Atatürk'ün Günlüğünden - 10 Kasım Oratoryosu
]Sayın konuklar,
Bugün bizler burada tutkuyla , coşkuyla , sevinçle ve hüzünle onu birkez daha yaşatacağız.Mustafa Kemal'i anlatmak Türk ulusunu anlatmaktır.Mustafa Kemal'i anlatmak Kurtuluş savaşını anlatmaktır. Yokluklardan gelen bir ulusun doğuşunu ani atmaktır. O'nu anlatmaya dilimizin dönmediği , gücümüzün yetmediği yerde O'nu kendi günlüğünden dinleyip anlayalım.
Yıl 1881 Kiraz mevsimi
Vakit alaca karanlık
Ay batacak , güneş doğmak üzere
Toprak kabardı , gök gerine gerine uyanıyordu
İki katlı kagir evde çifte şamdan yanıyordu
Ve ansızın
O? Sarı, gür bir kadın saçı gibi
Dalga dalga esti rüzgar
Kiraz ağaçları meyve yüklü pıtrak pıtrak
Gün ağardı taze , apak Ve öptü yeni doğanın
Küçük Mustafa'nın parlak ışıklı yüzünü güneş
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından sesleniyorum size
Ben Mustafa Kemal'im hey!
Ben Mustafa Kemal"im
Selanik
Baba ocağı
Kilise canlarının ezanla karışıp gittiği çocukluk yıllarım
Gür ağaçlı bahçeler
Ve tadına doymadığım kara dut
Daracık sokaklarda kaybolup gittiğimiz liman şehri
Selanik bir büyük liman,
Selanik bir büyük şehir/Suda balık sürüleri gibi :
Gelir gider , gider gelir
Yorgun tembel balıkçıların
Beni uzaklara salacağı martı sesleri
Baharda gürlediği vakit Korkutan
Korktuğu kadar düşündüren gök gürültüleri
Selanik gecelerinde yıldızlar kocaman olurlardı
Ya da ben öyle hatırlıyorum
Ne kadar çok , ne kadar parlaktır , bir okadar uzak.
Arkadaşlarım,komşu çocukları, gayri müslim arkadaşlarımız çok olmazdı
Olanlarda bize en yakın yıldız kadar yakın
Oysa,
Yaşadığımız acı tatlı ne varsa
Bu küçücük şehirdeydi.
Geçti dört mevsim dört yaz
Uzun ince parmaklarımda
Mahalle mektebinde diz çöküp
İlahilerle başladı okula
Bir sabah beyaz bir entari giydirildi bana
Sırmalı bir sarık elimde yaldızlı bir dal
Annem dua etti.
Ben de babamın ve hoca efendinin elini öpüp okula gönderildim.
Beyaz kemerli loş bir oda
Rahlede bir kuran
Hoca keramım anlatmaya başladı.
Anlayamadığım bir dilden okuyup , dizlerimin üstünde yazmaya çalışıyordum.
Kemiklerim sızlardı , ayakta yazmak istemezdim
Hoca tek sesiyle emrederdi
Otur
"Ama böyle yazmak zor oluyor , dizlerim acıyor deyince ,
Bana karşımı geliyorsun , dedi.
Ben de evet dedim.
Sonra babam beni başka okula gönderdi.
Şemsi Efendinin özel laik okuluna.
Burası daha iç açıcıydı.Yan yana sıralar daha aydınlık
Üstelik artık dizlerim acımıyor
Babamın işleri bozulunca , dayımın köyüne Langazaya gittik.
Çiftlik hayatı başladı.
Bir tarlada öğrenmişti vatan bekçiliğini
Kargaları kovalaya kovalaya Mustafa
Yel eser gün vurur akşamlara dek Kavrulur yanardı elleri ekinlerin ortasında
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından sesleniyorum size
Ben Mustafa Kemal'im hey Ben Mustafa Kemal" im
Orada okul yoktu , sıkılıyordum.Köydeki müslüman hocadan ders alıyordum.
Sonra da köyün papazından , ama Rumca'yı sevmiyordum.
Teyzemin yanına Selanik'e gönderildim.
Arapça öğretmeni kaymak Hafızdan hayatımın ilk dayağını yedim.Bu bana çok dokundu. Çocuksu sorularıma dahi cevap veremiyecek kadar cahil , aciz koskoca bir adamdan dayak yiyordum.
Bir gün komşumuzun oğlu Ahmet, bizi ziyarete geldi. Askeri okuldaydı.
Pırıl pırıl tertemiz üniforması, anlamlı bakışı, kendinden emin konuşması.
İşte o gün ben de o üniformanın içine girmiştim sanki.
Annem olmaz dedi.
Osmanlının askeri demek bitmez tükenmez sürgünler , savaşlar demektir.
Kıyamam sana.
Ama nafile gizlice okulu kazanmıştım.
Anacığımın elini öptüm , hakkını helal etti.
Yeni okulumu arkadaşlarımı seviyordum.Başarılıydım.
Matematik öğretmenimiz senin de benim de adımız Mustafa dedi .
Gel bir de yanına Kemal adını koyalım.Bundan sona senin adın Mustafa Kemal olsun.
Orta okuldan sonra , yatılı olarak Manastır Askeri Lisesine başladım . Manastır Makedonya'nın can damarıydı , sınır bölgesiydi.
Bulgar , Arnavut, Yunan çetelerinin cirit attığı bir yer. Etrafımda nelerin olup bittiğini anlamak istiyordum.
Sonra Ömer'le arkadaş olduk.
Tatil günleri istasyona gider , askerleri seyrederdik.
Oradan da Yonya'ya.(Yonya bir liman gazinosuydu)
Orada birşeyler içer saatlerce tartışırdık.
Ali Fethi ile tanıştıktan sonra ufkum daha da genişledi.
O bana siyasetin ne olduğunu anlattı.
Jan Jak Ruse , Volterî, Mantesküi'yi anlattı.
| Volter , Rober Piyer ,1789 ihtilali , halk , ulus , özgürlük , gerçekler.
|Ve yaşamın sınırları . kafam karmakarışıktı.
Gökte ay üşür
Dışarıda gece üşür
Düşmanca kol gezer bıçak sırtı bir ayaz
Mustafa Kemal üşümez
Düşünür.
Bir gün Ömer'le tren istasyonunda dervişlere rastlamıştık.
Ve garda da. bir sürü yabancı yolcu.
Dervişler,ellerinde sivri külahları
Bol cüpbeleri kendilerinden geçmiş , bağırıp çağırıyorlardı.
Nara atıyorlar , kimileri de düşüp bayılıyorlardı.
Şöyle bir baktım.Utandım.
Gözlerimi kapadım.Cennetin anahtarını satan papazla, muska satan yobaz
Ve nara atıp kendinden geçen , sözüm ona dervişler.
İşte dedim kendi kendime.
Dünyayı bu hale sokan sizlersiniz.
Artık düşünüyordum, öğrenmek istiyordum.
Düşlerim beni aştıkça , yeniden öğrenmeliyim.
İçimdeki büyük aşkın ne olduğunu artık iyice anlıyordum.
Okul bitince...
İstanbul'a Harbiye'ye gidecektik düşlerimizi gerçekleştirmeye.
İnsanlığa aşıksın sen Sönmeyen tek ışıksın sen Kurtuluş ve özgürlüğe
Bir evrensel bekçisin sen
İstanbul
Daha ilk bakışta ortaçağı anımsattı bana
Sanki insanlar hala yüzyıllar öncesi gibi yaşıyordu ,
Kara çarşaflı, peçeli hayaletler gibi, karanlık basmadan evlerine koşuşan
kadınlar
Asma çardakların gölgesinde
Günde beş vakit ezan sesiyle kımıldayan çehreler.
Haliç'in ötesinde ölü bir görüntüden ibaret kalan Türk mahalleleri
Ve şaşkın değişmez sessizliğe uyuyorlardı.
Oysa Beyoğlu , Pera ve baş döndürücü sokakları sonunda liman...
Şık faytonlar , mağazalar , tiyatrolar , müzikaller.Bambaşka sosyal bir çevre.
Vergi vermeyenler sırtını kapitülasyonlara dayamış
Merkezi hükümete önem vermeksizin bir bambaşka İstanbul.
