• Merhaba Ziyaretçi.
    "Minimalist Fotoğraflar" konulu yarışmamız başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de yarışmada görmek istiyoruz...

Arap Edebiyatı

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Arap Edebiyatı

Söylentiye göre Arap şiirinin güçlü ve etkin olmasının sebebi olarak, devamlı uzun çöl yolculukları yapan Arapların (Ki Türkçe anlamı Göçebe/Yörük’tür) deve üstündeyken söyledikleri türkülerin ahenk ve ölçülerine göre devenin hızını arttırması veya azaltmasını fark etmeleriyle başlar. Bu buluşun teknik olarak anlamı, develerin müzikten anladığı şeklindedir. Arap şiirinin bel kemiği olan ve daha sonra İslâm’ı kabul eden diğer halkların şiirlerine de sirayet eden Aruz Vezninin çıkış kaynağı da bu buluştur. Devenin attığı adımlara göre oluşturulan Aruz vezni memdud (uzun hece) ve maksur (kısa hece)’dan oluşan Tavil, Medid, Basit, Kâmil, Vefir, Hezec, Recez, Remel, Seri, Munsarih, Hafif, Muzari, Muktazab, Muctas, Mutadarik ve Mutakarib olmak üzere on altı alt başlığa ayrılır.
Bu başlıkların da her birinin kendi içlerinde ayrı ayrı anlamları vardır. Söz gelişi; Remel sevinç ve kederi anlatırken; Seri at koşmasını anlatır. Aruz konusunda bir diğer söylenceyi de nazar-ı dikkate almak elzemdir. Aruzun babası olarak kabul edilen Halil bin Ahmed, çarşıda demir döven demircilerin çekiç seslerini dinleyerek Aruz’u bulmuştur. Ayrıca Arap halklarının yaşamları ve özellikle göçebe yaşam Arap Şiirini besleyen belli başlı unsurlardır. Bilinen başlıklarıyla Arap Şiirinde görülen türler; Hiciv, Hamaset, Fahr, Medh, Rica, Nesib, Zühd, Hikem, İtab ve Gazel’den oluşur. Ayrıca Arap Şiirinde Yergi unsuru diğer kabilelere üstünlük sağlamak bakımından sıklıkla kullanılırdı. Bu şairler içinde en mühimi Zuheyr bin Canab’tır. Bilinen en eski Arap Şiiri türlerinde sıklıkla kullanılan imajlar; cin, peri, büyü gibi metafiziksel imajlardır. Tevrat’ta (Ahd-i Atik) geçen meşhur Balâam Laneti de bu dönemin şiirleri arasında yer bulur.
Arap Şiirinde Ölçüler: Arap Şiirinde bilinen ilk ölçü Seci’dir. Bu ölçü daha çok nesir biçiminde ve fakat kafiyeli olan yazılardı. Seci’nin devamı olarak gelişen Recez Ölçüsü ise bir kısa ve bir uzun heceden oluşan bir ölçüydü. Doğallıkla Arap Şiirinde ilk ölçü olarak Recez kabul edilir. Recez’le aynı dönem Muallakat’ul Seb’a (Yedi Askı) dönemidir. Terim ilk defa çok sonraları Hammed er-Raviye tarafından kullanıldıysa da tam anlamıyla dönemi karşılamaktadır. Yedi Askı döneminde Arap halkı tarafından beğenilen en iyi şiirler Kabe duvarına asılarak sergilenirdi. Bu şiirlere de es-Samut (İnci Gerdanlığı) adı verilirdi. Dönemin ünlü şairleri arasında İmrul Kays, Tarafa, Zuheyr, Lebid, Amr bin Gülsüm, Antere, el-Haris bin Hilliza, Nabiga ve A’şa gibi isimler vardı. Aynı zamanda dönem, Kaside türünün gerçek formuna ulaştığı dönem olarak da bilinir. Bu şiir yarışmasında İbn-i Kuteybe Kuralları olarak bilinen bazı kaideler vardı.

