Cevat Abbas Gürer anlatıyor;
Ülkü’nün anası Bayan Vasfiye asırlardan beri Tunka kıyılarından güneye doğru inen Türk ailelerinin yavruları arasında kimsesiz kalmış bir yavrucağızdı.
onu Selanik’te Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım himayesine almış o zamanlar Ülkü kadar küçük ve masum olan Vasfiye’ye şefkat kucağını açmıştı.
Vasfiye de bütün Türkler’de olduğu gibi selabetli bir yaradılışın terbiye ve metaneti vardı.Evin çocuğu gibi muamele gören bu küçük kızcağızı Zübeyde hanım gün geçtikçe daha fazla seviyordu..vaktaki Atatürk’ün annesi vefat etti Vasfiye’de Makbule Hanım’ın yanında kaldı.Aradan geçen zaman içinde evvelce küçük bir yavru olan Vasfiye büyümüş gelişmiş evlenmek çağına ermişti.her aceminin yapacağı veçhiyle o da sayın Makbule Boysa’nın iznini almadan evlenmiş fakat mutlu olamamıştı.bu suretle Vasfiye’yi Atatürk ailesi yıllarca kaybetmişti..
Uzun yıllar sonra bir gün komşusu bir bayanın delaletiyle Vasfiye Dolmabahçe Sarayı’na beni görmeye gelmişti fakat kendisi mahcubiyetinden lafa hiç karışmıyor adeta arkadaşı ona tercümanlık yapıyordu.
Vasfiye bir aralık evlilik hayatının ağırlığı her gün muhtelif evlerde ağır hizmetlerin mukabili olarak verilen ücretlerin bile elinden alındığı ve bu hallere ahlakını korumak uğruna katlandığını ağlayarak anlattı ve Atatürk’e iltica ettiğini bildirmemi rica etti.
Beni müteessir eden Vasfiye’nin elem ve ıstıraplarını hikaye ettiğim zaman Atatürk mütehassis oldular çok sevdiği annesinden yadigar kimsesiz bu zavallı kadını himayelerine aldılar..
Vasfiye’nin izdivacının ilk senesinde Ülkü dünyaya geldi.
İstasyonda küçük ve kasvetli bir evde doğan Ülkü daha altı aylık iken büyük bir sevgiyle Atatük’e bağlanmıştı
Ana ve babasını tanıdığı kadar Atatürk’ü de tanıyordu.
Her gördüğünde kollarına atılmak istiyordu..Ülkü’nün bu sokulganlığı mukabelesiz kalmıyordu…
Büyük Ata’nın kucağında dakikalarca kalır saat ve kordonu ile saatlerce oynardı saati kulağına götürmeyi de bellemişti.ülkü aylarını doldurdukça gittikçe Atatürk’e bağlanıyordu,bir yaşını tamamladıktan sonra ebedi şefe daha ziyade yanaşmak ondan ayrılmamak ister her tesadüfünde Atatürk’e bir şeyler anlatmak için yarım yamalak sözlerine masumane işaretler katardı fakat saatle de oynamayı unutmazdı..
Atatürk küçük Ülkü’nün her hareketinden hoşlanırdı hele her zaman saati unutmamasını ve dinlemesini kuvvetli hafızasına verirdi.
Gün geçtikçe Atatürk Ülkü’yü artan bir muhabbetle sevmeye başlamıştı.
Atatürk aslında küçük çocuk sevmezdi denebilir ki ilk sevdiği küçük çocuk Ülkü’dür bildiğimin aksine olan bu muhabbet merakımı mucip oluyordu.
Bir gün Atatürk’ün Ülkü’ye muhabbetinin neden ileri geldiğini sordum..
Cevaben; “zekayı takdir ederim bu çocukta kıymetli bir zekilik görmekteyim,Ülkü ile onun için alakadar oluyorum” dedi.
İşte ebedi Şefin Ülkü’ye olan muhabbetinin sebebi budur.
Aylar yıllar geçiyor Ülkü’de büyüyordu masumane sözlerini şirin halleriyle ikmal eden küçük Ükü ile meşgul olmak Atatürk için bir zevk oluyordu.