Osmanlıların üstündeki yabancı baskısı o derece şiddetliydi ki
Sanki Türkler kendi vatanlarında esir
Yabancılar efendiydiler.
Düşman devletler Osmanlı Devletine Maddeten ve manen tecavüz halinde
Karar vermişler onu yok etmeye , bölüşmeye
Padişah ve halife olan kişi de
Düşünmüyor hayatını ve rahatını
Kurtarmaktan başka çare.
Artık Fransızca gazeteleri okuyabiliyordum.
Bazı kitaplar yasaktı.Bunları geceleri okurdum.
Namık Kemal'i , Volter , Robes Piyer'i şimdi daha iyi anlıyordum.
Önce Napolyon’a hayrandım.
Felsefi görüşlerim iyice şekillenince , ondan pek hoşlanmadım.
Demek ki devrimler karşı devrimleri getirebilirdi.
1789'un saflığı ve temizliği ve Napolyon'un emperyalizmi.
O gün arkadaşlarla bir komite kurduk.
El yazısıyla gazete çıkarmaya karar verdik.
Gazete sarayın kulağına gidince yakalandık.
Ama okul müdürü devrimci bir adamdı.Kurtulduk.
Belki de bir iç güdü.
Kurmay okulunun ilk sınıfında hepimizden bir araştırma , yazısı istemişti.
Araştırma yazısını okuyan öğretmenim gözlerime baktı.
Zaten dedi, senden de bu beklenir.
Araştırmanın adı:Başkente karşı Anadolu isyan hareketlerinin Gerilla taktikleri.
Sonra yine yakalandık.
Bildiri dağıtıyorduk üstelik okul bitmiş daha yeni yüzbaşı olmuştum.
Tutuklu kaldığım süre içinde yazıyordum.
Şiir yazıyordum.
Devrim taslakları yazıyordum. Sonra kıta hizmeti adına İstanbul dışına sürüldüm , Şam'a
Yıl 1905
Mustafa Kemal şimdi yüzbaşı
Yıldızlar İçinde yıldız;yücelmiş daha başı
Dışarıda bıçak sırtı bir ayaz
Gökte yıldız ve ay üşür
Mustafa Kemal üşümez
Vatanını ve ulusunu düşünür
Peki dedim , öyle olsun. Bizde gider çölde bile yeni bir devlet kurarız.
Zamanla binlerce gerçeğin değil, tek bir gerçeğin olduğunu anladık.
Ne işimiz vardı Arabistan çöllerinde.
Hepimizi baskı altında toplamaya çalışan softaların , yobazların içinde , ne işimiz vardı.
( YEMEN TÜRKÜSÜ)
iyice anlamıştım ki ,
Müslüman olmayanların cennetin bütün nimetlerinden yararlandıkları ,
Müslümanların ise cehennem azabı çektikleri bir yerdi.
Osmanlı İmparatorluğu.
Sende-de dünyalar devirenlerin
Ayakta tutmayan darbesi vardı;
Zamanı yakından çevirenlerin
Zincire vurulmaz hür sesi vardı
İhtilalin nasıl, neresinden başlamalıydı.
Vatandan uzak Arap illerinde...
Arkadaşlardan kopuk.
Makedonya'ya gitmeliydim.
Bu işin can damarı arada atıyordu.
Bir müddet sakin kalıp , Selanik'teki Genel Kurmaya atanmalıydım.
Ve atandım.
İhtilalin çekirdeği bazen de kendince oluşuyordu.
Kendini devrimci ihtilalci sayanlar vardı
Bir elinde kılıç , bir elinde din kitapları, devrim üzerine yemin ederler.
Değişmesi gereken bir düzen için ,değişmeyecek kurallar üstüne yemin edebilir miydi?
Ama ihtilal kadrosu yavaş yavaş tamamlanıyordu.
Biz reformcu değildik,
Biz siyasal yapıyı değiştirmek istiyorduk
Egemenlik kavramını değiştirmek istiyorduk.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir
Dinsel kuvvetler ise bunun tam tersiydi.
Kökten dinciler gücünü tartışmadan değil
Baskıdan , düşünce özgürlüğünden değil
Kayıtsız şartsız itaattan alıyorlardı.
Üstelik kör itaat
İnsan zekası ve uygar olabilmek
Evrenin sınırlarını çözmeye çalışmak,
Bilim teknik ve hür düşünce yerine kör itaat
Bizi bu hale sokan karanlık , cehalet değil miydi?
Yola çıkarken kavşak noktalarında düşüncelerimiz saydamlaşıyordu
Arkadaşların çoğu müslümanlıktan din olarak değil
Siyasal bir güç olarak bahsediyorlardı
Yobazlar , gericiler, tutucular
Müslümanlığın yüz karasıydı.
Ve bu cehalet sürdükçe mahvolup gidecektik
Bazı arkadaşlar din yerine ırk kavramını uygun görüyorlardı.
Ama sis dağıldıkça çoğunlukta devrim çekirdeğinde anlaşıyorduk
Başlık kendi kendine çıkıyordu
TÜRK DEVRİMİ!
Hangi devrim tek başına yapılabilirdi.
Devrim kimin için yapılabilirdi
Üstelik başlayınca durmak dinlenmek yoktu artık
Esirler, mazlumlar için sende
En içli şairin bir kalbi vardı
Harise , zalime karşı çehrende
Bir korkunç devrimci gazabı vardı
Yanı başımızda bir ihtilal daha vardı.
Sovyet ihtilali.
Bu devrim hareketi daha başında bir panislavizm hareketine dönüşüyordu.
Oysa,
Uygarlık ister istemez evrensel boyutlara gidiyordu.
Artık uygarlık değil , dünya uygarlıklarının temelleri bize yakışırdı.
Siyasi görüşlerim asker kişiliğimle bağdaşamaz hale gelmişti.
Yavaş yavaş kızağa alınıyordum.
Önce Trablusgarb'a göderdiler.
Kaybedilmiş bir cephenin yeniden kurtarılması için
Ama karşımda ümmetinden bile bıkmış
Şeyhler, aşiretler , kabileler , tarikatlar
Savaşmak için hiçbir nedeni olmayan
Kaybedilecek hiçbir şeyi kalmamış topluluklar
Trablus macerası ve Balkan Savaşı sonrası
Ömrümün çoğunun geçtiği Selanik bile elden çıkmıştı
İstanbul Hükümeti hayalperest insanların elindeydi
Acı ama gerçek bu
Uyarıyordum. Ama iktidar olma hırsı
Onlar için her şeyden öndeydi.
Bitsin bu gaflet uykusu
Padişahtan hayır yok artık bize
Geldi düşmanın önünde dize
Büyük savaşa az kalmıştı
Yalan söylüyor size
Alalım herşeyi göze , dönelim öze
Çıkaralım vatanımızı karanlık geceden
Işıl ışıl bir gündüze
Terfi edilmiştim.
Yeni bir görev gerekiyordu
Ve usulca sürgüne yollandım
Sofya'da Ateşe Milliterliğine
Sofya'da hayat güzel geçiyordu
Fransızcamı ilerletmiştim
Ne de olsa davetli sürgün hayatı.
Diplomatik misyonların davetleri.
Ziyafetler , açılışlar akşam yemekleri...
Memleketim için ne gerekiyorsa burada yapmaya çalışıyordum
Arkadaşımla yazışmayı hiç aksatmadım
Zaman bizim zamanımızı bekliyordu.
Bir gün Sofya'nın müzikli bir çay bahçesinde,
Birden yanı başıma bir Bulgar köylüsü geldi.
Garson onunla ilgilenmekten hoşlanmadı.
Köylü Bulgaristan benim çalışmamla yaşatılıyor,
Bulgaristan benim tüfeğimle korunuyor.
Verin çayımı, pastamı ; parasını vereyim"
Bende köylüden yana çıktım.
"Benimde köylüm böyle olmalı"dedim.
İşte böyle olmalı.
Milletin efendisi köylüdür.
Dimitrina , General Ratsov'un kızıydı,
Onunla sık sık beraber olmak durumundaydık.
Babası Bulgar müdafa vekiliydi.
Davet eder , her seferinde giderdim.
Konuşurduk.
