Sadece bizim ve yine sadece bugünün problemi değil diye söze başladım Semra Hanımı teskin etmeye. Kocasından yediği dayaktan dolayı yüzü şişmis, gözü morarmış ve adeta kendinden geçmiş akli ve zihni melekeleri çalışmaz bir halde gelmişti karşıma. 5 yıllık evliliklerinde onlarca defa tekrarlanan ve her defasından son deyip barışma ile son bulan ama bir türlü de sonu gelmeyen bir süreçmiş bu anlattığına göre. Çocuğunu babasız bırakmamak, etrafa kötü örnek olmamak için de şu ana kadar boşanmayı aklından bile geçirmemiş. Çünkü hem kendisi hem de eşi tanınmış bir aileye mensup ve gönüllü olarak katıldıkları bir organizasyonda ön sıralarda yer alıyorlarmış. Hele kocasının mesleği itibariyle dini sohbetlerle halkın karşısına çıkması boşanma düşüncesini engelleyen bir başka faktörmüş Semra Hanım açısından. Kaldı ki Semra Hanımın anlamakta, kavramakta zorlandığı şey de “hoca' kimliğine sahip, dışarıda herkese gül dağıtan kocasının evde yırtıcı, parcalayıcı bir aslan kesilmesi imiş.
Konu anlaşıldı; aile içi şiddet. Özellikle kocanın karısını dövme şeklinde tezahür eden bu şiddet başta da ifade etmeye çalıştığım gibi sadece bizim ve bugünün problemi değil. Batı dünyasında da aile içi şiddet oldukça yüksek oranda görülen bir uygulama. Dünya Sağlık Örgütünün 7 yıl süren çalışması sonucunda yayınladığı rapor, her 6 kadından birinin aile içi şiddete maruz kaldığını söylüyor söz gelimi. Yine istatistiklerin verdiği bilgilerde Batı'da İslam ülkelerine nisbetle aile içi şiddet oranı daha fazla. Bu da meselenin sadece dini boyutu olduğunu veya problemin İslamla izahını yapılmasının imkansızlığı adına elimizde bir veridir. Bunu şunun için diyorum; genelde bu türlü meseleler hemen dinle, dindarlıkla irtibatlandırılır ve gerek izah gerekse çözüm hep o istikamette aranır. Halbuki bugün bizim ülkemizde hiç de dindar olmayan cevrelerde de aile içi şiddet büyük ölçüde görünmektedir.
Bu köşenin takipçilerinin bildiği gibi ilgi alanımız din olduğu ve sorunlara hep bu açıdan yaklaştığımız için bu konuya da dini perspektiften bakmayı deneyeceğim. Önce şu soruya cevap arayalım, müslüman bir erkek karısını dövme yetkisini nereden almaktadır? Kur'an'ın bu konuda -velev ki koca haklı bile olsa- emri ya da tavsiyesi var mıdır? Cevap net; evet ve hayır. Evet; çünkü Nisa suresi 34. ayette şarta ta'lik edilmiş ve farklı yorumlamalara konu olan bir ‘dövme' fiilinden söz edebilebilir. Hayır; çünkü bu ayete rağmen yaşayan Kur'an Hz. Peygamberin sair beyan ve uygulamaları dövmeyi amir değil.
Bahsi geçen ayette Allah (cc) şöyle buyuruyor; “…Dikbaşlılığından endişe ettiğiniz kadınlara gelince: Onlara evvela öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün. Şayet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın. Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır.” (Nisa, 4/34)
Ayetin sadece konumuzla ilgili bölümü adına bazı nirengi noktaları belirtmeye geçmeden önce bir hususun ısrarla vurgulanması gerekir. Zira bu husus söz konusu dövme hadisesini bütün boyutları ile anlama ve kavramanın temelini oluşturacaktır. Vurgulanması gerektiğini düşündüğümüz bu konu İslamın aile kurumuna verdiği önemdir. Gerek karı-koca, gerek anne-baba ve çocuk ve gerekse akrabalar arası (sıla-i rahim) münasebetler adına getirilen emirler, yasaklar, bunlara bağlı verilen hükümler, tarihi tatbikatların hepsi bu öneme işaret etmektedir. Çünkü aile toplumun temel taşıdır. Dolayısıyla temel taşları sağlam olmayan toplumun kalıcı ve sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
Burada vurgulanması gereken bir başka nokta kadına verilen haklardır. Özellikle cahiliye dönemi ile mukayese edildiğinde İslamın gerek cins olarak gerekse taşıdığı vasıflar itibariyle yani anne, nine, karı, teyze, hala, kızkardeş olarak kadına tanıdığı dini, siyasi, hukuki, iktisadi haklar çok ayrıcalıklı bir yer işgal etmektedir. Fakat takdir edileceği gibi hakkın olduğu her yerde ve işte ödevler de vardır. Onun için tanınan onca hak beraberinde bir çok da ödevi sorumluluk bağlamında kadına yüklemiştir.