İmr’ul Kays’ın (Gezgin Kral/Hondoc)
“Durun,
Sevgilinin ve Sıkt el-Liva’da
El-Dahul ile Havmel arasında
Tudah ve Mikrat’ın çevirdiği evinin anılarıyla
Ağlayalım.
Evi güneyden ve kuzeyden
Birbirinin aksi olarak esen rüzgârların etkisiyle
Henüz yok olmamıştır.” dizeleri veya Tarafe’nin;
“Hail bölgesinde
Duma denilen cennet gibi yerde,
Yapma nakışların geriye kalanları gibi,
Renkli taşlarla süslenmiş
Havle’nin terk edilmiş kısmında kalan harebelerde;

Oturdum, ağladım…” dizeleri İbnü Kuteybe Normları’na uygun birer Kaside başlangıcıdır.
Daha sonra sırasıyla Feryat, Yalvarma, Anıları Anlatma, Aşk, Seyahat, Binek Övme ve nihayetinde Kasidenin sonunda Kaside’nin ithaf edildiği kişiyi Övme kısmı gelirdi.​

Arap Edebiyatı
Anadili Arapça olan kavim ve ulusların ortaya koymuş oldukları edebiyat yapıtlarını kapsar. Arapça Arap Yarımadası'nda ilkçağlardan beri kullanılan bir dildir. İslam dininin ortaya çıkışından sonra yayılarak İspanya'dan Endonezya'ya kadar uzanan bir alanda 600 yıl boyunca kültür dili durumuna gelmiştir.


İslam Öncesi Dönem'de Arap Edebiyatı

Cahiliye Dönemi adı da verilen İslam Öncesi Dönem'de Arap edebiyatında şiirin özel bir yeri vardı. Devesinin sırtında uzun çöl yolculuklarına çıkan Bedeviler'in söyledikleri türküler Arap şiirinin kaynağını oluşturur. Yiğitliği, sevgiyi, çöl yaşamını anlatan bu türkülere deveci türküsü anlamına gelen hida denir. Göçer çöl insanının söylediği bu türküler kentlerde söylenmeye başlanınca belli değişikliklere uğrayarak kesin ölçüler kazanmıştır.

İslam öncesi Arap şiirinden günümüze kalan en önemli örnek el-Muallakatü's-Seb'a'dır (Yedi Askı). Bu şiirler Ukaz panayırında düzenlenen bir şiir yarışmasında beğenilerek Mısır ketenine yazılmış ve Kâbe'ye asılmıştı. Hidalarla benzer konuları işleyen bu şiirlerde gelişmiş bir dil ve anlatım görülür. Hangi yıllarda yazıldığı kesin olarak bilinmeyen Yedi Askı şiirlerini İmruü'l-Kays, Tarafe ibnü'l-Abd (539-564), Haris bin Hilliza, Amr bin Kulsum, Antere bin Şeddad, Züheyr bin Ebu Sulme, Lebid adlı şairler yazmıştır.

Yedi Askı şairleri dışında ünü günümüze kadar gelmiş başka şairler de vardır. Koltuğunun altında uzun bir bıçak taşıdığı için Teabata Şarran adıyla bilinen şair bunlardandır. Şiirlerinde üstüne binerek dolaştığı koçundan, hayal ettiği korkunç yaratıklardan söz eder. Kurnazlığı ve savaşçılığı üzerine birçok öykü anlatılan Şanfara, karşılıklı söyledikleri yergilerle ün kazanmış Evs el-Hadıra ile Zebban İslam öncesi dönemin başlıca şairlerindendir.

Bu dönemde muamma (bilmece), hayvan masalları, efsane ve halk öyküleri gibi düzyazı türleri de gelişmiştir. Samar adı verilen ve kent dolaşılarak anlatılan söylence ve öyküler daha sonra yazıya geçirilmiştir.

İslam'ın İlk Dönemi ve Emeviler

İslamiyet'in kurucusu Muhammed'in döneminde, ölçülü ve uyaklı bir dili olan Kuran'ın özel bir yeri vardı. Seci denen uyaklı Kuran dili özellikle ilk surelerde şiir düzeninde, çok duygulu ve etkileyicidir. Önceleri şairlere karşı tavır içinde olan Muhammed daha sonra toplumdaki etkilerini görerek onlarla iyi ilişkiler içine girmiş, İslamiyet'in savunuculuğunu yapan şairlerle dostluk kurmuştur. Bunlardan Hassan bin Sabit Peygamber'in şairi sanını almıştır.

Emeviler döneminde şiir dinsel konuların dışına çıkarak gündelik yaşamla da ilgilenmeye başladı. Ömer bin Abdullah, Haris bin Halid, Abdullah bin Ömer Cerir ve Ferezdak gibi şairler günlük yaşamla ilgili şiir ve yergileriyle ün kazandılar.