Konu dönüp dolaşıp siyasete gelince "Kadın erkek eşitliği"derdim.
Dimitrina da seçme hakkı seçilme hakkı.
Kadınların her türlü özgürlüğü olmalı
Dimitrina da"Bu Avrupa'da bile yok Mustafa , Türkiye'de ne zaman olur"
Çok yakında derdim çok yakında
Kadınlar yeniden doğuracaklar kendilerini
Ey Türk kadını.
Daha Avrupa'da yokken
Sen kazandın
Seçme Seçilme hakkını.
Türk kadını,Atatürkçülükten ödün vermez
Büyük savaşa az kalmıştı
Doğru gibi görünen askeri taktikler
Aslında siyasi senaryoların tam tesiri gösteriyordu.
Almanya savaşa girerse ve kazanırsa,
Türkiye onun uydusu olacak.
Kaybederse bizde paramparça olacağız
Saltanat, yutan demek.
Saltanat bu ülkeyi
Düşmana satan demek
Ölmez Türk Milletin
Her an aldatan demek
Sofya'da kalmak ,
Her şeyden uzak kalmak istemiyordum
Beni artık tanıyorlardı
Onlar için tehlikeliydim
Uzak cephelerde beni oyalamak istiyorlardı
Hatta yanıma üç alay alıp,
Hindistan'ı Müslümanlık adına zaptetmem istenmişti
Üç alay asker , ben ve Hindistan
Hep hayal, hep hayal ....
Yeni bir görev istedim. .
İstanbul'da olmak istiyordum.
Beni uzakta tutmak için 19.Kolorduya,
Gelibolu'ya gönderdiler
Aslında bu paha biçilmez bir fırsattı
Bende gittim
(ÇANAKKALE MARŞI)
Üstümüze bütün gücüyle dayanmış
Koskoca bir emperyalist ordu.
Gemiyle tam karşımızda . Çanakkale'de!
Üstelik iyi hazırlanmış kusursuz bir savaş planı
Öğün ey Çanakkale , cihan durdukça öğün
Ömründe göstermedin, bin düşmana bir düğün
Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün
Başına,yüz milletin birden üşüştüğü yersin
Komuta bizde değildi.
Bir Alman Paşası vatanımızı koruyacak
Kimin adına diyordum , kimin adına
Emperyalistler, emperyalistlerle savaşacaktı
Yine bizim topraklarımızda
Yine bizim canımızla oynanan
Bir ölüm kalım savaşı
İşin başında yanlışlığı görmüştüm
Uyardım ama dinletemedim
Çözülüyorduk.
Sonunda bütün cephenin komutanlığını bana verdiler ister istemez
Anlayamadıkları bir güç karşısında ölüyorduk,
Öldürüyorduk.
Ama kazanıyorduk . Kazanıyorduk
İşte yıllar önce şahlanmış yamaca
Alaca karanlıkta çıkan çarpmış başım
Şarapneller ölümden bir kucak aça aça
Bu diyarın taramış ,toprağını, taşını
Dörtgün dörtgece
Uykusuz dörtgün dörtgece
Tarihin en kanlı savaşı
Bu savaş biterken
O tertemiz Anadolu çocukları
Neden ve niçin öldüklerini artık anlamışlardı
Ben size taaruz emretmiyorum ; ölmeyi emrediyorum
Başka da çaresi yoktu
O günden sonra
İçimdeki son kuşkularda yok olup gitti
Artık yepyeni bir dünya
Yepyeni bir vatan
Yepyeni bir millet doğacaktı.
Düşmanın direnci azalmış
Ve bir müddet sonrada çekip gitmişti
Ama yorgunduk
Sıtma nöbetleri içindeydim
Üstelik burada da fazla işim kalmamıştı
Tevfik doktor olarak Gelibolu'daydı
Çok hastasın dedi:
Gidelim Tevfiık gidelim , İstanbul'a gidelim.
Libya , Mısır , Filistin , Suriye , tüm Arap illeri
Müslümanlık adına alınmış topraklar
Ulus olamamış ümmetlerin . toplulukların hepsi
Şimdi Fransızdan , İngilizden , İtalyandan memnun gibiler
Bulgar , Yunan , Sırp ulus olmak istiyor
Turan illeri şimdiden sosyalizm adına zaptedilmiş
Yabancı bir devletin koruculuğunu , kolaycılığını istemek insanlık
niteliklerinden yoksunluğu ,güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka
bir şey değildi.
Tarih mi yanlış yazıyor,
Yoksa biz mi şaşırdık
O gece Şişli’deki evde İsmet'le buluştuk.
Merhabalasırken gözleri parlıyordu bütün ihtilalciler gibi
Anadolu haritasını çıkardım
Hemen cebinden bir pergel çıkardı. "İsmet" dedim.
Anadolu'ya gidiş için en iyi yol sence hangisi?
Demek karar verdin dedi.
Haritaya baktı baktı;
Bir sürü yol var , bir sürüde yer
Sonra sordu "Peki ne zaman?"
Zamanı geldi İsmet
Hazır ol, artık gidiyoruz.
Atatürk'üm eğilmiş vatan haritasına
Görmedim tunç yüzünde böyle geceler
Tutsak yaşamak , baş kaldırmamak en büyük ardır.
Gelin el ele verelim , düşmana haddini bildirelim
Başka yolumuz kalmamıştı. Anlatıyorduk , Anlamıyorlardı.
Yaylılar gelip geçiyordu güneyden
Örtük kara perdeler sallanıyordu
Utanıyordu
Anadolu'dan gelip geçen
Milletin yüreği kan ağlıyordu.
Darbe yapmak fazla bir değişiklik getirmeyecekti.
İstanbul'un içinde çürüyüp gidecekti
Geleceğimin Mustafa'sı Kemal"le anlaşmıştı
Tek yolumuz bağımsızlık
Bütün mazlum insanlar , uluslar er geç bağımsızlığına kavuşacaklar ;
Güneşin doğudan doğduğu gibi bundan eminim.
15 gün sonra ,
Bandırma vapurunun güvertesinde o fırtınalı ünde....
Göz göze geldik.
Hepsinin içinde aynı heyecan , aynı sabırsızlık
Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı
Selam durdu kayığı , çapan , takası
Selam durdu tayfası
Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil
Sarılan anayurda
Kemal Paşa'nın kollarıydı.
Sonra Erzurum
Bir selam gibi gitti Erzurum'a
Bin selam gibi geldi Sivas'a Erzurum'dan
Dağlar alçaldı yol vermeye
Temizlendi iklimden karından
Aksilikler bizi bırakmadı.
Arabamız bozulunca bizde baharın tüm güzellikleri içinde yürüdük
Her molada bir mısra
Her yürüyüşte bir mısra daha
Bu benim ilk güftemdi
(GENÇLİK MARŞI)
Yola çıkarken apotlerimi koparmıştım
Artık rütbesiz bir er bile değildim
Emir komuta zincirinin ne olduğunu Askerler iyi bilir
Artık halktan biriydim
Tek gücüm ihtilalci olmamdı.
Boynumuzda idam fermanı bulunan bir ihtilalci
Boz kalpağım hele bir çıkarsın Mustafa Kemal
Altın saçları pırıl pırıl dalgalansın rüzgarda
O Mustafa Kemal ki
Rütbesiz , nişansız dimdik ayakta.
Bütün evraklar yazışmalar resmi olarak yaverimdeydi
Ama o da istifa ettiğine göre
"Ben" dedi bu evrakları şimdi size veremem ne olacak?
Bunu hiç düşünmemiştim.
Ertesi gün odaya Kara Bekir Paşa geldi.
İki adım uzakta topuklarından gelen bir selam verdi.
Ve böylece devam etti
"Komutanda bulunan herkesin size saygılarını arz ediyoruz.
İhtilalin doğal komutanı sizsiniz.
Emrinizdeyiz."
Kucaklaştık. Öyle ulu kişi ki , öyle kahraman ki
Vardığınızı sanırsınız
O uzak.
Kısa zamanda parlak başarılar elde edebilirdik Sınırlan genişletmek istemiyordum
Ulusal sınırlar içinde
Sağlıklı bir devlet kurarak
Benden sonrada sağlam kalacak .
Siyasi bir sistem bırakmalıydım
Misakı Milli
Vatan
Sen büyüksün...
