Atatürk Diger Dünya Liderlerinden Neden Farkli

wien06

V.I.P
V.I.P

Atatürk yalnızca Türk tarihinde değil, dünya tarihinde de en demokrat, en çağdaş liderlerin başına gelir. Atatürk’ün dönemine ve o günkü ülkelerin yönetim şekilleri ve liderlerine bakarsak bunu daha iyi anlamış oluruz.


Atatürk’ün kurduğu sistem tamamen millî bir modeldir. Atatürk’ün temel çıkış noktası Türk milletinin içinde bulunduğu şartlar ve ihtiyaçlarıdır.

Atatürk bu konuda, 29 Ekim 1930 tarihinde cumhuriyetin ilânının yedinci yılı kutlamaları münasebetiyle Ankara’daki Türk Ocağı Genel Merkezi’nde, Amerikalı gazeteci Miss Ring’e verdiği demecinde şöyle söylüyor:

”Türkiye bir maymun değildir.
Hiçbir milleti taklit etmeyecektir.
Türkiye;
Ne Amerikanlaşacak!..
Ne Batılışacaktır!..
O sadece özleşecektir!..”


“Bir Ulus için saadet olan bir şey diğer bir ulus için felâket olabilir.. Aynı neden ve şartlar, birini mesut ettiği hâlde, diğerini bedbaht edebilir.

Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından, ilerlemelerinden faydalanalım. Lâkin unutmayalım ki asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorunluluğudur.

Hiçbir millet aynen diğer milletin taklitçisi olamaz, olmamalıdır. Çünkü, böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynısı olabilir; ne de kendi milleti içinde kalabilir. Bunun sonucu kuşkusuz ki hüsrandır.


Atatürkçülüğe saldıran bazı içteki ve dıştaki hain çevreler, şöyle söylüyorlar:

Dünyadaki bütün İzm’ler yıkıldı. Lelin’in Rusya’sı, Hitler’in Almanya’sı, Mussolini’nin İtalya’sı, Tito’nun Romanya’sı, Enver Hoca’nın Arnavutluğu; neden hâla Türkiye’de Kemalizm yaşıyor?.

19 Ocak 1998 tarihli Alman haber dergisi “Süd Deutsche Zeitung” açık açık “Yıkılma Sırası Türkiye’deki Kemalizm’de” diyor… Avrupalıların bu gayretleri ve niyetleri açık; Atatürk onların, Türk İstiklâl Harbi’nde boylarının ölçüsünü almıştı.

Ulu Önder Büyük Atatürk’ün, yaşadığı çağdaki liderlerin kimi, faşist diktatör, kimi komünist diktatör, kimi kraldı. Atatürk’ün, o anlayışına karşın, bugün demokrasi edebiyatı yapan bazı ülkelerin Atatürk’ün ne kadar gerisinde kaldıklarını akıl sahipleri açık açık görürler. Atatürk, her türlü diktatörlüğe, komünizme, faşizme ve her türlü emperyalizme karşıydı. Bu konunun kısa bir kıyaslama yöntemiyle izah edilmesinde fayda vardır:


SMİTH: Bir ekonomisti. Her olayı arz, talep eğrisi üzerinde incelemiş, bütün olayları maddî bir bakış açısıyla ele almıştır. Sosyal olayların, manevî ve ahlâki boyutu A. Smith’i hiç ilgilendirmez. Hareket noktası serbest piyasadaki arz taleptir. Bu denge kendiliğinden oluşur. Temel felsefesi ise çıkardır. Her birey çıkarına göre davranır. “Bırakınız yapsınlar…” mantığına dayanır. Amaç daha fazla kazanmaktır. A. Smith için çevre kirliği, doğal dengelerin bozulması hiç önemli değildir. Ona göre esas olan daha çok kazanmaktır.

MARX: İnanç ve maneviyatı reddeden bir filozoftur. Her olayı maddeci bir bakış açısından yorumlayarak, işçi sınıfının egemenliğini savunur. Hareket noktası tez, antitezdir. Kaynakların devlet eliyle bölüşümünü ve katı devletçiliği savunur. Dini, özel teşebbüs ve serbest Pazar ekonomisini reddeder. Bu felsefe 1990’lı yılların başında bütün dünyada iflâs etmiştir.

