiştik. Gerek genel telakkiler, gerekse Semra Hanımın kocasının 'hoca' olması ve tabii ki ilgi alanımız itibariyle meseleye dini açıdan bakıp neticede böyle bir yetkinin var olup olmadığını göstermeye çalıştık.
Görülen o ki bir zihniyet problemi ile karşı karşıyayız. Şiddet üreten bir yapımız var. Küçükten büyüğe hepimizi esir alan çizgi filmlerden Hollywood filmlerine, romanlardan karikatürlere varıncaya kadar etrafımızdaki hemen her şeyin şiddet zihniyetine destek verdiğini söylemek abartı olmasa gerek. Öyleyse hadiseyi sadece dini boyutu ile ele alıp ‘şamar oğlanı' aramayalım. Gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmayalım. El ele verip bugünümüzü ve geleceğimizi karartan böylesi külli bir problemi hall u fasletmek için her türlü çabaya destek verelim.
Pekala Semra Hanım ne yapacak; dış dünyada müslümanlık adına halka ahkam kesen ama evde eşi ve çocuğuna karşı terör estiren kocasını bu işten nasıl vazgeçirecek? Tavsiyem o ki; Semra Hanım kocasının ilmine ve yaşayışına saygı duyduğu bir din alimine meseleyi anlatmalı ve kocasını öncelikle onunla görüştürmeye çalışmalı. Ayet ve hadislerin yanlış anlama ve yorumlamalara konu edildiğinin kabulu, inanıyorum ki kocasını yaptıklarından vaz geçirecektir. Dinin yaptırım gücü için bu alabildiğine basit bir şeydir.

1 İbn Mace, Nikah, 50.
2 Ebu Davud,Nikah,42.
 
Erkek eşine neden şiddet uygular?..


“Erkeğin kadınını dövmesi, güçlü olduğunu değil, güçsüz olduğunun göstergesidir.”
Çünkü, güçlü ve kendinden emin beyefendiler, tüm işlerinde olduğu gibi, kadınıyla da konuşarak anlaşırlar. Kuran iffetsiz kadınlar içindahi, önce konuşmalarını, daha sonra başka yöntemlere başvurmalarını ve bunlar da yetmeyince, “hafifçe” vurmalarını söyler. Pişman olup dönüş yaparlarsa, geçmişi unutup affetmelerini emreder. ”Nüşunuzdan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe)vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. ” (Nisa Suresi.34)

Oysa günümüzdeki dayak olaylarına baktığımızda, kadını dövmek için türlü bahaneler aradıklarını görmekteyiz.. Kendi iç dünyalarındaki yaşadıkları fırtınaları, iş hayatında yaşadığı olumsuzlukları, trafikte yaşadığı stresi, hatta çok acıktığında yemeğin biraz gecikmesi, tuzunun eksik olması dahi, kadını dövmek için yeterli bahanelerdir. Bu dayaklar da “hafifçe” değil de, neredeyse falakaya çekip kafa göz kırmaktır…

Bu durum sadece ülkemize has bir olay değildir. Dünyanın bir çok ülkesinde kadınlar dayak yemektedirler. Gelişmiş ülkelerde çok az olmasına rağmen, gelişmekte olan ülkelerde ve ülkemizde dayak, hat safhadadır… Zengin-fakir, eğitimli-eğitimsiz her kesimde dayak olayına rastlayabilirsiniz. Hatta istatistiklere göre, kırsal ve eğitimsiz kesimlerden çok, kentli ve eğitimli beylerin kadınlarını daha çok dövdüğü görülmüştür. Çünkü kadınlarda eğitim yükseldikçe, doğal olarak haklarını aramaya başlamaktadırlar. Özellikle ekonomik özgürlükleri olan hanımlarımız eşlerine bazı haklarını hatırlattıklarında, nedense bazı eğitimli beyefendiler bu özel hakları reddederek, eşlerini dövmektedirler. Hatta sadece dayak değil, hakaret dolu sözler, aşağılayıcı davranışlar, toplum karşısında küçümsemeler, evde yapılan baskılar gibi yüzlercesi sıralanabilir.

Tarih boyunca “kadını aşağılamak, küçümsemek, yaşadığı tüm olumsuzluklarda, hatta dışarıda amirinin-patronunun yanında sus-pus olup ta, evini ve kocasını bekleyen, suçsuz ve masum eşinden hırsını almak,ezmek, baskı yapmak” bazı hasta ve kendini eksik gören erkeklerin en büyük ortak noktaları olmuştur.