Ankara’nın belli başlı gidilecek yerlerinden biri olan kendi elleriyle ihya edilmiş bulunan orman çiftliğine gidildiği vakit mutlaka Ülkü’yü ziyaret ederdi.
Atatürk Ülkü’yü otomobiline alır yanına oturtur ona büyük bir adam muamelesi yapardı.
Ebedi şef Ülkü’nün bütün arzularını yerine getirmek isterdi hatta ne kadar çocukça olsa bile.
Mesela yaramaz Ülkü bir ara artist olma hevesini gösterdi.
Atatürk bu sanatı tadir ettiği için kabil olsaydı Ükü’yü yetişmiş bir kız gibi tiyatro ve dans okuluna hemen verecekti fakat Ülkü’nün çok küçük olması münasebetiyle arzusunun yerine getirilemeyeceği tabii ise de Atatürk’ün bu arzuları yapamadığından üzüldüğünü hayretle görmüştüm..
Ülkü bir ara paratifodan rahatsızlandı.
Dolmabahçe’de büyük bir ihtimamla tedavi altına alındı.o mevsimde Florya’da kalan Atatürk’ün her gün ülküyü ziyaret etmekte olduğunu görüyorduk..
Ülkü’nün yanına evvela Atatürk giriyor hatırını sorduktan sonra inceden inceye sıhhatini vaziyetini tetkik ediyordu.
Ve ülkünün arzusu yoklanarak müsaadesi alınır bizler sıra ile büyük muhabbet taşıyan küçük hastanın hal ve hatırını sormak üzere yanına girerdik.
Atatürk huzurlu ve sükunlu zamanlarında uzunca ve düzenli uyurdu mühim meseleler ve kararlar muvacehesinde kaldığı zaman veya muharebe günlerinde uyumazdı..
Hele Türk milletine benliğini Türk’ün asaletini ve yapma yaratma kuvvet ve kudretini tanıtmak içlin kati delilleriyle meydana çıkarmak ve onu tespit etmek azmiyle koyulduğu fasılasız Türk tarihiyle,bütün dillerin kaynağı ona Türk’ün geniş ve zengin lehçelerinden ana dil Türkçe’yi yurdun aydınlarıyla halk tabakasının konuşacağı ve yazacağı kapsamlı bir Türk dili yapmak ve onu bütün asaletiyle dört bucağa yaymak kararıyla yıllarca süren dahiyane çalışmalarında ise birbiri ardınca üç dört gece uyumadığı görülürdü..
Atatürk’ün uyku saatini geçtiği zamanlar ülkü meraklı masum bir hassasiyetle atamızın yatak odasının kapısına gider kasten gürültü patırtı yaparak uyandırırdı..
Yaramaz Ülkü gürültüsüyle uyandırdığı Atatürk’e
“Çok uyudun Atatürk artık kalk” derdi.
Ülkü’nün bu samimi arzusunu Atatürk güler yüzle karşılardı büyük adamı uyandırmak cesaretini taşıyan yalnızca Ülkü’ydü.
Atatürk son zamanlarda gezdiği ve gittiği yerlere çok sevdiği Ülkü’sünü de beraber götürürdü.
Ülkü’yü halk arasında söyletmekten kazaska zeybek oynatmaktan ve akrobatik hareketler yapmasından zevk alırdı.
Ülkü coştuğu zaman cıva kadar seyyal kabiliyetler gösterdikçe Atatürk sonsuz zevk duyar ve takdirlerinle ve iltifatlarına gark ettiği Ülkü’sünün başına titrerdi.
Hatta bir defa iltifat “bu çocuğa bir şey olursa bana çok dayanılmaz acılar verir”demişti.
böylece Ülkü’ye olan şiddetli muhabbetlerini açıklamışlardı..
Atatürk’e bütün bunları yaptıran her yıl geçtikçe Ülkü’sünün artan inkişaf eden zekasıydı..
Atatürk’ün hastalığı esnasında bile bütün muhalefetlere rağmen Ülkü çok düşkün olduğu ebedi şefin yanına fırsat düşürerek girerdi..hatır sormaya gelen bu sevgili küçük ziyaretçi her vakit sevinçle karşılanırdı..
