Ankaranın Başkent Olmasındaki Nedenler
Ankara’nın başkent oluşunu etkileyen nedenler hep aynı yerde buluşmuşlar ve Ankara yönünde bir kuvvet bileşkesi oluşturmuşlardır.
Bunları dört ana grupta toplayabiliriz.
1. Ankara’nın jeopolitik, stratejik ve coğrafi konumu,
2. Ankara ve çevre halkının Heyet-i Temsiliye’ye gösterdiği sıcak ve kabul ve Milli Mücadele’ye verdiği olağanüstü destek.
3. Ankara’da oluşan Kuva-yı Milliye ruhu.
4. İstanbul’un siyasal ve toplumsal çevresine karşı duyulan güvensizlik.
I. ANKARA’NIN JEOPOLİTİK, STRATEJİK VE COĞRAFİ KONUMU
İmparatorluk başkenti olarak İstanbul’un konumu ilk defa 1877 - 78 Harbi sonunda birdenbire ve kendiliğinden gündeme gelmiştir.Düşman İstanbul’un yakınma kadar gelmiştir. İstanbul âdeta bir serhat şehri olmuştur. Savaş sırasında başkentin İstanbul’dan Anadolu’ya taşınmasının konuşulduğu söyleniyor. Ben herhangi bir kaynak bulamadım. Ama bu tartışmanın o zaman yapılması doğaldır. Bu konuda ilk defa yazılı ve açık olarak düşüncesini açıklayan Osmanlı ordusunda görev yapan bir Alman mareşali olan Von der Goltz Paşa’dır.
Goltz Paşa, Rumeli’de kaybedilen topraklar nedeniyle imparatorluğun jeopolitik yapısında ve uygulayacağı askerlik stratejisindeki değişikliği bir asker olarak değerlendiriyordu ve İstanbul’un savunulmazlığını söylüyordu. İmparatorluğun milli bir devlete dönüşebileceğini düşünmeyen Goltz Paşa geleceğin bir Türk - Arap imparatorluğu için başkent olarak Halep’i, Şam’ı düşünüyordu.
Goltz Paşa’nın ilginç bir yorumu daha var. “Osmanlı İmparatorluğu’nda köklü reformlar yapabilmek için başkentin Konya, Kayseri ve daha da geriye taşınması gereklidir” diyor.
Balkan Harbi sırasında İkdam Gazetesi yazarı Ahmet Ferit Bey ise; “Millet ve memleketin selâmeti için başkentin vatanın merkezine ve milletin kalbine kurulması gerekir” diyordu.
Ahmet Ferit Bey, imparatorluğun dağılmasından sonra milli devletimizin başkentinin Hopa, Kerkük, İstanbul, Rodos arasındaki dikdörtgenin merkezinde kurulmasını öneriyordu. Kayseri’nin yakınında yeni bir başkent teklif ediyordu. Kendisine Jul Vern gibi hayalperest diyenler oldu.
O tarihlerde Ankara; Çorum, Yozgat, Kayseri ve Kırşehir mutasarrıflıklarını içine alan bir vilâyetti. Ahmet Ferit Bey, Misak-ı Milli ve başkent hakkında âdeta kehanette bulunmuştur.
Askerlik yönünden İstanbul’un savunmasının imkânsızlığı yanında ülkenin tam ortasındaki Ankara insana güven veriyordu.
Atatürk bu konuda İstanbul’un durumunu şöyle açıklıyor: “Bir geminin topunun telaşına düşecek yerde hükümet merkezi olamaz.”
İngiliz Avam Kamarası’nda bir tartışma Türkiye’nin başkenti konusunda eski bir başbakanın sorusuna Başbakan şöyle cevap veriyor:
“Haşmetli kral hazretlerinin zırhlılarının hedefi olabilecek bir hükümet görmek, Toros dağlarının öbür tarafına çekilmiş bir hükümet görmekten yeğdir.”
- Ankara nereden bakarsak bakalım Türkiye’nin tam ortasına düşmektedir.
- Demiryolu Batı Anadolu’dan ve İstanbul’dan Ankara’ya kadar geliyordu.
- Ankara geniş bir interlandı olan kendini ve çevresini doyurabilen bir eyaletti.
Coğrafyanın çizdiği kader çizgisi olumlu idi. Ancak, bu çizgiye uygun başka alternatifler de vardı. Ankara halkının tutumu kendi dışındaki alternatifleri kaldırdı.
II. ANKARA VE ÇEVRE HALKININ HEYET-İ TEMSÎLİYE’YE GÖSTERDİĞİ SICAK KABUL VE MİLLİ MÜCADELEYE BAŞLANGICINDAN İTİBAREN VERDİĞİ OLAĞANÜSTÜ DESTEK
Ankaralılar’ın Milli Mücadele’deki davranışları nereden bakarsak bakalım bir destandır. Bunu birkaç bölümde inceleyebiliriz.