Sen güzel
Bu can feda olsun senin' yolunda
Varlık içinde yok sana bir bedel
Hilal sağ yanında, ,
Yıldız solunda.
Arkadaşlarla bazen tartışırdık
Bazıları eski sınırlara kovuşmak isterlerdi
Hatta daha ötesine
Oysa ben sömürgeciliğin , yayılmacılığın hüsranla sona ereceğini biliyordum. Amaçlarıma adım adım gitmeliydim.
Halkıma ters gelecek düşünceleri defalarca düşünmeliydim
Danışmalıydım.
Ama karar verince de asla geri dönmemeliydim.
Yürüdük biraz güç , biraz huzur
Yolumuzda diken yerine süngüler
Bir meclis kuruldu Sivas şehrinde,
Alın yazımız yazıldı.
Yine başımızda Mustafa Kemal .
Erzurum'a varınca ilk hedefim kongreyi toplamaktı,
Bu Anadolu ihtilalin ilk meclisi olacaktı.
Ateş orada yakılacaktı.
Düşman ilerliyordu üstümüze her yandan
Her gün yeni bir parça sökülüyordu vatandan
Onlar ilerledikçe , derdi Gazi Kumandan
Düşmanı boğacağım yurdumun kucağında
Sabahlara kadar çalışırdık.
Herşeyi adım adım planlamak gerekiyordu.
Günlükleri yazmaktan yorulunca Mazhar'a yazdırdım Sigaramın acı nefesi , tatlı hayalleri gerçekleştirecekti
Bu sırları şimdilik sakla ve yaz...
Padişah ve hanedan yok olacak.
Ve Cumhurivet kurulacak
Yaz
Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka olacak,
Bazen bunlar fazla hayal değil mi? Dedi
Yaz derdim devam et
Latin harfleri olacak
Yaz
Kadınlara özgürlük , seçme ve seçilme hakkı
Seneler sonra ikimizde yazdıklarımızı unutmamıştık
Şapka devrimini gerçekleştirdiğimizde
Benim de , Mazhar'ında , Diyanet İşleri başkanında birer şapka vardı.
Göz göze gelmiştik.
Mazhar demiştim.
Kaçıncı sayfada kaldık.
Hesap vakti gelmişti.
Tarih alışkanlığından vaz geçecek Kimsiz , kimliksiz kalanlar
Şimdi kendi yazgılarını yazacaklar
Ne ezen olmalıydı ne ezilen
Her ulus kendi bağımsızlığını kendi yaratacak
Siz bu işleri başkaları adına yapmaya kalkarsanız.
İşte biz buna emperyalizm deriz
Oysa biz emperyalizmi kahretmeye geliyoruz
Hakimiyet milletindir dediğimde acaba ne anlıyorlardı
Ama anlayacaklardı ,
Savaştıkça anlayacaklardı Kazandıkça anlayacaklardı
Bir gün ressamlar
Kahramanlık yüzünü kaybederlerse
Gitsinler , Yıldırım'ın resmini yapsınlar
Aksak Timur şimdi yaşasaydı
Belki de aynı şeyi yapacaktı
Su gencecik çocuklara bak!
Yeni Zellandalı . Avusturalyalı Anzak ve Yunan için anlamsız bir savaşın garip mezar taşlan değiller mi?
İşte şimdi bizden öğrenecekler
Özgürlüğün ne olduğunu ,
Bağımsızlığın ne olduğunu
İçleri rahat
Yanı başımızdaki mezarlarda...
Daha ilk meclis açılırken
Oradakilerin çoğunun ulus kavramı yoktu.
Padişah , Hilafet, Ümmet
Bundan başka
Kişiliği olmayanlarda bir özgürlük savası nasıl kazanılacaktı.
Diyelim ki kazandık.
Bu savaş kimin adına kazanılacak
Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir."
Ben Mustafa Kemal'in annesi
Ezan sesi gibi özlem içimde Mustafa'm Afrika çöllerinde Mustafa'm Anafartalarda Mustafa'm Anadolu'da
Ana kalbi işte
Düşündüklerimi ve arkadaşlarımı tanıdıkça
Başıma bir şeyler gelecek korkusuyla Anacığım
Pamuk elleriyle okşamıştı beni.
"Mustafa'm" dedi.
Korkuyorum.
Padişaha karşı mı geleceksin?
Gün nasıl doğacaksa,
Sen beni nasıl doğurdunsa anacığım
Güneşe bak
Doğudan doğacak güneşe bak
Gün nasıl ağarıp gelecekse,
Nasıl ki rüzgar bulut olacaksa Buluta yağmur el değecekse Yağmura toprak can verecekse Güneşe bak doğacak güneşe bak.
Ne din , ne ırk,
Sen ben yok,
Ne dün ne bugün
Yarın yok
Sonra ateş , sonra kan , sonra ihaneti gördük İhaneti ateşle yakıp , aydınlatıp
Korku korkudan kaçıp
Ressamlar bizim resmimizi yaptılar
Gencecik; Yeni Zellandalı, Anzak, Avusturalyalı Koyun koyuna bağımsızlığı bizden öğrendiler
Güneşe bak
Doğudan doğacak güneşe bak
Gün nasıl ağarıp gelecekse
Nasıl ki rüzgar bulut olacaksa Buluta yağmur el değecekse/ Yağmura toprak can verecekse Güneye bak
Doğudan doğacak güneşe bak Ne din, ne ırk
Sen yok ben yok
Ne dün ne bugün
Yarın yok
" Doğudan doğdu güneş
İlk defa karanlık korktu
İhaneti ateşle yakıp aydınlattık
İnsanlar bilinçlendikçe kişiliklerini ister
Milletler de öyleydi
Kabiliyetlerini keşfetmek ,zengin olmak isterler
Bu zenginlik başkalarının açlığı pahasına olursa
İşte o zaman iş değişir.
Eninde sonunda hesabı sorulur
Gerçek bir devrimcinin amacı
Egemenlik kayıtsız ve şartsız uluta olmasını sağlamaktır
Tam bağımsızlık , dünya milletleriyle kardeş olmak demektir.
Irk esasına dayanan düşünce unsurları
İnsanlık ailesine üvey evlat yetiştirmek demektir ; Bilinçlenen bir toplum demokrasiden korkmaz ;
Halkını cahil bırakan insan eninde sonunda kaybolur.
Fakirliği paylaşmakla . zenginliği paylaşmak ayrı ayrı şeylerdir.
Sosyal devlet emeğin ve geniş halk kitlenin sefahı demektir.
Bunu kaideleri bellidir.
Ne üç beş kişi parasıyla dünyayı değiştirebilmeli
Ne de devlet zalim olmalıdır.
Cumhuriyet özgürlük , insanca varlık yolu Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu
İnsan zekası ve kültürü;
Soyut ve somut kavramıyla bir bütündür.
Sanata , bilime söylediğin türküye ekmek kadar acıkıyorsan
Ne mutlu sana
Barış zeka ürünüdür
Savaş olmayanlara aittir
Eğer uğruna savaşacak bir şeyin varsa
Olsa olsa özgürlüğündür , bağımsızlığındır.
Ellerimiz bağlanmış , biz inliyorken yastan
Tıpkı yanardağ gibi , görünmüştün Sivas'tan Dedin ki: "Türkün alnı layık değil karaya" ; Bir avuç el toplayıp , yerleştin Ankara'ya Herkes duydu halaskar sesini uzak , yakın... Başladı , tarihlerde görülmemiş bir akın Düşmanların eridi eridi karşımda dizi dizi... Bir asırda bir doğan , ey yüce namlı GAZİ
Zaman akıp gidecekti
Hiçbir şeyi tabulaştırma
Tabulara karşı koy
Büyük devrimlere gereğin kalmayacak kadar
Devrimci kal yeter
Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa
Artık millet olmuştur.
Sakın kurtarıcı bekleme;
Yoksa sana karşı vazifemi yapamadım sayarım.
