Namazı tüm boyutlarıyla düşünmemiştim bu güne kadar. Bir namaz kılıyoruz o da boynumuzun borcu nasıl cenneti umuyoruz? diyorduk. Bir namaz kılıyoruz derken soru işaretleri zinciri takılıyor beynimin kancalarına. Acaba kılıyor muydum hakkıyla? Ya da kılmaya çalışıyor muydum?
Kendimi sorgulamaya karar verdim yıldırım hızıyla. Oysa basit bir şeyler için bile plan yapardım... Ama kararlaştırma zamanım yoktu belki de... Radyoda bir beyit duydum o esnada: 'Elle başını mezara giren her kefenin, bak bakalım farkı var mı hükümdarla kölenin?' Ey insanoğlu! Ne olursan ve kaç yaşında olursan ol, hissene düşen nefes, vadesiz değil elbet. Bir gün olup o da tükenecek... Kıldığımız namaz, kabirde bir paçavra gibi yüzümüze mi çarpılacak yoksa kıymet verdiğimiz üzere bize ışık mı saçacak? Muamma...
Bir nefes gibi namaz Olmazsa olmazı insanın Derin derin tüm zerrelerine kadar içine çekmek var, sırf yaşamak adına solunan hava misali. Ama maalesef görev gibi yapılan taklitler var. Taklitten tahkike geçiş bir çırpıda olmuyor maalesef. Zahmet olmalı ki, rahmete ulaşılabilsin.
Bir filme benzetiyorum bazen namazı: Giriş, gelişme, sonuç... Bazen kilitlenip kalıyorsun bir sahnesine en lezzet aldığın an bakımından. Önce açılıyor sahnenin perdeleri, Allahu Ekber edasıyla, uzaktan gelip kalbini delen bir nağmeyle... Bu girizgahla beraber atıyoruz ellerimizin ardına tüm dünyevi unsurları, büküyoruz kıldan ince boynumuzu, bağlıyoruz ellerimizi birbiri üstüne, tüm beden saygı duruşunda, en çok saygı göstermemiz gerekene, edeple, huşu ile... Resmi bir dairede makam koltuğuna oturana karşı iliklenen ceketin düğmeleri misali kenetleniyor eller birbiri üstüne.
Başlıyoruz Besmele ile selam verircesine ve bir şiiri yazarına hediye edercesine ezbere okur gibi okuyoruz en güzel satırları bin bir eda ile. Her bir harfi olması gerektiği gibi, tutmuyor dizlerimizde bağlar, saygıdan. Heybetinden bükülüyor, büküldükçe boyunlar. Yetmiyor eğiliyor bedenimiz Yaradan'ın huzurunda, ne mutlu insanoğlu rükûda. Bir hükümdarın karşısında kıvranıyor utançtan tüm hücreler, derken kapanıyoruz Aşkın ayaklarına, öpüyoruz eteğini secdenin sahibinin. En yakınındayız... İki elimizin arasına aldığımız, karanlığın girdabında, kamburu çıkmış günahlarımız için de çıkıyor bir daha kamburlar, amellere gençlik iksiri dilercesine... Kamburu çıkmış bu günahlarımızla, kızaran yüzümüzle diliyoruz gençlik iksirini, amel defterimize bir dikişte içirebilmek için. İçmiş kadar olan ciğerlerimize yerleşiyor o an yangın yeri. Edeple oturup sabırla bekliyor, iltifatlar yağdırıyoruz Yaradan'ın Habibi'ne ve meleklerine. Ettiğimiz dualara âmin edasını duymuşçasına selam veriyoruz, eşref-i mahlukattan sonra en güzel yaratılana. Sanki seslenişimizi duymuşçasına selam vermeden edemiyoruz diğer tarafımıza. Ve âmin diyoruz Sevgiliden gelen bir mektubu noktalarcasına. Arz-ı halimizi anlatırcasına kalkıyor Semaya ellerimiz, gözlerimizdeki yaşların süzülüş hızıyla...
Arş-ı âlâ ya uzanan her dilekle beraber, umut tohumları atılıyor, yüzümüzden düşen yaşların her bir katresi ile. Her bir katre ile cennet bahçesi hazırlanıyor şahsımıza ahiretlik...Her bir Müslümana o cennet bahçesinde nur cemalini doyasıya seyredebilmek duası ile....