Dayak olayını sadece kadınlarda görmemekteyiz. Hatta dayağı yiyen kadın da, çocuklarını döverek kendileri de dayak atmaktadırlar. Dolayısıyla kadınlar farkında olmadan, dayakçı bir nesil yetiştirmektedirler. Bu duruma eğiticileri ve diğerlerini de ilave edebiliriz. Basında çok sık duyduğumuz “dayakçı öğretmenler,” dili olmayan hayvanları döverek işkence yapanlar.
Hatta trafikte el frenini çekip de, şehrinorta yerinde meydan dayağı çekenler bile vardır. Anlayacağınız insanların çoğu, Allah’ın tüm canlıların içinde, insanlara verdiği konuşma mucizesi yerine, nefislerine uyarak kaba kuvvet kullanmayı tercih etmektedirler…


Dayak cennet’ten çıkmamıştır

İslam’da hadisler, en çok kadınlara yönelik yazılmıştır. Bu yazıları da nedense, hep erkekler yazmıştır. Tarih boyunca Müslümanlar dayak olayını, İslam’ın emri sanmışlardır. Oysa Kuran bu konuya açık ve net bir şekilde açıklık getirmesine rağmen, nefsi olan insanların yazdığı bazı hadisler, kadının dayak yemesini ve ezilmesini, sanki Allah’ın emriymiş gibi İslam’da kadına lanse edilmiştir... Bunlardan bazıları şöyledir:
“Kadının en makbulü koyun cinsidir, Dayak cennet’ten çıkmıştır, Cennet kocalarınızın ayağının altındadır, Kadının dini ve aklı yarımdır, Namaz kılan birinin önünden eşek, kara kufuryok ve kadın geçerse namazı bozulur, Evlilik, kadın için bir çeşit köleliktir, Cehennem halkı bana gösterildi; çoğunluğu kadındı.” Bu hadisleri İslam’ın kuralları sanan zavallı kadınlar da, tarih boyunca kocalarının yaptığı haksız hakaretlere, koyun misali boyun eğmişlerdir...


Halk arasında kadını küçümseyen sıfatlar

"Eti benim kemiği senin, Eksik etek, Kadının sırtından dayağı eksik etmeyeceksin, Vurduğun yerde gül biter, Kızını dövmeyen dizini döver, Kadının saçı uzun aklı kısadır” gibi ifadeler kadına yakıştırılmıştır. Fakat her nedense kadınlarımız da, bu yakıştırmalara çok azı dışında tepkisiz kalıp, sanki kabul etmiş imajı vermişlerdir. Diğer İslam ülkelerinde olmayan kadın haklarını, Atatürk Türk kadınına, “seçme-seçilme” hakkını vererek onurlandırmış ve kadını hak ettiği yere koymuştur. Fakat kadınlarımız bu hakka sahip çıkamayıp, meclisteki yerini bulamamıştır. Dolayısıyla tüm kadın haklarıyla ilgili kanunların çıkmasını da, erkeklerin ellerine bırakmışlardır.

“Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde 'sorumlu gözeticidir…”(Nisa Suresi.34)'
Oysa Kuran kadın erkek ayırmaksızın eşit muamele yapmıştır. Erkek üstünlüğünü sadece vücut ve kas bakımından olduğunu belitmiş ve bundan dolayı kadını korumasını ve gözetmesini istemiştir. Diğer taraftan üstünlüğün sadece takvayla olduğunu söylemiştir.
”…Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız takvaca en ileride olanınızdır.”(Hucurat Suresi.13)


Dayağın küçüğü büyüğü olmaz

Eşler arasında sevgi, saygıyla beraber oluşur. Saygıyı bitiren tek olay,“atılan tek bir tokattır.” Ruh sağlığı yerinde olan bir koca, eşine tokat atmaya yeltenecek kadar kendinde bu cesareti bulduysa, artık o evlilikte saygı bitmiştir. En azından kocanın kadınına karşı olan saygısı azalmıştır. Çünkü, insan psikolojik olarak kendinden üstün, güçlü ve saygı duyduğu insana karşı el kaldıramaz, hatta bu davranışı düşünmesi bile söz konusu olamaz. Bu hangi kesimden olursa olsun durum böyledir. Diğer taraftan sebepsizce kadınına el kaldıran hasta ruhlu erkekleri ise, burada anlatamayacağım. Çünkü onlar artık Psikiyatri vakadırlar.


Dayakçı erkekleri bekleyen son

Erkekler kadınlarına yıllarca yaptığı hakaretler ve dayaklar sonucu, farkında olmadan kendi düşmanlarını, kendileri yetiştirmiştir. Kadın bir ömür boyu mecbur bırakılarak sabrettiğinden, için-için kocasına karşı kin beslemiştir. Yaşlılık kapıya dayandığında, eli kolu kalkmaz duruma gelen erkeğin, uzun uğraşlarla yetiştirdiği düşmanının eline, kendi eleriyle düşmüştür. Sonuç olarak hem kendi dünyasını, hem de eşinin dünyasını karanlığa çevirmiştir.



Nuran Yelkenci
 
Geri
Top