Üçüncü husus; evlilik kurumunun belli bir düzen, nizam ve sistem içinde yürümesinin gerekliliğidir. Nitekim sözünü ettiğimiz hak ve vazifeler bu temanın gözetildiği bir çizgide belirlenmiştir. Buna göre aile kurumunda velev ki karı kocadan müteşekkil iki kişi de olsa bir yöneticinin gerekliliği tartışılmaz. Kur'an bu yöneticilik, gözeticilik, hakimiyet vazifesini “Erkekler kadınlar üzerine yöneticidir' beyanıyla erkeklere veriyor. Bir başka yazının konusu olan bu görevin erkeklere verilmesinin nedeni/nedenleri bir tarafa, bu yönetici veya ‘sorumlu gözetici' aile kurumunun istikrar içinde devamını sağlayacak önlemleri almak zorundadır.
İşte ayet baslangıçta buna işaretle sorumlu yönetici olan erkeklerin sürekli tetikte olmasını işaret ederek buyuruyor ki; ‘eğer kadınlarınızın dikbaşlılığından endişe ederseniz.' Demek ki dikbaşlılığın gerçekleşmesinin çok öncesinde, buna ait emarelerin sezildiği zamanda alınacak önlemler, uygulanacak kurallardan bahs edecek Kur'an. Öyleyse yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu aslında aile yönetiminde bulunan erkeklere yapılan bir erken uyarıdır. Yapılması gerekli olan şey bu vazifeyi tahammül edenlerin sürüsünü güden, tehlikelerden onu koruyan çoban misali dikkatli, uyanık ve tetikte olması ve olaylara tekaddüm etmesidir. “Ba'de harabi'l Basra' değil ‘Kable harabi'l Basra” misali gözlemleri ile hastalığı erken teşhis edip müdahalede bulunmasıdır.
Nedir müdahale metodları?
Bir; ‘Onlara evvela öğüt verin' fehvasınca nasihatte bulunmaktır. Burada ögüt vermeyi vaizlerin ya da büyüklerin yaptığı misüllü nasihat etmek şeklinde anlamak meseleyi daraltmak anlamını taşır. ‘Ögüt verin' en geniş anlamıyla gerek karı-koca gerek aile bireyleri arasındaki münasebetlerin ele alındığı eğitimdir. Yoksa sadece kocanın karısını karşısına alıp amirane ve hakimane eda ile yaptığı nasihatlar değildir. Elbette bunların da yeri vardır; ama özellikle karı-koca ilişkilerinin sorunlu oldugu dönemde bu türden yapılacak nasihatların ne kadar mesmu olacağı tahmin edilebilir. Onun için bu ögüt emrini her devre ve o devrin şartlarına göre değişik mahiyet kazanacak aile eğitimi şeklinde anlamak Kur'an'ın evrensel ruhuna daha uygundur.
İki; eğitimin kar etmediği, fayda sağlamadığı yerlerde ‘vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın'a sıra gelir. Yalnız hemen ifade edelim, bu ikinci adım birinci adımın fayda sağlamaması durumunda geçerlidir; çünkü Kur'an ‘vazgeçmezlerse' kaydı ile bunu vurgulamaktadır. Yatakta yalnız bırakma, kadının eşine karşı bir koz gibi kullandığı/kullanma ihtimali bulunan cinselliğine prim vermeme demektir. Böylesi bir pozisyonda cinsel isteklerine kemend vurup iradesinin hakkını veren erkekler, eşlerinin en büyük silahını ellerinden almış olurlar. Böylece nefislerine rağmen fedakarlık yaparak katlandıkları cinselliğe prim vermemeleri ile ailelerini kazanmış olurlar. Çünkü bu tedbir sonucu bir çok kadının geçimsizliğe sebep olan düşünce ve hareketlerden vazgeçtiği vaki ve variddir.
