• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Azerbaycan Türk Edebiyatı

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Azerbaycan Türk Edebiyatı

Türk edebiyatlarının, büyük tarihe ve ge leneklere sahip bir kolunu da Azerbaycan Edebiyatı oluşturmaktadır. Azerbaycan Edebiyatı’nm tarihi, onu yaratan halkın tarihî gibi eski ve zen gindir. Azerbaycan Türklerinin bin yıllık tarihleri boyunca geçtikleri mücadelelerle dolu hayat yolu, yaşadıkları sevinçli ve kederli dönemler, elde ettikleri bilgi ve tecrübeler, inandıkları manevî ve ahlâkî kanaatler tüm yönleri ile bu edebiyatta yansımıştır. Son derece elverişli coğrafî mevkide, Asya ile Avrupa’nın kapısında yerleşen, tabiatının güzelliği, topraklarının verimliliği, doğal kay naklarının zenginliği ile seçilen Azerbaycan, zaman zaman kanlı savaşlara sahne olmuş, muh telif zümre ve kavimler bu ülkenin topraklarından geçmiştir. Bu, bir taraftan Azerbaycan’ın kültür servetlerine acımasız darbeler indirmiş, binlerce edebiyat ve medeniyet abidesinin ebediyen mah vına neden olmuştur, öbür taraftan ise, farklı dil lerde konuşan, farklı dinlere inanan, farklı kültür geleneklerine sahip olan muhtelif toplulukların Azerbaycan’da olması, bu eski Türk yurdunun özgün ve tekrarsız bir edebiyat oluşturmasına imkan sağlamıştır.

Azerbaycan tarihinin, özellikle de kültür tarihinin en eski dönemleri hala yeterince bilinmese de, burada zengin kültür katlarının, hem de biribirini etkileyen, biribirinin gelişmesine neden olan kültür katlarının varlığı kuşkusuzdur. Farklı dillerde eser veren, farklı kültürlerin etkisini taşıyan Azerbaycan Edebiyatının bin yıllık tarihî de bu kültür katlarının genişliği ve zenginliği hakkında fikir vermektedir. Şimdiki Azerbaycan topraklarındaki ilk siyâsî kurumManna Devleti, üç bin yıl önce kurulmuştu. Tarihî kaynaklar, Urartu ve Asuri devletleri ile bazen barış, bazen de savaş şartlarında yaşayan Mannalıların, ekonomi ve kültür açısından zamanın gelişmiş halklarından birisi oldukları hakkında bilgi verirler. Mannalılardan kalmış bazı kültür abideleri de bu fikri doğrulamaktadır. Kuşkusuz, Mannalıları yahut, daha sonra MÖ. VII yy. Azerbaycan’da devlet kurmuş Midiyalıları, çağdaş Azerbaycan Türklerinin ecdadları saymak ilmî ve tarihî açıdan doğru değildir. Burada önemli olan, Azerbaycan’ın en eski dönemlerden beri dünyanın kültür merkezlerinden biri olarak öne çıkmasıdır. Bu gelenek ülkenin bütün tarihî boyunca devam ettirilmiştir.

Halk Edebiyatı
Diğer dünya halkları gibi Azerbaycan Türklerinin de yazılı edebiyatlarının temelinde şifahî edebiyat, yahut halk edebiyatı vardır. Gerek dil, gerekse konu açısından yabancı etkilerden her zaman uzak kalmış olan halk edebiyatı, onu yaratan, muhafaza eden ve gelecek nesillere ulaştıran milletin iç dünyasını, hayata bakışını, yaşam felsefesini herhangi bir yazılı kaynaktan daha sağlıklı yansıtır. Diğer taraftan, halk edebiyatındaki mitoloji unsurları, rumuzlar, tarihî olaylarla çağrışımlar, onların en eski dönemlerin yadigârı olduklarını, halkın hafızasında bin yıllar boyu yaşayarak günümüze ulaştıklarını göstermektedir.

Azerbaycan Halk Edebiyatı şekil ve tür açısından çok zengindir. Burada, bir satırlık, ama bir satırında büyük manalar taşıyan atasözlerinden, büyük hacimli destanlara kadar, halk yaratıcılığının en farklı örnekleri vardır. Uzun asırlar boyu derlenip toplanmadığından, araştırıcı, incelemeci nazarlarından uzak kaldığından, halk edebiyatı numunelerinin büyük bir kısmı unutulmuştur. Derlenenler, kitap şeklinde yayımlananlar, alimlerce incelenenler, belki de halkın yarattıklarının binde biridir. Ama deryada damla gibi görünen bu binde bir de, halkın hayatım tüm ayrıntıları ile, tüm renkleri ile anlatmaya yeterlidir.

Halk yaratıcılığımızın en eski türlerinden biri Emek, yahut Zahmet nağmeleridir. Her halkın şifahî edebiyatmda tesadüf olunabilen bu nağmeler, insanın söylediği ilk şiir, bestelediği ilk şarkı olarak adlandırılabilir. Halk edebiyatının diğer örnekleri, özellikle de bayatılar (maniler) ve aşık yaratıcılığı ile mukayesede zahmet nağmeleri edebî yönden basit gözükür. Ama bu basitliğin arkasından ilkinlik, en eskilik durmaktadır.

Emek nağmelerinin Azerbaycan Halk Edebiyatında en çok yayılmış türleri Holavarlar ve Sayacı sözlerdir. Azerbaycan folklörcülerinin bir kısmının fikrine göre “holavar” terimi “Ho” hayvan ve “var” yani “git” sözlerinin birleşmesinden türemiştir. Bu manada holavar, hayvanı işe çalışmaya çağıran nağmelerdir. Prof. Dr. Azad Nebiyev ise bu meseleye farklı bakmaktadır. Onun fikrine göre, “Çin, Hind ve İskandinav halklarının folklöründeki “ho”, mukaddes öküz (inek) toteminin adı olmuştur. Türk halklarının Azerbaycan, Özbek, Uygur vb. folklorundaki merasim nağmelerinin ekseriyetinde “ho”lar, mukaddes varlık, mutluluk simgesi gibi terennüm olunur. “Holavar” mukaddes varlık hakkında mahni manasını taşır.”

Emek nağmelerinin geniş yayılmış numunelerinden olan Sayacı sözleri ise, göçebe hayatının başka bir alanı ile, koyunculukla ilgilidir. Sayacı sözlerinin menşei hakkında da farklı mülâhazalar mevcuttur. Bu folklor türünün halk arasında yayılmış örneklerini ilk defa derleyerek yaymlayan Feridunbey Köçerli, (18631920) sayacı sözünün Fars dilinde ki “saye”, yani “kölge” sözünden alındığına ihtimal verir. Fars dilinde bu sözün mecazî manası “himaye etmek”, “savunmaktır”. Fars dilinden Azerbaycan Türkçesine de geçen “saye” sözü Kafkasya Türkleri arasında “bolluk”, “bereket” vb. manalarda kullanılmaktadır. Buradan da “sayacı sözlerinin”, yahut “sayacıların” halk arasında “bolluk getiren”, “bereket getiren” vs. anlamlarında kullanıldığı anlaşılıyor. Sayacılar da aşıklar ve dervişler gibi halk arasında gezerek dolaşır ve kendi şarkılarını söylerdi. Sayacı sözleri orjinal müracaatlarla başlar:
Salammelik, say beyler,
Bir birinden yey beyler,
Saya geldi, gördünüz?
Salam verdi, aldınız?
Alnı tepel qoç quzu
Sayacıya verdiniz?
Sefa olsun yurdunuz,
Ulumasın qurdunuz.
Ac getsin avanınız,
Tox gelsin çobanınız.
Bunun ardınca sayacı, ev hayvanlarını, özellikle de koyunu vasfeder, ondan bolluk ve bereket simgesi gibi söz açar:
Qoyunlu evler gördüm, Qurulu yaya benzer.
Qoyunsuz evler gördüm,
Qurumuş çaya benzer.
Qoyun var kere gezer,
Qoyun var küre gezer,
Geder dağları gezer,
Geler evleri bezer.
Azerbaycan folkloru bir insanın doğuşundan, mezara konulmasına kadar, hayatının tüm aşamalarını yansıtır. Bu açıdan folklor örnekleri, halk edebiyatı numuneleri çok konulu ve çok çeşitlidir. Emek nağmeleri insanı çalışma anında, iş sürecinde tasvir ediyorsa, merasim nağmeleri de, onun şenliklerini ve törenlerini, çocuk folkloru aile ocuk sevgisi ile ilgili duygularını, tapmacalar (bilmeceler) aklını, zekasını nasıl geliştirdiğini, atasözleri geçmiş nesillerin ilim ve idraklerinin tecrübesinden hangi yollarla behrelendiğini, efsane ve esatirler tarihe, düne bağlılığım, latifeler, dünyayı, olayları gülerek anlamak arzusunu vs. açıklamaktadırlar.

Kuşkusuz, halk arasında en fazla popüler olan merasim nağmeleri de Azerbaycan şifahi edebiyatının en eski örnekleri sırasındadır. Belli bir alanda çalışan meslek adamlarının emek nağmelerinden farklı olarak merasim nağmeleri her evde, her ailede bilinir, tanınır. Çünkü bu nağmeler her Azeri Türkünün kutladığı bayramlarla, katıldığı törenlerle ilgilidir. Ecdadlarımızm arzu ve umutları, kaygı ve beklentileri, aynı zamanda onların dünyayı anlamak isteği bu nağmelerde akseder, Folklor uzmanları Azerbaycan Türkleri arasında yayılmış halk merasim nağmelerini ikiye ayırırlar. Bunların bir kısmını, mevsim merasimleri ile bağlı nağmeler, ikinci kısmını ise maişet merasimleri ile bağlı nağmeler oluşturmaktadır. Yeni gün anlamına gelen Nevruz, eski Azerbaycanlıların tasavvurunda, dünyanın yenileşmesi, doğanın tazelenmesi, kışın sıkıntılarından sonra tabiatın yeniden canlanması olarak anlaşılıyordu. Nevruzla ilgili imevsim nağmelerinde, bu halk bayramının getirdiği iyimserlik hissi, hayata, geleceğe güven duygusu önemli yer tutmaktadır:

Novruz, Novruz bahara, Güller, güller bahara, Novruz gelir, yaz gelir, Neğme gelir, saz gelir. Bağçamızda gül olsun, Gül olsun, bülbül olsun. Bağçalarda gül olsun, Gül üste bülbül olsun. Mevsim nağmeleri içerisinde eskiden beri Azerbaycan Türkleri arasında çok yayılmış, Xıdır ve QoduQodu merasimleri ile ilgili olarak yaratılmış nağmelere de sık şekilde tesadüf olunmaktadır. Xıdır, Xıdır Nebi, yahut Xıdır İlyas hakkındaki nağmelerde yeşillik, barbahar ve bereket arzusu, gıda ve ruzi isteği esas yer tutar. Ebedî hayat simgesi olan Xıdır, zor duruma düşenlerin, darda kalanların kurtarıcısı ve yolgöstereni gibi takdim olunur.
“Xanım ayağa dursana,
Yük dibine varsana,
Boşqabı doldursana,
Xızırı yola salsana.”

Maişet merasimi folkloru vasfıhaller, ağılar,
nişan ve toy nağmeleri vs.den oluşmaktadır.​
Vasfıhaller kuruluş açısından bayatıları ha tırlatmaktadır. Adından da anlaşıldığı gibi, burada halin vasfı, durumun açıklanması esastır. Vasfı hallar daha çok genç kızlar ve kadınlar arasında yayılmıştı. Nevruz bayramı arefesinde, gelen yeni yılın nasıl olacağı, kimin ne beklediği vs. hakkında vasfıhallar vasıtası ile fal açılarak bilgiler alınırdı. Azerbaycan folklorunun ilk tetkikçilerinden yazar Yusuf Vezir Çemenzeminli bu merasimi şöyle tas vir eder: “Xalqımız arasında Novruz bayramına bir ay qalmışdan başlayaraq çerşenbe axşamı vasfıhal salmag kimi bir adet vardı. Qadın ve qızlar top lanaraq bir badya su qoyar ve hereden bir nişan alaraq suya salardılar. Badya başında oturan qadın tesadüfen eline keçen nişanı sudan çıxarıb bir vasfıhal söyler, bu qayda ile fala saxardılar. De meli, nişan verenin üreyinde bir niyyet olar ve niy yetinin baş vereceyini ve ya vermeyeceyini söy leyen vasfhaldan duyardı”. Mesela birini seven kız için, böyle bir vasfıhalın okunması uğur ala meti idi:
Oturmuşdum sekide,
Üreyim seksekide,
Yardan üç alma geldi,
Bir qızıl nelbekide. Ağılar da halk edebiyatının en eski ve etkili örneklerindendir. Tarihî kaynaklardan da belli olduğu gibi, eski Azerbaycanda yuğ olarak adlanan merasim mevcut idi. Ölen kahramanlar için yuğlama merasimi yapılırdı. Bu merasimde yuğçular ölen kahramanın sıfatlarını anlatırlardı. Yuğ ve yuğçu sözü Azerbaycan Türkçesinde değişikliğe uğrayarak ağı ve ağıçı şeklini almıştır. Halk edebiyatındaki ağılara hem nesir, hem de şiir şekillerinde tesadüf etmek mümkündür. Nesirle olan ağılarda daha çok ölen adamın keyfiyetleri anlatılır, bayanlardan oluşan kısa şiirlerle söylenen ağılarda ise bu ölümün doğurduğu ıstırablar, onun yakınlarına, çocuklarına etkisi vs. tasvir edilir. Azerbaycan ağıları onu yaratan halkın, özellikle de Azerbaycan kadınlarının iç dünyası, onların kardeş, er, evlat ve anababa sevgisi hakkında açık fikir verir. Hacim açısından küçüklüğüne rağmen, her ağı insan hislerinin, insan duygularının derinliğini ve sonsuzluğunu açığa çıkaran dolgun bir eserdir:

Bostanda tağım ağlar,
Basma, yarpağım ağlar. Ne qeder sağam, ağlaram, Ölsem torpağım ağlar.

