"Kaplu kaplu bağalar kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş Kırım suyın geçmeğe.
Ergene'nin köprüsi susuzluktan bunalmış
Edirne menaresi eğilmiş su içmeğe
Kelebek buğday ekmiş Manisa ovasına
Sivrisinek derilmiş ırgad olup biçmeğe" (Kaygusuz Abdal)
Küçük şehrin küçük evlerinin birinde Çilek adında bir kız yaşarmış. Çilek, her defasında yüzündeki çiller yüzünden arkadaşları tarafından alay konusu olurmuş, kimse onu sevmez ve onu oyununa almak istemezmiş. Şirin kız, oyunlarda usta olduğu halde arkadaşları onunla hiçbir şey yapmak istemezmiş. Buna çok üzülen kızcağız her gün koşarak eve gelir saatlerce ayna karşısında çillerini sayarmış. Her geçen gün çillerinin kaybolacağından ümidini kesen kızcağız çok mutsuzmuş. Kimse ona yanaşmıyor, halini hatırını sormuyor, onu önemsemiyormuş. Okul birincisiymiş; ama onun için bunun zerre ağırlığınca önemi yokmuş, çünkü yüzündeki çilleri yaşama sevincini alıp götürmüş.
Günlerden bir gün küçük kız, aynasını eline almış çillerini saymaya başlamış. Biiir, ikiii, üüüçç… Say say bitmiyormuş. Çilek’in gözlerinden boncuk boncuk yaşlar boşanmış. Onun üzülmesine dayanamayan gök de ağlamaya başlamış. Küçük kız bir pencere önüne geçmiş, yağmur damlalarını izlerken, ensesinde huzur veren tatlı bir ses işitmiş. Şirin kız ürpererek arkasına dönmüş. Bir de ne görsün, güzelliği göz kamaştıran bir varlık…
Kızcağız önce hayal gördüğünü zannetmiş, gözlerini yummuş, ovalamış sonra tekrar açmış. Hayır, hayır yanlış görmüyormuş. Karşısında upuzun, beyaz elbiseli, güzelliği tarif edilemez biri varmış. Küçük kızın yüzündeki keder yerini şaşkınlığa bırakmış. Konuşmaktan utanırcasına meraklı bir eda ile dilinden şu sözler dökülüvermiş. “Sen de kimsin?”
Karşıdan cevap gelmeyince, kızın yüzündeki şaşkınlık yerini tekrar hüzne bırakıvermiş, belli ki bu bir hayalmiş. Aslında karşısında kimsecikler yokmuş. Kız kendi kendine, “amma da güzeldi ha, yüzünde bir tane bile çil yoktu” diye mırıldanıyormuş ki, bir ses bu mırıldanmayı bölüvermiş.
O ses şöyle demiş: “Çillerinin gitmesini çok mu istersin?” Çilek bu soruyu duyunca, sırtında soğuk bir el dolanıyormuş gibi ürpermiş. Kalbi kanatlanıp uçuverecek sanmış. Kısa bir heyecan şokundan sonra küçük kız konuşabilmiş: “Hem de çok isterim.”
“Dünyadaki en güzel şey çilsiz olmak bence. Arkadaşlarımın çili yok ve hep beraber çok güzel oyunlar oynuyorlar; ben ise çilliyim ve hep evdeyim. Kimse beni sevmiyor” demiş.
