Dünyanın en güzel, en tuhaf, en yabani ve aynı zamanda en evcil duygusunu yani aşkı, bu kez de sıradışı sorularla çözümlemeye hazır mısınız?
Neden hep yanlış insanlara aşık oluruz?
Yanlış insanlara aşık oluyoruz çünkü kafamızın içinde "doğru insan" diye bir kavram var. Zihnimizde belli ölçülerden, daha doğrusu kalıplardan meydana gelen bir şema oluşturuyoruz. Durmadan hayatımızın erkeğini arıyoruz ve onu bulma konusunda oldukça sabırsız davranıyoruz. Ayrıca kabul edin ki, aşk söz konusu olduğunda yasakların ve engellerin ayrı bir çekiciliği oluyor. İmkansızlık aşka bambaşka bir lezzet katıyor. Biz de aslında içten içe bu imkansızlığı yaşamaktan hoşlanıyor, bunun içimizdeki tutkuyu arttırmasına göz yumuyor, bir yandan da bir türlü düzenli ve uzun bir ilişki kuramamanın acısını çekiyoruz.
Aşk, her zaman fedakarlık mı demek?
Tabii ki hayır. Bir tarafın diğeri için kendini hiçe sayması aşk değildir. Aşk iki kişilik bir egoizm ve aslında insanın tamamen kendi egosunu tatmin etmek, ruhunu doyurmak, kalp çiçeğinin suyunu vermek için yaşamaya ihtiyaç duyduğu bir süreç. Fakat bu egoizmi olumsuz anlamda ele almamak gerek. Birbirine aşık olan iki insanın ilişkileri, bir yönüyle dünyanın geri kalanına kapalıdır. Onların kendilerine özgü bir dilleri, bir iletişim biçimleri, bazen etraflarındaki hiç kimsenin, en yakınlarının bile içine giremediği bir dünyaları vardır. Aşkın egoist yanı sıradan bir bencillikten çok, bir kabuğuna çekilmişlikten ve mahremiyetten kaynaklanır. Ancak bir tarafın kendini parçalaması ve diğerinin bundan faydalanması aşkın değil, tek yönlü bir bağımlılığın işaretidir.
Aşk filmlerinin hayatımızdaki önemi nedir?
Özellikle biz kadınların zaafı sayılabilecek bu filmler, aşkı daha iyi algılamak üzere gözümüzü açmamızı sağlar. İçimizdeki yoğun duyguya karşı olan güvenimizi arttırır. Aşk filmlerine çok meraklıyız çünkü bizi zaman zaman ümitsizliğe, kuruntulara, endişelere, korkulara, acı çekmeye ve yenilgiye sürükleyen bu hissin bir anlamı olduğunu tekrar tekrar görmemiz gerek. Beyazperdede bu duygu her zaman daha basit görünür ve bu basitlik bizi içine girdiğimiz açmazlardan biraz olsun çıkarır.
İlişkinin özellikle tehlikeye girdiği zamanlar var mı?
İlişkiye üçüncü bir kişinin girmesi -ki bunun mutlaka başka bir kadın ya da erkek olması gerekmez- aşkı en çok tehlikeye sokan durumdur. Bunun en güzel örneği çocuk sahibi olmak... Aşkın var oluşuna katkıda bulunan o özgürlük duygusu bir anda biter ve çiftin üzerine artık bir aile olmanın sorumlulukları yığılır. Eğer birbirine aşık olan iki insan ilişkileri süresince zor durumlarla başa çıkmayı öğrenememişler, kendilerini bu konuda geliştirememişlerse, bu yeni yaşam biçimi onları birbirlerini kırmaya iter ve aşklarının tartışmalar, gerginlikler, yıpranmalar, sinir krizleri ve isyanlar arasında yitip gitmesine neden olur.
Aldatsa bile sizi seviyor mu?