1- Heyet-i Temsiliye’nin daha Ankara’ya gelmesinden önce Ankara’nın güvenilir bir şehir olması.
Daha 1919 yılının başında 20. Kolordu Ankara’ya kaydırılmıştır. Başına da Atatürk’ün güvendiği bir insan, yakın arkadaşı A. Fuat Cebesoy getirilmiştir.
İstanbul’dan Anadolu’ya gelenler önce Ankara’ya geliyorlardı. Rauf Bey bunların arasındadır.
İstanbul ve Anadolu arasındaki yazışmalarda, Ankara haber merkezidir. 20. Kolordu’nun bütün muhaberattan haberi vardır.
Ali Fuat Cebesoy hatıralarında şöyle diyor: “20. Kolordu’nun merkezi olan Ankara, Sivas Kongresi arifesinde büyük bir ehemmiyet kazanmıştır. Garp’ta milliyetperverler için emin bir melce olmuş, milli mukavemetin hareket üssü haline gelmişti.”
“... Bu tarihlerde Ankara ilk merkez vazifesini görmüştü. Azaların büyük bir kısmı Ankara’da toplanmışlar ve burada Sivas’a hareket etmişlerdi. Heyet-i Temsiliye’nin Garbi Anadolu ve İstanbul’la olan bütün temasları vasıtamızla olmuştu.”
Sivas Kongresi Ankara’nın koruyuculuğu altında olmuştur.
İşte bu yüzden İstanbul Hükümeti Ali Fuat Paşa’yı görevden almak istemiş, ama bunu yapamamıştır. Milli harekete karşı İstanbul adına tertip kuran Ankara Valisi Muhittin Paşa tutuklanmış ve Ankara kendi valisini kendisi seçmiştir. Şehrin asker - sivil otoriteleri ve halk temsilcileri vali vekilini atadılar.
Ahi yönetiminden ve geleneklerinden kaynaklanan bağımsız ve seçime dayanan geleneğin vali vekili seçiminde rolü olduğu düşünülebilir.
İstanbul Hükümeti’nin atadığı yeni vali Ziya Paşa da Ankaralılar tarafından kabul edilmemiştir.
Ankara Belediye Başkanı ve Müftüsü İstanbul tarafından atanacak bir valiyi kabul etmeyeceklerini saraya bildirmişlerdi.
Vali Vekili Yahya Galip Bey, Atatürk’e çektiği telgrafta İstanbul’un atadığı bir valiye görevi teslim etmeyeceğini bildirmiş ve bu düşüncesi kabul edilmediği takdirde “Ben de görevimden ayrılıp sizin gibi sine-i millete döneceğim” demiştir.
İstanbul’un atadığı yeni vali Eskişehir’den İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır.
Ankara güvenilir bir merkezdir. Büyük Nutuk’taki bazı belgelerden ve Atatürk’ün yorumlarından öğreniyoruz ki, Ankara’daki sivil yöneticiler ve halk önderleri İstanbul’a karşı daha Heyet-i Temsiliye Ankara’ya gelmeden önce radikal bir tavır içindedirler.
2- Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Ankara’da âdeta bir halk hareketine dönüşen bir coşku ile ve kalabalık bir halk kitlesi tarafından karşılandı. Bu coşku, Ankara’da Atatürk’ün bütün yaşamı boyunca Atatürk’ün arkasından inançla yürümek şeklinde devam etti.
Atatürk, Samsun’a çıktığı günden itibaren Milli Mücadele’nin başlangıcında, o belirsizlik günlerinde, her yerde asker ve sivil aydınlarla beraber oldu. Halkın kendisine ilk eylemli desteği Ankara’dan geldi. Daha Ankara’ya gelmeden önce Heyet-i Temsiliye’nin fikir ve coşkusunu Ankara’daki asker ve sivil yöneticiler, halkla paylaşmışlardı. Ankara Vali Vekili’nin Atatürk’le olan yazışmasında bunları açık olarak görüyoruz. Atatürk ve Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’ya gelişinden sonra şehir halkı, dirayetli önderleri ile Atatürk’ün yanında yer almaya devam etti. Bir kısım milletvekilinin âdeta Atatürk’ün milletvekili olmasına karşı kurdukları tertipte Ankara, Atatürk’ü hemşehrisi ilân etti.
Bu konuda şunu da ilâve etmek gerekir. Milli Mücadele belirli bir andan itibaren bütün ülkede destek görmüştür. Ancak, Ankara’nın kararlılığı ve büyük bir önsezi ile öncülük yapması ve Milli Mücadele gereğini en önce görmesi sayesinde başarı öne alınmıştır.
3 - Ankara halkı o günkü imkânlar göz önünde tutulduğunda çok önemli bir maddi yardımla Heyet-i Temsiliye’yi destekledi. Ankara ve çevresindeki Kuva-yı Milliye dernekleri tarafından yapılan bu yardım TBMM’nin kuruluşundan sonra da devam etti. Ankara’nın yardımları; Ankara tüccar ve esnafından, Ankara’da görevli asker ve sivil görevlilerden, Ankara’nın merkez ve ilçelerindeki halktan sağlandı.