Keder ve derd üzerinde köklenmiş ağılardan farklı olarak nişan ve toy nağmeleri şenliği, şuhluğu, esprili havası ve oynaklığı ile seçilir. Azerbaycan halk edebiyatında nişan ve toyun bütün aşamaları ile bağlı şiirler, nağmeler mevcuttur. Bunların arasmda, elçilerin gelmesi, nişan getirilmesi, gelinin eline kına yakılması, gelinin oğlan evine getirilmesi, gelinin ve damadın tarifi vs. merhaleleri ve onlarla ilgili nağmeleri hatırlatmak mümkündür. Aynı zamanda bu nağmeler hal mizahının, alaycılığının tüm inceliklerini yansıtır. Mesela, elçilik yahut nişan için gelen oğlan tarafının nezaketli davranışları, onlarm okudukları nağmelerden de bilinir:
Quda, gelmişikbiz size,
Hörmet ediniz bize,
Bu gün qızımız sizdedir,
Sabah aparırıq bize.
Kızın ata anasmın rızası alındıktan ve toy merasimi gerçekleştikten sonra ise, onlarm okudukları nağmelerin tonu ve mazmunu tamamen değişir:
Verdim bir dana, Aldım bir sona,
Ay kız anası, Qalyanayana
Yeni yuvasma sevdiği oğlanın evine getirilen geline müracaatla okunan nağmeler ise inceliği, samimiliği, ile seçilir:
Anam, bacım qız gelin, Elayağı düz gelin.
Yeddi oğul isterem,
Birce dene qız, gelin.
Toy merasimi sona erer, yeni aile kurulur, genç ataananın ilk çocuğu dünyaya gelir. Çocuk folklorunda, babaananm çocuklarının sağlam ve mutlu büyümeleri ile bağlı arzuları var; çocukları eğitmek, onlarm akimi, zekasını geliştirmek, niteliklerini inkişaf ettirmek için zaman zaman halk bilgilerine, halk tecrübesine dayanarak ortaya konulan oyunlar ve nağmeler, bilmeceler ve yanıltmacalar da var. Analık sevgisini, evlat mehebbetini ifade eden laylalar ve okşamalar Azerbaycan çocuk, folklorunun en yaygın numunelerindendir. Bu beşik nağmeleri en munis, derunî hislerin ifadesidir.
Laylalar ve okşamalarla birlikte, Azerbaycan çocuk folklorunda, arzulamalar, beslemeler, nazlamalar, azizlemeler, eğlendirmeler vs. gibi çocuk hayatı ve anaçocuk münasebetleri ile ilgili diğer numuneler de mevcuttur. Mesela, beşikte yatan küçük oğlunu yahut kızını okşayan ana onun nişanı, düğünü vs. ile ilgili nağmeler okur:
Elinde var def,
Üstüde sedef,
Kırmızı köynek,
Geler qızımçün.
Küçük yaşlı çocuklar arasındaki oyunlarla ilgili folklor numunelerinin çeşidi de Azerbaycan halk edebiyatında oldukça geniştir. Buraya sanamalar, düzgüler, acıtmalar, çatdırmalar, bahisleşmeler vs. dahildir. Sanamlalar ve düzgüler çocukların hafızalarını geliştirdiği gibi, dilin zenginliklerini açıklayan yanıltmacalar da, onlarm konuşma ka’ biliyetlerinin gelişmesinde önemli rol oynar. Biri birine benzer, ama farklı manalara sahip sözlerden oluşan yanıltmaçlar, aynı zamanda halk edebiyatında dil unsurlarının ne kadar başarılı bir şekilde kullanıldığı hakkında fikir verir: “Getdim gördüm bir derede bir berber bir berberi ber ber beğirdir. Dedim, a berber bu berberi niye ber ber beğdirdirsen? Dedi bu berber ber ber beğiresi berberdir”. Ve yahut: “Bu mis ne pis mis imiş, Bu mis Kaşan misiymiş” gibi yanıltmaçlar, yalnız çocuk konuşmasının gelişmesinde, onlarm düzgün telaffuz kurallarını öğrenmelerinde değil, ayni zamanda çocuklarda bir humor hissinin oluşmasmda da önem taşımaktadır.
Türk halkları arasında bilmece, tapışmak, cummak vs. adlar altında tanınan tapmacalar da Azerbaycan Halk Edebiyatının, özellikle de Azerbaycan çocuk folklorunun geleneksel ve yaygın şekillerinden biridir. Tapmacalar halk hayatının hemen tüm alanlarını ihata eder. klasik Azerbaycan şiirlerindeki muamma ve loğaz, aşık edebiyatındaki bağlama ve gıfübend gibi şiir şekillerinin meydana çıkmasına halk edebiyatındaki tapmacaların da büyük bir etkisi olmuştur.

Azerbaycan Halk Edebiyatının mühim bir kısırımı ata sözleri ve darbimeseller oluşturmaktadır. Halkın tarihî tecrübesini aksettiren ata sözlerimiz, diğer Türk boylarının ata sözlerinden fazla farklı değildir. Bu da yalnız soyumuzun ve dilimizin değil, tarihî bilgi ve tecrübelerimizin de aynı olduğunun bir işaretidir. Türk millî kültürünün muhteşem numunelerinden olan “Kitabı Dede Korkut” destanlarının ata sözleri ile açılması, halkın bu zeka ve idrak numunelerine her zaman büyük önem verdiğini göstermektedir. Nesîmî, Fuzûlî, Vakif vs. gibi orta çağ Azerbaycan şairlerinin eserlerinde de bol bol işlenen ata sözleri, yalnız asırlar boyu smavdan geçirdikleri gerçeklerin değil, hem de onun tarihinin, manevîahlâkî kanaatlarınm ifadesidir. Azerbaycan atalar sözlerinin toplanmasına ve tetkikine XIX. yy.’m ikinci yarısından sonra başlanmıştır. Bütün hayatını bu zengin halk hazinesinin yazıya alınmasına vermiş folklor uzmanı Ebülkasım Hüseynzade’nin tahminen yetmiş yıl zarfmda on binden fazla atalar sözleri toplaması Azerbaycan Halk Edebiyatının diğer alanlarda olduğu gibi bu sahada da zenginliğini, verimliliğini göstermektedir. Azerbaycan atalar sözlerinin büyük ekseriyeti manzumdur. Dahilî kafiyelerden ibaret ata sözleri ile bir sırada iki, bazen dört mısradan oluşan ata sözlerine rastlamak mümkündür.

Diğer halkların edebiyatlarında olduğu gibi Azerbaycan Türklerinin halk edebiyatında da şiir ve nesir türleri birlikte kullanılmıştır. Ancak şiir türleri daha fazladır. Sözlü edebiyatın bu türleri içerisinde en yaygın olanı bayatılar (maniler)dır. Azerbaycan folklorcuları arasında bayatıların menşei ile ilgili farklı fikirler mevcuttur. Tetkikatçıların büyük ekseriyeti bu popüler halk edebiyatı türünü Bayat adlı Türk boyunun adı ile ilgili göstermektedirler. Bayatlar eskiden beri Kuzey Azerbaycan sınırları içerisinde yaşamaktadırlar ve bazı rivayetlere göre Türk dünyasının büyük söz ustası Fuzûlî de bu boydandır. Bayatıların “kadim”, “eski” manalarını bildiren “boyat” sözünden türediğini ve bununla da bu poetik türün en eski zamanlardan beri halkın manevî hayatına dahil olduğunu savunan edebiyatçılar da vardır.
Bayatı halk edebiyatından yazılı edebiyata da geçmiştir. XVI. yy. Azerbaycan klasik şiirinin tanınmış temsilcilerinden birisi olan Şah İsmayıl Hatai aynı zamanda güzel, düşündürücü bayatılar şairidir. XVII. yy. Azerbaycan şairlerinden Mehemmed Emani’nin de kendi yaratıcılığında bayatıya önem verdiği bilinmektedir. Azerbaycan halk edebiyatında müellifli bayatıların en olgun ustası ise, XVII. yy. da yaşamış Sarı Aşık olmuştur. Şiirlerinin birinde “Külli Qarabağın abiheyatı, Nermü nazit bayatıdır, bayatı” diyen XVIII. yy. büyük Azerbaycan şairi Molla Penah Vaqif, bayatıdan bir güzellik, incelik ve olgunluk simgesi gibi söz ediyordu.

Bayatılar da diğer halk edebiyatı örnekleri, özellikle de atalar sözleri gibi halkın tarihini, bu tarihin önemli olaylarını yaşatmakdadır. Mesela,
Apardı tatar meni,
Qul edib satar meni,
Yarım vefalı olsa, Axtarıb tapar meni
bayatısı hiç şübhesiz ki, Azerbaycan’ın Mogoltaralarm yönetimi altına geçtiği XIIXIV yy. eseridir.

Azerbaycan folklorunun başka bir şiir türühalk mahnıları, musiki ile bedii sözün birleşmesinden türemiştir. Onlar sevgi ve kahramanlık mahnıları olarak iki kısma ayrılmaktadırlar. Sevgi mahnıları derin ve ince lirizmi, hislerin samimiliği ve kıvraklığı ile seçilir. Kahramanlık mahnılarmda ise adından da anlaşıldığı gibi, mücadele, savaş, haksızlıklara karşı barışmazlık ahvaliruhiyyesi öne çıkarılmaktadır. Sevgi konulu halk mahnılarının bazıları diyalogdeyişme şeklindedir. Halk mahnıları popülerlik açısından atalar sözleri ve bayatılarla aynı seviyededir. Buraya kadar üzerinde durduklarımız Azerbaycan halk edebiyatının lirik türleridir. Şiirle birlikte epik tür, yahut nesir de, bu edebiyatta yaygındır. Nağıllar, destanlar, qaravelliler, rivayetler, efsaneler, esatirler, latifeler vs. millî folklordaki nesir türlerini oluşturmaktadırlar.

Her Azerbaycan Türkü, çocuk yaşlarından başlayarak Azerbaycan nağıllarmın çekici ve sihirli dünyasının içine girer, bu dünya ile büyür. Azerbaycan nağıllarında onu yaratan ve yaşatan halkın millî özellikleri, gelenek ve görenekleri, örf ve âdetleri, geçimi dünya görüşü, insanlarla münasebeti, manevî özgürlük uğrunda mücadelesi ön plana çıkar. Azerbaycan nağılları, zaman zaman yazılı edebiyatın faydalandığı zengin kaynaklardan biri olmuştur. XII. asrın büyük Azerbaycan şairi Nizami Gencevi’den başlayarak Azerbaycan Edebiyatının bütün büyük simaları kendi yaratıcılıklarında nağıllara sık sık müracaat etmiş, nağıllardan aldıkları konularda, yeni devirle, yeni meselelerle sesleşen eserler yazmışlardır. Bu açıdan millî folklorun diğer türleri ile mukayesede nağılla daha büyük bir çapta yazılı edebiyatın malzemesini oluşturmuşlardır.

Nağıl toplayıcıları ve araştırıcıları, dünya folklorunun da tecrübesine dayanarak Azerbaycan nağıllarını muhtelif, yönlerden tasnif etmişlerdir. Mesela, bu sahanın ilk araştırıcılarından biri olan yazar Yusuf Vezir Çemenzeminli nağıllarımızı üç gruba ayırmıştır: eski tasavvur ve ayinlerle ilgili nağıllar; tarihî nağıllar ve çocuk nağılları. Çağdaş folklorcular ise derlenmiş ve araştırılmış daha fazla nağıl örneklerini göz önünde tutarak Azerbaycan nağıllarının konu açısından daha geniş tasnifini vermişlerdir. Buraya hayvanlar hakkında nağülar, sihirli nağıllar, tarihî nağıllar, ailegeçimle ilgili nağıllar ve satirik (mizahi) nağıllar dahildirler.

Hayvanlar hakkındaki nağıllar mana açısından daha evvelce sözü edilen sayacı sözlerine benzer. Bu nağıllarda halkın tarihî gelişme merhalelerinde totem olarak kabul ettiği, bu veya başka açıdan kutsallaştırdığı hayvanlarla ilgilidirler. Mesela, Azerbaycan’da yılanın bir totem olarak alındığı çok sayıda nağıllar vardır. Diğer taraftan, Azerbaycan’da yılan pirlerinin, yılan tapmaklarının varlığı da bilinmektedir. Tarihçiler bunu Azerbaycan’ın en eski nüfusunun, özellikle de Midiyalılarm yılana tapınması ile ilişkili göstermekdedirler. Diğer taraftan, yılan dünya folklorunda idrak, zekâ simgesi olarak alınmıştır. Bu, yılanla ilgili Azerbaycan nağıllarında da gözükmektedir. Mesela, “Ovçu Pirim” nağılmda yılan Ovçu Pirim’in ağzına tükürür ve bundan sonra Pirim tüm hayvanların dilini anlar. Azerbaycan nağıllarında yılanla birlikte canavar, horoz, it, öküz, inek vb. hayvanlar da totem olarak geçmişlerdir.

Sihirli nağıllar da ortaya çıkış açısından eski nağıllardandır. Bu nağıllarda insanın mitolojik varlıklara, doğanın dağıtıcı kuvvetlerine karşı mücadelesi yer alır. Adından da anlaşıldığı gibi, Azerbaycan sihirli nağıllarında kahramanlar sihir, cadı, efsun ve mitolojik yardımcılarının sayesinde devler, ejderhalar, periler, cadıkarılar, tılsımlar vs. ile mücadele ediyorlar. Bu nağıllardaki hadiseler, ekser hallerde, zulmet dünyasında, yerin altında, periler ve devler ülkesinde ve diğer fantastik mekânlarda geçer. Sihirli nağıllar tüm fantastik süsüne rağmen aslında halkın sevmediği, barışmadığı kuvvetlere karşı mücadele ruhundan ve isteğinden kaynaklanırlar.