Ülkü’nün anası Bayan Vasfiye asırlardan beri Tunka kıyılarından güneye doğru inen Türk ailelerinin yavruları arasında kimsesiz kalmış bir yavrucağızdı.
onu Selanik’te Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım himayesine almış o zamanlar Ülkü kadar küçük ve masum olan Vasfiye’ye şefkat kucağını açmıştı.
Vasfiye de bütün Türkler’de olduğu gibi selabetli bir yaradılışın terbiye ve metaneti vardı.Evin çocuğu gibi muamele gören bu küçük kızcağızı Zübeyde hanım gün geçtikçe daha fazla seviyordu..vaktaki Atatürk’ün annesi vefat etti Vasfiye’de Makbule Hanım’ın yanında kaldı.Aradan geçen zaman içinde evvelce küçük bir yavru olan Vasfiye büyümüş gelişmiş evlenmek çağına ermişti.her aceminin yapacağı veçhiyle o da sayın Makbule Boysa’nın iznini almadan evlenmiş fakat mutlu olamamıştı.bu suretle Vasfiye’yi Atatürk ailesi yıllarca kaybetmişti..
Uzun yıllar sonra bir gün komşusu bir bayanın delaletiyle Vasfiye Dolmabahçe Sarayı’na beni görmeye gelmişti fakat kendisi mahcubiyetinden lafa hiç karışmıyor adeta arkadaşı ona tercümanlık yapıyordu.
Vasfiye bir aralık evlilik hayatının ağırlığı her gün muhtelif evlerde ağır hizmetlerin mukabili olarak verilen ücretlerin bile elinden alındığı ve bu hallere ahlakını korumak uğruna katlandığını ağlayarak anlattı ve Atatürk’e iltica ettiğini bildirmemi rica etti.
Beni müteessir eden Vasfiye’nin elem ve ıstıraplarını hikaye ettiğim zaman Atatürk mütehassis oldular çok sevdiği annesinden yadigar kimsesiz bu zavallı kadını himayelerine aldılar..
Vasfiye’nin izdivacının ilk senesinde Ülkü dünyaya geldi.
İstasyonda küçük ve kasvetli bir evde doğan Ülkü daha altı aylık iken büyük bir sevgiyle Atatük’e bağlanmıştı
Ana ve babasını tanıdığı kadar Atatürk’ü de tanıyordu.
Her gördüğünde kollarına atılmak istiyordu..Ülkü’nün bu sokulganlığı mukabelesiz kalmıyordu…
Büyük Ata’nın kucağında dakikalarca kalır saat ve kordonu ile saatlerce oynardı saati kulağına götürmeyi de bellemişti.ülkü aylarını doldurdukça gittikçe Atatürk’e bağlanıyordu,bir yaşını tamamladıktan sonra ebedi şefe daha ziyade yanaşmak ondan ayrılmamak ister her tesadüfünde Atatürk’e bir şeyler anlatmak için yarım yamalak sözlerine masumane işaretler katardı fakat saatle de oynamayı unutmazdı..
Atatürk küçük Ülkü’nün her hareketinden hoşlanırdı hele her zaman saati unutmamasını ve dinlemesini kuvvetli hafızasına verirdi.
Gün geçtikçe Atatürk Ülkü’yü artan bir muhabbetle sevmeye başlamıştı.
Atatürk aslında küçük çocuk sevmezdi denebilir ki ilk sevdiği küçük çocuk Ülkü’dür bildiğimin aksine olan bu muhabbet merakımı mucip oluyordu.
Bir gün Atatürk’ün Ülkü’ye muhabbetinin neden ileri geldiğini sordum..
Cevaben; “zekayı takdir ederim bu çocukta kıymetli bir zekilik görmekteyim,Ülkü ile onun için alakadar oluyorum” dedi.
İşte ebedi Şefin Ülkü’ye olan muhabbetinin sebebi budur.
Aylar yıllar geçiyor Ülkü’de büyüyordu masumane sözlerini şirin halleriyle ikmal eden küçük Ükü ile meşgul olmak Atatürk için bir zevk oluyordu.