Anafartalarda Mustafa Kemal'din
Kurtuluş savaşında Gazi Kemal
Laik Türkiye Cumhuriyetini kurarken Kemal Atatürk oldun
Yaşarken önderimizdin
Yokluğunda ışığımız
DÜŞMANLARA GEÇİT YOK ATAM
]Sayın konuklar,
Bugün bizler burada tutkuyla , coşkuyla , sevinçle ve hüzünle onu birkez daha yaşatacağız.Mustafa Kemal'i anlatmak Türk ulusunu anlatmaktır.Mustafa Kemal'i anlatmak Kurtuluş savaşını anlatmaktır. Yokluklardan gelen bir ulusun doğuşunu ani atmaktır. O'nu anlatmaya dilimizin dönmediği , gücümüzün yetmediği yerde O'nu kendi günlüğünden dinleyip anlayalım.
Yıl 1881 Kiraz mevsimi
Vakit alaca karanlık
Ay batacak , güneş doğmak üzere
Toprak kabardı , gök gerine gerine uyanıyordu
İki katlı kagir evde çifte şamdan yanıyordu
Ve ansızın
O? Sarı, gür bir kadın saçı gibi
Dalga dalga esti rüzgar
Kiraz ağaçları meyve yüklü pıtrak pıtrak
Gün ağardı taze , apak Ve öptü yeni doğanın
Küçük Mustafa'nın parlak ışıklı yüzünü güneş
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından sesleniyorum size
Ben Mustafa Kemal'im hey!
Ben Mustafa Kemal"im
Selanik
Baba ocağı
Kilise canlarının ezanla karışıp gittiği çocukluk yıllarım
Gür ağaçlı bahçeler
Ve tadına doymadığım kara dut
Daracık sokaklarda kaybolup gittiğimiz liman şehri
Selanik bir büyük liman,
Selanik bir büyük şehir/Suda balık sürüleri gibi :
Gelir gider , gider gelir
Yorgun tembel balıkçıların
Beni uzaklara salacağı martı sesleri
Baharda gürlediği vakit Korkutan
Korktuğu kadar düşündüren gök gürültüleri
Selanik gecelerinde yıldızlar kocaman olurlardı
Ya da ben öyle hatırlıyorum
Ne kadar çok , ne kadar parlaktır , bir okadar uzak.
Arkadaşlarım,komşu çocukları, gayri müslim arkadaşlarımız çok olmazdı
Olanlarda bize en yakın yıldız kadar yakın
Oysa,
Yaşadığımız acı tatlı ne varsa
Bu küçücük şehirdeydi.
Geçti dört mevsim dört yaz
Uzun ince parmaklarımda
Mahalle mektebinde diz çöküp
İlahilerle başladı okula
Bir sabah beyaz bir entari giydirildi bana
Sırmalı bir sarık elimde yaldızlı bir dal
Annem dua etti.
Ben de babamın ve hoca efendinin elini öpüp okula gönderildim.
Beyaz kemerli loş bir oda
Rahlede bir kuran
Hoca keramım anlatmaya başladı.
Anlayamadığım bir dilden okuyup , dizlerimin üstünde yazmaya çalışıyordum.
Kemiklerim sızlardı , ayakta yazmak istemezdim
Hoca tek sesiyle emrederdi
Otur
"Ama böyle yazmak zor oluyor , dizlerim acıyor deyince ,
Bana karşımı geliyorsun , dedi.
Ben de evet dedim.
Sonra babam beni başka okula gönderdi.
Şemsi Efendinin özel laik okuluna.
Burası daha iç açıcıydı.Yan yana sıralar daha aydınlık
Üstelik artık dizlerim acımıyor
Babamın işleri bozulunca , dayımın köyüne Langazaya gittik.
Çiftlik hayatı başladı.
Bir tarlada öğrenmişti vatan bekçiliğini
Kargaları kovalaya kovalaya Mustafa
Yel eser gün vurur akşamlara dek Kavrulur yanardı elleri ekinlerin ortasında
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından sesleniyorum size
Ben Mustafa Kemal'im hey Ben Mustafa Kemal" im
Orada okul yoktu , sıkılıyordum.Köydeki müslüman hocadan ders alıyordum.
Sonra da köyün papazından , ama Rumca'yı sevmiyordum.
Teyzemin yanına Selanik'e gönderildim.
Arapça öğretmeni kaymak Hafızdan hayatımın ilk dayağını yedim.Bu bana çok dokundu. Çocuksu sorularıma dahi cevap veremiyecek kadar cahil , aciz koskoca bir adamdan dayak yiyordum.
Bir gün komşumuzun oğlu Ahmet, bizi ziyarete geldi. Askeri okuldaydı.
Pırıl pırıl tertemiz üniforması, anlamlı bakışı, kendinden emin konuşması.
İşte o gün ben de o üniformanın içine girmiştim sanki.
Annem olmaz dedi.
Osmanlının askeri demek bitmez tükenmez sürgünler , savaşlar demektir.
Kıyamam sana.
Ama nafile gizlice okulu kazanmıştım.
Anacığımın elini öptüm , hakkını helal etti.
Yeni okulumu arkadaşlarımı seviyordum.Başarılıydım.
Matematik öğretmenimiz senin de benim de adımız Mustafa dedi .
Gel bir de yanına Kemal adını koyalım.Bundan sona senin adın Mustafa Kemal olsun.
Orta okuldan sonra , yatılı olarak Manastır Askeri Lisesine başladım . Manastır Makedonya'nın can damarıydı , sınır bölgesiydi.
Bulgar , Arnavut, Yunan çetelerinin cirit attığı bir yer. Etrafımda nelerin olup bittiğini anlamak istiyordum.
Sonra Ömer'le arkadaş olduk.
Tatil günleri istasyona gider , askerleri seyrederdik.
Oradan da Yonya'ya.(Yonya bir liman gazinosuydu)
Orada birşeyler içer saatlerce tartışırdık.
Ali Fethi ile tanıştıktan sonra ufkum daha da genişledi.
O bana siyasetin ne olduğunu anlattı.
Jan Jak Ruse , Volterî, Mantesküi'yi anlattı.
| Volter , Rober Piyer ,1789 ihtilali , halk , ulus , özgürlük , gerçekler.
|Ve yaşamın sınırları . kafam karmakarışıktı.
Gökte ay üşür
Dışarıda gece üşür
Düşmanca kol gezer bıçak sırtı bir ayaz
Mustafa Kemal üşümez
Düşünür.
Bir gün Ömer'le tren istasyonunda dervişlere rastlamıştık.
Ve garda da. bir sürü yabancı yolcu.
Dervişler,ellerinde sivri külahları
Bol cüpbeleri kendilerinden geçmiş , bağırıp çağırıyorlardı.
Nara atıyorlar , kimileri de düşüp bayılıyorlardı.
Şöyle bir baktım.Utandım.
Gözlerimi kapadım.Cennetin anahtarını satan papazla, muska satan yobaz
Ve nara atıp kendinden geçen , sözüm ona dervişler.
İşte dedim kendi kendime.
Dünyayı bu hale sokan sizlersiniz.
Artık düşünüyordum, öğrenmek istiyordum.
Düşlerim beni aştıkça , yeniden öğrenmeliyim.
İçimdeki büyük aşkın ne olduğunu artık iyice anlıyordum.
Okul bitince...
İstanbul'a Harbiye'ye gidecektik düşlerimizi gerçekleştirmeye.
İnsanlığa aşıksın sen Sönmeyen tek ışıksın sen Kurtuluş ve özgürlüğe
Bir evrensel bekçisin sen
İstanbul
Daha ilk bakışta ortaçağı anımsattı bana
Sanki insanlar hala yüzyıllar öncesi gibi yaşıyordu ,
Kara çarşaflı, peçeli hayaletler gibi, karanlık basmadan evlerine koşuşan
kadınlar
Asma çardakların gölgesinde
Günde beş vakit ezan sesiyle kımıldayan çehreler.
Haliç'in ötesinde ölü bir görüntüden ibaret kalan Türk mahalleleri
Ve şaşkın değişmez sessizliğe uyuyorlardı.
Oysa Beyoğlu , Pera ve baş döndürücü sokakları sonunda liman...
Şık faytonlar , mağazalar , tiyatrolar , müzikaller.Bambaşka sosyal bir çevre.
Vergi vermeyenler sırtını kapitülasyonlara dayamış
Merkezi hükümete önem vermeksizin bir bambaşka İstanbul.