Suskunluğunu delercesine birden çıkıvermiş bu sözler küçüğün ağzından. Bunun üzerine peri kız: “çillerin gitse gerçekten mutlu olur muydun?” diye yanıt vermiş. Küçük kız alay edercesine bir mimikle “hı hı” deyince peri: “Bunu içersen çillerinden kurtulursun” diyerek küçük kızın minicik avuçlarına pembe renkte küçük bir şişe tutuşturmuş ve gözlerden kaybolmuş. Küçük kız o kadar çok heyecanlanmış ki perinin nereye gittiğini, nasıl gittiğini umursamazcasına tüm gayretini elindeki şişeye açmaya sarf etmiş. Şişenin kapağı açılınca odayı mis gibi bir koku kaplamış. Çilek, şişeyi bir dikişte bitirmiş ve büyük bir merakla aynaya koşmuş. Aynaya bakan kız gözlerine inanamamış. Yüzünde bir tek çil yokmuş. Sevinç çığlığı atan kız soluğu arkadaşlarının yanında almış. Almış almasına ama her şey istediği gibi olmamış. Arkadaşları Çilek’i öyle görünce ona çillerinin nasıl gittiğini sormuşlar, kızı büyük bir sorguya çekmişler. Küçük kız da olan biteni olduğu gibi anlatmış; ama kimse ona inanmamış. Kızcağız türlü yeminlerle arkadaşlarını ikna etmek istemiş ama başaramamış. Yüzünde çiller gitmiş gitmesine; ama hâlâ mutsuzmuş. Yüzündeki tebessüm anlıkmış meğer. Gözlerinden inci misali yaşlar boşanıyormuş küçük kızın. Sokakta, bahçede, okulda kim varsa onunla alay eder dururmuş. Öyle ki bununla yetinmeyip onu yalancılıkla suçlamayı hep sürdürmüşer. Çilek’i gördüklerinde hep beraber şu tekerlemeyi söylerlermiş:
“Çilliydi oldu yalancı
Rastlayınca ona falcı,
Falcı güzelleştirmiş onu,
Yalan yılan zehridir
Yoktur onun ilacı”
Aradan yıllar geçmiş. Çillerinden yakınan o küçük kızın saçları ağırmış, dişleri dökülmüş, beli bükülmüş. Yaşlı kadın bunca seneyi yapayalnız geçirmiş. Çocukluğunda üzerine atılan o iftira çığ gibi büyümüş, kulaktan kulağa yayılmış. Bu çirkin iftira yaşlı kadının bütün hayatını olumsuz etkilemiş. Ne kimseyle alışveriş yapabilmiş ne biri onunla evlenmek istemiş ne de başka bir şey. 70 küsur seneyi bir başına devirmiş bu kadıncağız…
Ümitsizlik kokan günlerden birinde odasında kitap okurken, odanın içindeki renkli ışıklar parlamaya başlayınca başını kaldırmış kitaptan bu yalnız kadın. Gözlerine inanamamış. Yıllar sonra peri kız tekrar gelmiş. Yaşlı kadın şaşkınlığını gizleyememiş ve meraklı gözlerle periye bakmış. Peri kız ona gülümsemiş ve şu soruyu sormuş: “ Çilsizsin ama mutlu musun?” Bu soru karşısında gözleri buğulanan dertli kadın hayır dercesine başını sağa sola sallamış. Bunu üzerine peri kız, ona bir kâğıt uzatmış ve renkli ışıklar saçarak kaybolmuş. Elindeki kağıda bakan kadının şaşkınlığı daha da artmış.. Hemen kağıdı açmış ve okumaya başlamış. Kadın kağıdı okumaya başlar başlamaz kendini başka bir dünyanın içinde buluvermiş. Kafasını kaldırmış, sağa sola bakınırken gözleri şehrin adının yazılı olduğu küçük bir tabelaya ilişmiş: “Çilliler Ülkesi” Yaşlı kadının kalbi küt küt atmaya başlamış. Hemen yoldan bir halıbüs durdurmuş ve arka koltuklardan birine oturmuş ve Çilliler Ülkesi’nde yolculuğa başlamış. Trafik çok yoğunmuş, az daha bir halıya çarpacak gibi olmuşlar; ama ucuz kurtulmuşlar. Trafik yoğunmuş; ama Çilek için bu sorun olmamış. Gökten inen huzur rahatlatıyormuş onu. Lapa lapa huzur yağmış; ama kadıncağız şemsiyesini açmamış, ihtiyacı varmış ıslanmaya. Çilek, müsait bir durakta halıbüsten inmiş ve yabancısı olduğu bu yerlerde gezinmeye başlamış. Dükkan tabelalarını okuya okuya yürürken, bir adamla çarpışmış. Çarpıştığı adamın yüzünde farklı bir güzellik sezmiş Çilek. Hemen sormuş: “Bu ülkenin insanları mutlu olmayı nasıl başarabiliyor?” Çil baba gülümsemiş ve bir yıldızın kenarına park ettiği halısının kapısını açmış, elindeki poşetleri koymuş ve konuşmaya başlamış: “Bizler elimizdekilerle mutlu oluruz, elimizde olmayan şeyler için ise üzülmeyiz. İşte mutluluğumuzun tek sebebi bu. Hayatta hiçbir şey mutlu olmaya engel değil, tabi mutlu olmayı bilene…”
Bu sözler yaşlı kadının zihninde şimşek gibi çakmış. Yaşlı kadın bir halıbüs durdurmuş ve muavine o halıbüsün Çil Baba’nın dediği yer olan Çilhane’den geçip geçmediğini sormuş. Muavin, geçer abla deyince kadın boş bulduğu bir koltuğa oturmuş ve derin düşüncelere dalmış. Çilhane’nin kapısına hızlı adımlarla yaklaşan Çilek, çok heyecanlıymış. Kalbi küt küt atan kadın ürkek adımlarla girmiş içeri. Onu kapıda Seçil ve Eçil adında iki çilli kız karşılamış. Kadına hoş geldiniz demişler ve güler yüz göstermişler. Çilek de aynı güler yüzle: “ Hoş hoş bulduk” diye kekeleyerek cevap vermiş.
