Aşk acısı nasıl geçer? Kadın ve erkek aşkı arasındaki fark ne?
Aşk çok yüksek bir duygu olduğu için acısı da çok büyük oluyor. Hatta bazı insanlar bu acıyla başa çıkamadığı için cinayet işliyor ya da o kişide cinsel saldırganlık durumu ortaya çıkıyor. Ama bu acıyı geçirmenin formülü de var, saldırganlık durumunun ortaya çıkmasını engellemenin yolu da... İstanbul Bilim Üniversitesi Deneysel Tıp ve Ar-Ge Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Oytun Erbaş, o büyük acıdan kurtulmanın yöntemini ve ülkemizin en büyük yarası olan 'aşk cinayetlerini'
önlemenin formülünü cerezforum.com okuyucuları için anlattı.
Aşk acısı geçer mi? Bu acıyı yaşadığımız süreçte bunun imkansız olduğunu düşünsek de aslında bunun bir çözümü var. Hem de bu çözüm, arkadaşlarınızın ya da yakınlarınızın size böyle zamanlarda en çok söylediği cümlede saklı. Peki genellikle sıkıntılı ilişkiler mi yaşıyorsunuz, sürekli yanlış kişilerle birlikte olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Bunun nedenini hiç kendinizde aradınız mı? ‘İnsan kendisine benzeyene aşık olur’ diyor Yrd. Doç. Dr. Oytun Erbaş. Yani eğer siz kaotik, huzursuz bir tipseniz, kendiniz gibi birine aşık oluyorsunuz ve yaşadığınız ilişki tam bir işkenceye dönüşüyor, size acı veriyor. Peki bu durumda ne yapmalıyız?
İstanbul Bilim Üniversitesi Deneysel Tıp ve Ar-Ge Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Oytun Erbaş, kötü ilişkileri, aşk uğruna işlenen cinayetlerin nedenini, ülkemizde genellikle kadınların öldürülmesiyle sonuçlanan bu kötü ilişkilerin altında yatan nörobiyolojik etkenleri anlattı. Eğer mutlu bir ilişki istiyorsanız, mutlu olmayı öğrenmelisiniz. O zaman, mutluluğun formülü nedir?
Yanlış aşklar neden yaşanıyor.
Endüstriyelleşme ile beraber insanlarda parayı ön plana alma durumu ortaya çıktı. Parası, arabası varsa tamam diyoruz.
Erbaş: Annenin çocuğunu sahiplenmesi gibi eşlerin birbirlerini sahiplenmesi de beynin aynı bölgesinde oluyor.
Bir de haberlerde çok sık okuduğumuz’aşk cinayetleri’ var. Burada durum ne?
Oksitosin bir insanı bir insana bağlıyor. Ama bağlandıkça kişide ‘bu benim’ davranışı gelişiyor. Annenin çocuğunu sahiplenmesi gibi eşlerin birbirlerini sahiplenmesi de beynin aynı bölgesinde oluyor. Ama çok bağlandıkça aşkın acısı da daha büyük oluyor haliyle. Hele bir de karşı taraftan bir karşılık alamıyorsan ve o kişi sürekli senin etrafındaysa… Bazı insanlar o acıyı kaldıramayınca, zarar vermeye başlıyor hatta öldürmek istiyor. Çünkü o ölünce, beyninde de ölmüş oluyor ve kişi rahatlıyor. Bu durum aşırı oksitosinden kaynaklanıyor.
Bu bir bozukluk mu?
Evet ve Türkiye’de çok sık yaşanıyor. Çünkü korteksler eğitimsiz, o limbik dürtüler başıboş. Ama eğitimle, korteksi kalınlaşıyor, protein sentezi artıyor, beyin hacmi artıyor; eğitimle o sürüngen beyinden gelen dürtüleri kontrol edebiliyorsun. Eğer eğitim yoksa içinden ne gelirse onu yapıyor insan. Saldırganlık artıyor. Bu da kontrolsüz aşktır ve ben buna ‘kortekssiz aşk’ diyorum. Çünkü o sadece libido. Yemek yemek, saldırganlık, cinsellik var libidoda ve bunlar birbirlerine çok yakın güdüler ve zamanla birbirlerine dönüyor. Çünkü libido akıcıdır. Böylece cinsellik güdüsü saldırganlığa dönüşebilir ve hatta tecavüz ortaya çıkabilir. Diğer dürtüler için de geçerli bu; yemek yiyemezsen de saldırgan olabilirsin. Bunları yapan şey ilkel beyindir ve bunu kontrol altına alan tek şey eğitimdir. Eğer siz çocuğunuzun ileride bir insanı sevmesini istiyorsanız ona iyi bir eğitim aldırın ve dil öğretin. Böylece o suç işlemez, istediği olmayınca gidip birini dövmez. Bu kadar basit!