Fakat burada önemli bir detayın altının çizilmesi gerekir; kadınları yatakta yalnız bırakma yatak değiştirip başka bir odada ve evde yatmak değildir. Bir anlamda boykot denilebilecek bu tedbir yatak odasının dışına çıkmamalı, hele çocukların bu boykota muttali olmamaları gerekmektedir. Aksi halde bu uygulama maksadın aksine hizmet eder, kadının onur ve gurunu rencide edip problemin büyümesine neden olabilir.
Üç; ‘bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.' Öncelikle şunu bilmek gerekir; dövme fiilinin bizim zihin ve algı dünyamızda kazandığı anlam ile Kur'an'a muhatap olan kişilerin zihnindeki anlamı birbirinden farklıdır. Çünkü o dönemde kadınların dövülmesi ‘fiilî bir durum' dur ve Kur'an'ın yaptığı da o fiili durumu beyandan ibarettir. Hatta kadınlara İslamın tanıdığı haklar açısından baktığınızda onların erkekler tarafından kabulü devrim çapında büyük bir hadisedir. Bir başka tabirle aile yuvasını koruma adına üçüncü sırada zikredilen dövme ve ona sınırlama getirilmesi bugünün aksine dönemin kadınları tarafından hayretle ve Allah ve Rasulüne teşekkürler sunularak karşılanılan bir ikramdır adeta.
Fakat bu ayet bizim içinde yaşadığımız dünya şartları içinde kadının İslam tarafından ikinci sınıf varlık olarak algılandığı şeklinde yorumlara konu olmaktadır. Bu yorumlara gidilmesinde ayetin nazil olduğu ortamın bilinmemesi rol oynadığı gibi, Feminizm etkisinin İslam kadınında da az veya çok bir şekilde gözükmesi rol oynamaktadır. Buna ilaveten 15 asırlık İslam tarihinde Hz. Peygamberle başlayan kadınlara yönelik uygulamaların iyileştirilme sürecinin inkitaya uğramasının, günümüzdeki moda tabirle ifade edecek olursak ‘kadının eve hapsedilmesinin' etkisi de elbette ki çok büyüktür. Hz. Ömer ve oğlu Abdullah'a ait şu itiraflar bu tesbiti isbatlama sadedinde ne kadar manidardir. Hz. Ömer diyor ki: “İslam öncesinde biz erkekler kadınlara hiç değer vermezdik. Mamafih İslam geldi; Kur'an onlardan bahsetti. Gördük ki onların da bizler üzerinde hakki varmış 1.” İ. Ömer'in beyanı ise inkıtayı anlatıyor; “Biz Peygamber (sav) zamanında hakkımızda bir vahiy inmesinden korktuğumuz için kadınlara kelam etmekten, haklarını çiğnemekten ve onlara sert davranmaktan sakınırdık. Fakat Peygamber (sav) vefat edince biz de onlara karşı çok sözler söyler olduk ve onlara karşı kusurumuz arttı 2.”
(Devam edecek...)
1 Buhari, Libas,31; Tefsir,66,2.
2 Buhari, Nikah,81.
Konu anlaşıldı; aile içi şiddet. Özellikle kocanın karısını dövme şeklinde tezahür eden bu şiddet başta da ifade etmeye çalıştığım gibi sadece bizim ve bugünün problemi değil. Batı dünyasında da aile içi şiddet oldukça yüksek oranda görülen bir uygulama. Dünya Sağlık Örgütünün 7 yıl süren çalışması sonucunda yayınladığı rapor, her 6 kadından birinin aile içi şiddete maruz kaldığını söylüyor söz gelimi. Yine istatistiklerin verdiği bilgilerde Batı'da İslam ülkelerine nisbetle aile içi şiddet oranı daha fazla. Bu da meselenin sadece dini boyutu olduğunu veya problemin İslamla izahını yapılmasının imkansızlığı adına elimizde bir veridir. Bunu şunun için diyorum; genelde bu türlü meseleler hemen dinle, dindarlıkla irtibatlandırılır ve gerek izah gerekse çözüm hep o istikamette aranır. Halbuki bugün bizim ülkemizde hiç de dindar olmayan cevrelerde de aile içi şiddet büyük ölçüde görünmektedir.
Bu köşenin takipçilerinin bildiği gibi ilgi alanımız din olduğu ve sorunlara hep bu açıdan yaklaştığımız için bu konuya da dini perspektiften bakmayı deneyeceğim. Önce şu soruya cevap arayalım, müslüman bir erkek karısını dövme yetkisini nereden almaktadır? Kur'an'ın bu konuda -velev ki koca haklı bile olsa- emri ya da tavsiyesi var mıdır? Cevap net; evet ve hayır. Evet; çünkü Nisa suresi 34. ayette şarta ta'lik edilmiş ve farklı yorumlamalara konu olan bir ‘dövme' fiilinden söz edebilebilir. Hayır; çünkü bu ayete rağmen yaşayan Kur'an Hz. Peygamberin sair beyan ve uygulamaları dövmeyi amir değil.