Ankara maddi yardımlarını, Tekalif-i Milliye’de de ayni yardım olarak da etkin bir biçimde devam ettirdi.
Bütün bu maddi ve manevi katkılar Ankara dışından gelen Kuva-yı Milliyeciler’le Ankara halkını kaynaştırdı.
Kuva-yı Milliyeciler ve onun lideri için Ankara dışında bir başkent düşünülemezdi.
III - ANKARA’DA OLUŞAN KUVA-YI MİLLİYE RUHU
Milli Mücadele’de, Ankara’da oluşan Kuva-yı Milliye ruhu, Cumhuriyetin ve Türkiye’nin geleceğini yönlendirmiş ve hazırlamıştır. Bu ruh, vatanı kurtarmak için başta Mustafa Kemal ve arkadaşları olmak üzere Ankara’ya gelen her görevde ve rütbedeki sivil ve asker aydınların, yurdun dört bir tarafındaki yurtseverlerin Ankara’yı kurtarıcı bir sembol haline getirmeleriyle oluşmuştur.
Ankara’da sembolleşen, önce ülkenin kurtuluşunu sağlayan ve daha sonra çağdaşlaşma ve modernleşme yolunda reformları yapan Kuva-yı Milliye ruhu Cumhuriyet’in temelidir.
Ankara, Heyet-i Temsiliye’yi bağrına bastıktan sonra yurdun dört bir yanından gelen asker ve sivil aydınların buluştuğu yerdir.
Ankara’ya gelen bu mücahitlerin, yeni Ankaralılar’ın bir bölümü, bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan yörelerin, Rumeli’nin, Kafkaslar’ın çocukları ve torunları idiler. Kaybedilen vatan topraklarının ve göçlerin acılarını ya yaşamışlar ya da babalarından, annelerinden dinlemişlerdir.
Bütün bu insanlar Ankara’da kutsal bir amaç için bir araya geldiler. Önce ülkeyi düşmandan temizlediler. Sonra adım adım bazen bilinçli ve kararlı ve bazen de tarihin kendilerine verdiği emsalsiz görevin sağ duyusuyla ve duygularıyla geleceği kurdular.
Onlar geleceği hazırlarken yalnız yeni bir devlet kurmadılar. Önce kendilerini, yeni Ankaralılar’ı ve sonra yeni bir ulusu yarattılar.
Atatürk ve çalışma arkadaşlarını ele alalım. Onlar genç bir subay oldukları tarihten Milli Mücadele sonuna kadar geçen 20 yıllık süre içinde Rumeli’den Kafkaslar’a, Arap illerinden Trablus’a kadar gençlikleri savaşarak ve koşarak geçmiştir.
Onlar ilk defa bir yerde amaçlarına ulaştılar. Ankara onları, onlar Ankara’yı yarattılar.
“Ankara”, “Milli Mücadele”, “Bağımsızlık” ve “Cumhuriyet”
birbirlerinden ayrılmaz sözcükler oldu.
Kuva-yı Milliyeciler için başka bir Ankara yoktu. Ankara’yı 1923’te başkent yaparlarken yeni bir şey yapmadılar. Kendilerinin de söylediği gibi mevcut durumun adını koydular.
IV. İSTANBUL’A DUYULAN GÜVENSİZLİK
Bu arada açıkça söylenmeyen ve çok kısa olarak geçiştirilen bir konu üzerinde durmak gerekir: İstanbul’a duyulan güvensizlik.
Bununla ilgili olarak daha önce açıklanan bazı düşünceleri aktarmak isterim.
Goltz Paşa, başkentin İstanbul’dan Anadolu’ya nakli gereğini düşünürken Osmanlı İmparatorluğu’nda reformlar yapılabilmesi için başkentin Anadolu’ya naklini şart görüyordu.
Ankara’nın başkent olması konusu TBMM’de görüşülürken Celal Nuri Bey; “Biz Ankara’nın yazın tozuna, kışın çamuruna tahammül etmeliyiz ki, Anadolu ‘nun bütün levazım ve ihtiyacatını anlıyabilelim. Ve ona göre derdine devasız olalım” diyor ve ilâve ediyor. “Bir hükümet, hususiyle vatanın asıl parçalarının en büyüğü, yüzde doksan beşi Anadolu’da olursa ve o hükümetin merkezi İstanbul’da bulundukça Anadolu’yu biraz güçlükle düşünür.” Sonra da konuyla ilgili olmayan, ama çok ilginç bir düşüncesini söylüyor.
“Bizim için esas mesele, meselâ bugün Ankara — Sivas demiryolunun yapılmasıdır.”