ATATÜRK: Dünyada geçmiş ve günümüzde bütün sosyal bilimcilerin, deney yapacakları ve fikirlerin doğruluğunu test edebilecekleri bir laboratuar imkanları ve ortamları olmamıştır. Atatürk ise, meydana gelen sosyal, siyasî, ekonomik ve askerî olayların tam ortasında kalarak, bulduğu çözüm yollarıyla başarılı olmuştur. Ortaya çıkan problemlerin arkasından koşmak yerine önce olayı tanımlayıp sonra, doğru teşhis ve doğru tedavi programlarını uygulayarak başarılı olan dünyadaki tek istisna liderdir.


Mensup olduğu milleti ne katı devletçiliğin keyfiliğine ne de her şeyi özel teşebbüsün insafına terk etmeyerek; bunlar arasında milletin ihtiyaçlarına ve savaştan yeni çıkmış bir devletin ekonomik gücüne göre çok dengeli bir karma ekonomik modeli, o yıllarda dünyayı saran ekonomik buhrana rağmen, başarıyla uygulamıştır.

Atatürk, 1 Kasım 1937 tarihinde TBMM’nin açılış konuşmasının bir bölümünde şöyle söylüyordu:

”…Bundan sonrası için, bütün uçaklarımızın ve motorlarının memleketimizde yapılması ve harp hava endüstrimizin de bu esasa göre geliştirilmesi zorunludur.

Atatürk’ü anlamadığımız için bu hâllere gelindi.. Büyük Atatürk’ün döneminde dünyada yaşanan ekonomik buhrana rağmen kalkınma hızı % 23.2’dir. Diğer yandan sanayide ise Kayseri Uçak Fabrikası’ndan “-şimdi içerisine girebilmek için kapısında kırk yıldır beklediğimiz-“ bazı Avrupa ülkelerine savaş uçağı satarken, şimdi bize ne oldu?..

Atatürk, devrinde yaşamış diktatörlerin hiçbirini tasvip etmediği gibi hiçbir zaman diktatörlük heveslisi olmamıştır.

O zaman ki liderlerden Almanya’nın faşist lideri Adolf Hitler ve İtalya’nın faşist lideri Mussolini ile Rusya’nın Komünist lideri Stalin sivil devlet başkanıyken dahi askerî üniformayla dolaşırken, Atatürk, bir mareşal olduğu halde üniformasını nadiren askerî manevralarda giymiştir. Söz dünyadaki diktatörlerden açılınca, Atatürk, onları kast ve gareze dayalı değerlendirmez ve doğrudan itham etmezdi… Yeri geldiğinde, haklarında çok objektif değerlendirmelerde bulunurdu…

Rus ihtilâlinin yıl dönümünden birkaç gün önce Stalin uzun bir konuşma yaparak, Türkiye üzerindeki hain emellerini açığa vuracak kadar taşkınlık göstermiş; Türkiye, İran, Yakın ve Uzak Doğu memleketlerinden “Rus Bölgesi” diye söz edince; Türkiye’nin Moskova büyük elçisinin durumu derhâl Atatürk’e bildirmesi üzerine, Atatürk Rusya’nın, Ankara’daki büyük elçisi Karahan’a, derhal muhatabına iletilmek üzere Stalin’e aşağıdaki çok ağır cevabı verir:

”Moskova’daki, Kalinin midir, Stalin midir, ne Allah’ın belası ise, o herife söyleyin, biz Türkler asırlarca Rusya’nın göbeğinde rakı içmiş bir Milletiz. Gerekirse yine de içmesini biliriz.”

Atatürk, Türk milletinin haysiyetini, canından aziz bilir ve her şeyin üstünde tutardı… Uluslar arası meselelerde mutlaka mütekabiliyet esasına göre hareket eder, herkesin anlayacağı dilden cevabı vermekten hiçbir şekilde çekinmezdi.

 
Geri
Top