Erkekler için evet... Bir erkek birlikte olduğu kadını çok sevip yine de aldatabilir, çoğunlukla da cinsellikten kaynaklanan sebeplerle... Kadınlar aldatma olayına farklı amaçlarla, planlı programlı girerler. Çoğunlukla da bunu birlikte oldukları erkekten intikam almak için yaparlar. Kadının içinde sadakat duygusuna yer olmayan bir aşk yaşaması, çok daha düşük bir ihtimaldir.
İnsan bir aşkı telefonunda bitirebilir mi?
Bitiremez, bitiriyorsa da yaşadığı şeyin aşk olmadığından emin olabilir. Eğer bir insanı sevmiş ve onunla bir dönem hayatı paylaşmışsak, içimizdeki tutku fırtınası dindiğinde bile o güzel günlerin hatırına en azından gözlerinin içine bakarak ve bir açıklama yaparak ayrılmayı ona borçlu olduğumuzu hissederiz. Yani bir erkeği mesajla başınızdan atıyorsanız, bilin ki ona hiçbir zaman aşık olmamışsınızdır.
Aşkın ne kadar yakınlığa ve uzaklığa ihtiyacı var?
Birbirini tek bir bakışla anlayacak kadar yakın ve bir birey olarak var olmaya devam edebilecek kadar uzak... Aradaki sınır oldukça incedir ve pek çok çift bu sınırı tutturmayı beceremez. Ya ilişkileri yeterince derin değildir ya da tam tersine artık birleşip tek bir varlık haline gelmiş, kişiliklerini kaybetmişlerdir. Oysa aradaki mesafenin doğru tayin edilmesi durumunda aşkın ömrü çok daha uzun olur.
Aşkla ilgili en büyük yanılgılar neler?
Çoğumuz onu avucumuzun içine alıp kontrol edebileceğimizi, isteklerimiz doğrultusunda yönlendirebileceğimizi ve istediğimiz zaman atabileceğimizi sanırız. Çok beğenme, hoşlanma ve etkilenme gibi duygularımızı hemen aşkla karıştırırız. En büyük yanılgılarımızdan biri ise şudur: Hayatımızın bazı dönemlerinde şefkate, ilgiye, sıcak bir dokunuşa o kadar büyük bir özlem duyarız ki, karşımıza çıkan ilk erkeğe aşık olduğumuzu sanırız. Aslında içimizdeki his sevmekten çok, sevmeyi sevmektir.
"Midenize inen yumruğu" biyolojik olarak açıklaması yapılabilir mi?
Hem de kolayca... Aşık olduğumuz sürece kanımızda phenyiethylamin yani aşk hormonu vardır. Ancak zaman içinde bu hormonun seviyesi düşer, ilişkinin ileri aşamalarında aşk, kimyasal etkisini kaybeder ve midede uçuşan kelebekler bir sonraki aşka kadar tarihe karışır. Ancak eğer bu ilk heyecanın yerine karşılıklı güven, şefkat, anlayış, saygı ve dostluktan oluşan bir karışım koyabilmişsek, aşk sevgiye dönüşür ve bu sevgi bir ömür boyu bile sürebilir.
Neden bazılarımız ard arda ilişkiler yaşarken bazılarımız aşık olmakta bu kadar güçlük çekiyoruz?
Bir insan aşık olmakta zorlanıyorsa bunun farklı sebepleri olabilir. En klasik sebep, kişinin daha önce yaşadığı ilişkilerden kaynaklanan güvensizliği ve karşı cins hakkındaki olumsuz yargılarıdır. Bunun dışında bir de aşkı her yönüyle yaşayamayanlara, daha doğrusu yaşamaktan keyif almayı beceremeyenlere rastlanır. Bunlara "aşka kabiliyeti olmayanlar" diyebiliriz. Ne kendileri o sihirli sinyalleri gönderebilirler, ne de gönderilenleri alabilirler. Bir de aşkın beraberinde getirdiği zorluklardan kaçan ve kişisel mahremiyetinin azalmasından korkanlar vardır. Kendi kendilerine yeten bu insanlar daha seçici davranırlar ve bulundukları herhangi bir ortamda aşk arayışına girmezler. Yani olaya mantık yönünden bakmayı tercih ederler.