Eçil ile Seçil ona korkmamasını, orada hiçbir çirkinliğin olmadığını, kötü niyetli olmadıklarını ve buna benzer şeyler söylemişler. Kadıncağız bu sözlerden ferahlamış az da olsa. Söze Seçil başlamış: “Burası Çilhane. Buradaki herkes çilli. Yeryüzünde ne kadar çilli ve mutlu insan varsa yolu buraya düşmüştür.” Eçil hemen söze girmiş: “Nitekim senin de yolun buraya düştü.” Kadıncağız konuşmanın sonunu merak etmeye başlamış. Bir ara, az önce tanıştığı çil adamla göz göze gelir gibi olmuş. Seçil devam etmiş: “Sana üç soru soracağız, eğer sorularımıza doğru yanıtlar verirsen, güzel bir sürprizle karşılacaksın. Hazır mısın?” Yaşlı kadın korkak bir o kadar da meraklı bir ses tonu ile evet diye cevap verince Seçil sormaya başlamış: “Hayatta başa gelebilecek en büyük musibetlerden biri nedir?” Kadın tereddütsüzce cevap vermiş: “Yalnızlık”.
İkinci soruyu da Eçil sormuş: “İnsan nasıl mutlu olabilir?” Kadın bu soruya da hemen cevap vermiş: “Elindekine sevinerek, elinde olmayana da üzülmeyerek.” Seçil son soruya geçtiğinde Çilek’in kalbi çıkıverecekmişçesine atıyormuş. “Her insan için bir mutluluk sebebi var mıdır?” Yaşlı kadın biraz düşünmüş, gözlerinden akan yaşları silmiş ve başını öne eğmiş. Biraz toparlandıktan sonra emin bir sesle “evet” demiş. “İnsan hayatı birçok güzellikle bezeli. Ne mutlu ki o güzellikleri fark edebilene. Ben çok geç fark ettim” diyerek cümlelerini tamamlayınca hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış. İki kız bu yaşlı kadının sakinleşmesini bekledikten sonra, Eçil “Nedir o sonradan fark ettiğin güzellik” diye sormuş. Kadın mendilini burnundan indirmiş ve başlamış konuşmaya, “Ben küçükken çok başarılı, öğretmenlerimce sevilen bir talebeydim. Mahalledeki çocuklar bu başarımı kıskandıklarından olsa gerek benim çillerimle alay eder dururlardı, çocukluk işte ben de buna çok üzülür her gün ayna karşısında çillerimi sayardım. Ve eksilmediğini fark edince her gün daha da mutsuzlaşırdım. Sonrasını biliyorsunuz zaten.”