Bahsi geçen ayette Allah (cc) şöyle buyuruyor; “…Dikbaşlılığından endişe ettiğiniz kadınlara gelince: Onlara evvela öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün. Şayet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın. Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır.” (Nisa, 4/34)
Ayetin sadece konumuzla ilgili bölümü adına bazı nirengi noktaları belirtmeye geçmeden önce bir hususun ısrarla vurgulanması gerekir. Zira bu husus söz konusu dövme hadisesini bütün boyutları ile anlama ve kavramanın temelini oluşturacaktır. Vurgulanması gerektiğini düşündüğümüz bu konu İslamın aile kurumuna verdiği önemdir. Gerek karı-koca, gerek anne-baba ve çocuk ve gerekse akrabalar arası (sıla-i rahim) münasebetler adına getirilen emirler, yasaklar, bunlara bağlı verilen hükümler, tarihi tatbikatların hepsi bu öneme işaret etmektedir. Çünkü aile toplumun temel taşıdır. Dolayısıyla temel taşları sağlam olmayan toplumun kalıcı ve sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
Burada vurgulanması gereken bir başka nokta kadına verilen haklardır. Özellikle cahiliye dönemi ile mukayese edildiğinde İslamın gerek cins olarak gerekse taşıdığı vasıflar itibariyle yani anne, nine, karı, teyze, hala, kızkardeş olarak kadına tanıdığı dini, siyasi, hukuki, iktisadi haklar çok ayrıcalıklı bir yer işgal etmektedir. Fakat takdir edileceği gibi hakkın olduğu her yerde ve işte ödevler de vardır. Onun için tanınan onca hak beraberinde bir çok da ödevi sorumluluk bağlamında kadına yüklemiştir.
Üçüncü husus; evlilik kurumunun belli bir düzen, nizam ve sistem içinde yürümesinin gerekliliğidir. Nitekim sözünü ettiğimiz hak ve vazifeler bu temanın gözetildiği bir çizgide belirlenmiştir. Buna göre aile kurumunda velev ki karı kocadan müteşekkil iki kişi de olsa bir yöneticinin gerekliliği tartışılmaz. Kur'an bu yöneticilik, gözeticilik, hakimiyet vazifesini “Erkekler kadınlar üzerine yöneticidir' beyanıyla erkeklere veriyor. Bir başka yazının konusu olan bu görevin erkeklere verilmesinin nedeni/nedenleri bir tarafa, bu yönetici veya ‘sorumlu gözetici' aile kurumunun istikrar içinde devamını sağlayacak önlemleri almak zorundadır.
İşte ayet baslangıçta buna işaretle sorumlu yönetici olan erkeklerin sürekli tetikte olmasını işaret ederek buyuruyor ki; ‘eğer kadınlarınızın dikbaşlılığından endişe ederseniz.' Demek ki dikbaşlılığın gerçekleşmesinin çok öncesinde, buna ait emarelerin sezildiği zamanda alınacak önlemler, uygulanacak kurallardan bahs edecek Kur'an. Öyleyse yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu aslında aile yönetiminde bulunan erkeklere yapılan bir erken uyarıdır. Yapılması gerekli olan şey bu vazifeyi tahammül edenlerin sürüsünü güden, tehlikelerden onu koruyan çoban misali dikkatli, uyanık ve tetikte olması ve olaylara tekaddüm etmesidir. “Ba'de harabi'l Basra' değil ‘Kable harabi'l Basra” misali gözlemleri ile hastalığı erken teşhis edip müdahalede bulunmasıdır.
Nedir müdahale metodları?
Bir; ‘Onlara evvela öğüt verin' fehvasınca nasihatte bulunmaktır. Burada ögüt vermeyi vaizlerin ya da büyüklerin yaptığı misüllü nasihat etmek şeklinde anlamak meseleyi daraltmak anlamını taşır. ‘Ögüt verin' en geniş anlamıyla gerek karı-koca gerek aile bireyleri arasındaki münasebetlerin ele alındığı eğitimdir. Yoksa sadece kocanın karısını karşısına alıp amirane ve hakimane eda ile yaptığı nasihatlar değildir. Elbette bunların da yeri vardır; ama özellikle karı-koca ilişkilerinin sorunlu oldugu dönemde bu türden yapılacak nasihatların ne kadar mesmu olacağı tahmin edilebilir. Onun için bu ögüt emrini her devre ve o devrin şartlarına göre değişik mahiyet kazanacak aile eğitimi şeklinde anlamak Kur'an'ın evrensel ruhuna daha uygundur.