Neden hep yanlış insanlara aşık oluruz?
Yanlış insanlara aşık oluyoruz çünkü kafamızın içinde "doğru insan" diye bir kavram var. Zihnimizde belli ölçülerden, daha doğrusu kalıplardan meydana gelen bir şema oluşturuyoruz. Durmadan hayatımızın erkeğini arıyoruz ve onu bulma konusunda oldukça sabırsız davranıyoruz. Ayrıca kabul edin ki, aşk söz konusu olduğunda yasakların ve engellerin ayrı bir çekiciliği oluyor. İmkansızlık aşka bambaşka bir lezzet katıyor. Biz de aslında içten içe bu imkansızlığı yaşamaktan hoşlanıyor, bunun içimizdeki tutkuyu arttırmasına göz yumuyor, bir yandan da bir türlü düzenli ve uzun bir ilişki kuramamanın acısını çekiyoruz.
Aşk, her zaman fedakarlık mı demek?
Tabii ki hayır. Bir tarafın diğeri için kendini hiçe sayması aşk değildir. Aşk iki kişilik bir egoizm ve aslında insanın tamamen kendi egosunu tatmin etmek, ruhunu doyurmak, kalp çiçeğinin suyunu vermek için yaşamaya ihtiyaç duyduğu bir süreç. Fakat bu egoizmi olumsuz anlamda ele almamak gerek. Birbirine aşık olan iki insanın ilişkileri, bir yönüyle dünyanın geri kalanına kapalıdır. Onların kendilerine özgü bir dilleri, bir iletişim biçimleri, bazen etraflarındaki hiç kimsenin, en yakınlarının bile içine giremediği bir dünyaları vardır. Aşkın egoist yanı sıradan bir bencillikten çok, bir kabuğuna çekilmişlikten ve mahremiyetten kaynaklanır. Ancak bir tarafın kendini parçalaması ve diğerinin bundan faydalanması aşkın değil, tek yönlü bir bağımlılığın işaretidir.
Aşk filmlerinin hayatımızdaki önemi nedir?
Özellikle biz kadınların zaafı sayılabilecek bu filmler, aşkı daha iyi algılamak üzere gözümüzü açmamızı sağlar. İçimizdeki yoğun duyguya karşı olan güvenimizi arttırır. Aşk filmlerine çok meraklıyız çünkü bizi zaman zaman ümitsizliğe, kuruntulara, endişelere, korkulara, acı çekmeye ve yenilgiye sürükleyen bu hissin bir anlamı olduğunu tekrar tekrar görmemiz gerek. Beyazperdede bu duygu her zaman daha basit görünür ve bu basitlik bizi içine girdiğimiz açmazlardan biraz olsun çıkarır.
İlişkinin özellikle tehlikeye girdiği zamanlar var mı?
İlişkiye üçüncü bir kişinin girmesi -ki bunun mutlaka başka bir kadın ya da erkek olması gerekmez- aşkı en çok tehlikeye sokan durumdur. Bunun en güzel örneği çocuk sahibi olmak... Aşkın var oluşuna katkıda bulunan o özgürlük duygusu bir anda biter ve çiftin üzerine artık bir aile olmanın sorumlulukları yığılır. Eğer birbirine aşık olan iki insan ilişkileri süresince zor durumlarla başa çıkmayı öğrenememişler, kendilerini bu konuda geliştirememişlerse, bu yeni yaşam biçimi onları birbirlerini kırmaya iter ve aşklarının tartışmalar, gerginlikler, yıpranmalar, sinir krizleri ve isyanlar arasında yitip gitmesine neden olur.
Aldatsa bile sizi seviyor mu?
Erkekler için evet... Bir erkek birlikte olduğu kadını çok sevip yine de aldatabilir, çoğunlukla da cinsellikten kaynaklanan sebeplerle... Kadınlar aldatma olayına farklı amaçlarla, planlı programlı girerler. Çoğunlukla da bunu birlikte oldukları erkekten intikam almak için yaparlar. Kadının içinde sadakat duygusuna yer olmayan bir aşk yaşaması, çok daha düşük bir ihtimaldir.