“EĞİTİMSİZ İNSAN DA ŞİZOFRENİ HASTASI GİBİDİR”
Mesela şizofrenlerin de korteksleri çok incedir; istediği her şeyi yapar ve cezai ehliyetleri yoktur. Onlara kızabilir miyiz? Hayır! Çünkü o hastadır. O zaman eğitimsiz insan da şizofreni hastası gibidir. Bu kadar net! Psikopatlar da öyle… Dürtüsel yaşıyorlar ve empati güçleri yok. Peki bu durum doğuştan mıdır sonradan mı oluşur? Tabi ki sonradan, anne karnında oluşuyor. Eğer annenin hamileliği stresli geçmişse, anne kötü beslenmişse, ailesinden mobing gördüyse doğacak çocuk nasıl bir insan olabilir ki? Yani aslında sorumlular biziz. Yani çocuk suçlu doğmaz, suçlu olur. Yine söylüyorum bunların tek bir çözümü var; EĞİTİM, EĞİTİM, EĞİTİM!
Çocukların gelişimindeki diğer bir önemli durum ise kafa travması. Çok kafa travması yaşayan, sallanarak uyutulan, sürekli kafasına darbe alacak sporlar yapan çocuklarda da bu bozukluklar ortaya çıkabilir. Bu durum Alzheimer’ı da tetikliyor aynı zamanda. Yani Alzheimer’ı önleyen faktörler suçu da önlüyor diyebiliriz. Demek ki hamile kadın ne yapacak? Sigara ve alkol almayacak. Spor yapacak. Stressiz olacak. O zaman doğacak çocuk suç işlemez. Hayat egoist olan limbik sistemle insani tarafı var eden kortesksin yarışı gibidir. Eğer anne karnından itibaren doğru yetişirse bir insan, basit bir hayvan değil gelişmiş bir canlı olur. Haz aldığın şeyler yanında yeni duygular kazanır.
ÇİVİ ÇİVİYİ SÖKER!
Çok basit! Yerine bir başkasını koyacaksın. Aşk acısından kurtulmanın tek yolu budur. Aşk acısı sevdiğinin ölmesi gibidir; bir kişinin, bir bireyin kaybıdır. Bunu nasıl çözeceğiz? Hemen onun yerine birini ya da bir şeyi koymak lazım.
Çivi çiviyi söker yani…
Evet. Onun yerine yeni bir sevgili de koyabilirsiniz, arkadaşlarınızı ya da yeni bir sürü uğraşıları da. Mesela yeni hobiler edinmelisin hemen. Yani çok seveceğin şeyler eklemelisin hayatına. Sanatla uğraş, balık tut, kitap oku… Sana haz verecek şeyler bunlar. Beyinde dopamin denen bir hormon var. Bu hormon daha çok zevk almanı sağlıyor. Aşkın verdiği zevk de çok büyüktür, o kadar büyüktür ki onun yerine kolay kolay bir şey koyamazsın. O zaman yapacağın o bir sürü yeni uğraşıdan topladığın dopamini, aşkın sağladığı dopamin seviyesine çıkartırsın. Bunun başka yolu yok.
Peki kadın ve erkek neden aşkta bu kadar farklı?
Erkeklerde testosteron seviyesi yüksek olduğu için erkeklerin aşık olma süresi çok hızlıdır. Hemen aşık olurlar yani. Ama kadınlar zamanla sever. Erkek ve kadın arasındaki en klasik fark bu. O zaman ne yapmak gerekiyor? Kadınla zaman geçirmek gerekiyor, sana güvenmesi gerekiyor. Çünkü kadının yumurta sayısı sabittir ve her zaman doğuramaz. Ama erkekte bir sürü sperm var. O herkesi seviyor ve hemen aşık oluyor. Kadınsa bekliyor, seni testten geçiriyor ve seçiyor. Senin kibar olmanı istiyor. Bazen erkekler de seçici olabiliyor tabi.