Bir kültür milliyetçisi olan Besim Atalay ise TBMM müzakerelerinde şunları söylüyor:
“Arkadaşlar, Ankara kelimesinin Türk âleminde, İslâm âleminde ne büyük vaatler husule getirdiğini bilmelisiniz... Ankara bundan şu kadar yüz sene evvel hâlâ kökleri yaşayan fikir cereyanlarını tesis etmişti. Esnaf arasında bugün bile Ahilik teşkilâtı vardır. Bugüne kadar yaşayan fikir cereyanlarının beşiği olan Ankara bu günden sonra da birbirini kalbinden bağlayacak fikir cereyanlarının beşiğidir. Biz bu beşiği elimizle ırgalayacağız. Ve onun büyüdüğünü, yükseldiğini, hâkim olduğunu göreceğiz arkadaşlar... (inşallah sesleri) Dikkat ediniz. Göreceksiniz ki yeryüzünde iki türlü payitaht var: Bir müstemleke payitahtları, biri de ülkenin doğrudan doğruya hâkim olduğu kıtanın, kendi ülkesinin payitahtları. Müstemleke payitahtları çok kere ülkenin bir ucunda yapılır... Arkadaşlar (sonra) bugünkü İstanbul’un, Fentleri ve arkadaşlarını yetiştiren zihniyeti kısmen devam ettikçe bizim oraya gitmemizde zannederim mahzurlar vardır. Binaenaleyh burası tamamen dezenfekte edilmedikçe oraya gitmek hazin ve ihtiyate muvaffik değildir. Ve biz burada tozlar içinde yaşarız.”
İstanbul basınında Ankara’nın başkent olması lehinde tek yazı yazan Ebuzziyazade’dir.
11.10.1923 tarihli Tevhidi- Efkâr Gazetesi’nde Ebuzziyazade şöyle yazıyor:
“... Anadolu’yu İstanbul kurtarmamış fakat İstanbul’u Anadolu kurtarmıştır...”
“Garp âleminin asırlardan beri memleketimiz üzerinde siyasi ve içtimai (konularda) devam eden zararlı tesirlerinden kurtulmak isteniyorsa bundan sonra milli mukadderatımızı idare edenlerin Anadolu’dan çıkmasını temenni etmeliyiz. 1324’te ilân ettiğimiz meşrutiyeti daha ilk aylardan itibaren yüzümüze gözümüze bulaştırmış olmamızda, ülkenin dört tarafından gelen acemi ve beceriksiz mebusların İstanbul’da yabancı ve muzır her türlü unsurların telkinatı altında kalmasının büyük tesiri görülmüştü. Son müdafaa-i memleket nokta-i nazarından merkezin Anadolu’da olması bizim için hayati bir meseledir.”
“Asırlardan beri merkezi hükümetin İstanbul’da olması yüzünden Anadolu tamamiyle terk edilmiş ve harap halde bırakılmıştır.”
“Ahlak ve sosyolojik açıdan da Anadolu’da yaşamak seciyenin kuvvetlenmesini, zevk ve sofadan feragati, saffet ve ahlaki nezahati muhafaza gibi pek çok manevi fayda yaratır.”
16.10.1923 tarihinde İstanbul basınının olumsuz ve ısrarlı tavrı üzerine Hâkimiyet-i Milliye’de yayınlanan yorumda şöyle deniliyor (bugünkü dilimizle):
“Yoğun bir milli yapının feyz dolu tesirlerinden mahrum, binbir lisanla konuşan, damarlarında binbir kan dolaşan, kafalarında binbir zihniyet, kalplerinde binbir temayül taşıyan Babıli (halitası) karışıklığı ile kuşatılmış İstanbul hükümeti hiçbir zaman hiçbir vakit, Anadolu’yu Anadolu ahalisini benimsememiş, mütemadiyen tesiri altında kaldığı levanten ruhunun telakkiyatı ile Anadolu’yu ve ahâlisini bir yecucu mecuc beldesi telakki eylemiş, onunla halkını yalnız cebir ve zulüm icrası, varını yoğunu elinden alması niyeti ile icra eylemiş ve geri kalan diğer bütün hareketleri ile bu beldeyi bütün cihandan ayırmak için elinden geleni yapmıştır...”
Milli Mücadele’den sonra çıkarılan iki kanunda da bu konuyu izlemek imkânı var:
1- 25 Eylül 1923 tarihli ve 347 sayılı kanunda, İstanbul’daki ve milli hudutlar haricinde bulunup da Milli Mücadele’ye iştirak etmeyen askeri erkânın ordu ile ilişkilerinin kesilmesi ve bundan böyle de devlet hizmetinde çalıştırılmamaları öngörülüyor.
2- 26 Mayıs 1926 tarihli ve 854 sayılı kanunda ise, 347 sayılı kanunda sayılan askeri erkâna paralel olarak, Milli Mücadele’ye katılmayan memurların devlet hizmetinde çalıştırılmamaları öngörülüyor.