Tarihî nağıllar ise, adından da anlaşıldığı gibi, Azerbaycan tarihinin ayrı ayrı olayları, şahsiyetleri yahut da faaliyetleri, bu ülke ile ilgili olmuş insanların hayatı ile ilgilidir. Azerbaycanda İskender, Dara Şah Abbas ve başka tarihî şehsiyetler hakkında nağıllarm varlığı bu folklor türünün yalnız halk fantazisine değil, aynı zamanda tarihî gerçekliklere dayandığını göstermektedir. Maişeti nağıllar konusu nağıllarm daha büyük bir bölümünü oluşturur. Bu nağıllarm konusu, gündelik hayattan gerçek mücadeleden alınmıştır. Maişet nağıllarının esas kahramanları halkın arasından çıkmış adamlardır. Çoban, nöker, işçi, köylü vb. meslek adamlarından oluşan bu kahramanlar maişet nağıllarında bir kural olarak, nağılın başlangıcında zayıf, kuvvetsiz, zavallı adamlar gibi tasvir olunurlar. Ama içerisine girdikleri hayat şartları, farklı olaylar onları sanki yeniden yetiştirir. Onlar hem aklî, hem de fizikî açıdan kuvvetlenir, karşılarına çıkan zorlukları başarı ile geçerek nağılın sonunda ülke yöneten bir padişah, akıllı bir vekil, adaleti ile tanınan yönetici seviyesine yükselirler.

Esas kahramanlar Keçel, Koşa vb. olan satirik (mizahî) nağıllarda ise, halk gülüş yolu ile kendi düşmanlarına karşı mücadele verir. Bu nağıllarm kahramanları en zor durumlardan, akılları, hazırcevaplılıkları ile kurtulabilirler; özlerinden kat kat kuvvetli düşmanı akim, sözün kudreti ile yenerler. Yüzyıllar boyu, halkın yediden yetmişe her temsilcisi için hayat mektebi olmuş nağıllarm, Azerbaycan folklorunda kendi gelenekleri, üslûp özellikleri meydana gelmiştir. Her bir nağıl peşrev yahut nağılbaşı ile başlayıp, nağılsonu ile biter. Nağılbaşılar diğer dünya halklarının nağıllarının da esas üslubî özelliklerindendir. Ama Türk nağıllarının (Azerbaycan, Özbek, Türkmen vs.) başlangıcındaki nağübaşlarm özelliği ve farkı, onların kural olarak humoristik karakterde olmasındadır. Diğer taraftan, nağılbaşı nağılın mazmunu, konusu ile bağlı kalmaz. Mesela, “Hamam hamam içinde, xelbir saman içinde, deve delleklik eyler, köhne hamam içinde. Hamamcının tası yox, baltacının bal tası yox, Orda bir tazı gördüm, onon da xaltası yox. Qarışqa şıllaq atdı devenin budu batdı, milçek mindim çay keçdim, yabaynan dovğa içdim, heç bele yalan görmemişdim” vs.

Azerbaycan Halk Edebiyatında efsaneler, esatirler ve rivayetlerin de çok sayıda örnekleri vardır. Hayvanlar, kuşlar, yer adları, kaleler, boy halk, nesil, totem adları, sema cisimlerinin adları, tarihî olaylar ve şahsiyetler, dinî unsurlar yanında, Azerbaycan efsanelerinin her birisinde halkın fikir ve amaçları, onun geçmişini anlamak ve geleceği bilmekle ilgili istek ve çabaları esas yeri tutar. Azerbaycan efsane ve esatirlerinin halk arasında toplanmasına yirminci yüzyılın başlarmda başlanmıştır. Arif Acalov’un esatirler, Sednik Pirsultan’m ise efsanelerle ilgili toplama ve derlemeleri, tetkik ve değerlendirmeleri bu folklor türlerinin de Azerbaycan halk edebiyatındaki yaygınlığını, farklı örneklere malik olduğunu ortaya koymuştur. Azerbaycan epik folklorunun halk arasında popüler olan türlerinden biri de latifelerdir. Latifeler aynı zamanda Türk folklorunun konu ve kahraman açısından ortak türüdür. Türk halklarının ortak bir gülüş, mizah kahramanı var.

O, farklı Türk boyları arasında Molla Nesreddin, Nasrettin Hoca, Nesreddin Efendi, Hoca Nasır Efendi vs. adlarıyla tanınan ve anılan büyük mizah ustasıdır. Azerbaycan folklorunda Molla Nesreddin gibi tanman bu idrakli insanla ilgili yüzlerle latife yazıya alınmıştır. Molla Nesreddin sevinç anlarında da, keder dakikalarındada, toyda da, yasta da her zaman halkın yanında olan, her zaman ona destek veren, maceraları ile onu güldürerek düşündüren ve düşündürerek güldüren büyük bir ustadır. Ama, Molla Nesreddin Azerbaycan latifelerinin yegâne kahramanı değildir. Behlül Danende, Aptal Kasım gibi gülüş ustalarının da çok sayıda latifeleri yazıya alınmış ve halk arasında yayılmıştır. Ayrıca, Azerbaycan’da her bölgenin kendi mizah kahramanları olmuştur ve onların gelenekleri şimdi de yaşamaktadır.

Diğer halkların sözlü edebiyatlarında olduğu gibi, Azerbaycan Halk Edebiyatmda da bu edebiyatın zirvesini destanlar oluşturmaktadırlar. Destanlar Azerbaycan folklorunun halk arasında yaygın ve hacim açısından büyük türlerinden biridir. Destan kelimesi Azerbaycan Edebiyatında bin yıllar boyu kullanılmıştır. Bilindiği gibi, Nizami Gencevide “Hamseye” dahil olan eserlerini “destanlar” olarak adlandırmıştır. Azerbaycan destanları hem şiir, hem de nesrin unsurlarını taşımaktadır. Başka sözle söyleyecek olursak, destanlarda nesr ve nazm parçalan birbirini takip eder; fikir ve mana açısından birbirini tamamlar. Destanm nesr parçaları olayları, durumları anlatırken, şiir parçaları daha fazla kahramanların lirik his ve düşüncelerinden, onların heyecan ve ıstıraplarından söz açarlar.

Asırlardan beri malum olan, halk arasmda geniş alanlara yayılmış, derlenmiş Azerbaycan destanları halk edebiyatı ile ilgili tetkiklerde kahramanlık ve sevgi destanları olarak tasnif edilmiştir. Bu destanların arasındaki farklar da her şeyden önce onların adlarında kendini gösterir. Halkın farklı tarihî dönemlerde kendi bağımsızlığı, egemenliği, insan hakları, toprağının ve yurdunun, kadının ve akrabalarının hür yaşamı için verdiği mücadeleler esasen kahramanlık destanlarına yansımıştır. Bundan farklı olarak sevgi destanları daha fazla aşk romanlarını hatırlatmaktadırlar. Bu destanlarda sevgilisine kavuşmak için mücadeleye başlayan genç aşığın ıstırapları, sevgi yolunda karşılaştığı zorluklar, verdiği savaşlar vs. esas konuyu oluşturmaktadır. Ancak, kahramanlık destanlarında sevgi sahnelerinin, bunun aksine olarak sevgi destanlarında kahramanlık ve savaş sahnelerinin olması da doğaldır. Destan diğer halk edebiyatı türlerinden farklı olarak hayatı daha geniş boyutlarda, daha çeşitli ölçülerde aydınlattığından, tabii ki, burada insan hayatının daha farklı sahneleri göz önüne alınabilir.

Azerbaycan Halk Edebiyatında “Kitabi Dede Korkut, Koroğlu, Molla Nur, Kaçak Nebi, Kaçak Kerem, Settarhan” vs. kahramanlık destanları yaygındır. Bu destanlar farklı tarihî dönemlerin eseri olduğu gibi, onlarda akseden olaylar, tarihî gerçekler de, Azerbaycan halkının hayatının farklı devirleri ile ilgilidir. Mesela, Kitabi Dede Korkut’ta Azerbaycanlıların, daha geniş anlamda ise Oğuz Türkleri’nin X.XI. yy. hayatı söz konusudur. Koroğlu destanı Kafkasya’da ve Azerbaycan’da XVI.XVII. yy.’da cereyan eden tarihî olayların edebî ürünü olarak meydana çıkmıştır. “Kaçak Nebi, Kaçak Kerem, Sattarhan” vb. kahramanlık romanları ise, Azerbaycan Türklerinin Rus ve İran zulmüne karşı teşkilatlanmış bir halde mücadele verdikleri XIX.XX. yy. edebî ürünleridir.

Türk Halk Edebiyatının ve Türk lehçelerinin muhteşem abidesi olan Kitabi Dede Korkut tam olarak bin yıl önceki AzerbaycanTürk hayatının ansiklopedisi olarak adlandırılabilir. İlim alemine ilk kez, 1815′te Alman şarkiyatçısı Henrif fon Dits’in tetkikatıyla çıkan bu eser Azerbaycan’da ilk defa 1938′de yayınlanmıştır. Prof. Hemid Araslı’nm hazırladığı bu neşir bütünlükle Türkiye’de yayınlanan Orhan Saik Gökyay neşrine dayanmakta idi. Azerbaycan halk edebiyatı araştırıcılarının Kitabı Dede Korkut destanı ile ilgili tetkikleri ise 192030 yıllarına tesadüf etmektedir. Stalin’in eski Sovyetler Birliği’nde 1937′de başlattığı “Büyük terör” de zarar gören edebî eserlerden birisi de Kitabı Dede Korkut destanları olmuştur. Pantürkizm tebliği ve milletçiliği ileri sürülerek bu edebî abide yasaklanmış, onunla ilgili tetkikleri olan araştırmacıların bazıları da cezalandırılmıştır. Destanın 1950 ‘de Bakü’de, akademisyen V. V. Bartold’un çevirisinde Azerbaycan alimleri tarafından yayınlanması eski Soyvet yönetimi arasında gerçek bir hiddet fırtınası doğurmuştur Kitabı Dede Korkut destanları üzerindeki yasak, Stalin’in ölümünden sonra kaldırılmış, bu destanla ilgili yalnız Türkiye’de Azerbaycan’da değil diğer Türk Cumhuriyetlerinde (Türkmenistan, Kazakistan), yabancı ülkelerde (ABD, İngiltere, Hindistan vs.) bir sıra dikkati çeken araştırmalar ortaya çıkarılmıştır. Rus dilinin yanısıra destanın tam metni İngilizce, Almanca, İtalyanca, Hırvatça, Litva vs. dillere aktarılmıştır.

Kuşkusuz, Kitabı Dede Korkut Oğuz Türkleri’nin ortak edebî abidesidir. Bu fikri kabul etmekle birlikte, destanın tetkikatçılarmın çoğu onun ortaya çıkış yeri olarak Azerbaycan üzerinde dururlar. Rusya’da bu destanın en tanınmış araştırıcılarından olan V. V. Bartold sonuçta şöyle bir neticeye gelmiştir: “Bu destan çok çetin ki, Kafkasya muhitinden dışarıya formalaşabilirdi”. Gerçekten de destandaki olayların büyük bir kısmı şimdiki Azerbaycan’ın sınırları içerisinde gelişir. Destanın farklı boylarında Gence, Berde, Nahçıvan, Şerur, Dereşam, Derbend, Göğce Gölü vs. gibi bugün de coğrafî açıdan Azerbaycan’a bağlı bölgelerin adı geçer. Destan kahramanları bü bölgelerin vatandaşlarıdır, onların yakın komşuları ise, Gürcü, Abhaz ve başkalarıdır. Destanların tanınmış Türk araştırıcılarından Muharrem Ergin de onların hem dil, hem de tarihîcoğrafî açıdan Azerbaycan’la ilgisi fikrini kabul eder. Muharrem Ergin’in fikrince Türklüğün ortak edebî habidesi, ortak halk destanı olan Kitabı Dede Korkut Azerbaycan’la daha sıkı şekilde bağlıdır.
 
XVII. yy. ortalarında Şamahı’ya gelen meşhur Türk seyyahı Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde, Dede Korkut’un mezarının Derbend’de olduğunu ve Şamahıların bu mezarı saygı ile ziyaret ettiklerini yayar. Çağdaş Azerbaycan alimlerinden Emin Abid, Ahmet Caferoğlu, Mikayıl Refili, Ali Sultanlı, Hemid Araslı, Mirali Seyıdov, Şamil Cemşidov, Kamal Abdullayev, Feryad Zenynalov vb. Kitabı Dede Korkut destanları ile ilgili araştırmalar yayınlanmıştır.

Kitabı Dede Korkut destanında orta çağ Azerbaycan Türk hayatı tüm boyutları, tüm sahaları ile aksetmiştir. Çocuk eğitiminden devletin yönetilmesine kadar, en farklı meseleler aydınlatılmış, aynı zamanda Oğuz Türklerinin hayat özellikleri, onları başka halklardan ayıran cihetler, dikkati çekecek bir şekilde verilmiştir. Kuşkusuz destan, Türklerin, özellikle de Azerbaycan Türklerinin yalnız çağdaş, yani destanın yazıya alındığı dönemdeki hayatını değil, eski düşünce ve tasavvurlarını, inanç ve kanaatlerini öğrenmek açısından da en kıymetli edebî kaynaklardan birisidir.

Kitabı Dede Korkut kahramanlık destanıdır. Çünkü burada ilk sırada, ilinin, ulusunun, kendinin özgürlüğü, egemenliği uğrunda savaş veren, düşman gördüğünde öc almayı düşünen, hakkı, adaleti savunan alp erenlerin hayatı ve mücadelesi tasvir edilmiştir.Çünkü burada vatan uğrunda ölüm, ölümlerin en mümtazi ve şereflisi sayılır; aile şerefi ve namusu her şeyden yüce tutulur. Çünkü buradaki kahramanlar savaş meydanlarında korkunç düşmanla karşılaşmaktan sevinç ve mutluluk duyarlar; zor durumlarda hiç bir zaman birbirlerini yalnız bırakmazlar. Hiç şüphesiz, kahramanlık sayfaları ile birlikte Kitabı Dede Korkut’ta, gönül okşayan sevgi sahneleri, karşılıklı inanma ve inanca dayanan, muhabbetleri yolunda her ıstıraba dayanmayı beceren samimi ve vefalı aşıklar da vardır. Ama destanların tarihietnografik açıdan bir özgürlüğü ve özelliği de, eski Türklerin savaşta, kılıç kullanmakta, ok atmada kadınla erkek arasında fark gözetmeyişini, kahramanlık ve sevgi konuları üzerinde kökleşmiş boylarda, yüksek bedii ustalıkla aksettirmesidir.