İnsan bir aşkı telefonunda bitirebilir mi?
Bitiremez, bitiriyorsa da yaşadığı şeyin aşk olmadığından emin olabilir. Eğer bir insanı sevmiş ve onunla bir dönem hayatı paylaşmışsak, içimizdeki tutku fırtınası dindiğinde bile o güzel günlerin hatırına en azından gözlerinin içine bakarak ve bir açıklama yaparak ayrılmayı ona borçlu olduğumuzu hissederiz. Yani bir erkeği mesajla başınızdan atıyorsanız, bilin ki ona hiçbir zaman aşık olmamışsınızdır.
Aşkın ne kadar yakınlığa ve uzaklığa ihtiyacı var?
Birbirini tek bir bakışla anlayacak kadar yakın ve bir birey olarak var olmaya devam edebilecek kadar uzak... Aradaki sınır oldukça incedir ve pek çok çift bu sınırı tutturmayı beceremez. Ya ilişkileri yeterince derin değildir ya da tam tersine artık birleşip tek bir varlık haline gelmiş, kişiliklerini kaybetmişlerdir. Oysa aradaki mesafenin doğru tayin edilmesi durumunda aşkın ömrü çok daha uzun olur.
Aşkla ilgili en büyük yanılgılar neler?
Çoğumuz onu avucumuzun içine alıp kontrol edebileceğimizi, isteklerimiz doğrultusunda yönlendirebileceğimizi ve istediğimiz zaman atabileceğimizi sanırız. Çok beğenme, hoşlanma ve etkilenme gibi duygularımızı hemen aşkla karıştırırız. En büyük yanılgılarımızdan biri ise şudur: Hayatımızın bazı dönemlerinde şefkate, ilgiye, sıcak bir dokunuşa o kadar büyük bir özlem duyarız ki, karşımıza çıkan ilk erkeğe aşık olduğumuzu sanırız. Aslında içimizdeki his sevmekten çok, sevmeyi sevmektir.
"Midenize inen yumruğu" biyolojik olarak açıklaması yapılabilir mi?
Hem de kolayca... Aşık olduğumuz sürece kanımızda phenyiethylamin yani aşk hormonu vardır. Ancak zaman içinde bu hormonun seviyesi düşer, ilişkinin ileri aşamalarında aşk, kimyasal etkisini kaybeder ve midede uçuşan kelebekler bir sonraki aşka kadar tarihe karışır. Ancak eğer bu ilk heyecanın yerine karşılıklı güven, şefkat, anlayış, saygı ve dostluktan oluşan bir karışım koyabilmişsek, aşk sevgiye dönüşür ve bu sevgi bir ömür boyu bile sürebilir.
Neden bazılarımız ard arda ilişkiler yaşarken bazılarımız aşık olmakta bu kadar güçlük çekiyoruz?
Bir insan aşık olmakta zorlanıyorsa bunun farklı sebepleri olabilir. En klasik sebep, kişinin daha önce yaşadığı ilişkilerden kaynaklanan güvensizliği ve karşı cins hakkındaki olumsuz yargılarıdır. Bunun dışında bir de aşkı her yönüyle yaşayamayanlara, daha doğrusu yaşamaktan keyif almayı beceremeyenlere rastlanır. Bunlara "aşka kabiliyeti olmayanlar" diyebiliriz. Ne kendileri o sihirli sinyalleri gönderebilirler, ne de gönderilenleri alabilirler. Bir de aşkın beraberinde getirdiği zorluklardan kaçan ve kişisel mahremiyetinin azalmasından korkanlar vardır. Kendi kendilerine yeten bu insanlar daha seçici davranırlar ve bulundukları herhangi bir ortamda aşk arayışına girmezler. Yani olaya mantık yönünden bakmayı tercih ederler.