Osmanlıların üstündeki yabancı baskısı o derece şiddetliydi ki
Sanki Türkler kendi vatanlarında esir
Yabancılar efendiydiler.
Düşman devletler Osmanlı Devletine Maddeten ve manen tecavüz halinde
Karar vermişler onu yok etmeye , bölüşmeye
Padişah ve halife olan kişi de
Düşünmüyor hayatını ve rahatını
Kurtarmaktan başka çare.
Artık Fransızca gazeteleri okuyabiliyordum.
Bazı kitaplar yasaktı.Bunları geceleri okurdum.
Namık Kemal'i , Volter , Robes Piyer'i şimdi daha iyi anlıyordum.
Önce Napolyon’a hayrandım.
Felsefi görüşlerim iyice şekillenince , ondan pek hoşlanmadım.
Demek ki devrimler karşı devrimleri getirebilirdi.
1789'un saflığı ve temizliği ve Napolyon'un emperyalizmi.
O gün arkadaşlarla bir komite kurduk.
El yazısıyla gazete çıkarmaya karar verdik.
Gazete sarayın kulağına gidince yakalandık.
Ama okul müdürü devrimci bir adamdı.Kurtulduk.
Belki de bir iç güdü.
Kurmay okulunun ilk sınıfında hepimizden bir araştırma , yazısı istemişti.
Araştırma yazısını okuyan öğretmenim gözlerime baktı.
Zaten dedi, senden de bu beklenir.
Araştırmanın adı:Başkente karşı Anadolu isyan hareketlerinin Gerilla taktikleri.
Sonra yine yakalandık.
Bildiri dağıtıyorduk üstelik okul bitmiş daha yeni yüzbaşı olmuştum.
Tutuklu kaldığım süre içinde yazıyordum.
Şiir yazıyordum.
Devrim taslakları yazıyordum. Sonra kıta hizmeti adına İstanbul dışına sürüldüm , Şam'a
Yıl 1905
Mustafa Kemal şimdi yüzbaşı
Yıldızlar İçinde yıldız;yücelmiş daha başı
Dışarıda bıçak sırtı bir ayaz
Gökte yıldız ve ay üşür
Mustafa Kemal üşümez
Vatanını ve ulusunu düşünür
Peki dedim , öyle olsun. Bizde gider çölde bile yeni bir devlet kurarız.
Zamanla binlerce gerçeğin değil, tek bir gerçeğin olduğunu anladık.
Ne işimiz vardı Arabistan çöllerinde.
Hepimizi baskı altında toplamaya çalışan softaların , yobazların içinde , ne işimiz vardı.
( YEMEN TÜRKÜSÜ)
iyice anlamıştım ki ,
Müslüman olmayanların cennetin bütün nimetlerinden yararlandıkları ,
Müslümanların ise cehennem azabı çektikleri bir yerdi.
Osmanlı İmparatorluğu.
Sende-de dünyalar devirenlerin
Ayakta tutmayan darbesi vardı;
Zamanı yakından çevirenlerin
Zincire vurulmaz hür sesi vardı
İhtilalin nasıl, neresinden başlamalıydı.
Vatandan uzak Arap illerinde...
Arkadaşlardan kopuk.
Makedonya'ya gitmeliydim.
Bu işin can damarı arada atıyordu.
Bir müddet sakin kalıp , Selanik'teki Genel Kurmaya atanmalıydım.
Ve atandım.
İhtilalin çekirdeği bazen de kendince oluşuyordu.
Kendini devrimci ihtilalci sayanlar vardı
Bir elinde kılıç , bir elinde din kitapları, devrim üzerine yemin ederler.
Değişmesi gereken bir düzen için ,değişmeyecek kurallar üstüne yemin edebilir miydi?
Ama ihtilal kadrosu yavaş yavaş tamamlanıyordu.
Biz reformcu değildik,
Biz siyasal yapıyı değiştirmek istiyorduk
Egemenlik kavramını değiştirmek istiyorduk.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir
Dinsel kuvvetler ise bunun tam tersiydi.
Kökten dinciler gücünü tartışmadan değil
Baskıdan , düşünce özgürlüğünden değil
Kayıtsız şartsız itaattan alıyorlardı.
Üstelik kör itaat
İnsan zekası ve uygar olabilmek
Evrenin sınırlarını çözmeye çalışmak,
Bilim teknik ve hür düşünce yerine kör itaat
Bizi bu hale sokan karanlık , cehalet değil miydi?
Yola çıkarken kavşak noktalarında düşüncelerimiz saydamlaşıyordu
Arkadaşların çoğu müslümanlıktan din olarak değil
Siyasal bir güç olarak bahsediyorlardı
Yobazlar , gericiler, tutucular
Müslümanlığın yüz karasıydı.
Ve bu cehalet sürdükçe mahvolup gidecektik
Bazı arkadaşlar din yerine ırk kavramını uygun görüyorlardı.
Ama sis dağıldıkça çoğunlukta devrim çekirdeğinde anlaşıyorduk
Başlık kendi kendine çıkıyordu
TÜRK DEVRİMİ!
Hangi devrim tek başına yapılabilirdi.
Devrim kimin için yapılabilirdi
Üstelik başlayınca durmak dinlenmek yoktu artık
Esirler, mazlumlar için sende
En içli şairin bir kalbi vardı
Harise , zalime karşı çehrende
Bir korkunç devrimci gazabı vardı
Yanı başımızda bir ihtilal daha vardı.
Sovyet ihtilali.
Bu devrim hareketi daha başında bir panislavizm hareketine dönüşüyordu.
Oysa,
Uygarlık ister istemez evrensel boyutlara gidiyordu.
Artık uygarlık değil , dünya uygarlıklarının temelleri bize yakışırdı.
Siyasi görüşlerim asker kişiliğimle bağdaşamaz hale gelmişti.
Yavaş yavaş kızağa alınıyordum.
Önce Trablusgarb'a göderdiler.
Kaybedilmiş bir cephenin yeniden kurtarılması için
Ama karşımda ümmetinden bile bıkmış
Şeyhler, aşiretler , kabileler , tarikatlar
Savaşmak için hiçbir nedeni olmayan
Kaybedilecek hiçbir şeyi kalmamış topluluklar
Trablus macerası ve Balkan Savaşı sonrası
Ömrümün çoğunun geçtiği Selanik bile elden çıkmıştı
İstanbul Hükümeti hayalperest insanların elindeydi
Acı ama gerçek bu
Uyarıyordum. Ama iktidar olma hırsı
Onlar için her şeyden öndeydi.
Bitsin bu gaflet uykusu
Padişahtan hayır yok artık bize
Geldi düşmanın önünde dize
Büyük savaşa az kalmıştı
Yalan söylüyor size
Alalım herşeyi göze , dönelim öze
Çıkaralım vatanımızı karanlık geceden
Işıl ışıl bir gündüze
Terfi edilmiştim.
Yeni bir görev gerekiyordu
Ve usulca sürgüne yollandım
Sofya'da Ateşe Milliterliğine
Sofya'da hayat güzel geçiyordu
Fransızcamı ilerletmiştim
Ne de olsa davetli sürgün hayatı.
Diplomatik misyonların davetleri.
Ziyafetler , açılışlar akşam yemekleri...
Memleketim için ne gerekiyorsa burada yapmaya çalışıyordum
Arkadaşımla yazışmayı hiç aksatmadım
Zaman bizim zamanımızı bekliyordu.
Bir gün Sofya'nın müzikli bir çay bahçesinde,
Birden yanı başıma bir Bulgar köylüsü geldi.
Garson onunla ilgilenmekten hoşlanmadı.
Köylü Bulgaristan benim çalışmamla yaşatılıyor,
Bulgaristan benim tüfeğimle korunuyor.
Verin çayımı, pastamı ; parasını vereyim"
Bende köylüden yana çıktım.
"Benimde köylüm böyle olmalı"dedim.
İşte böyle olmalı.
Milletin efendisi köylüdür.
Dimitrina , General Ratsov'un kızıydı,
Onunla sık sık beraber olmak durumundaydık.
Babası Bulgar müdafa vekiliydi.
Davet eder , her seferinde giderdim.
Konuşurduk.
Konu dönüp dolaşıp siyasete gelince "Kadın erkek eşitliği"derdim.