Kızlar bu yanıtlardan sonra yaşlı kadını beklemesi için bir salona almışlar ve kendilerini beklemesini tembihlemişler. Kısa bir süre sonra Seçil elinde göz alan bir renkte şişe ile görünmüş. Şişeyi dertli kadına uzatmış ve ona şunları söylemiş: “İnsanoğlu çok nankördür. Elinde bir çok güzellik varken hep daha fazlasını daha fazlasını ister. Elindekilerden bir tanesi alındığında ise kıyameti koparır. Mutlu olmayı bilmeyenler mutsuzlukla sınav edilirler. Elindekilerle yetinenler ise daha fazla mutlulukla ödüllendirilirler. Ömür boyu mutlu olman için sana bir iksir hazırladık. Bunu içmeden önce mutlaka söylediklerimi bir düşün..” Yaşlı kadın Seçil’in gülümseyerek uzattığı şişeyi almış, teşekkür ederek oradan ayrılmış. Kadının zihninde düşünceler çarpışmaya başlamış. Trafiğin azalmasına çok sevinen kadın ilk gelen halıbüsü durdurmuş ve doğruca evine gitmiş. Eve gelir gelmez paltosunu dahi çıkarmadan şişeyi açmış ve iksiri yudumlamaya başlamış. İksiri içtikçe kendinde bir takım değişiklikler hisseden kadın çok kısa bir sürede bütün şişeyi içmiş. Zihnindeki zelzeleye aldırmaksızın aynaya koşmuş. Aynaya bakan kadın gözlerine inanamamış ve “olmaz böyle şey” diye mırıldanmış; ama “ya olursa” diye düşünmeden de edememiş. Ve ikinci kez aynaya bakma cesaretini göstermiş. Kadın olup biteni anlayamamış. Bu kez kendine sertçe bir tokat atmış fakat aynadaki görüntü hala ilk gördüğü inanamadığı görüntüymüş. Meğer aynaya bakan kadının dökülen dişleri yerine gelmiş, ağaran saçları gene havuç rengi almış. Yaşlı kadın büyük bir şok geçirmiş, uzun süre kendine gelememiş.
Gördüklerinin ve yaşadıklarının hayal olmadığını anlayan turuncu saçlı sevimli mi sevimli küçük çilli kız, doya doya aynada kendini seyretmiş sonra oyun oynayan çocukların arasına karışmış.
O sevimli kızın bildiği tek şey varmış. Mutlu olmak isteyen mutluluğu uzaklarda aramamalıymış…
Minik kız upuzun, renkli tokalarla süslü saçlarını sallaya sallaya sokakta koştururken şu tekerlemeyi mırıldanıyormuş:
Çilden şikâyet ettim
Boş yere nedamet ettim
Nihayet aldım büyük bir ders
Çilli çilsiz mutlu olsun herkes…
Kertenkele derilmiş Kırım suyın geçmeğe.
Ergene'nin köprüsi susuzluktan bunalmış
Edirne menaresi eğilmiş su içmeğe
Kelebek buğday ekmiş Manisa ovasına
Sivrisinek derilmiş ırgad olup biçmeğe" (Kaygusuz Abdal)
Küçük şehrin küçük evlerinin birinde Çilek adında bir kız yaşarmış. Çilek, her defasında yüzündeki çiller yüzünden arkadaşları tarafından alay konusu olurmuş, kimse onu sevmez ve onu oyununa almak istemezmiş. Şirin kız, oyunlarda usta olduğu halde arkadaşları onunla hiçbir şey yapmak istemezmiş. Buna çok üzülen kızcağız her gün koşarak eve gelir saatlerce ayna karşısında çillerini sayarmış. Her geçen gün çillerinin kaybolacağından ümidini kesen kızcağız çok mutsuzmuş. Kimse ona yanaşmıyor, halini hatırını sormuyor, onu önemsemiyormuş. Okul birincisiymiş; ama onun için bunun zerre ağırlığınca önemi yokmuş, çünkü yüzündeki çilleri yaşama sevincini alıp götürmüş.
Günlerden bir gün küçük kız, aynasını eline almış çillerini saymaya başlamış. Biiir, ikiii, üüüçç… Say say bitmiyormuş. Çilek’in gözlerinden boncuk boncuk yaşlar boşanmış. Onun üzülmesine dayanamayan gök de ağlamaya başlamış. Küçük kız bir pencere önüne geçmiş, yağmur damlalarını izlerken, ensesinde huzur veren tatlı bir ses işitmiş. Şirin kız ürpererek arkasına dönmüş. Bir de ne görsün, güzelliği göz kamaştıran bir varlık…
Kızcağız önce hayal gördüğünü zannetmiş, gözlerini yummuş, ovalamış sonra tekrar açmış. Hayır, hayır yanlış görmüyormuş. Karşısında upuzun, beyaz elbiseli, güzelliği tarif edilemez biri varmış. Küçük kızın yüzündeki keder yerini şaşkınlığa bırakmış. Konuşmaktan utanırcasına meraklı bir eda ile dilinden şu sözler dökülüvermiş. “Sen de kimsin?”
