Attila Sendromu

e-PaCk

Forum Gururu



Altan DELİORMAN


34 yıl evvelki Kıbrıs harekâtı iki merhalede tamamlanmıştı. Önce çıkarma yapılmış, birliklerimiz Girne kıyılarında tutunduktan sonra ilerlemeye başlamışlardı. Başarıyla sürdürülen bu harekât, dış dünyadan gelen yoğun tepkiler karşısında kısa sürmüş, ateşkes yapılarak barış görüşmelerine başlanmıştı. Ancak, bu görüşmelerin bir sonuç vermeyeceği anlaşılıyordu.. Dar bir bölgeye sıkışmış birliklerimizin hareket imkânı kısıtlanmıştı. Önceden hazırlanan plan gereğince, o zamanki Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Cenevre’den Ankara’ya şifreli mesajını yollamıştı: “Ayşe tatile çıkabilir”. Ayşe kızının adıydı. Mesaj ise şu anlama geliyordu: “Birliklerimiz ileri harekâta devam etsinler”. Bunun üzerine Türk askeri, Kıbrıs’ın orta bölgelerine doğru ilerlemeye başlamıştı. Bu yürüyüşün nereye kadar devam edeceğini belirtmek için de “Attila hattı” denilen bir hat tespit edilmişti. Avrupa, bu hattın ilan edilmesi üzerine âdeta çıldırdı. Öfkeler, protestolar, gizli oyunlar baş gösterdi. Sebep şuydu: Avrupa, Attila’yı hâlâ unutmamıştı. Bütün kıt’anın etnik yapısını alt üst eden, ünlü Roma’ya baş eğdiren, Papa’yı yalvartan, Bizans’ı vergiye bağlayan Hunlara ve tabii Attila’ya karşı nefret yüzyıllardır silinmemişti. Sadece nefret değil, korku ve hayranlık da. Bu karmaşık duygular yumağına kısaca “Attila sendromu” denilmiştir.

Batı dünyası, Attila hakkında korkunç hikâyeler, kasıtlı yalanlar üretmekte gecikmemiştir. Hatırası çevresinde İtalya’da, Galya’da, Germen memleketlerinde, Britanya’da, İskandinavya’da ve bütün Orta Avrupa’da asırlarca ağızdan ağıza dolaşan efsaneler de türemiştir. Hakkında en çok kitap yazılan, adına bir düzineye yakın opera bestelenen, romancılara, ressamlara, heykeltıraşlara konu olan bu ünlü hükümdarı olduğundan çok başka gösterme gayretleri hızla devam etmiştir.. Bereket ki, Bizans’tan Attila’ya gönderilen elçilik heyetinin kâtibi Priskos, şahidi olduğu olayları harfiyen not etmiştir. Sonraki yüzyıllarda bu notların yayınlanması, Hunlar ve Attila hakkında daha doğru bilgiler edinmemizi sağlamıştır. Son yetmiş yıldır yapılan tarafsız tarih araştırmaları, onun, Hristiyan Orta Çağı’nın taassup kokan uydurmaları ile bir ilgisinin bulunmadığını ortaya koymuştur. Bu araştırmalar, Attila’nın iyilik sever, mütevazı, babacan, çok yüksek vasıfta bir hükümdar olduğunu göstermiştir. Buna rağmen, Avrupa Attila sendromundan kurtulabilmiş midir? Ne gezer! Aynı kafa devam edip günümüze kadar ulaşmıştır.

O çağdaki soyluluk budalaları Attila’ya, ataları arasında soylu olan kimlerin bulunduğunu sormuşlar. Attila “Ben soylu bir aileye mensup değilim, fakat büyük bir millete mensubum” diye cevap vermiş. Attila’nın bu yüksek anlayışı, çok sonraları Cumhuriyet Türkiyesinde akis bulmuş; Atatürk, kendisine aynı şekilde yöneltilen bir soruya aynı cevabı vermiştir. Attila’nın hayranları arasında Atatürk de bulunuyordu.

Değerli bilim adamı ve yazar Prof. Dr. Fevzi Samuk’un “Attila Sendromu” (1) adlı kitabında çok dikkat çekici başka bilgiler de buluyoruz. Meselâ, Attila’dan duyulan korku yüzünden şuurunu kaybeden Bizanslı komutanların hikâyesini öğreniyoruz. Onları tedavi etmeye çalışan piskoposun, hastalığa “Attila Sendromu” adını verdiğini görüyoruz. Prof. Samuk, merhum Ayhan Songar’ın psikiyatri kürsüsünde hocalık yapmış, tecrübeli ve güvenilir bir kalem. Avrupa’daki yaygın Attila sendromunun kaynaklarını ve asırlar boyunca gelişmesini güzel Türkçesiyle bizlere nakletmesi fikir –ve, aynı zamanda siyaset- dünyamız için kazanç olmuştur.

Attila’yı daha yakından tanımalıyız. Onu tanıdıkça, Avrupa’nın Türklere karşı davranışındaki şuuraltı dürtüleri teşhisimiz kolaylaşacaktır. Türkleri Avrupa’dan uzak tutma gayretlerinin ilk saiki belki de bu ‘Attila sendromu”dur.

(1)Fevzi Samuk, Attila Sendromu, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2007
 
Top