Ankara’nın belli başlı gidilecek yerlerinden biri olan kendi elleriyle ihya edilmiş bulunan orman çiftliğine gidildiği vakit mutlaka Ülkü’yü ziyaret ederdi.
Atatürk Ülkü’yü otomobiline alır yanına oturtur ona büyük bir adam muamelesi yapardı.
Ebedi şef Ülkü’nün bütün arzularını yerine getirmek isterdi hatta ne kadar çocukça olsa bile.
Mesela yaramaz Ülkü bir ara artist olma hevesini gösterdi.
Atatürk bu sanatı tadir ettiği için kabil olsaydı Ükü’yü yetişmiş bir kız gibi tiyatro ve dans okuluna hemen verecekti fakat Ülkü’nün çok küçük olması münasebetiyle arzusunun yerine getirilemeyeceği tabii ise de Atatürk’ün bu arzuları yapamadığından üzüldüğünü hayretle görmüştüm..
Ülkü bir ara paratifodan rahatsızlandı.
Dolmabahçe’de büyük bir ihtimamla tedavi altına alındı.o mevsimde Florya’da kalan Atatürk’ün her gün ülküyü ziyaret etmekte olduğunu görüyorduk..
Ülkü’nün yanına evvela Atatürk giriyor hatırını sorduktan sonra inceden inceye sıhhatini vaziyetini tetkik ediyordu.
Ve ülkünün arzusu yoklanarak müsaadesi alınır bizler sıra ile büyük muhabbet taşıyan küçük hastanın hal ve hatırını sormak üzere yanına girerdik.
Atatürk huzurlu ve sükunlu zamanlarında uzunca ve düzenli uyurdu mühim meseleler ve kararlar muvacehesinde kaldığı zaman veya muharebe günlerinde uyumazdı..
Hele Türk milletine benliğini Türk’ün asaletini ve yapma yaratma kuvvet ve kudretini tanıtmak içlin kati delilleriyle meydana çıkarmak ve onu tespit etmek azmiyle koyulduğu fasılasız Türk tarihiyle,bütün dillerin kaynağı ona Türk’ün geniş ve zengin lehçelerinden ana dil Türkçe’yi yurdun aydınlarıyla halk tabakasının konuşacağı ve yazacağı kapsamlı bir Türk dili yapmak ve onu bütün asaletiyle dört bucağa yaymak kararıyla yıllarca süren dahiyane çalışmalarında ise birbiri ardınca üç dört gece uyumadığı görülürdü..
Atatürk’ün uyku saatini geçtiği zamanlar ülkü meraklı masum bir hassasiyetle atamızın yatak odasının kapısına gider kasten gürültü patırtı yaparak uyandırırdı..
Yaramaz Ülkü gürültüsüyle uyandırdığı Atatürk’e
“Çok uyudun Atatürk artık kalk” derdi.
Ülkü’nün bu samimi arzusunu Atatürk güler yüzle karşılardı büyük adamı uyandırmak cesaretini taşıyan yalnızca Ülkü’ydü.
Atatürk son zamanlarda gezdiği ve gittiği yerlere çok sevdiği Ülkü’sünü de beraber götürürdü.
Ülkü’yü halk arasında söyletmekten kazaska zeybek oynatmaktan ve akrobatik hareketler yapmasından zevk alırdı.
Ülkü coştuğu zaman cıva kadar seyyal kabiliyetler gösterdikçe Atatürk sonsuz zevk duyar ve takdirlerinle ve iltifatlarına gark ettiği Ülkü’sünün başına titrerdi.
Hatta bir defa iltifat “bu çocuğa bir şey olursa bana çok dayanılmaz acılar verir”demişti.
böylece Ülkü’ye olan şiddetli muhabbetlerini açıklamışlardı..
Atatürk’e bütün bunları yaptıran her yıl geçtikçe Ülkü’sünün artan inkişaf eden zekasıydı..
Atatürk’ün hastalığı esnasında bile bütün muhalefetlere rağmen Ülkü çok düşkün olduğu ebedi şefin yanına fırsat düşürerek girerdi..hatır sormaya gelen bu sevgili küçük ziyaretçi her vakit sevinçle karşılanırdı..