Karşıdan cevap gelmeyince, kızın yüzündeki şaşkınlık yerini tekrar hüzne bırakıvermiş, belli ki bu bir hayalmiş. Aslında karşısında kimsecikler yokmuş. Kız kendi kendine, “amma da güzeldi ha, yüzünde bir tane bile çil yoktu” diye mırıldanıyormuş ki, bir ses bu mırıldanmayı bölüvermiş.
O ses şöyle demiş: “Çillerinin gitmesini çok mu istersin?” Çilek bu soruyu duyunca, sırtında soğuk bir el dolanıyormuş gibi ürpermiş. Kalbi kanatlanıp uçuverecek sanmış. Kısa bir heyecan şokundan sonra küçük kız konuşabilmiş: “Hem de çok isterim.”
“Dünyadaki en güzel şey çilsiz olmak bence. Arkadaşlarımın çili yok ve hep beraber çok güzel oyunlar oynuyorlar; ben ise çilliyim ve hep evdeyim. Kimse beni sevmiyor” demiş.
Suskunluğunu delercesine birden çıkıvermiş bu sözler küçüğün ağzından. Bunun üzerine peri kız: “çillerin gitse gerçekten mutlu olur muydun?” diye yanıt vermiş. Küçük kız alay edercesine bir mimikle “hı hı” deyince peri: “Bunu içersen çillerinden kurtulursun” diyerek küçük kızın minicik avuçlarına pembe renkte küçük bir şişe tutuşturmuş ve gözlerden kaybolmuş. Küçük kız o kadar çok heyecanlanmış ki perinin nereye gittiğini, nasıl gittiğini umursamazcasına tüm gayretini elindeki şişeye açmaya sarf etmiş. Şişenin kapağı açılınca odayı mis gibi bir koku kaplamış. Çilek, şişeyi bir dikişte bitirmiş ve büyük bir merakla aynaya koşmuş. Aynaya bakan kız gözlerine inanamamış. Yüzünde bir tek çil yokmuş. Sevinç çığlığı atan kız soluğu arkadaşlarının yanında almış. Almış almasına ama her şey istediği gibi olmamış. Arkadaşları Çilek’i öyle görünce ona çillerinin nasıl gittiğini sormuşlar, kızı büyük bir sorguya çekmişler. Küçük kız da olan biteni olduğu gibi anlatmış; ama kimse ona inanmamış. Kızcağız türlü yeminlerle arkadaşlarını ikna etmek istemiş ama başaramamış. Yüzünde çiller gitmiş gitmesine; ama hâlâ mutsuzmuş. Yüzündeki tebessüm anlıkmış meğer. Gözlerinden inci misali yaşlar boşanıyormuş küçük kızın. Sokakta, bahçede, okulda kim varsa onunla alay eder dururmuş. Öyle ki bununla yetinmeyip onu yalancılıkla suçlamayı hep sürdürmüşer. Çilek’i gördüklerinde hep beraber şu tekerlemeyi söylerlermiş:
“Çilliydi oldu yalancı
Rastlayınca ona falcı,
Falcı güzelleştirmiş onu,
Yalan yılan zehridir
Yoktur onun ilacı”
Aradan yıllar geçmiş. Çillerinden yakınan o küçük kızın saçları ağırmış, dişleri dökülmüş, beli bükülmüş. Yaşlı kadın bunca seneyi yapayalnız geçirmiş. Çocukluğunda üzerine atılan o iftira çığ gibi büyümüş, kulaktan kulağa yayılmış. Bu çirkin iftira yaşlı kadının bütün hayatını olumsuz etkilemiş. Ne kimseyle alışveriş yapabilmiş ne biri onunla evlenmek istemiş ne de başka bir şey. 70 küsur seneyi bir başına devirmiş bu kadıncağız…