Dimitrina da seçme hakkı seçilme hakkı.
Kadınların her türlü özgürlüğü olmalı
Dimitrina da"Bu Avrupa'da bile yok Mustafa , Türkiye'de ne zaman olur"
Çok yakında derdim çok yakında
Kadınlar yeniden doğuracaklar kendilerini
Ey Türk kadını.
Daha Avrupa'da yokken
Sen kazandın
Seçme Seçilme hakkını.
Türk kadını,Atatürkçülükten ödün vermez
Büyük savaşa az kalmıştı
Doğru gibi görünen askeri taktikler
Aslında siyasi senaryoların tam tesiri gösteriyordu.
Almanya savaşa girerse ve kazanırsa,
Türkiye onun uydusu olacak.
Kaybederse bizde paramparça olacağız
Saltanat, yutan demek.
Saltanat bu ülkeyi
Düşmana satan demek
Ölmez Türk Milletin
Her an aldatan demek
Sofya'da kalmak ,
Her şeyden uzak kalmak istemiyordum
Beni artık tanıyorlardı
Onlar için tehlikeliydim
Uzak cephelerde beni oyalamak istiyorlardı
Hatta yanıma üç alay alıp,
Hindistan'ı Müslümanlık adına zaptetmem istenmişti
Üç alay asker , ben ve Hindistan
Hep hayal, hep hayal ....
Yeni bir görev istedim. .
İstanbul'da olmak istiyordum.
Beni uzakta tutmak için 19.Kolorduya,
Gelibolu'ya gönderdiler
Aslında bu paha biçilmez bir fırsattı
Bende gittim
(ÇANAKKALE MARŞI)
Üstümüze bütün gücüyle dayanmış
Koskoca bir emperyalist ordu.
Gemiyle tam karşımızda . Çanakkale'de!
Üstelik iyi hazırlanmış kusursuz bir savaş planı
Öğün ey Çanakkale , cihan durdukça öğün
Ömründe göstermedin, bin düşmana bir düğün
Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün
Başına,yüz milletin birden üşüştüğü yersin
Komuta bizde değildi.
Bir Alman Paşası vatanımızı koruyacak
Kimin adına diyordum , kimin adına
Emperyalistler, emperyalistlerle savaşacaktı
Yine bizim topraklarımızda
Yine bizim canımızla oynanan
Bir ölüm kalım savaşı
İşin başında yanlışlığı görmüştüm
Uyardım ama dinletemedim
Çözülüyorduk.
Sonunda bütün cephenin komutanlığını bana verdiler ister istemez
Anlayamadıkları bir güç karşısında ölüyorduk,
Öldürüyorduk.
Ama kazanıyorduk . Kazanıyorduk
İşte yıllar önce şahlanmış yamaca
Alaca karanlıkta çıkan çarpmış başım
Şarapneller ölümden bir kucak aça aça
Bu diyarın taramış ,toprağını, taşını
Dörtgün dörtgece
Uykusuz dörtgün dörtgece
Tarihin en kanlı savaşı
Bu savaş biterken
O tertemiz Anadolu çocukları
Neden ve niçin öldüklerini artık anlamışlardı
Ben size taaruz emretmiyorum ; ölmeyi emrediyorum
Başka da çaresi yoktu
O günden sonra
İçimdeki son kuşkularda yok olup gitti
Artık yepyeni bir dünya
Yepyeni bir vatan
Yepyeni bir millet doğacaktı.
Düşmanın direnci azalmış
Ve bir müddet sonrada çekip gitmişti
Ama yorgunduk
Sıtma nöbetleri içindeydim
Üstelik burada da fazla işim kalmamıştı
Tevfik doktor olarak Gelibolu'daydı
Çok hastasın dedi:
Gidelim Tevfiık gidelim , İstanbul'a gidelim.
Libya , Mısır , Filistin , Suriye , tüm Arap illeri
Müslümanlık adına alınmış topraklar
Ulus olamamış ümmetlerin . toplulukların hepsi
Şimdi Fransızdan , İngilizden , İtalyandan memnun gibiler
Bulgar , Yunan , Sırp ulus olmak istiyor
Turan illeri şimdiden sosyalizm adına zaptedilmiş
Yabancı bir devletin koruculuğunu , kolaycılığını istemek insanlık
niteliklerinden yoksunluğu ,güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka
bir şey değildi.
Tarih mi yanlış yazıyor,
Yoksa biz mi şaşırdık
O gece Şişli’deki evde İsmet'le buluştuk.
Merhabalasırken gözleri parlıyordu bütün ihtilalciler gibi
Anadolu haritasını çıkardım
Hemen cebinden bir pergel çıkardı. "İsmet" dedim.
Anadolu'ya gidiş için en iyi yol sence hangisi?
Demek karar verdin dedi.
Haritaya baktı baktı;
Bir sürü yol var , bir sürüde yer
Sonra sordu "Peki ne zaman?"
Zamanı geldi İsmet
Hazır ol, artık gidiyoruz.
Atatürk'üm eğilmiş vatan haritasına
Görmedim tunç yüzünde böyle geceler
Tutsak yaşamak , baş kaldırmamak en büyük ardır.
Gelin el ele verelim , düşmana haddini bildirelim
Başka yolumuz kalmamıştı. Anlatıyorduk , Anlamıyorlardı.
Yaylılar gelip geçiyordu güneyden
Örtük kara perdeler sallanıyordu
Utanıyordu
Anadolu'dan gelip geçen
Milletin yüreği kan ağlıyordu.
Darbe yapmak fazla bir değişiklik getirmeyecekti.
İstanbul'un içinde çürüyüp gidecekti
Geleceğimin Mustafa'sı Kemal"le anlaşmıştı
Tek yolumuz bağımsızlık
Bütün mazlum insanlar , uluslar er geç bağımsızlığına kavuşacaklar ;
Güneşin doğudan doğduğu gibi bundan eminim.
15 gün sonra ,
Bandırma vapurunun güvertesinde o fırtınalı ünde....
Göz göze geldik.
Hepsinin içinde aynı heyecan , aynı sabırsızlık
Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı
Selam durdu kayığı , çapan , takası
Selam durdu tayfası
Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil
Sarılan anayurda
Kemal Paşa'nın kollarıydı.
Sonra Erzurum
Bir selam gibi gitti Erzurum'a
Bin selam gibi geldi Sivas'a Erzurum'dan
Dağlar alçaldı yol vermeye
Temizlendi iklimden karından
Aksilikler bizi bırakmadı.
Arabamız bozulunca bizde baharın tüm güzellikleri içinde yürüdük
Her molada bir mısra
Her yürüyüşte bir mısra daha
Bu benim ilk güftemdi
(GENÇLİK MARŞI)
Yola çıkarken apotlerimi koparmıştım
Artık rütbesiz bir er bile değildim
Emir komuta zincirinin ne olduğunu Askerler iyi bilir
Artık halktan biriydim
Tek gücüm ihtilalci olmamdı.
Boynumuzda idam fermanı bulunan bir ihtilalci
Boz kalpağım hele bir çıkarsın Mustafa Kemal
Altın saçları pırıl pırıl dalgalansın rüzgarda
O Mustafa Kemal ki
Rütbesiz , nişansız dimdik ayakta.
Bütün evraklar yazışmalar resmi olarak yaverimdeydi
Ama o da istifa ettiğine göre
"Ben" dedi bu evrakları şimdi size veremem ne olacak?
Bunu hiç düşünmemiştim.
Ertesi gün odaya Kara Bekir Paşa geldi.
İki adım uzakta topuklarından gelen bir selam verdi.
Ve böylece devam etti
"Komutanda bulunan herkesin size saygılarını arz ediyoruz.
İhtilalin doğal komutanı sizsiniz.
Emrinizdeyiz."
Kucaklaştık. Öyle ulu kişi ki , öyle kahraman ki
Vardığınızı sanırsınız
O uzak.
Kısa zamanda parlak başarılar elde edebilirdik Sınırlan genişletmek istemiyordum
Ulusal sınırlar içinde
Sağlıklı bir devlet kurarak
Benden sonrada sağlam kalacak .
Siyasi bir sistem bırakmalıydım
Misakı Milli
Vatan
Sen büyüksün...