Kitabı Dede Korkut yalnız kahramanlığın ve sevginin değil, ayrıca bilgeliğin destanıdır. Destanda bu halk bilgeliğinin taşıyıcısı, tüm boylara katılan, her boyun sonunda boy boylayıp soy soylayan, Oğuz kahramanlarının şerefine yeni bir Oğuznâme yaratan Dede Korkut’tur. Dede Korkut’un tarihî bir şahıs olup olmadığı hakkında elde hiç bir ilgi yoktur. Bu açıdan onu, destanın müellifi olarak, adlandırmak da gerçeklikten uzaktır. Dede Korkut sadece efsanevî bir obrazdır, Türk tecrübesinin, Türk bilgeliğinin simgesidir. Dede Korkut, farklı destanlarda tesadüf edilen aşıkozanbakışlarm umumileştirilmiş, toplu bir timsalidir. Kitabi Dede Korkud destanının etkisi ile Azerbaycan yine orta çağ halk edebiyatında gerek konu, gerekse dil açısından bu destana yakın olan “Karaoğlu” adlı başka bir destanın ortaya çıkması da, Dede Korkut’un Azerbaycan muhiti, Azerbaycan Türklerinin varlığı ve hayatı ile ilgisi yönünde yorumlanabilir.

Başka bir kahramanlık destanı, Köroğlu XVIXVII yy. Azerbaycan’da cereyan eden tarihîsiyâsî olaylarla, ilgili olarak meydana çıkmıştır. Bu destandaki tarihîlik Kitabı Dede Korkut’taki tarihîlikten daha kesin ve bazı kaynaklarla tasdik olunan bir tarihîliktir. Tarihçi alimlerin ve edebiyat araştırmacılarının ortak fikrine göre, Köroğlu destanında aksetmiş olayların esasında bütün Azerbaycan’ı bürümüş Celaliler isyanı bulunmaktadır. Köroğlu destanının manzum bölümünü oluşturan şiirlere hala XVIII. asrın başlarında yaşamaya alınmış eserlerde tesadüf edilmektedir. Tebrizli Elias Muşeğin 1721′de yazıya alınmış “Neğmeler” kitabında Köroğlu destanmdan gotürülmüş 13 koşmaya yer verilmiştir. Azerbaycan şairi Endelib Karacadaği de halk edebiyatı seçmeleri esasında tertip ettiği elyazma antolojisine Köroğlu koşma ve geraylılarını dahil etmişti. Köroğlu destanı da Kitabı Dede Korkud gibi uluslararası bir edebî abidedir. Hem de, yalnız Türk halkları arasında yaygın olan Dede Korkut’tan farklı şekilde Köroğlu, hem Türk (Azerbaycan, Türkmen, Özbek vs.), hem Fars kökenli (İran, Tacikistan), hem de Hıristiyan (Gürcü, Bulgar vs.) halklar arasında yayılmıştır.

Diğer Halk Edebiyatı örneklerimiz (mesela elyazması Vatikan’da, Berlin’de ve Drezden’de muhafaza edilen Kitabı Dede Korkut, Rus diline tercümesi elde olan, orjinali ise şimdiye kadar bulunmayan onlarla Azerbaycan masalı vs.) gibi Köroğlu destanının da ilginç bir kaderi vardır. Destanın metni ilk defa Güney Azerbaycan topraklarında derlenmiş ve yazıya alınmıştır. Köroğlu destanını ilk kez derleyen Polonya kökenli Rus diplomatı Aleksandr Hodzko idi. O, XIX. yy. başlarında Sent, Petersburg Üniversitesi’nin Şarkiyat Bölümü’nde tanınmış Azerbaycan şarkiyatçısı Prof. Mirze Cafer Topçubaşı’nm (17892869) talebesi olmuştu, Azerbaycan Türkçesini ve Fars dilini mükemmel bilirdi. Hodzko Azerbaycan Türkçesi ile derlediği destan metnini İngiliz diline aktararak 1842′de Londra’da kitap halinde yayınlatmıştı. Daha sonra 1856′da destanı İngilizce’den Rus diline tercüme etmiş ve Tiflis’te kitap olarak bastırmıştı. Romantik kahraman tipi olan Köroğlu XIX. yy.’da bir sıra Batılı ve Rus alimlerinin, şarkiyatçılarının dikkatini çekmiş, destanla ilgili makale ve araştırmalar yayınlanmıştır.

Azerbaycan ise Köroğlu destanının derlenmesine 1920 yıllarından sonra başlanmış, destanın ilk ilmîtenkitli metni 1949′da yayınlanmıştır. Halk edebiyatı uzmanı Memmedhüseyn Tehmasıb’ın tertip ettiği bu kitaba destanın 17 kolu (yahut boyu) dahil edilmişti. Son yılların folklor derlemeleri sırasında halk arasında Köroğlu destanının yeni kolları yazıya alınmıştır. Köroğlu destanı hakkında 1979′da, Azerbaycan kökenli Fransa alimi Şirin Melikoff’un Paris’te yayınlanan tetkikatı onun geçen asırda olduğu gibi şimdi de Avrupa’nın edebîilmî dairelerinin ilgisini çektiğini göstermekdedir. Köroğlu destanının kahramanı olan Köroğlu Azerbaycan Türkleri arasında bir millî kahraman ve genellikle kahramanlık simgesi durumuna gelmiştir. Büyük Azerbaycan bestekarı Üzeyir Hacıbeyli, bu destan esasında dünyaca ünlü Köroğlu operasmı bestelemiştir.

Yalnız Azerbaycan Köroğlusunun kahramı değil, Türkmen, Türk, Özbek, Kazak, Tacik, Gürcü, Kürt, Bulgar Köroğluları da, adaletsizliklere karşı savaşan, ezilenlerin hak ve hukunu savunan cesur bir cengâverdir. Destanın Kafkasya versiyonunun, Gürcü, Ermeni ve Kürt arasında yayılmış Köroğlu boylarının onlara Azerbaycan Türklerinden geçtiği konusunda tetkikatçılar arasında hiç bir fikir ayrılığı yoktur. Orta Asya Köroğlusu ise tabii ki, daha farklıdır. Eğer Kafkasya Köroğlusunda tarihî roman unsurlarını andıran hatlar varsa, Orta Asya Köroğlusu daha çok masal tiplidir, daha fazla nağıl, efsaneye dayanmıştır.

Köroğlu kendi kişiliğinde, kılıç vuran bir kahramanla, saz çalarak şiir koşan ince ruhlu bir aşıkı maharetle birleştirmiştir. Bütün destan boyunca o, ezilen halkın, hukuku çiğnenen insanların yanlısı, yardımcısı gibi takdim olunur. Köroğlu halkın yanında olmayı kulların önünde gitmeyi kendisi için şeref bilir;

“Qul deyerler, qulun boynun burarlar, Çullar qabağıda geden tirem men…”

Delileri ile Çamlıbel’e çekilen Köroğlu her zaman elini ülkenin nabzı üzerinde tutar, nerede bir haksızlık duyulsa, nerede bir adaletsizlik iş lense oraya koşar. Bazen kılıcı, bazen otoritesi, bazen de sazı ile hakkı çiğnenenin hakkını ken disine verir. Bu açıdan da Köroğlu destanın bir çok boyları, Köroğlu’nun muhtelif seferleri (Kö roğlu’nun Bağdad seferi, Köroğlu’nun Erzurum se feri, Köroğlu’nun Tokat seferi vs.) şeklinde dü şünülmüştür. Destanda Köroğlu yalnız kahraman bir savaşçı, yalnız güzel şiirler yaratan aşık değil, aynı zamanda ince muhabbetle seven, sevgilisi Nigar’m yolunda ölüme bile göz kırpmadan giden sadakatli bir eş, Çamlıbel’deki yüzlerce yiğitdeli için şefkatli bir atadır. Destan Köroğlu’nun do ğumundan ölümüne kadar onun tüm hayat ta rihçesini aksettirir. Azerbaycan Türklerinin vefa, sadakat, yiğitlik, kahramanlık hakkındaki bir çok düşünce ve kanaatler Köroğlu destanında gün ışı ğına çıkarılmış, oradaki bir sıra bilgice şiirler, hal kın arasında yayılarak ata sözü ve masal gibi kullanılmıştır.


XIX.XX. yy. Azerbaycan tarihinde Rus ve İran baskısına karşı barışmaz mücadeleleri ile halkm arasında tanınan Kaçak Nebi, Kaçak Kerem, Katır Memmed, Settarhan vb. kahramanlık hakkındaki destanlar da kuşkusuz kahramanlık destanları sırasına dahildir. Ama bu eserler Kitabı Dede Korkut ve Köroğlu gibi mükemmel değildir. Onlarda yazılı edebiyata etkisi daha dikkati çeken bir şekilde gözükmektedir. Bu da adı geçen destanlarm bir aşığm yaratıcılığının eseri olmasından kaynaklanmaktadır. Muhabbet destanları, yahut bir başka bir deyişle, halk romanları, Azerbaycan Halk Edebiyatının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

Eğer kahramanlık destanları mücadele ve savaş dönemlerinin eserleriyse, muhabbet destanları da, daha çok dinç, barışçı hayatı yansıtırlar. Saf, sa mimi sevgi duyguları, sadakat, mânevi bütünlük dostluk, insanperverlik bu destanların esas ko nularıdır. Muhabbet destanlarının tüm dünya folk lorunda olduğu gibi, iki esas kahramanı vardır. Bunlardan birincisi sevgili; ikincisi ise ona ka vuşmak yolunda cefalara, ıstıraplara göğüs geren, bir an olsun geri çekilmeyi düşünmeyen aşıktır. Her aşk destanı, sonu ya mutluluk, ya da kederle biten böyle bir masala çevrilmiş sevgi üzerine ku rulmuştur. Muhabbet destanları bazı özellikleri ile kah ramanlık destanlarından ayrılmaktadır. Bu des tanlar bir kural olarak üstadnamelerle başlar. Her destanın başlangıcında eğitici nasihatçı mazmunu ile dikkati çeken üç üstadname verilir. Üs tadnameler için usta aşıkların eserleri alınır. Des tan güzelleme, yahut duvakkapma ile tamamlanır.

Sonda okunan bu aşk şiiri, mutluluğu, birlikte ge çecek hayatın güzelliklerini anlatır; sevgililere güzel hisler iletir. Azerbaycan’da Aşık Garip, Esli ve Kerem, Abbas ve Gülgez, Şah İsmayıl vs. mu habbet destanları halk arasında yaygındır. “Ferhad ve Şirin”, “Leyli ve Mecnin”, “Tabir ve Zöhre” vb halk destanlarının ise halk edebiyatından klasik şiire, yahut aksine, Nizami gibi kudretli bir şairin yaratıcılığından halk edebiyatına geçmesi konusu ise hala edebiyat uzmanları arasmda tar tışılmaktadır. Tabii ki, muhabbet destanlarının dili, üslûbu, kuruluşu, buradaki şiir parçalarının tonu ve mazmunu kahramanlık destanlarından farklıdır. İkinci kısım destanlarımızdaki kahramanlık, harbcilik, savaş rüzgârlarına karşılık; muhabbet konulu halk romanlarında ince, zarif hisler, lirizm hakim durumdadır. Asrımızın başından itibaren, Azerbaycan muhabbet destanlarının bir çoğu esas alınarak halkın geniş ilgi duyduğu opera ve operetler bestelenmiştir.

Azerbaycan Halk Edebiyatı yalnız lirik ve epik türlerdeki eserlerle sınırlanmamıştır. Halk edebiyatı örnekleri içerisinde en eski zamanlardan beri dramatik türhalk dramları da yer almaktadırlar. Bu halk dramları ve gösterileri çeşitli münasebetlerle düzenlenen merasimlerden doğarak türemişlerdir. Bu açıdan bu dram ve oyunlar merasimlerle ilgili, sosyal konulu ve ailemaîşet konulu dramlar olarak tasnif edilirler. Mesela, eskiden beri Azerbaycan Türkleri arasında çok yaygın olan halk dramı örneklerinden biri “Kosakosa” oyunudur. Bu oyun Tamahkâr Koşa (köse) ile alçak gönüllü Keçinin karşılaştırılması üzerine kurulmuştur. Nevnji bayramının kutlandığı günlerde sokak ve meydanlarda gösterilen bu gösteride, Tüğsüz Koşa kışın, uzun sakallı Keçi ise baharın simgesi gibi tasvir olunurlar. Zamanın bittiğini, artık gitmeye zorlandığını gören Koşa, kendisi ile mümkün olduğu kadar çok şey ***ürmek ister. Ama sonunda, Keçi ile savaşta yalnız ***ürmek istediklerini değil, yaşamını da yitirir. Böylece, sembolik planda bahar kışa üstün gelir, her şey değişir, yenilenir.

“Tenbel Kardeş”, “Ekende yok, biçende yok, yeyende ortak kardeş” vs halk dramları da merasim karakterli idi. Bu dramlar, halkın her sene kutladığı mahsul bayramları zamanı oynanırdı. Böyle dramların konusu köy hayatından alınır tarlasında çalışmayanlar, işinin peşinde koşmayanlar, ama sonunda herkesten daha fazla yemek fikri ile yaşayanlar mizahi bir tarzda sahneye getirilirler. Edebiyatın ve hayatın esas konularından biri olan zenginlerle yoksullar, hilekârlarla namuslular arasındaki ebedî mücadele ise “Hanhan”, “Keçel” vs. gibi sosyal konulu halk dramlarında ele alınır. Karagöz tiyatrosu, Kilimarası oyunları, (cambaz), Kendirbaz gösterileri vs. diğer Türk boylan gibi Azerbaycan Türklerinin de gelişmiş bir halk tiyatrosuna, halk dramları geleneğine sahip olduklarını gösteriyor.