İki; eğitimin kar etmediği, fayda sağlamadığı yerlerde ‘vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın'a sıra gelir. Yalnız hemen ifade edelim, bu ikinci adım birinci adımın fayda sağlamaması durumunda geçerlidir; çünkü Kur'an ‘vazgeçmezlerse' kaydı ile bunu vurgulamaktadır. Yatakta yalnız bırakma, kadının eşine karşı bir koz gibi kullandığı/kullanma ihtimali bulunan cinselliğine prim vermeme demektir. Böylesi bir pozisyonda cinsel isteklerine kemend vurup iradesinin hakkını veren erkekler, eşlerinin en büyük silahını ellerinden almış olurlar. Böylece nefislerine rağmen fedakarlık yaparak katlandıkları cinselliğe prim vermemeleri ile ailelerini kazanmış olurlar. Çünkü bu tedbir sonucu bir çok kadının geçimsizliğe sebep olan düşünce ve hareketlerden vazgeçtiği vaki ve variddir.
Fakat burada önemli bir detayın altının çizilmesi gerekir; kadınları yatakta yalnız bırakma yatak değiştirip başka bir odada ve evde yatmak değildir. Bir anlamda boykot denilebilecek bu tedbir yatak odasının dışına çıkmamalı, hele çocukların bu boykota muttali olmamaları gerekmektedir. Aksi halde bu uygulama maksadın aksine hizmet eder, kadının onur ve gurunu rencide edip problemin büyümesine neden olabilir.
Üç; ‘bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.' Öncelikle şunu bilmek gerekir; dövme fiilinin bizim zihin ve algı dünyamızda kazandığı anlam ile Kur'an'a muhatap olan kişilerin zihnindeki anlamı birbirinden farklıdır. Çünkü o dönemde kadınların dövülmesi ‘fiilî bir durum' dur ve Kur'an'ın yaptığı da o fiili durumu beyandan ibarettir. Hatta kadınlara İslamın tanıdığı haklar açısından baktığınızda onların erkekler tarafından kabulü devrim çapında büyük bir hadisedir. Bir başka tabirle aile yuvasını koruma adına üçüncü sırada zikredilen dövme ve ona sınırlama getirilmesi bugünün aksine dönemin kadınları tarafından hayretle ve Allah ve Rasulüne teşekkürler sunularak karşılanılan bir ikramdır adeta.
Fakat bu ayet bizim içinde yaşadığımız dünya şartları içinde kadının İslam tarafından ikinci sınıf varlık olarak algılandığı şeklinde yorumlara konu olmaktadır. Bu yorumlara gidilmesinde ayetin nazil olduğu ortamın bilinmemesi rol oynadığı gibi, Feminizm etkisinin İslam kadınında da az veya çok bir şekilde gözükmesi rol oynamaktadır. Buna ilaveten 15 asırlık İslam tarihinde Hz. Peygamberle başlayan kadınlara yönelik uygulamaların iyileştirilme sürecinin inkitaya uğramasının, günümüzdeki moda tabirle ifade edecek olursak ‘kadının eve hapsedilmesinin' etkisi de elbette ki çok büyüktür. Hz. Ömer ve oğlu Abdullah'a ait şu itiraflar bu tesbiti isbatlama sadedinde ne kadar manidardir. Hz. Ömer diyor ki: “İslam öncesinde biz erkekler kadınlara hiç değer vermezdik. Mamafih İslam geldi; Kur'an onlardan bahsetti. Gördük ki onların da bizler üzerinde hakki varmış 1.” İ. Ömer'in beyanı ise inkıtayı anlatıyor; “Biz Peygamber (sav) zamanında hakkımızda bir vahiy inmesinden korktuğumuz için kadınlara kelam etmekten, haklarını çiğnemekten ve onlara sert davranmaktan sakınırdık. Fakat Peygamber (sav) vefat edince biz de onlara karşı çok sözler söyler olduk ve onlara karşı kusurumuz arttı 2.”
(Devam edecek...)
1 Buhari, Libas,31; Tefsir,66,2.
2 Buhari, Nikah,81.