Abbasiler Dönemi

Abbasiler döneminde Bağdat bir kültür ve sanat merkezi oldu. Arapça çok geniş bir alana yayılarak kültür dili haline geldi. Halife ve zenginler bilgin ve sanatçıları desteklediler. Zenginlerin koruması altına giren şairler efendilerini öven şiirler yazıyordu. Şairlerin bir araya gelerek aralarında yarışmalar düzenlemeleri de şiirin gelişmesinde katkıda bulundu. Beşşar bin Bürd ve Ebu Nuvas zevk ve eğlenceyi konu alan şairlerin önde gelen temsilcileridir. Halid ve Sibeveyhi gibi dilciler Arapça'nın dilbilgisi kurallarını saptadılar. Yunanca'dan yapılan çeviriler yabancı kültürlerle ilişki kurulmasını sağladı.

Bu dönemde, Bağdat dışında da önemli şairler yetişti. Çoğunlukla geleneğe bağlı olan şairlerden Mütenebbî (905-965) şan ve şöhret duygularını dile getiren şiirler yazdı. Ebu Temmam (804-845), kendinden önceki şairler üzerine Hamse adlı büyük bir derleme hazırladı.

Araplar'ın yazın gözde şairlerinden biri olan Ebu'l-Âlâ el-Maarri (973-1057) Suriye'de yaşadı, saray şiirine karşı bir şiir anlayışı geliştirdi. Şiirlerinde dönemin toplumsal adaletsizlik, acı ve ölüm gibi sorunlarını ele aldı. Bilgiye ulaşmanın yolu olarak iman yerine aklı savundu. İslam'ın cennet-cehennem anlayışını yergi diliyle eleştirdi ve saray şairlerini cennet-cehennem bekçileri diyerek alaya aldı.

Türk edebiyatını da etkileyen Tasavvuf şiiri de bu dönemde doğdu. Dinsel kurallar karşısında hoşgörü ve inanç özgürlüğünü savunan Tasavvufçular, halifelerce hoş görülmeyerek cezalandırıldılar. Tasavvuf şairlerinin en ünlülerinden Hallac-ı Mansur (858-922) Tanrı'nın kendisinde yansıdığını söylediği için öldürülerek derisi yüzüldü.

Abbasiler döneminde seci denen ölçülü, uyaklı düzyazı yapıtları da hızla çoğaldı. Öncelikle Kuran ayetlerini ve hadisleri yorumlamak amacıyla yazılan düzyazı, savaşları anlatan yapıtlarla gelişti. Bu dönem yazarlarının en tanınmışları Ebubekir el-Harizmi (935-993) ve Hemedanî'dir (969-1008). Harirî (1054-1122) makame türünün Arap edebiyatına girmesini sağladı. Bu dönemde Basra ve Kûfe okulları ile Nizamiye medreselerinde dilbilim çalışmaları yapıldı. İlk Arapça dilbilgisi kitabı bu dönemde yazıldı. Dilbilim alanında çalışmalarıyla ünlü yazar Ebu Hayyan Türkçe üzerine de dört kitap yazdı.


Arap Edebiyatı Üzerine Bir Sunuş

“Edebiyat” sözcüğü Arapça kökenli olan “edep”ten üretilmiş Osmanlıca bir terimdir. Çağdaş Arapça’da da çok nadir olarak kullanılan bu deyim de Osmanlıca’dan alınmıştır. Osmanlı dil kalıbı içinde baktığımızda “iktisadiyat”, “ictimayat” ve benzeri kelimeler gibi “edebiyat” kelimesi de sonradan uydurulmuş bir özellik taşımaktadır.

Arap edebiyatı denince akla doğal olarak şiir gelir. Gerçekten de şiir, Arap edebiyatının neredeyse yüzde seksenini dolduracak bir zenginliye sahiptir. Roman ve benzeri türler Arap edebiyatı için henüz yeni sayılmaktadır. Arap şiirinin merkezinde ise “kaside” bulunmaktadır. Kasidenin seçilmesi konu olarak bir şeyi anlatmaya daha müsait oluşudur. Klasik Arap şiiri Aruz üzerinde kurgulanmaktadır. Aruz’un ilk kez kalıplaşması İslam’dan sonradır. Yaklaşık VIII. Yüzyılda İmam Halil b. Ahmet (öl. 786) isimli bir alim tarafından o zamana kadar kullanıla gelen Aruz düzenlenmiş ve ona ilmi bir içerik vermiştir. Aruz, Araplara göre, “ilmü’ş-şi’r”, yani şiir ilmidir; manası “çadırın ortasına dikilen direk” anlamına gelmektedir. Bu Eski Türkçe’de “orda” sözcüğüne denk gelmektedir. Arapçada aruzun 19 bahiri ve 6 dairesi bulunmaktadır. İran ve Türk edebiyatında ise 14 bahir ve 4 daire vardır. Her bahir bir kalıptan, birkaç neviden ve sınıflamadan oluşuyor. Örneğin hecez bahrinin birden fazla nevi vardır. İran edebiyatında hezecin 24 kalıbı gözükmektedir. Türk edebiyatında Aruz’un bütün çeşitlerini kullanan Fuzûlî’dir. Bu kalıplaşma Arapça’nın dil yapımından ileri gelmektedir.