Azerbaycan Halk Edebiyatının çok az bir kısmı derlenmiş ve incelenmiştir. Ama elde olan bu küçük kısım örnekler de Azerbaycanlıların zengin ve özgün bir manevî mirasa malik olduklarının nişanesidir. Azerbaycan Halk Edebiyatının sistemli şekilde öğrenilmesi, derlenmesi ve tetkik edilmesi yolunda ilk adımlara 1880 yıllarında başlanmıştır. Rusya’nın öğretmen okullarından, özellikle de Gori Öğretmenler Seminarisi’nden mezun olan genç Azerbaycanlı öğretmenler çalıştıkları yörelerdeki, aşık şiirlerini, nağılları, bayatıları, latifeleri, efsaneleri vs. derleyerek Tiflis Rus dilinde 1811916 yılları arasında her sene bir cild olarak yayınlanan SMOMPK (Sbornikpo opisaniyu mestnostey i plemyon KavkazaKafkasyanın yerlerini ve tayfalarını tetkik eden mecmue) toplusunda bazen orijinalleri ile birlikte, bazen de sadece Rusça tercüme olarak yayınlatmıştılar. Azerbaycan Halk Edebiyatının tetkiki, 193040 yıllarında daha ciddî ve ilmî esaslar üzerine geçirilmiştir. Prof. Bagri, Henefi Zeynallı, Veli Huluflu, Yusuf Vezir Çemenzeminli, Emin Abid, Hümmet Alizade, Salman Mümtaz Memmedhüseyn Tehmasıb, Ehliman Ahundov vb. folklor araştırmacıları, halk edebiyatının yüzlerce örneğini derlemiş, onları edebî açıdan tetkik etmişlerdir. Son yıllar zarfında Azerbaycanda ve Azerbaycan Türkleri’nin yaşadıkları diğer bölgelerde bir taraftan halk edebiyatı numuneleri derleniyor, öbür taraftan ise onların tetkiki sahasında çalışılıyor.

Azerbaycan Bilimler Akademisinin Nizami Edebiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde Azerbaycan’ın tüm tarihî bölgelerini kapsayan halk edebiyatı antolojilerinin ve halk edebiyatı türlerinin yayılma haritalarının neşrolunmasına başlanmıştır.

 
Aşık Şiiri
Azerbaycan Halk Edebiyatının önemli bir kısmını Azerbaycan aşık şiiri, yahut aşık yaratıcılığı oluşturmaktadır. Aşık şiirinin yaratıcıları halkın arasından yetişmiş sanatkarlaraşıklardır. Âşık, Azerbaycan çevresinde zaman zaman halkın inandığı, güvendiği, kendi derd ve kederlerini açıkladığı, zor durumlarda yardımına koştuğu bilge bir insandır. Aşık halkın düşünce ve fikirlerinin danışmanıdır. Ona göre de ata sözlerinin birinde “Aşık el (halk anlamındaV. M.) anasıdır.” denilir. Aşık doğrunun, gerçeğin terennümcüsü ve taraftarıdır. Ona göre de başka bir atalar sözünde “Aşık gördüyünü çağırar” (yahi aşık her şeyi olduğu gibi açıklar, söyler manasında) denilir. İlk millî gazetemizin naşiri ve başyazarı Hesenbey Zerdabi şöyle yazar: “Azerbaycan halkı aşığa ele kulak asır ki, lap etini kessen de xeberi olmaz”. Millî musiki sanatımızın klasiği, yalnız aşık şiirinin değil, aşık musikisinin de mahir bilicilerinden biri olarak tanınan Üzeyir Hacıbeyli ise, aşığın Azerbaycan hayatının, Azerbaycan varlığının ve tabiatının ayrılmaz bir parçası olduğunu göstererek şöyle yazıyor: “Aşığa temiz hava, yaşıl çemen, çöl çiçeklerinin etiri, uca dağlar, geniş tarlalar, guşların cehcehi, çayların şırıltısı ilham getirir, aşıg esi azad ressamdır”.

Aşık halkın arasında yalnız koşma yahut geraylı çağıran, destan söyleyen, saz çalıp söz koşan bir sanatçı değil, aynı zamanda aklı, büyük hayat tecrübesi, hazırcevaplığı, her açıdan iyimserliği, insanperverliği ile seçilen bir halk öğretmeni olmuştur. Azerbaycan’da aşığa yalnız saygı ile değil, aynı zamanda beklenti ile yaklaşılmış, ondan herkese örnek olabilecek bir yaşam tarzı, bir davranış biçimi beklenmiştir. Azerbaycan aşık şiirinin klasiği Aşık Alesger halkın bu istek ve düşüncelerini dile getiren şiirlerinin birinde şöyle söyler:

Aşık olub terki veten olanın, Ezel başdan pürkamalı gerekdir. Oturub durmaqda edebin bile, Me’rifet elminde dolu gerekdir.
Xalqa heqiqetden metleb qandıra,
Şeytanı öldüre, nefsin yandıra,
El içinde pak otura, pak dura,
Dalısmca xoş sedalı gerekdir.

Azerbaycan halk kültüründe önemli yeri olan aşık, en eski zamanlardan beri halkın arasına varsak, ozan, dede, aksakkal, yanşak ve nihayet aşık isimleriyle tanınmıştır. Azerbaycan folklorcularının araştırmaları VI. VII. yy. da aşığın halk arasında Varsak adıyla tanındığını ve bu addan da varsağı şiir şeklinin günümüze ulaştığını ortaya çıkarmıştır. Sonraki yüzyıllarda, özellikle de VIII. X .asırlarda aşık daha fazla Ozan yahut Dede adı ile meşhur olmuştur. Sonraki asırlarda da sanatı ile ün kazanmış Azerbaycan aşıklarının bir kısmının Dede mahlası ile tanınması bu adın XVI. yüzyıla kadar halk arasında ve aşıklar içerisinde geçerli olduğunu göstermektedir. Halk arasında bugün de popüler olan

Qızım, qızım qız ana, Qızımı verem ozana, Ozan axça qazana, Qızım geye, bezene.

bayatısı eski Azerbaycan çevresinde ozanaşığm, cemiyetin seçkin temsilcilerinden olduğunu, herkesin ona saygı ile yanaştığını göstermektedir. Azerbaycan’ın eski kültür merkezlerinden biri olan Gence’de şimdi de Ozanlar mahallesi mevcuttur. Orta çağda aşık anlamında kullanılan “Yanşak” sözü, zaman geçtikçe ilk manasını yitirmiştir. Bugünkü Azerbaycan Türkçesi’nde fazla konuşan, geveze anlamlarında kullanılmaktadır. Halk arasında başarısız aşıklara” Yanşak” denilmesi de, bu terimin değişikliğe uğramasının, aslında kötü aşık, beceriksiz aşık manalarını ifade ettiğini gösteriyor. Aşık terimi Azerbaycan Türkçesi’ni XIV. yy. sonrasında dahil olmuştur. Azerbaycan aşık edebiyatının ilk belli temsilcisi XVI yy. ‘da yaşamış ve Şah İsmayıl Hetai’nin muasırı olmuş Aşık Kurbani sayılır. Ama Azerbaycan Edebiyatı’nın ve folklorunun ünlü araştırmacısı Salman Mümtaz 1929′da yayımladığı makalelerinin birinde, XIII. yüzyılda yaşamış halk aşığı Molla Kasım’m şiirlerinden örnekler vermişti:

Mügabirden güzar etdim,
Ecaib merdüman gördüm.
Qaranqu topraq altında,
Yatar cism ile can gördüm.

Azerbaycan aşıklarının yaratıcılığı, konu açısından oldukça farklıdır. Her zaman hakkın, ezilenin, halkın tarafında olan aşıklar kendi eserlerinde, içinde yetiştikleri toplumun arzu ve isteklerini karşılamaya çaba göstermiş; onun dostunun dostu, düşmanının düşmanı olmak için uğraşmışlardır. Güzelin ve güzelliğin terennümü, sevgi motifleri de Azerbaycan aşıklarının asırlar boyu ele aldıkları, sık sık müracaat ettikleri esas konulardandır. Aşıklar Azerbaycan tabiatının güzelliğini, Azerbaycan insanının manevî sıfatlarım tasvir eden yüzlerce koşma ve geraylı müellifidirler. Azerbaycan Türklerinin tarihi, onların kendi varlıkları, hak ve hukukları uğrunda verdikleri kanlı mücadeleler de aşıkların nazarından kaçmamıştır.

Azerbaycan aşıkları da diğer Türk boylarının halk sanatkârlarıAnadolu aşıkları, Kazak ve Kırgız akınları, Türkmen ve Özbek barışılan gibi kendilerinde üç sanatçıyı, şairi, besteciyi ve şarkıcıyı birleştirmiş, halk şenliklerinin, toy ve düğünlerinin tüm ağırlıklarını omuzlarına almışlardır. Büyük geleneklere sahip Azerbaycan aşık sanatı, aşık şiiri şekil açısından da oldukça zengindir. Bazı tetkikatlarda millî aşık şiirimizin 71, bazılarmde ise 84 şeklinin olduğu gösterilmektedir. Türk halk yaratıcılığının hem dil, hem de şekil açısından tam millî örnekleri gibi aşık şiirinin bütün şekilleri hece veznindedirler. Azerbaycan aşık şiirinin en geniş yayılmış şekilleri geraylı, tecnis, koşma, üstadnâme, deyişme, mühemmes, vücudnâme, divani, qıfılbend, recez ve başkalarıdır.

Bu şiir şekilleri kendi aralarında da bazı forma değişikliklerine uğramış ve onların daha farklı şekilleri meydana çıkmıştır. Mesela, kendi başına bir aşık şiiri şekli olan koşmanın koşayarpak, koşmamüstezad, sallama koşma vs. gibi şekilleri vardır. Tecnislerin de kendi arasında, cığalı tecnis, ayaklı tecnis, dudak değmez tecnis vs. şekilleri mevcuttur. Bu şekil çeşitliliği, herşeyden önce aşık sanatının zenginliğinin ve büyük geleneklere dayanmasının mahsulüdür. Evvelce de bildirildiği gibi, Azerbaycan aşık şiirinin ilk belli temsilcisi XVI yy. ‘da yaşamış Aşık Kurbani’dir. Güney Azerbaycan’ın Diri köyünde doğduğundan, Dirili Kurbani olarak da tanınmaktadır. Bu aşığın hayatı hakkında Kurbani adlı bir destan da vardır. Kurbani Şah İsmayıl Hetaî’nin çağdaşı olmuş, onun daveti üzerine Tebriz’e gelerek şahın sarayında yerleşmiş ve bir kısım şiirlerini burada yazmıştır. Bu şiirlerin çoğunda aşık kendinden değil, halkın içerisinde yaşadığı kötü durumdan söz açmıştır:

Men haqq aşiqeyem, haq yola mayii,
Kitabım Qur’andır, olmuşam qayil,
Müridim, mürşidim ey Şah İsmayil,
Derdimin elinden feryada geldim.

XVII. XVIII. yy. Azerbaycan’ın güneyinde ve kuzeyinde yaşamış Aşık AbbasTufarqanlı, Sarı Aşık, Heste Kasım vs gibi üstad sanatkârlar aşık şiirini dikkati çekecek bir düzeye yükseltmiş, onun yeni şekil ve yeni mazmunlarla zenginleştirmiş, halk arasında aşık kültünün daha da gelişmesine imkan sağlamışlardı. Bunlar arasmda Sarı Aşık, bayatının emsalsiz bir üstadı olarak tanınmıştı. Aşık Abbas ve Aşık Valeh’in destan yaratıcılığı sahasında da önemli hizmetleri olmuştur. Onlarn koştukları “Abbas ve Gülgez”, “Valeh ve Zernigar” gibi destanlar yalnız bu sanatkârların hayatı ve çevresi hakkında bilgi vermekle kalmamış, aynı zamanda onların eserlerinden bir sıra örnekleri günümüze taşımışlardı.

Azerbaycan’da XIX. yüzyılda yaşanan büyük kültürel gelişme, edebiyat ve medeniyetin yenileşmesi aşık edebiyatını da etkilemiştir. Bu asır içerisinde Azerbaycan aşık edebiyatının, Aşık Alı, Şemkirli Aşık Hüseyin, Aşık Musa, Molla Cüme, Varhiyanh Aşık Mehemmed, Aşık Ehmed, Aşık Elesger, Aşık Hüseyin Bozalqanlı, Aşık Peri, Aşık Beşti, Haltanlı Tağı vb. tanınmış temsilcileri yetişmiştir. XIX. yy. Azerbaycan aşıkları, aşık sanatının geleneklerini devam ettirmekle birlikte, aşık şiirine yeni şekiller ve yeni konular getirmiş, özellikle de bir musiki aleti olarak sazın tekmilleştirilmesi ve aşık havalarının inşâsı sahasında ileri adımlar atmışlardı. Diğer taraftan, evvelki devirlerde yaşamış meslektaşlarından farklı olarak XIX yy. aşıkları sosyal konulara daha fazla ilgi gösterdiler. Azerbaycan’da Çarlık idaresinin tenkidi, halka yapılan mezalim ve baskılara karşı barışmazhk ve mücadele ruhu, yenileşmeye, eğitime ve kültüre çağrı, bu devir aşık şiirinin esas konularını oluşturmakta idi.

Azerbaycan aşıkları XIX. yy.’da yalnız kendi ülkelerinde değil, yurt dışında da iyi tanınıyorlardı. Aşık Ah ve Aşık Alesger Türkiye’de bulunmuşlardı. Dağıstan’da, Kuzey Kafkasya’da,Orta Asya’da ve İran’da Azerbaycan aşıklarının adları ve eserleri biliniyordu. Azerbaycan aşık edebiyatının etkisi ile komşu Ermeniler, Gürcüler, Avarlar, Lezgiler ve diğer Kafkasya halklarının temsilcileri arasında şiirlerini Azerbaycan Türkçesi ile yazan onlarca istidadlı halk sanatkârıaşık yetişmişti.

XIX. asırda aşık şiirinde çağdaş kültürün ve yazılı edebiyatın da bazı etikileri gözükmekte idi. Aşık Alesger, Molla Cuma, Mirze Beyler vs. gibi aşıklar edebiyat geleneklerine de sahip idiler; bazı aşıklar kendi ana dillerinin yanı sıra Arap, Fars, hatta Rus ve Fransız dilini de biliyorlardı. Bu da onların şiirlerinin tekmilleşmesine, dil açısından zenginleşmesine ve güzelleşmesine imkan sağlıyordu.
Kuşkusuz, XIX. yy. Azerbaycan aşık şiirinin tarihinde bir yükseliş merhalesi idi. Hiç tesadüf değil ki, yalnız Azerbaycan’da değil, tüm Türk dünyasında aşık şiirinin en yüce zirvelerinden biri olarak kabul edilebilecek olan Aşık Alesger, bu dönemde yaşamış ve kendi geleneklerini, aşık şiirini okulunu yaratmıştı.