Ümitsizlik kokan günlerden birinde odasında kitap okurken, odanın içindeki renkli ışıklar parlamaya başlayınca başını kaldırmış kitaptan bu yalnız kadın. Gözlerine inanamamış. Yıllar sonra peri kız tekrar gelmiş. Yaşlı kadın şaşkınlığını gizleyememiş ve meraklı gözlerle periye bakmış. Peri kız ona gülümsemiş ve şu soruyu sormuş: “ Çilsizsin ama mutlu musun?” Bu soru karşısında gözleri buğulanan dertli kadın hayır dercesine başını sağa sola sallamış. Bunu üzerine peri kız, ona bir kâğıt uzatmış ve renkli ışıklar saçarak kaybolmuş. Elindeki kağıda bakan kadının şaşkınlığı daha da artmış.. Hemen kağıdı açmış ve okumaya başlamış. Kadın kağıdı okumaya başlar başlamaz kendini başka bir dünyanın içinde buluvermiş. Kafasını kaldırmış, sağa sola bakınırken gözleri şehrin adının yazılı olduğu küçük bir tabelaya ilişmiş: “Çilliler Ülkesi” Yaşlı kadının kalbi küt küt atmaya başlamış. Hemen yoldan bir halıbüs durdurmuş ve arka koltuklardan birine oturmuş ve Çilliler Ülkesi’nde yolculuğa başlamış. Trafik çok yoğunmuş, az daha bir halıya çarpacak gibi olmuşlar; ama ucuz kurtulmuşlar. Trafik yoğunmuş; ama Çilek için bu sorun olmamış. Gökten inen huzur rahatlatıyormuş onu. Lapa lapa huzur yağmış; ama kadıncağız şemsiyesini açmamış, ihtiyacı varmış ıslanmaya. Çilek, müsait bir durakta halıbüsten inmiş ve yabancısı olduğu bu yerlerde gezinmeye başlamış. Dükkan tabelalarını okuya okuya yürürken, bir adamla çarpışmış. Çarpıştığı adamın yüzünde farklı bir güzellik sezmiş Çilek. Hemen sormuş: “Bu ülkenin insanları mutlu olmayı nasıl başarabiliyor?” Çil baba gülümsemiş ve bir yıldızın kenarına park ettiği halısının kapısını açmış, elindeki poşetleri koymuş ve konuşmaya başlamış: “Bizler elimizdekilerle mutlu oluruz, elimizde olmayan şeyler için ise üzülmeyiz. İşte mutluluğumuzun tek sebebi bu. Hayatta hiçbir şey mutlu olmaya engel değil, tabi mutlu olmayı bilene…”
Bu sözler yaşlı kadının zihninde şimşek gibi çakmış. Yaşlı kadın bir halıbüs durdurmuş ve muavine o halıbüsün Çil Baba’nın dediği yer olan Çilhane’den geçip geçmediğini sormuş. Muavin, geçer abla deyince kadın boş bulduğu bir koltuğa oturmuş ve derin düşüncelere dalmış. Çilhane’nin kapısına hızlı adımlarla yaklaşan Çilek, çok heyecanlıymış. Kalbi küt küt atan kadın ürkek adımlarla girmiş içeri. Onu kapıda Seçil ve Eçil adında iki çilli kız karşılamış. Kadına hoş geldiniz demişler ve güler yüz göstermişler. Çilek de aynı güler yüzle: “ Hoş hoş bulduk” diye kekeleyerek cevap vermiş.
Eçil ile Seçil ona korkmamasını, orada hiçbir çirkinliğin olmadığını, kötü niyetli olmadıklarını ve buna benzer şeyler söylemişler. Kadıncağız bu sözlerden ferahlamış az da olsa. Söze Seçil başlamış: “Burası Çilhane. Buradaki herkes çilli. Yeryüzünde ne kadar çilli ve mutlu insan varsa yolu buraya düşmüştür.” Eçil hemen söze girmiş: “Nitekim senin de yolun buraya düştü.” Kadıncağız konuşmanın sonunu merak etmeye başlamış. Bir ara, az önce tanıştığı çil adamla göz göze gelir gibi olmuş. Seçil devam etmiş: “Sana üç soru soracağız, eğer sorularımıza doğru yanıtlar verirsen, güzel bir sürprizle karşılacaksın. Hazır mısın?” Yaşlı kadın korkak bir o kadar da meraklı bir ses tonu ile evet diye cevap verince Seçil sormaya başlamış: “Hayatta başa gelebilecek en büyük musibetlerden biri nedir?” Kadın tereddütsüzce cevap vermiş: “Yalnızlık”.