Roman sözcüğü ise Arapça’da kullanım olarak yeni değildir. Araplar bu kelimeyi “kıssa” olarak telaffuz ederler. Kıssa, örnek bir ismin üzerine kurgulanır ve onun yaşamını konu alırdı. Klasik Arapça’da bu isim genelde peygamberler olmuşlardır. “Kıssa-i Enbiya”lar serisi bir nevi “peygamberler romanı” demektir. Ama klasik “kıssa” ile, günümüzde kullanılan roman karşılığı “kıssa” arasında burada üslup ve terkip farkları bulunmaktadır. En büyük farkı şu, ilkinde yazarın görevi sadece anlatmak ve aktarmaktır; ikincisinde ise kurgulama ve yeniden tanımlama da vardır.

“Hikaye” ise Arapça “uksûsa” demektir. Bin Bir Gece masallarında binlerce hikaye yer almaktadır. Hikaye, aslında bir “kanıtlama” biçimidir. Eski düşüncede “söz” kendisi kanıttır. Yani bir şeyin nesnel tanımıdır. Örneğin, “ağaç” sözü, ağaç türünden bir bitkinin isim olarak kanıtıdır. Ama sözcüklerin hepsinin görülür varlık nedenleri olmayabilir. Yani, soyut özellikli sözcükler de bulunmaktadır. Örneğin “hayal” sözcüğü. Varlıksal anlamda görülür bir mevcudiyeti olmayan bu sözün, işlev ve gerçeklik nedenleri vardır. Hikaye, işte sözcüğün bu ikincil yapısının kanıtlama biçimidir. Bu anlamda konuşan her kes hikayeci olabilir. Hikayeci olmak için “tam anlamlı” bir tanıma genişlik kazandırma yeterlidir. Örneğin, bir şey konuştuğumuzda onun önemine vurguda bulunmak için bir olay anlatırız. Bu anlama genişlik kazandırmak için başvurulan ek anlatım hikayedir. Bu halk konuşmasından alınmış bir tanımlama ve kanıtlama yöntemidir. Örneğin, “insan olmak onun zatinde vardır” tanımına daha geniş bir anlam kazandırmak için “eşeğe altın semer vursan yine de eşektir” misalini getirirler. Bu söylenen bir şeye ilaveten bir güç kazandırmadır. Veya, “ahlaki güzelliğin” ne olduğunu anlatırken peygamberin yaşamından bir olayı örnek sunmaktır. Yani, hikaye, bir anlamın geniş bir alanda savunmasıdır. Bunun en tipik örneklerini günümüz düşüncesinde de buluruz. Söz gelişi, Sait Nursî’deki kanıtlama türü hikayedir. Örneğin, Gençlik Rehberi risalesinde “ismin” öneminden söz ederken, bir de çöle düşen iki insanın hali anlatılmaktadır. Ama ilmi açıdan kanıt olarak hikayenin sunulması sorunludur. Çünkü, bir şeyin kanıtı kendisi olamadığı sürece, sorunun diğer anlamlar üzerinde yayılmasına neden olmaktadır. Bu yüzden din adamlarının anlatımında sunulan hayati ve ilmi bir şeye ilişkin katılama olarak hikayeye baş vurmak üslup olarak bir eksikliktir. İşte “hikaye”nin tanımı böyle bir şeydir.

Arap edebiyatı en zengin dönemini İslam’ın ortaya çıkmasından sonra yaşamıştır. Özellikle de, hicretin II. Asrından sonra muazzam bir edebiyat örneği ortaya çıkmaktadır. Ama, ne denli zengin olursa olsun, edebiyat son yüzyıla kadar hep seçkin öğretisi olarak kalmıştır. Arap edebiyatı Osmanlı’lar döneminde korunmuş ve etkisinden bir şey kaybetmemiştir. Arap edebiyatında görülen büyük değişim ve ona çağdaş tanımını kazandıran tarih XIX. Yüzyıldır. Bu farkı, değişimi, olumlu ve olumsuzluklarını ortaya koymak için Arap edebiyatını ülkelere göre izlemek en doğru olanıdır.
 
Geri
Top