Demek ki kötü bir aşk yaşıyorsak bizde bir sorun var. Öyle mi?
Kesinlikle. Sen kendin gibi birini buluyorsun. Eğer sakin, kaliteli, huzurlu bir iç dünyan varsa karşına da öyle biri çıkıyor. Ama kaotik bir tipsen, kendin gibi kaotik birini buluyorsun. O zaman da berbat bir ilişki yaşıyorsun.
Bu durumda ne yapacağız?
Huzurlu olacağız, huzurlu olmayı öğreneceğiz. Hayattaki en önemli şey, yaşamaktan zevk almaktır. Budist rahipler çok huzurlu mesela. E bakıyorsun adamın parası yok, üzerine giyecek kıyafeti yok. ‘Neden bu kadar mutlusun?’ diye soruyorsun. ‘Mutluyum, çünkü yaşıyorum’ diye cevap veriyor.
10 BİN SAAT KURALI!
’10 bin saat’ denilen bir kuram var. Eğer 10 bin saat bir şeyle ilgilenirsen o şeyde profesyonel olursun. Acaba budist rahipler neden bu kadar mutlu? Çünkü 10 bin saat hatta daha fazla ‘iyilik’ düşünüyorlar. O alanda profesyonel olmuşlar. Mesela bir köpek gelse ve ısırsa, ona kızmıyor. ‘Bu onun fıtratında var’ diyor ve onu öpüyor. Ama seni ısırırsa senin içindeki hayvan beyni ona vurmanı emreder. Tamam da senin korteksin var; o duyguna hakim olabilirsin. İşte budistlerin yaşadığı durum bu. Yaptıkları meditasyonlar onun korteksini kalınlaştırıyor, hayata daha mutlu bakıyorlar. Buna iç meditasyon deniyor işte. Bu meditasyonlar mutluluğu artırıyor. Gözünü kapat ve ‘her şeyim var, yiyorum, içiyorum hatta dışkılayabiliyorum’ de kendi kendine. Bu bile bir mutluluk. Bir çok insan var ki kalınbağırsak kanseri olduğu için tuvalete çıkamıyor. Yanında sevdiklerin de varsa ne güzel işte. Daha belanı mı arıyorsun? Şimdiki çocuklara soruyoruz ‘nasılsın?’ diye. Hepsi de ‘Mutsuzum’ diyor. ‘Neden?’ diye soruyorsun, ‘bilmiyorum’ diyor. E bilmezsin çünkü bunu düşünmemişsin, mutluluk üzerine kafa yormamışsın.
İç motivasyon çok önemli. Şükretmeyi bilmelisin. Hepimiz panikliyoruz, ‘her şey kötüye gidiyor’ diye veryansın ediyoruz. Hayır! Böyle olmaz. Bu şekilde mutluluğu ne birey ne de toplum olarak yakalayamayız. İlişkilerimiz bile bunlara bağlı…
Mutluluk ama nasıl mutluluk?
Ya reklamlardaki gibi ‘bu arabayı al, mutlu ol’ değildir olay. O mutluluk değildir zaten; o hedonidir, o zevktir. Aynı kahve içmek gibi, aynı seks gibidir; 3-5 dakikalıktır. Ama mutluluk daha uzun süreli bir olay. İnsanı mutlu eden şeyler ne biliyor musun? Anılar… Güzel anılar değil sadece, her türlü anı. Beyin zaten çoğu kötü anıyı siliyor. Sadece anı biriktir. Sonra da o anları hatırla, fotoğraflara bak ve mutlu ol. Mutluluğun en güzel formülü budur. Mesela çocukluk anılarını hatırlarsın ve ‘ne kadar güzeldi o günler’ dersin. Hayır, güzel değil, sana öyle geliyor. Sen onları düşündükçe mutlu oluyorsun.
Dağda gezintiler yap, saçlarını boya, seyahate çık, arkadaşlarınla vakit geçir hatta git bacağını kır! O da bir anı. İleride hatırladığında ‘Allah kahretsin’ demeyeceksin, emin ol. Diyeceksin ki örneğin ‘Ya ne kadar güzel bir gündü, kayak yapmayı bilmiyordum, öğrenirken bacağımı kırdım’… Mutluluk geriye dönüktür, geçmişe bakınca anlaşılabilir. Beyin anlık mutluluğu algılayamaz; bunun değerini ancak yıllar sonra algılar.