İkinci soruyu da Eçil sormuş: “İnsan nasıl mutlu olabilir?” Kadın bu soruya da hemen cevap vermiş: “Elindekine sevinerek, elinde olmayana da üzülmeyerek.” Seçil son soruya geçtiğinde Çilek’in kalbi çıkıverecekmişçesine atıyormuş. “Her insan için bir mutluluk sebebi var mıdır?” Yaşlı kadın biraz düşünmüş, gözlerinden akan yaşları silmiş ve başını öne eğmiş. Biraz toparlandıktan sonra emin bir sesle “evet” demiş. “İnsan hayatı birçok güzellikle bezeli. Ne mutlu ki o güzellikleri fark edebilene. Ben çok geç fark ettim” diyerek cümlelerini tamamlayınca hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış. İki kız bu yaşlı kadının sakinleşmesini bekledikten sonra, Eçil “Nedir o sonradan fark ettiğin güzellik” diye sormuş. Kadın mendilini burnundan indirmiş ve başlamış konuşmaya, “Ben küçükken çok başarılı, öğretmenlerimce sevilen bir talebeydim. Mahalledeki çocuklar bu başarımı kıskandıklarından olsa gerek benim çillerimle alay eder dururlardı, çocukluk işte ben de buna çok üzülür her gün ayna karşısında çillerimi sayardım. Ve eksilmediğini fark edince her gün daha da mutsuzlaşırdım. Sonrasını biliyorsunuz zaten.”
Kızlar bu yanıtlardan sonra yaşlı kadını beklemesi için bir salona almışlar ve kendilerini beklemesini tembihlemişler. Kısa bir süre sonra Seçil elinde göz alan bir renkte şişe ile görünmüş. Şişeyi dertli kadına uzatmış ve ona şunları söylemiş: “İnsanoğlu çok nankördür. Elinde bir çok güzellik varken hep daha fazlasını daha fazlasını ister. Elindekilerden bir tanesi alındığında ise kıyameti koparır. Mutlu olmayı bilmeyenler mutsuzlukla sınav edilirler. Elindekilerle yetinenler ise daha fazla mutlulukla ödüllendirilirler. Ömür boyu mutlu olman için sana bir iksir hazırladık. Bunu içmeden önce mutlaka söylediklerimi bir düşün..” Yaşlı kadın Seçil’in gülümseyerek uzattığı şişeyi almış, teşekkür ederek oradan ayrılmış. Kadının zihninde düşünceler çarpışmaya başlamış. Trafiğin azalmasına çok sevinen kadın ilk gelen halıbüsü durdurmuş ve doğruca evine gitmiş. Eve gelir gelmez paltosunu dahi çıkarmadan şişeyi açmış ve iksiri yudumlamaya başlamış. İksiri içtikçe kendinde bir takım değişiklikler hisseden kadın çok kısa bir sürede bütün şişeyi içmiş. Zihnindeki zelzeleye aldırmaksızın aynaya koşmuş. Aynaya bakan kadın gözlerine inanamamış ve “olmaz böyle şey” diye mırıldanmış; ama “ya olursa” diye düşünmeden de edememiş. Ve ikinci kez aynaya bakma cesaretini göstermiş. Kadın olup biteni anlayamamış. Bu kez kendine sertçe bir tokat atmış fakat aynadaki görüntü hala ilk gördüğü inanamadığı görüntüymüş. Meğer aynaya bakan kadının dökülen dişleri yerine gelmiş, ağaran saçları gene havuç rengi almış. Yaşlı kadın büyük bir şok geçirmiş, uzun süre kendine gelememiş.
Gördüklerinin ve yaşadıklarının hayal olmadığını anlayan turuncu saçlı sevimli mi sevimli küçük çilli kız, doya doya aynada kendini seyretmiş sonra oyun oynayan çocukların arasına karışmış.
O sevimli kızın bildiği tek şey varmış. Mutlu olmak isteyen mutluluğu uzaklarda aramamalıymış…
Minik kız upuzun, renkli tokalarla süslü saçlarını sallaya sallaya sokakta koştururken şu tekerlemeyi mırıldanıyormuş:
Çilden şikâyet ettim
Boş yere nedamet ettim
Nihayet aldım büyük bir ders
Çilli çilsiz mutlu olsun herkes…