Ankara’nın başkent oluşunu etkileyen nedenler hep aynı yerde buluşmuşlar ve Ankara yönünde bir kuvvet bileşkesi oluşturmuşlardır.
Bunları dört ana grupta toplayabiliriz.
1. Ankara’nın jeopolitik, stratejik ve coğrafi konumu,
2. Ankara ve çevre halkının Heyet-i Temsiliye’ye gösterdiği sıcak ve kabul ve Milli Mücadele’ye verdiği olağanüstü destek.
3. Ankara’da oluşan Kuva-yı Milliye ruhu.
4. İstanbul’un siyasal ve toplumsal çevresine karşı duyulan güvensizlik.
I. ANKARA’NIN JEOPOLİTİK, STRATEJİK VE COĞRAFİ KONUMU
İmparatorluk başkenti olarak İstanbul’un konumu ilk defa 1877 - 78 Harbi sonunda birdenbire ve kendiliğinden gündeme gelmiştir.Düşman İstanbul’un yakınma kadar gelmiştir. İstanbul âdeta bir serhat şehri olmuştur. Savaş sırasında başkentin İstanbul’dan Anadolu’ya taşınmasının konuşulduğu söyleniyor. Ben herhangi bir kaynak bulamadım. Ama bu tartışmanın o zaman yapılması doğaldır. Bu konuda ilk defa yazılı ve açık olarak düşüncesini açıklayan Osmanlı ordusunda görev yapan bir Alman mareşali olan Von der Goltz Paşa’dır.
Goltz Paşa, Rumeli’de kaybedilen topraklar nedeniyle imparatorluğun jeopolitik yapısında ve uygulayacağı askerlik stratejisindeki değişikliği bir asker olarak değerlendiriyordu ve İstanbul’un savunulmazlığını söylüyordu. İmparatorluğun milli bir devlete dönüşebileceğini düşünmeyen Goltz Paşa geleceğin bir Türk - Arap imparatorluğu için başkent olarak Halep’i, Şam’ı düşünüyordu.
Goltz Paşa’nın ilginç bir yorumu daha var. “Osmanlı İmparatorluğu’nda köklü reformlar yapabilmek için başkentin Konya, Kayseri ve daha da geriye taşınması gereklidir” diyor.
Balkan Harbi sırasında İkdam Gazetesi yazarı Ahmet Ferit Bey ise; “Millet ve memleketin selâmeti için başkentin vatanın merkezine ve milletin kalbine kurulması gerekir” diyordu.
Ahmet Ferit Bey, imparatorluğun dağılmasından sonra milli devletimizin başkentinin Hopa, Kerkük, İstanbul, Rodos arasındaki dikdörtgenin merkezinde kurulmasını öneriyordu. Kayseri’nin yakınında yeni bir başkent teklif ediyordu. Kendisine Jul Vern gibi hayalperest diyenler oldu.
O tarihlerde Ankara; Çorum, Yozgat, Kayseri ve Kırşehir mutasarrıflıklarını içine alan bir vilâyetti. Ahmet Ferit Bey, Misak-ı Milli ve başkent hakkında âdeta kehanette bulunmuştur.
Askerlik yönünden İstanbul’un savunmasının imkânsızlığı yanında ülkenin tam ortasındaki Ankara insana güven veriyordu.
Atatürk bu konuda İstanbul’un durumunu şöyle açıklıyor: “Bir geminin topunun telaşına düşecek yerde hükümet merkezi olamaz.”
İngiliz Avam Kamarası’nda bir tartışma Türkiye’nin başkenti konusunda eski bir başbakanın sorusuna Başbakan şöyle cevap veriyor:
“Haşmetli kral hazretlerinin zırhlılarının hedefi olabilecek bir hükümet görmek, Toros dağlarının öbür tarafına çekilmiş bir hükümet görmekten yeğdir.”
- Ankara nereden bakarsak bakalım Türkiye’nin tam ortasına düşmektedir.
- Demiryolu Batı Anadolu’dan ve İstanbul’dan Ankara’ya kadar geliyordu.
- Ankara geniş bir interlandı olan kendini ve çevresini doyurabilen bir eyaletti.
Coğrafyanın çizdiği kader çizgisi olumlu idi. Ancak, bu çizgiye uygun başka alternatifler de vardı. Ankara halkının tutumu kendi dışındaki alternatifleri kaldırdı.
II. ANKARA VE ÇEVRE HALKININ HEYET-İ TEMSÎLİYE’YE GÖSTERDİĞİ SICAK KABUL VE MİLLİ MÜCADELEYE BAŞLANGICINDAN İTİBAREN VERDİĞİ OLAĞANÜSTÜ DESTEK
Ankaralılar’ın Milli Mücadele’deki davranışları nereden bakarsak bakalım bir destandır. Bunu birkaç bölümde inceleyebiliriz.