XX. yy. Sovyet döneminde faaliyet gösteren aşıklar, bu gelenekleri yeterli bir şekilde devam ettiremediler. Doğrudur, XX. yy.’da Azerbaycan’da Aşık Mirze, Aşık Esed, Aşık Hüseyin Cavan, Aşık Şemşir gibi halkın ruhuna yakm, samimi şiirleri ile tanınan aşıklar yetiştiler. Ama XIX. yy. üstad aşıkları ile mukayesede XX. yy. aşıklarının büyük bir kısmı yalnız irsan aşıklar idi. Onlar daha çok üstad sanatkârlarının eserlerini kitle içerisinde irsa ile yetinirlerdi. Diğer taraftan, Azerbaycan aşık şiirinin kendi geleneklerinden uzaklaşmasında, edebiyatın, sanatın, kültürün tüm sahalarının ideolojiye tâbi kılınması da önemli rol oynadı. Aşıklar da, bazı şairler gibi eserlerinden Leninizm fikirlerinin, Sosializm’in üstünlüklerini işlediler. Ve tabii ki, halk, ruhuna uygun gelmeye böyle yabancı aşık şiirlerini halk edebiyatı örneği gibi yaşatmayı düşünmek bile istemiyordu. Bunun da nitecesincîe çağdaş Azerbaycan aşık şiiri bazı başarılarına rağmen tümü ile bir düşüş dönemi yaşamaktadır.

Azerbaycan halk edebiyatı Azerbaycan Türklerinin en büyük serveti, onların manevî kimliği durumundadır. Zaman geçtikçe bu büyük servetin değeri daha da artar. Çünkü bu edebiyat, asırların tecrübesini ve bilgilerini yaşadı; çünkü ona halkın tabiatına, düşünce tarzına yabancı olan hiç bir şey katışmamıştır. Tabii ki, Azerbaycan’da yaşanan şimdiki millî özüne geliş, kendine dönüş sürecinde, bu manevî servet hazinesinin önemi ve değeri daha da artmaktadır.

 
Yazılı Edebiyat
Azerbaycan yazılı edebiyatı da halk edebiyatı gibi eski bir tarihe maliktir. Ama tabii ki, sözlü edebiyat örneklerinin ortaya çıkış tarihini, yaşını, ihtimallerle, analojilerle belirlemek mümkün olduğu halde, yazılı edebiyat örneklerinin her birinin arkasında müşahhas, gerçek tarih durmaktadır. Şüphesiz, Azerbaycan’ın eski kültür yurdu olması, onun topraklarında farklı devletlerin kurulması, farklı dinî anlayışların yayılması, dünya medeniyetinin “Avesta” gibi muhteşem bir abidesinin burada meydana gelmesi Azerbaycan’da yazılı edebiyatın erken doğuşunu da etkilememiş değildi. Ama hafızalarda yaşayan halk edebiyatı örneklerinden farklı olarak, ömrünü kağıt, deri, pergament, papirüs üzerinde sürdüren yazılı edebiyat örneklerinin büyük bir kısmı, savaşlar, yangınlar vs. nedeniyle günümüze ulaşamamıştır.

Bazı edebiyat tarihçileri Azerbaycan edebiyatının tarihini 2500 sene önce yazıldığı tahmin edilen “Avesta”dan başlatışlar. Tabii ki, Azerbaycan Edebiyatı tarihî ile Azerbaycanda ortaya çıkan edebiyatın tarihî farklı anlayışlardır ve millî edebiyatın esas faktörü, esas alameti millî dildir. Dünya kültürünün en eski örneklerinden birisi olan “Avesta”nm ve onun yaratıcısı Zerdüşt’ünSoroastr’ınZaratuştra’nm Azerbaycan’la ilgili olması kendi başına dikkat çekicidir. Zerdüştün kitabının eski Azerbaycanlıların dünya görüşü ve düşünceleri ile ilgisi, bu arada, dünya görüşünü belli bir ölçüde etkilemesi fikri de kabul edilebilir. Ama, tamamen başka bir dilde yazılmış “Avesta” dan Azerbaycan Türklerinin edebiyatının bir örneği gibi söz açmak elbetteki inandırıcı değildir.

Ama şunu da unutmamak gerekir ki; Azerbaycan zaman zaman büyük savaşlara sahne olmuş, buraya farklı dillerin, dinlerin temsilcileri gelmiş ve onlar Azerbaycan toprakları üzerinde yüzyıllar boyu yaşamışlardır. Tabii ki, gelen bu medeniyetle yerli Azerbaycan medeniyeti karşılıklı temasta olmuş, biribirini etkilemiştir. Öbür taraftan, savaş ve siyâsî sebeple gelenlerin dili üstün bir duruma geldikçe, Azerbaycan nüfusunun bir bölümü bu dili benimsemek, fikirlerini bu dilde açıklamak zorunda kalmıştır. Mesela, ikiyüz yıla yakın devam eden Rus iktidarı döneminde, Azerbaycan, Özbek, Kazak, Kırgız, Tatar, Türkmen, Başkırt vs. edebiyatlarında millî mensupluk açısından Türk olan, ama aldığı eğitim nedeniyle eserlerini Rus dilinde yazmaya zorlanan bir takım şair ve yazarlar yetişmiştir.

Bu yazarların eserleri ekser hallerde millî konulardadır; mensup oldukları milletin hayatını anlatmaya, onun psikolojisini dile getirmeye özen gösteriyorlar, ama bütün bunlara rağmen onların eserleri yabancı bir dilde kaleme alınmıştır. Aynı durum, Azerbaycan’da VII. VIII yy. Arap işgali döneminde ve bundan sonra başlayan Fars siyâsî ve medenî baskısı ile karakterize edilen dönemde tekrarlanmıştır. Başka türlü söylersek, VII. VIII. yy. Azerbaycan’da bir Arapdilli edebiyat, felsefî ve ilmî fikir gelişmiş, bu edebiyatın yaratıcıları, bu ilmi ve felsefi fikrin temsilcileri Azerbaycan Türkleri olmuş, ama yukarıda anlatılan nedenlerle onlar kendi eserlerini Arap dilinde yazmışlardır.

 
Arapdilli Azerbaycan Edebiyatı
Araplar Azerbaycan’a yerleştikten sonra VII. yy. sonlarına doğru burada Arapdilli bir edebiyat ve kültür gelişmeye başlamıştır. Eserlerini Arap dilinde, ama her zaman ElAzerbaycani mahlası ile yazan şairlere, yalnız Azerbaycan sınırları içerisinde değil, hilafetin Şam, Bağdad, Medine gibi kültür merkezlerinde sık sık tesadüf olunuyordu. Arap edebiyatı tarihçilerinden İbn Kuteybe’nin “Kitab eş şiir ve şuarâ”, Ebulferec İsfehâni’nin “Kitab eleğani” eselerinin ve diğer kaynakların verdiği bilgilerden VII. asrın sonu VIII. asrın başlarında Medine’de Azerbaycan’dan gelmiş şairlerin tanındıklarını ve şöhret kazandıklarını öğrenmek mümkündür. Eski devir Azerbaycan edebiyatının tetkikatçılarından Eliyar Seferli ve Halil Yusifli, İbn Kuteybe’nin adıgeçen kitabından şöyle bir cümleye dikkati çekiyorlar: “Medine’de mevalilerden öyle bir şair yoktur ki, aslen Azerbaycanlı olmasın”. Böyle şairlerinden birisi olan Musa Şehevat, VIII. yy. başlarındaki Arapdilli edebiyatta hicivlerin ve medhiyelerin büyük üstadı gibi tanınmıştı. Musa Şehevat’m Azerbaycanlı çağdaşı İsmayıl Yassar ise hemaselerin savaş ve kahramanlık şiirlerinin müellifi olarak edebiyat tarihine girmiştir.

Onun eserlerinden, babasının esir olarak Azerbaycan’dan Medine’ye getirildiği, şairin kendisinin ise tam bir Arap eğitimi ve terbiyesi aldığı öğrenilmektedir. Ama hayatını Arap topraklarında geçirmesine rağmen İsmayıl İbn Yassar’ın eserlerinde Azerbaycan’la ilgili motiflere, açıklamalara da rastlanır. Kaynaklar Ismayıl’m kardeşi “Ebubekir” künyeli İbrahim’in ve Mehemmed’in de güzel şiirler müellifi olarak tanındıklarını gösteriyorlar. ,„ Arap Edebiyatı tarihine “ElAzerbaycani” mahlası ile girmiş olan Abdül Abbas elEma, Emeviler hanedanı döneminde Medine’de yaşamış, medhiyeler, mersiyeler ve hicivler müellifi olarak tanınmıştır. O, aynı zamanda savaşı, kahramanlığı terennüm eden şiirler yazmış, eserlerinde Arapların diğer halklara Acem diyerek hakaret etmelerini keskin şekilde tenkit etmiştir.
IX. yy. başlarından itibaren Azerbaycan’da halk kahramanı Babekin önderliğinde, Araplara karşı yirmi iki sene devam eden bir isyan olmuştur. Bu isyan Azerbaycan’da Arap hakimiyetini bütünüyle yıkmasa da, herhalde şuurlarda, bir değişiklik meydana getirebilmiştir. Bu dönemde edebiyat tarihinde elAzerbaycani mahlaslı şaire tesadüf edilmiyor. X. yy. Berekeveyh Zencani ve Ebu Abdulla Marağayi gibi Azerbaycan’ın güneyinde yetişmiş şairlerin Arapdilli edebiyatın örneklerini yarattıkları görülüyor. Ama XI. yy.’den başlayarak, Arap dili bir şiir, edebiyat dili olmaktan çıkar. İlim dili olarak, bazı hallerde XIX. yy.’a kadar Azerbaycan kültüründe yerini muhafaza eder. Firdevsi’den sonra hızlı bir kalkınma merhalesi yaşıyan Fars dili Yakın ve Orta Doğudaki diğer edebiyatlar gibi Azerbaycan edebiyatını da kendi etkisi altına alır. XII. XIII. yy. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Nizamî Gencevî, Hakânî Şirvani vs. gibi büyük Türk sanatkârlarının eserlerini Fars dilinde kaleme almaları da her şeyden önce Farsçanın bir şiir ve sanat dili olarak gelişmesi ile ilgili idi.
 
Farsdilli Azerbaycan Edebiyatı

Azerbaycan’da Arap baskısının zayıflaması sonucu olarak ülkenin güneyinde Revvadi’lerin, Kuzeyinde ise Şeddadilerin devletleri kuruldu. X. yy. sonlarında tarih sahnesine çıkan bu devletler ticaretin, şehirlerin gelişmesine, ilmin ve kültürün yayılmasına gereken dikkati gösderdiler. XI. yy. sonlarında Azerbaycan’ın Selçuklular’m hakimiyeti altma geçmesi bu vaziyeti fazla değiştirmedi. Revvadiler ve Şeddadiler devrinde Azerbaycan’da gelişmeye başlayan İntibahRönesans hareketi yeni hanedanın hakimiyeti döneminde de devam etti. XI yy. Azerbaycan’da tedricen Farsdilli edebiyatın ağırlık kazandığı görülür. Arap dili bu dönemde Azerbaycan ilim, özellikle de felsefe, edebiyat tarihçiliği, tarih vs. ilim sahalarında kullanılan bir dil idi. XI. yy. dünya çapında tanınan edebiyat nazariyecilerinden Hatib Tebrizî, şiir sanatı, kafiye vs. hakkındaki meşhur eserlerini bu dilde kaleme almıştı. Onun çağdaşı ve hemşehrisi Katran Tebrizi ise edebiyat tarihine Fars dilinde yazılmış güzel tabiat Tasvirli kasideleri ile dahil olmuştu.

XI. XII. asrlarda Ömer Genci, Yusuf İbn Tahir, Eynel güzzat Miyaneçi vs gibi Azerbaycan filozof ve alimleri, Arap dilinde onları bütün Şarkta tanıtmaya imkan sağlayan eserlerini yazdıkları sırada EbülUla Gencevi, Kivami Müterrizi Fencevi, Mehseti Gencevi, Mücireddin Beylegani, Kemaleddin Nahçıvani, Feleki Şirvani, İzeddin Şirvani, Hakani Şirvani, Nizami Gencevi vs. gibi Azerbaycan şairleri de Fars dilinde gazel ve kasideler yazıyorlardı. XII yy. Azerbaycan’ın ekonomik hayatında yer alan kalkınma, şehirlerin gelişmesi ve zenginleşmesi, ticaret ve sanatkârlığın artması ülkenin yalnız sosyal ve siyâsî hayatında değil, kültürel hayatında da yeni bir dönemin başlangıcını göstermekte idi. Bu devirde Azerbaycan topraklarında iki devlet mevcut idi. Kür nehrinin kuzey tarafında Şirvanşahlar, güney tarafından ise İldenizler hanedanları hükümranlık ediyorlardı. İçsavaşlarm olmaması, Şirvanşahlar ve ildenizler arasında normal münasebetlerin sürdürülmesi, Azerbaycan topraklarının Batı ile Doğuyu birleştiren büyük kervan yolunun üzerinde olması, burada, iki asır sonra Avrupa Rönesansmı doğuran münbit zeminin daha önce oluşmasına imkan sağlamıştı.

Devletlerin varlığı, ilim, sanat adamlarının sarayın çevresinde toplanması, XI. XII. yy. Azerbaycan’ında saray edebiyatı olarak adlandırılan bir edebiyat doğurmuştu. Saray şairleri Şirvan’da Şirvanşahlar’m, Tebriz’de ise İldenizlerin sarayları etrafında toplanmıştı. Saray şairlerinin, eserlerinde ele aldıkları konular sınırlı idi. Hükümdarları ve asilzadeleri öven medhiyeler, hükümdarın akrabalarının ve saraya yakın kimselerin ölümü halinde mersiyeler yazar, devlet hayatındaki önemli olayları şiirle anlatırlardı. Şirvanşahlar sarayında şairlerinden oluşan bir edebî meclis oluşmuştu. Bu meclisin başında devrinin istidadh şairi EbülÜla Gencevi (10961159) vardı. Gence’de doğmuş EbülÜla 44 yaşında Şirvan’a göçmüş ve burada Melikü’ş Şüera (Şairler sultanı) unvanını kazanmıştı. EbülÜla üslûp güzelliği ile seçilen kasidelerin yazarıdır. Hakani Şirvani’nin bir şair gibi yetişmesinde ve ün kazanmasında onun rolü olmuştur.