Sen güzel
Bu can feda olsun senin' yolunda
Varlık içinde yok sana bir bedel
Hilal sağ yanında, ,
Yıldız solunda.
Arkadaşlarla bazen tartışırdık
Bazıları eski sınırlara kovuşmak isterlerdi
Hatta daha ötesine
Oysa ben sömürgeciliğin , yayılmacılığın hüsranla sona ereceğini biliyordum. Amaçlarıma adım adım gitmeliydim.
Halkıma ters gelecek düşünceleri defalarca düşünmeliydim
Danışmalıydım.
Ama karar verince de asla geri dönmemeliydim.
Yürüdük biraz güç , biraz huzur
Yolumuzda diken yerine süngüler
Bir meclis kuruldu Sivas şehrinde,
Alın yazımız yazıldı.
Yine başımızda Mustafa Kemal .
Erzurum'a varınca ilk hedefim kongreyi toplamaktı,
Bu Anadolu ihtilalin ilk meclisi olacaktı.
Ateş orada yakılacaktı.
Düşman ilerliyordu üstümüze her yandan
Her gün yeni bir parça sökülüyordu vatandan
Onlar ilerledikçe , derdi Gazi Kumandan
Düşmanı boğacağım yurdumun kucağında
Sabahlara kadar çalışırdık.
Herşeyi adım adım planlamak gerekiyordu.
Günlükleri yazmaktan yorulunca Mazhar'a yazdırdım Sigaramın acı nefesi , tatlı hayalleri gerçekleştirecekti
Bu sırları şimdilik sakla ve yaz...
Padişah ve hanedan yok olacak.
Ve Cumhurivet kurulacak
Yaz
Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka olacak,
Bazen bunlar fazla hayal değil mi? Dedi
Yaz derdim devam et
Latin harfleri olacak
Yaz
Kadınlara özgürlük , seçme ve seçilme hakkı
Seneler sonra ikimizde yazdıklarımızı unutmamıştık
Şapka devrimini gerçekleştirdiğimizde
Benim de , Mazhar'ında , Diyanet İşleri başkanında birer şapka vardı.
Göz göze gelmiştik.
Mazhar demiştim.
Kaçıncı sayfada kaldık.
Hesap vakti gelmişti.
Tarih alışkanlığından vaz geçecek Kimsiz , kimliksiz kalanlar
Şimdi kendi yazgılarını yazacaklar
Ne ezen olmalıydı ne ezilen
Her ulus kendi bağımsızlığını kendi yaratacak
Siz bu işleri başkaları adına yapmaya kalkarsanız.
İşte biz buna emperyalizm deriz
Oysa biz emperyalizmi kahretmeye geliyoruz
Hakimiyet milletindir dediğimde acaba ne anlıyorlardı
Ama anlayacaklardı ,
Savaştıkça anlayacaklardı Kazandıkça anlayacaklardı
Bir gün ressamlar
Kahramanlık yüzünü kaybederlerse
Gitsinler , Yıldırım'ın resmini yapsınlar
Aksak Timur şimdi yaşasaydı
Belki de aynı şeyi yapacaktı
Su gencecik çocuklara bak!
Yeni Zellandalı . Avusturalyalı Anzak ve Yunan için anlamsız bir savaşın garip mezar taşlan değiller mi?
İşte şimdi bizden öğrenecekler
Özgürlüğün ne olduğunu ,
Bağımsızlığın ne olduğunu
İçleri rahat
Yanı başımızdaki mezarlarda...
Daha ilk meclis açılırken
Oradakilerin çoğunun ulus kavramı yoktu.
Padişah , Hilafet, Ümmet
Bundan başka
Kişiliği olmayanlarda bir özgürlük savası nasıl kazanılacaktı.
Diyelim ki kazandık.
Bu savaş kimin adına kazanılacak
Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir."
Ben Mustafa Kemal'in annesi
Ezan sesi gibi özlem içimde Mustafa'm Afrika çöllerinde Mustafa'm Anafartalarda Mustafa'm Anadolu'da
Ana kalbi işte
Düşündüklerimi ve arkadaşlarımı tanıdıkça
Başıma bir şeyler gelecek korkusuyla Anacığım
Pamuk elleriyle okşamıştı beni.
"Mustafa'm" dedi.
Korkuyorum.
Padişaha karşı mı geleceksin?
Gün nasıl doğacaksa,
Sen beni nasıl doğurdunsa anacığım
Güneşe bak
Doğudan doğacak güneşe bak
Gün nasıl ağarıp gelecekse,
Nasıl ki rüzgar bulut olacaksa Buluta yağmur el değecekse Yağmura toprak can verecekse Güneşe bak doğacak güneşe bak.
Ne din , ne ırk,
Sen ben yok,
Ne dün ne bugün
Yarın yok
Sonra ateş , sonra kan , sonra ihaneti gördük İhaneti ateşle yakıp , aydınlatıp
Korku korkudan kaçıp
Ressamlar bizim resmimizi yaptılar
Gencecik; Yeni Zellandalı, Anzak, Avusturalyalı Koyun koyuna bağımsızlığı bizden öğrendiler
Güneşe bak
Doğudan doğacak güneşe bak
Gün nasıl ağarıp gelecekse
Nasıl ki rüzgar bulut olacaksa Buluta yağmur el değecekse/ Yağmura toprak can verecekse Güneye bak
Doğudan doğacak güneşe bak Ne din, ne ırk
Sen yok ben yok
Ne dün ne bugün
Yarın yok
" Doğudan doğdu güneş
İlk defa karanlık korktu
İhaneti ateşle yakıp aydınlattık
İnsanlar bilinçlendikçe kişiliklerini ister
Milletler de öyleydi
Kabiliyetlerini keşfetmek ,zengin olmak isterler
Bu zenginlik başkalarının açlığı pahasına olursa
İşte o zaman iş değişir.
Eninde sonunda hesabı sorulur
Gerçek bir devrimcinin amacı
Egemenlik kayıtsız ve şartsız uluta olmasını sağlamaktır
Tam bağımsızlık , dünya milletleriyle kardeş olmak demektir.
Irk esasına dayanan düşünce unsurları
İnsanlık ailesine üvey evlat yetiştirmek demektir ; Bilinçlenen bir toplum demokrasiden korkmaz ;
Halkını cahil bırakan insan eninde sonunda kaybolur.
Fakirliği paylaşmakla . zenginliği paylaşmak ayrı ayrı şeylerdir.
Sosyal devlet emeğin ve geniş halk kitlenin sefahı demektir.
Bunu kaideleri bellidir.
Ne üç beş kişi parasıyla dünyayı değiştirebilmeli
Ne de devlet zalim olmalıdır.
Cumhuriyet özgürlük , insanca varlık yolu Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu
İnsan zekası ve kültürü;
Soyut ve somut kavramıyla bir bütündür.
Sanata , bilime söylediğin türküye ekmek kadar acıkıyorsan
Ne mutlu sana
Barış zeka ürünüdür
Savaş olmayanlara aittir
Eğer uğruna savaşacak bir şeyin varsa
Olsa olsa özgürlüğündür , bağımsızlığındır.
Ellerimiz bağlanmış , biz inliyorken yastan
Tıpkı yanardağ gibi , görünmüştün Sivas'tan Dedin ki: "Türkün alnı layık değil karaya" ; Bir avuç el toplayıp , yerleştin Ankara'ya Herkes duydu halaskar sesini uzak , yakın... Başladı , tarihlerde görülmemiş bir akın Düşmanların eridi eridi karşımda dizi dizi... Bir asırda bir doğan , ey yüce namlı GAZİ
Zaman akıp gidecekti
Hiçbir şeyi tabulaştırma
Tabulara karşı koy
Büyük devrimlere gereğin kalmayacak kadar
Devrimci kal yeter
Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa
Artık millet olmuştur.
Sakın kurtarıcı bekleme;
Yoksa sana karşı vazifemi yapamadım sayarım.
Anafartalarda Mustafa Kemal'din
Kurtuluş savaşında Gazi Kemal
Laik Türkiye Cumhuriyetini kurarken Kemal Atatürk oldun
Yaşarken önderimizdin
Yokluğunda ışığımız
DÜŞMANLARA GEÇİT YOK ATAM