1- Heyet-i Temsiliye’nin daha Ankara’ya gelmesinden önce Ankara’nın güvenilir bir şehir olması.
Daha 1919 yılının başında 20. Kolordu Ankara’ya kaydırılmıştır. Başına da Atatürk’ün güvendiği bir insan, yakın arkadaşı A. Fuat Cebesoy getirilmiştir.
İstanbul’dan Anadolu’ya gelenler önce Ankara’ya geliyorlardı. Rauf Bey bunların arasındadır.
İstanbul ve Anadolu arasındaki yazışmalarda, Ankara haber merkezidir. 20. Kolordu’nun bütün muhaberattan haberi vardır.
Ali Fuat Cebesoy hatıralarında şöyle diyor: “20. Kolordu’nun merkezi olan Ankara, Sivas Kongresi arifesinde büyük bir ehemmiyet kazanmıştır. Garp’ta milliyetperverler için emin bir melce olmuş, milli mukavemetin hareket üssü haline gelmişti.”
“... Bu tarihlerde Ankara ilk merkez vazifesini görmüştü. Azaların büyük bir kısmı Ankara’da toplanmışlar ve burada Sivas’a hareket etmişlerdi. Heyet-i Temsiliye’nin Garbi Anadolu ve İstanbul’la olan bütün temasları vasıtamızla olmuştu.”
Sivas Kongresi Ankara’nın koruyuculuğu altında olmuştur.
İşte bu yüzden İstanbul Hükümeti Ali Fuat Paşa’yı görevden almak istemiş, ama bunu yapamamıştır. Milli harekete karşı İstanbul adına tertip kuran Ankara Valisi Muhittin Paşa tutuklanmış ve Ankara kendi valisini kendisi seçmiştir. Şehrin asker - sivil otoriteleri ve halk temsilcileri vali vekilini atadılar.
Ahi yönetiminden ve geleneklerinden kaynaklanan bağımsız ve seçime dayanan geleneğin vali vekili seçiminde rolü olduğu düşünülebilir.
İstanbul Hükümeti’nin atadığı yeni vali Ziya Paşa da Ankaralılar tarafından kabul edilmemiştir.
Ankara Belediye Başkanı ve Müftüsü İstanbul tarafından atanacak bir valiyi kabul etmeyeceklerini saraya bildirmişlerdi.
Vali Vekili Yahya Galip Bey, Atatürk’e çektiği telgrafta İstanbul’un atadığı bir valiye görevi teslim etmeyeceğini bildirmiş ve bu düşüncesi kabul edilmediği takdirde “Ben de görevimden ayrılıp sizin gibi sine-i millete döneceğim” demiştir.
İstanbul’un atadığı yeni vali Eskişehir’den İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır.
Ankara güvenilir bir merkezdir. Büyük Nutuk’taki bazı belgelerden ve Atatürk’ün yorumlarından öğreniyoruz ki, Ankara’daki sivil yöneticiler ve halk önderleri İstanbul’a karşı daha Heyet-i Temsiliye Ankara’ya gelmeden önce radikal bir tavır içindedirler.
2- Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Ankara’da âdeta bir halk hareketine dönüşen bir coşku ile ve kalabalık bir halk kitlesi tarafından karşılandı. Bu coşku, Ankara’da Atatürk’ün bütün yaşamı boyunca Atatürk’ün arkasından inançla yürümek şeklinde devam etti.
Atatürk, Samsun’a çıktığı günden itibaren Milli Mücadele’nin başlangıcında, o belirsizlik günlerinde, her yerde asker ve sivil aydınlarla beraber oldu. Halkın kendisine ilk eylemli desteği Ankara’dan geldi. Daha Ankara’ya gelmeden önce Heyet-i Temsiliye’nin fikir ve coşkusunu Ankara’daki asker ve sivil yöneticiler, halkla paylaşmışlardı. Ankara Vali Vekili’nin Atatürk’le olan yazışmasında bunları açık olarak görüyoruz. Atatürk ve Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’ya gelişinden sonra şehir halkı, dirayetli önderleri ile Atatürk’ün yanında yer almaya devam etti. Bir kısım milletvekilinin âdeta Atatürk’ün milletvekili olmasına karşı kurdukları tertipte Ankara, Atatürk’ü hemşehrisi ilân etti.
Bu konuda şunu da ilâve etmek gerekir. Milli Mücadele belirli bir andan itibaren bütün ülkede destek görmüştür. Ancak, Ankara’nın kararlılığı ve büyük bir önsezi ile öncülük yapması ve Milli Mücadele gereğini en önce görmesi sayesinde başarı öne alınmıştır.
3 - Ankara halkı o günkü imkânlar göz önünde tutulduğunda çok önemli bir maddi yardımla Heyet-i Temsiliye’yi destekledi. Ankara ve çevresindeki Kuva-yı Milliye dernekleri tarafından yapılan bu yardım TBMM’nin kuruluşundan sonra da devam etti. Ankara’nın yardımları; Ankara tüccar ve esnafından, Ankara’da görevli asker ve sivil görevlilerden, Ankara’nın merkez ve ilçelerindeki halktan sağlandı.