Bu şairler meclisine dahil olan Feleki Şirvani (?1160) yalnız bir şair olarak değil, aynı zamanda bir müneccimastrolog olarak da devirde yaygın bir üne sahipti. Feleki, orta çağlar Azerbaycan şiirinde yaygınlaşan “Hebsiyye” lerin ilk örneğini vermiştir. EbülÜla’nm çevresine toplanan şairlerden İzeddin Şirvani, daha çok Qetran Tebrizi’nin geleneklerini devam ettirerek tabiat tasvirli eserler yapardı.
XII. asrın Farsdilli Azerbaycan şiirinde Şirvan mektebinin yanı sıra Gence ve Tebriz mektepleri de yetiştirdiği ünlü şairlerle temsil edilir. Gence’de yetişen şairlerden biri de Givami Müterrizi Gencevi (71190) idi. Şark kaynakları, özellikle de en meşhur tezkire müelliflerin biri olan Devletşah Semerkandî onun Nizami Gencevi ile yakın akraba olduğunu söylemektedir. Givami de, Nizami gibi hayatının sonuna kadar saraylardan uzakta yaşamış, şair bağımsızlık ve özgürlüğünü saraya ve hükümdarlara bağlılıktan üstün tutmuş ibrera rağmen İldeniz hükümdarlarından Cahan Pehlivan’a, Kızıl Arslan’a ve başkalarına medhiyeler yazmıştır.

Gence mektebinin başka bir istidadh temsilcisi, ayni zamanda Azerbaycan edebiyatı tarihinde ilk kadın şaire olarak tanınan Mehseti Gencevi, güzel rubailer müelifi idi. Kaynaklarda onun üç yüz kadar rubaisi kayıt olunmuştur. Bu rubailerde aşk, insanın azadhğı ve hürriyeti, hayatın tüm neşelerini tatmak arzusu, önemli yer tutar. Farsdilli şiirde “şehraşub” adını alan “şehir şiiri”nden ilk örneklerinin de müellifi olarak bilinen Mehseti, rubailerinin bir kısmında XII. yy. Gence şehir esnafının hayatını tasvir etmiştir. Şiir sanatında Hakani’nin devamcılarından biri gibi tanınan Mücireddin Beylagani (71191) de kendi mualliminin yolunu devam ettirerek zamaneye, haksızlıklara karşı isyankar şiirler yazmıştır. Onun böyle eserlerinin birinin Azerbaycan Türkçesi’ne tercümesinde aşağıdaki keskin, barışmaz mısraları okuyabiliriz:


Zamanla kertenkele olub keçinnem susuz,
Abırımı tökmerem, yaşamaram duygusuz.
Su te’bimin odunu söndürüb qoysa minnet,
Susuzluqdan ölerem, suya baxmaram elbet.

Hayatı Tebriz’de sona eren Mücireddin Beylagani burada Megberetü’ş şüera (Şairler kabristanı) olarak bilinen mezarlıkta defnedilmiştir. Onun Londra’da, Britanya müzesinde olan Divan’ında şairin beş bin beytten fazla şiirleri toplanmıştır. Farsdilli Azerbaycan şürindeki Tebriz edebî mektebi, iki kudretli sanatkârın, Katran Tebrizi (10121088) ve Hatib Tebrizi’nin (10301109) adları ile temsil olunur. Tebriz yakınlarındaki Şadiabad köyünde, bir köylü ailesinde doğan Katran Tebrizi hayatını Gence ve Tebriz’de sürdürmüştür. 1042 yılı Tebriz depremini anlattığı büyük kasidenin ve zengin tabiat tasvirleri ile dolu çok sayılı şiirlerin müellifi olarak tanınmaktadır. Katran Tebrizi’nin Fars dilinde yazmış olduğu şiirlerinde Türk, güzellik ve kahramanlık simgesi olarak kullanılır. Fars dilinde yazan çağdaşları içerisinde Katran ilk defa olarak, şiirlerinde Azerbaycan Türkçesi’nden bir çok kelimeler ve deyimler kullanmıştır. Kasidelerinin birinde “İnsanların hepsi sanki dikendirler. Ben boş yere bu dikenlerin arasında çiçek arıyorum” diye zamana ve insanlara acı acı sitem etmesine, rağmen Katran’ın şiirlerinde insan sevgisi, insana, onun hayırseverliğine inancı kuvvetlidir.

Katran’m çağdaşı Hatib Tebrizi, adını kendine mahlas olarak aldığı bu şehirde doğmuşsa da, yirmi yaşında doğduğu şehri terketmiş, bütün ha yatını Bağdat’ta, meşhur Nizamiye Medresesinin müderrisi olarak geçirmiş ve 1109 da burada öl müştür. Hatib Tebrizi hem devrinin ünlü alim lerinden biri, hem de şair olarak tanınmaktadır. O, ilmî araştırmalarını Arap dilinde, şiirlerini ise Fars dilinde yazmıştır. İlim öğrenmek için, yaya olarak Tebriz’den Şam’a yollanan Hetib Tebrizi devrin büyük Arap şairi ve alimi EbülÜla Müerri’nin ya nında eğitim görmüştü. Arap kaynakları Hatib Tebrizi’nin Azerbaycan Türkü olduğunu ve uzun süre Bağdat’ta, Araplar içerisinde yaşamasına rağ men kendi dilini unutmadığını ve Bağdat’ta ona uğrayan hemşehirlileri ile bu dilde konuştuğunu yazıyorlar.

Buraya kadar adları hatırlatılan şairlerin hümanist mazmunlu eserleri, diğer taraftan çok sayıda bilim adamının, mimarın varlığı, mûsikî ve minyatür sanatlarının genişmesi, şehirlerin kalkınması, eğitimin geniş çapta yayılması XII. yy. Azerbaycanmda, özellikle de onun Şamahı, Gence ve Tebriz gibi kültür merkezlerinde bir Rönesans havasının yaşandığını gösteriyordu. Avrupa Rönesansma ön alanı DoğuAzerbaycan Rönesansı fikrini, ilk defa ünlü Azerbaycan edebiyat araştırmacısı Prof. Mikayıl Refili ileri sürmüş ve tarihîilmî açıdan temellendirmiştir. 1940 yıllarında ortaya atılan bu görüşe, bir kısım Rus, özellikle de Ermeni ve Gürcü alimleri büyük tepki göstermişlerdir. Ancak, aradan geçen yıllar içinde ilim dünyasına sunulan yeni eserler, araştırmalar, Türkİslam dünyasında bir Rönesans yaşandığım ve Azerbaycan’ın da, bu büyük çaplı kültür harekitinin dışında kalmadığını, aksine, onun gelişme merkezlerinden biri olduğunu açıklamıştır.

Azerbaycan’da yaşanan Rönesans devri edebiyatının ilk büyük temsilcisi Hakani Şirvani olmuştur. Efzeleddin Hakani 1126 ‘da Şamahı’da doğmuş, 1199 da Tebriz’de vefat etmiştir.Olaylarla dolu, gergin ve fırtınalı bir ömür yaşamış, çağdaşları arasıda isyankâr, bir şair olarak tanınmıştır. Kuşkusuz, Hakani, Nizami’ye kadarki Azerbaycan Edebiyatında yetişen en büyük şahsiyet, en istidadlı şairdir. Bu edebiyatta mesnevinin ilk örneklerini Hakani vermiş, zengin tarihî geleneklere malik kaside türünü ulaşılmaz bir yüksekliğe çıkarmıştır. Hakani’nin eserlerinde kötülüklerin inkârı ve güzelliklerin tasdiki alevli bir dille, büyük inanç ve ihtirasla kaleme alınmıştır. Onun zengin edebî mirası on yedi bin beytlik divanından, “Töhfetü’l Irageyn” (“İki Iragm hediyesi”) mesnevisinden ve XII. yy. Azerbaycan nesrinin ilgi çekici örneklerinden sayılabilecek altmış mektubundan oluşmaktadır.

Gence yaşlarında saraya giren şair, burada hükümdar Şirvanşah Minüçehrün dikkatini çekmiş ve onun üzerine, Hakani, adını kabul etmiştir. Eğitimini döneminin tanınmış ilim adamlarından olan amcası Kafieddin Ömer İbn Osman’ın yanında alan Hakani, Kurani Kerim’i deriden öğrenmiş, dilcilik, edebiyat, matemetik ve felsefe hakkında yeterince bilgi almıştı. Bu yüksek medhiyelerle onun sevgisini kazanan Hakani çok geçmeden saray çevresinde yaşayamayacağını ikiyüzlü ve entrikalı bir hayatın onun bağımsızlık tutkusu ve isyankâr ruhu ile uyuşmadığını görerek, saraydan uzaklaşmak istemiş ancak, hakanın emri ile zindana atılmıştı. Meşhur Şabran Kalası’nda mahpus hayatı geçirdiği aylarda, edebiyat tarihine “Hebsiyye” adı ile geçen şiirler silsilesini yaratmıştı. Bu şiirler silsilesine dahil olan kasidelerinin birinin çağdaş Azerbaycan Türkçesine tercümesinde aşağıdaki ıstıraplı ve isyankâr, devre muhite ve kul tabiatli insanlara karşı barışmazhkla dolu satırları okuruz:

Her seher qalxar göye ah ile efğanım menim, Qerq olar qanda şefeq tek çeşmigiryanım menim. Boynuma Zöhhak ilanı saldı ahenger bu gün, Çün Firudin xeznesidir eqlü irfanım bu gün. Oxşayır künde ayağımda deyirman daşına, Qanlı göz yaşımla işler bu eğirmanım menim.

Hakani’nin “Medain harabeleri”, “Gesideyi Şiniyye” gibi kasideleri derin felsefi mazmunu ve sosyal konunun isyankâr bir tarzda ele alınması ile dikkati çeker. Bir zamanlar saray hayatını öven, hakanları ve onların yakınlarını medheden şair bu eserlerinde, artık en kudretli hakanın da hiçliğe, yokluğa, unutulmaya mahkûm olduğunu, dünya üzerinde ebedî yaşayacak kuvvetin ise söz, fikir olduğu kanaatına gelir. Medain’in herabelerini seyreden sanatkâr bir taraftan kederlenir çünkü burada toprak altına düşünen beyinler, duyan yürekler gömülmüştür, öbür taraftan ise sevinirçünkü Medain’i harabe durumuna getiren Sasani padişahlarının mezalimi, acımasızlığı olmuştur. Zulm ise her yerde mahva mahkûmdur. Ona göre de şair tabiatın, dünyanın bu ezeli kanununun bir daha gerçekleşmesinden sevinç duyar ve Medain herabelerinin zulme dayanan diğer şahlar ve sultanlar için de bir ibret olmasını temenni eder. Hakani’nin zamanı, çağdaşları, kendi hayat yolu, edindiği siyâsî, sosyal, manevî, ahlâkî, kanaatlar onun başka bir büyük eserinde “Töhfetülİrageyn” mesnevisinde akseder. Hakanî, Farsdilli Azerbaycan şiirini, felsefî ruh ve sosyal mazmunla zenginleştirmiş, şiiri sarayın hizmetçisi olmaktan uzaklaştırmıştı. Kurduğu gelenek, sonraki asırlarda gerek Farsdilli, gerekse anadilli Azerbaycan Edebiyatı’nı ve Fars Edebiyatı’nı kuvetli bir şekilde etkilemiştir. Emir Hüsrev Dehlevi, Cami, Türk şiirinin büyük üstadı Fuzûlî onun “Kesideyi Şiniyye”sine nazire yazmışlar. XIX. XX. yy. Azerbaycan Edebiyatı’nm Seyid Ezim Şirvani ve Sabir gibi sanatkârları aradan yüzyıllar geçmesine rağmen Hakani’yi sanat hocaları olarak adlandırmışlardır.

XII yy. da Farsdilli Azerbaycan Edebiyatının en büyük temsilcisi hiç şüphesiz, Nizami Gencevi (11411209) olmuştur. Azerbaycan’ın eski kültür merkezlerinden ve XII. yy. İslam Şarkı’nın büyük şehirlerinden biri olan Gence’de doğan Nizami bütün hayatını burada südürmüş, ona dünya şöhreti kazandıran meşhur eserlerini burada yaratmış ve burada da toprağa verilmiştir. Kendine kadarki ilim ve kültür geleneklerini dikkatle takip eden ve derinden benimseyen Nizami, Doğu edebiyatlarında bu gün de sürdürülen büyük bir edebî geleneğin yaratıcısı oldu; lirik ve epik şiirin ulaşılmaz örneklerini ortaya koydu. Nizami’nin sanatı her şeyden önce hümanizmi ve demokratizmi ile seçilir. Şahların, sergerdelerin, saray güzellerinin bir kahraman olarak alınıp terennüm edildiği Şark edebiyatına o, ilk defa sıradan olan insanı getirdi, onun düşünce ve isteklerini açıkladı.

Dünya edebiyatı tarihine Nizami Gencevi adı ile girer. İlyas Yusufoğlu’nun bir Azerbaycan Türkü olduğunu, Fars dilinde yazdığı eserlerin hemen hepsinde Türk’ten, bir bilgelik, kahramanlık, yiğitlik sembolü gibi söz açtığını, hatta Peygamber’in kendisini, böyle akılda ve zekada bir Türk’e benzettiğini, XX. yy. Azerbaycan’ının büyük devlet adamı ve fikir mücahidi Memmed Emin Resulzade 1951′ de Ankara’da yayınladığı “Büyük Azerbaycan şairi Nizami Gencevi” adlı kitabında, şairin kendi eserlerine dayanarak ispatlamıştır. Nizami’nin anasının Kürt kökenli olduğu, şairin kendisinin ise İran’ın Kum şehrinde doğduğu yolunda İran Nizamişinasları’nm incelemelerinde ileri sürülen mülahazaların tarihî esastan mahrum olduğu, genellikle şüpheli kaynaklara dayandırıldığı anlaşılmıştır. Nizami devrin talebine uygun şekilde ve aldığı talimterbiye icabmca, eserlerini Fars dilinde yazmak zorunda kalmışsa da, her zaman bir Türk gibi düşünmüş, destanlarında Azerbaycan Türkleri’nin eski tarihî ile ilgili konulara ilgi göstermiş, bütün eserlerini Türk hükümdarlarına sunmuştur.