Ankara maddi yardımlarını, Tekalif-i Milliye’de de ayni yardım olarak da etkin bir biçimde devam ettirdi.
Bütün bu maddi ve manevi katkılar Ankara dışından gelen Kuva-yı Milliyeciler’le Ankara halkını kaynaştırdı.
Kuva-yı Milliyeciler ve onun lideri için Ankara dışında bir başkent düşünülemezdi.
III - ANKARA’DA OLUŞAN KUVA-YI MİLLİYE RUHU
Milli Mücadele’de, Ankara’da oluşan Kuva-yı Milliye ruhu, Cumhuriyetin ve Türkiye’nin geleceğini yönlendirmiş ve hazırlamıştır. Bu ruh, vatanı kurtarmak için başta Mustafa Kemal ve arkadaşları olmak üzere Ankara’ya gelen her görevde ve rütbedeki sivil ve asker aydınların, yurdun dört bir tarafındaki yurtseverlerin Ankara’yı kurtarıcı bir sembol haline getirmeleriyle oluşmuştur.
Ankara’da sembolleşen, önce ülkenin kurtuluşunu sağlayan ve daha sonra çağdaşlaşma ve modernleşme yolunda reformları yapan Kuva-yı Milliye ruhu Cumhuriyet’in temelidir.
Ankara, Heyet-i Temsiliye’yi bağrına bastıktan sonra yurdun dört bir yanından gelen asker ve sivil aydınların buluştuğu yerdir.
Ankara’ya gelen bu mücahitlerin, yeni Ankaralılar’ın bir bölümü, bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan yörelerin, Rumeli’nin, Kafkaslar’ın çocukları ve torunları idiler. Kaybedilen vatan topraklarının ve göçlerin acılarını ya yaşamışlar ya da babalarından, annelerinden dinlemişlerdir.
Bütün bu insanlar Ankara’da kutsal bir amaç için bir araya geldiler. Önce ülkeyi düşmandan temizlediler. Sonra adım adım bazen bilinçli ve kararlı ve bazen de tarihin kendilerine verdiği emsalsiz görevin sağ duyusuyla ve duygularıyla geleceği kurdular.
Onlar geleceği hazırlarken yalnız yeni bir devlet kurmadılar. Önce kendilerini, yeni Ankaralılar’ı ve sonra yeni bir ulusu yarattılar.
Atatürk ve çalışma arkadaşlarını ele alalım. Onlar genç bir subay oldukları tarihten Milli Mücadele sonuna kadar geçen 20 yıllık süre içinde Rumeli’den Kafkaslar’a, Arap illerinden Trablus’a kadar gençlikleri savaşarak ve koşarak geçmiştir.
Onlar ilk defa bir yerde amaçlarına ulaştılar. Ankara onları, onlar Ankara’yı yarattılar.
“Ankara”, “Milli Mücadele”, “Bağımsızlık” ve “Cumhuriyet”
birbirlerinden ayrılmaz sözcükler oldu.
Kuva-yı Milliyeciler için başka bir Ankara yoktu. Ankara’yı 1923’te başkent yaparlarken yeni bir şey yapmadılar. Kendilerinin de söylediği gibi mevcut durumun adını koydular.
IV. İSTANBUL’A DUYULAN GÜVENSİZLİK
Bu arada açıkça söylenmeyen ve çok kısa olarak geçiştirilen bir konu üzerinde durmak gerekir: İstanbul’a duyulan güvensizlik.
Bununla ilgili olarak daha önce açıklanan bazı düşünceleri aktarmak isterim.
Goltz Paşa, başkentin İstanbul’dan Anadolu’ya nakli gereğini düşünürken Osmanlı İmparatorluğu’nda reformlar yapılabilmesi için başkentin Anadolu’ya naklini şart görüyordu.
Ankara’nın başkent olması konusu TBMM’de görüşülürken Celal Nuri Bey; “Biz Ankara’nın yazın tozuna, kışın çamuruna tahammül etmeliyiz ki, Anadolu ‘nun bütün levazım ve ihtiyacatını anlıyabilelim. Ve ona göre derdine devasız olalım” diyor ve ilâve ediyor. “Bir hükümet, hususiyle vatanın asıl parçalarının en büyüğü, yüzde doksan beşi Anadolu’da olursa ve o hükümetin merkezi İstanbul’da bulundukça Anadolu’yu biraz güçlükle düşünür.” Sonra da konuyla ilgili olmayan, ama çok ilginç bir düşüncesini söylüyor.
“Bizim için esas mesele, meselâ bugün Ankara — Sivas demiryolunun yapılmasıdır.”
Bir kültür milliyetçisi olan Besim Atalay ise TBMM müzakerelerinde şunları söylüyor:
“Arkadaşlar, Ankara kelimesinin Türk âleminde, İslâm âleminde ne büyük vaatler husule getirdiğini bilmelisiniz... Ankara bundan şu kadar yüz sene evvel hâlâ kökleri yaşayan fikir cereyanlarını tesis etmişti. Esnaf arasında bugün bile Ahilik teşkilâtı vardır. Bugüne kadar yaşayan fikir cereyanlarının beşiği olan Ankara bu günden sonra da birbirini kalbinden bağlayacak fikir cereyanlarının beşiğidir. Biz bu beşiği elimizle ırgalayacağız. Ve onun büyüdüğünü, yükseldiğini, hâkim olduğunu göreceğiz arkadaşlar... (inşallah sesleri) Dikkat ediniz. Göreceksiniz ki yeryüzünde iki türlü payitaht var: Bir müstemleke payitahtları, biri de ülkenin doğrudan doğruya hâkim olduğu kıtanın, kendi ülkesinin payitahtları. Müstemleke payitahtları çok kere ülkenin bir ucunda yapılır... Arkadaşlar (sonra) bugünkü İstanbul’un, Fentleri ve arkadaşlarını yetiştiren zihniyeti kısmen devam ettikçe bizim oraya gitmemizde zannederim mahzurlar vardır. Binaenaleyh burası tamamen dezenfekte edilmedikçe oraya gitmek hazin ve ihtiyate muvaffik değildir. Ve biz burada tozlar içinde yaşarız.”
İstanbul basınında Ankara’nın başkent olması lehinde tek yazı yazan Ebuzziyazade’dir.
11.10.1923 tarihli Tevhidi- Efkâr Gazetesi’nde Ebuzziyazade şöyle yazıyor:
“... Anadolu’yu İstanbul kurtarmamış fakat İstanbul’u Anadolu kurtarmıştır...”
“Garp âleminin asırlardan beri memleketimiz üzerinde siyasi ve içtimai (konularda) devam eden zararlı tesirlerinden kurtulmak isteniyorsa bundan sonra milli mukadderatımızı idare edenlerin Anadolu’dan çıkmasını temenni etmeliyiz. 1324’te ilân ettiğimiz meşrutiyeti daha ilk aylardan itibaren yüzümüze gözümüze bulaştırmış olmamızda, ülkenin dört tarafından gelen acemi ve beceriksiz mebusların İstanbul’da yabancı ve muzır her türlü unsurların telkinatı altında kalmasının büyük tesiri görülmüştü. Son müdafaa-i memleket nokta-i nazarından merkezin Anadolu’da olması bizim için hayati bir meseledir.”
“Asırlardan beri merkezi hükümetin İstanbul’da olması yüzünden Anadolu tamamiyle terk edilmiş ve harap halde bırakılmıştır.”
“Ahlak ve sosyolojik açıdan da Anadolu’da yaşamak seciyenin kuvvetlenmesini, zevk ve sofadan feragati, saffet ve ahlaki nezahati muhafaza gibi pek çok manevi fayda yaratır.”
16.10.1923 tarihinde İstanbul basınının olumsuz ve ısrarlı tavrı üzerine Hâkimiyet-i Milliye’de yayınlanan yorumda şöyle deniliyor (bugünkü dilimizle):
“Yoğun bir milli yapının feyz dolu tesirlerinden mahrum, binbir lisanla konuşan, damarlarında binbir kan dolaşan, kafalarında binbir zihniyet, kalplerinde binbir temayül taşıyan Babıli (halitası) karışıklığı ile kuşatılmış İstanbul hükümeti hiçbir zaman hiçbir vakit, Anadolu’yu Anadolu ahalisini benimsememiş, mütemadiyen tesiri altında kaldığı levanten ruhunun telakkiyatı ile Anadolu’yu ve ahâlisini bir yecucu mecuc beldesi telakki eylemiş, onunla halkını yalnız cebir ve zulüm icrası, varını yoğunu elinden alması niyeti ile icra eylemiş ve geri kalan diğer bütün hareketleri ile bu beldeyi bütün cihandan ayırmak için elinden geleni yapmıştır...”
Milli Mücadele’den sonra çıkarılan iki kanunda da bu konuyu izlemek imkânı var:
1- 25 Eylül 1923 tarihli ve 347 sayılı kanunda, İstanbul’daki ve milli hudutlar haricinde bulunup da Milli Mücadele’ye iştirak etmeyen askeri erkânın ordu ile ilişkilerinin kesilmesi ve bundan böyle de devlet hizmetinde çalıştırılmamaları öngörülüyor.
2- 26 Mayıs 1926 tarihli ve 854 sayılı kanunda ise, 347 sayılı kanunda sayılan askeri erkâna paralel olarak, Milli Mücadele’ye katılmayan memurların devlet hizmetinde çalıştırılmamaları öngörülüyor.