Nizami Şark Edebiyatı tarihinde ilk “Hamse” müellifidir. Sonralar onun bu yaratıcılık geleneği Emir Hüsrev Dehlevi, Nevai, Cami vs gibi büyük söz üstadları tarafından devam ettirilmiş, yalnız Fars dilinde değil, Türk lehçelerinde de Nizami sanatının etkisi ile “Hamse”ler yazılmıştır. Nizami’nin eserlerini iki kışıma ayırmak mümkündür. Bunların bir kısmını, şairin lirik mirası onun gazel, kaside, rubai vs. türlerinde yazdığı eserler oluşturmaktadır. Kaynaklar şairin, bir divan oluşturacak kadar lirik eserler yazmış olduğunu gösteriyorlar. “Tezkiretü’şşüera” müellifi Devletşah Semerkandi, Nizami’nin yirmi bin beytlik Divanının varlığını gösteriyor. Amma, bu divana dahil olan eserlerin hepsi günümüze kadar oluşmamışlardır. Nizami’nin kaynaklarda adıgeçen büyük divanından şimdi ele yalnız yüz yirmi gazel, altı kaside ve otuz rubai bilinmektedir. Gazellerin esas konusu muhabbettir. Tabii ki, Nizami gibi büyük bir şairin muhabbet anlayışı da geniştir. Buraya, yalnız güzele, sevgiliye olan muhabbet değil, aynı zamanda insana muhabbet, Allah’a muhabbet motifleri de dahildir. Kasidelerinde ise, daha çok bir filozof etkisi bırakır. Devrin mühim meseleleri, insanı, beşer neslini zaman zaman düşündüren, ilgilendiren önemli sorunlar, yüzyıllardan beri cavapsız kalan sorular Nizami’yi çok ilgilendirir.

Nizami “Hamse” umumî adı altında birleştirilen beş büyük eserin müellifi olarak daha meşhurdur. Şairin kendisi bu eserlerin türünü “destan” olarak göstermiştir. Ama çağdaş Azerbaycan edebiyatşinaslığmda bu eserleri “poema”, bazen de “menzum roman” olarak adlandırmak fikri kabul edilmiştir. Bu eserlerden ilki 11741175 yılında tamamlanan “Mehzenü’lesrar” (“Sırlar hazinesi”) destanıdır. Nizami’nin eserleri üzerinde çalışanlar, “Mehzenü’lesrar”la, XI. yy. Türk şiirinin büyük örneklerinden biri olan Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilik” adlı eseri arasında bir yakınlık ve bağlılık görmektedirler. Nizami, özüne kadarki dönemde Şark Edebiyatı’nda artık bir sıra örnekleri verilmiş didaktik şiirin geleneklerinin devam ettirmiş ve onları daha da zenginleştirmiştir. Şair bu ilk büyük hacimli eserini, Selçuk hükümdarı Fahreddin Behramşah Selçuki’ye sunmuştur.

Yirmi bölümden oluşan “Mehzenü’lesrar” manzum destanında, bir şair olarak Nizami’yi düşündüren, onun ilgisini çeken problemleradaletli hükümdar, olgun insan, kötülüklere, haksızlığa karşı mücadele; emek veren insanın hükümdarlardan da üstün tutulması vs gibi sosyalahlakî meseleler olmuştur. Her bölüm de kendi içinde iki kısımdan ibarettir: birinci kısımda şair felsefî planda fikirlerini açıklar, ikincisi ise, bu fikirleri açıklayan, destekleyen, ibretamiz hikayeler verir. Bu eserle Nizami, devrinin, geniş çok farklı insanların ve sosyal tabakaların hayatını tasvir etmiştir. Ayrıca, Nizami, üstünlüğü sade insana vermiş, zulümkar, adaletsiz hükümdarlara, devlet adamlarına nasihat etmiş, doğru yol göstermiştir.

11801181′de tamamladığı “Hüsrev ve Şirin” manzum destanını Nizami, Azerbaycan Atabeyler Devleti’nin hükümdarı Cihan Pehlivan’a sunmuştur. Bu eser gerçekten de insan hakkında, onun kalp dünyasının büyüklüğü, fikirlerinin genişliği, aşkın ve zekanın her şeye galip gelen kudreti hakkında güzel bir destandır. Nizami’den evvel bu mevzuyu İran’ın büyük şairi Firdevsi işlemişti. Ama Firdevsi yalnız İran şahlarının tarihini tasvir etmeyi amaç edindiğinden, efsanedeki büyük muhabbeti görmemiş, onun uzağında kalmıştı. Nizami ise her şeyden önce insanı saflaştıran, güzelleştiren bir muhabbet destanı yaratmıştı “Hüsrev ve Şirin” aynı zamanda Nizami’nin Azerbaycan’la en fazla ilgili olan eserlerindendir. Eserdeki olayların mühim bir kısmı Azerbaycan topraklarında geçer, İran hükümdarlarına siyaset ve ahlak dersi veren Şirin, Azerbaycan prensesidir.

Şirvanşah Ahsitân’m arzusu ile yazılan ve 1188′de tamamlanan “Leyli ve Mecnun” manzum arzusu destanında Nizami, daha eski zamanlara dönmüş, VI. VII. yy. Arap hayatını canlandırmıştır. Ama Nizami’nin bir şair olarak büyüklüğü onun en eski konuları bile yaşadığı dönemle bağlayabilmesi, çağdaşlaştırması, hem de bu konuya bir ebedî hayat kazandırabilmesi idi. Bu açıdan, “Leyli ve Mecnun” destanında, eski bir Arap efsanesine dayansa da, bütün zamanlar ve bütün halklar için yakın ve anlaşılır olan güzel bir aşk romanı ortaya koymuştur. Nizami’nin bu eseri, yalnız sevginin büyüklüğüne değil, aynı zamanda bu muhabbeti yaşan ve yaşatan insanın büyüklüğüne ve azametine okunan bir şarkıya benzetilebilir. Nizami bütün eserlerinde olduğu gibi burada da insanın zulme, haksızlıklara boyun eğmesini, yüreğinde doğan itiraz sesini boğmaya çalışmasını, her zaman suyun akarı ile yüzmeye can atmasını, insanlık şerefini ve insan adını lekeleyen bir rezillik sayar; insana yiğit ve cesur yaşamayı, aslan yürekli olmayı tavsiye eder.

“Yedi güzel” destanı (1197′de tamamlanmıştır) sanat yolunda olgunlaşan, büyük tecrübe kazanmış bir şairin eseri olarak dikkati çeker. Bu destan, kuruluş açısından da Nizami’nin en olgun eserlerinden biridir. “Yedi güzel” Merağa hükümdarı, Aksungur Alaeddin Körpe Aslan’ın isteği üzerine yazılmış ve ona sunulmuştur. Şair bu eserinin konusunu eski İran tarihinden, Sasani hanedanının beşinci hükümdarı Behram Gur’un hayatından almışsa da, daima takip ettiği geleneklere sadık kalarak bu defa çağdaş bir eser yaratmış, “Mehzenü’lesrar”, “Hüsrev ve Şirin” destanlarında başlattığı ideal hükümdar tipini yeni fikir ve görüntülerle zenginleştirmiştir. Bu destanda Nizami’nin geniş bilgilerini ortaya koyan zengin semboller mevcuttur.

Şair, hayatının son senelerini, hacim açısından da, edebî önemi açısından da en büyük eseri olan, “İskendername” nin yazılmasına sarfetmiştir. İki kısımdan ibaret destanın “Şerefname” isimli birinci kitabı 1203′te, “İkbalname” isimli ikinci kitabı ise 1209′da, şairin ölümünden az evvel tamamlanmıştır. “Şerefname” de, bu eserin kahramanı olarak seçilen Makedonyalı İskender’den bir başbuğ ve komutan gibi, “İkbalname” de ise bir filozof ve hakikat yolcusu, hatta peygamber gibi söz edilmiştir. İskender tipine Nizami’den evvel de dünya edebiyatı tarihinde defalarca müracaat edilmişti. Bunların arasında antik Yunan müellifi Yalancı Kallisfe’nin, Mısırlı yazar Nektanebe’nin adları söylenebilir. Firdevsi’nin “Şahname” eserinin de mühim bir bölümü İskender’e ve onun İran şahı Dârâ ile savaşlarına hasrolunmuştur. Bütün bu edebî kaynakları bilen Nizami, İskender’i her açıdan kendi arzularına cevap veren ideal bir hükümdar gibi almış ve eserinde canlandırmıştır. Nizami’nin tasvir ettiği İskender yalnız kılıcının kuvveti ile ülkeler fetheden bir başbuğ değil, bundan daha fazla, zekâları, gönülleri fethetmeyi bilen bir âlim, filozof, şair ve mu*****inastır. İskender, kendi çevresine zamanının en tanınmış filozoflarını toplar; devleti, onların yardımı ve nasihatları ile yönetmeye çaba gösterir. Büyük fetihler, elde ettiği sonsuz topraklar İskender’i tatmin etmez. O, sürekli arayış halindedir; savaşta bulamadıklarını kitapların sayfalarında, filozofların öğretilerinde bulmaya çalışır. Nizami’nin “İskendername”si; bu, rahatlık bilmeyen insan zekâsının destanı idi.

Nizami kendi sanatının büyüklüğünü, azametini anlayan sanatkârlardandı. Şiirlerinin birinde o, geleceğine sarsılmaz güven hissi içinde şu mısraları yazmıştı:

Yüz il sonra sorsan haradadır o?
Her yerden ses gelerBuradadır o.

Nizami, Fars dilinde yazılan Azerbaycan Edebiyatı’nm son büyük temsilcisi idi. Gerçi, Nizami’den sonra da Farsdilli edebiyat Azerbaycan’da durumunu korudu. Nitekim, XIII. XIV. yy. da hatta millî şuurun ve milliyetçilik duygularının geliştiği XIX yy.’da Fars dilinde eserler yazan Azerbaycanlı müelliflere rastlanırdı. Ama bu, sadece bir edebî geleneğin devam ettirilmesinden başka bir şey değildi. Azerbaycan şairlerinin, edebiyat adamlarının büyük bir kısmı, eserlerini ikiAzerbaycan Türkçesi ve Fars, bazıları ise üçAzerbaycan Türkçesi, Fars ve Arap dillerinde kaleme alıyorlardı. Eğitim sistemi öyle kurulmuştu ki, tahsil görmüş her aydın bu dilleri öğrenir ve onlarla kendi fikirlerini, düşüncelerini zorluk çekmeden açıklayabilirdi. Bu açıdan da, Azerbaycan şair ve yazarları XII. yy.’dan itibaren ana dillerinde eserler yaratmaya ağırlık vermekle beraber, geleneklerine bağlı oldukları ve iyi bildikleri Fars ve Arap dillerinde de yazıyorlardı.

Nizami Farsdilli Azerbaycan Edebiyatı’nm zirvesini oluşturdu. Nizami’den sonra gelen şairler onun işlediği konularda eserler verseler de “Hamse” müellifinin ulaştığı sanat zirvesine yükselemediler. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de, artık Farsdilli şiirin rekabet meydanında tek olmaması, onun karşısına Nizami kadar büyük adlarla temsil olunan Türkdilli edebiyatın çıkması idi.
 
Anadilli Azerbaycan Edebiyatı

Şüphesiz, her millî edebiyatın esas göstericisi, başlıca amili, evvelce de ifade edildiği gibi, bu edebiyatın yazıldığı, yaratıldığı dildir. Bu açıdan, Azerbaycan Edebiyatı’nm ilk tarihçisi, dört cildlik “Azerbaycan Edebiyatı” kitabını ilk defa 1925′ te yayınlayan Feridunbey Köçerli (18631920) millî edebiyatımızın tarihini Fuzûlî’den başlatıyordu. Son incelemeler ise, Azerbaycan’da Türkdilli şiirin ilk örneklerinin XII. yüzyılda yazıldığını ortaya koymuştur.

Ancak, dikkat etmek gerekir ki, Azerbaycan Edebiyatı yalnız şimdi değil, en eski dönemlerinden itibaren Türk Edebiyatlarının bir kolu, bir parçası niteliğinde idi. Bu açıdan, en eski Türk edebî abidelerinde diğer Türk boyları ile birlikte Azerbaycan Türklerinin de payı vardır. Eski Türk Edebiyatı araştırmacılarından İ. S. Braginski’nin yazdığı gibi, “VVII. asırlarda meydana gelen Runik ve Uygur abideleri, yalnız bir halkın değil; bütün, Türk dilinde konuşan halkların umumî edebî mirası olarak alınmalıdır”. Eski Türk şiiri hakkında değerli bir inceleme eserinin müellifi olan İ. V. Stebleva ise, bu umumilik ve ortaklığı, dil faktörü ile açıklayarak şöyle yazar: “Çünkü bu asırlarda Merkezî ve Orta Asya’da, Güney Sibirya’da tek ve genel Türk edebî dili hakimdir”.

Böylece, ilk örnekleri XII. yüzyılda meydana çıkan anadilli Azerbaycan Edebiyatı’nm kökü, asırların derinliklerine gidiyor ve hiç şüphesiz Muharrem Ergin’in haklı olarak “Türk Töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası… Türk dilinin mübarek kaynağı… Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği…” diye adlandırdığı Bengütaş Edebiyatı’na, OrhonYenisey Kitabeleri’ne dayanıyordu. Şüphesiz, bu edebiyatm tarih sahnesine gelişinde, onun millî kültür hadisesi olarak oluşmasında, Mahmut Kaşgari’nin “Divani Lügat itTürk”ü Yusuf Has Hacib Balasağunlu’nun “Kutadgu Biliğ”i, Kul Alinin “Kıssa yiYusuf’u, “Oğuzname”ler ve Kitabi Dede Korkut destanı, önemli rol oynamıştı. Elbetti ki, bütün bu temel eserlerin, bu kaynakların dışında, Azerbaycan’da, Azerbaycan Türklerinin ana dillerinde bir edebiyatın oluşması imkânsız idi. Millî edebiyatın oluşmasında millî devletin ve siyâsî hayatın da etkili olduğu kabul edilmelidir. XIII. yüzyılda Azerbaycan’da, yalnız kültür açısından değil, siyâsî açıdan da Türkçe edebiyatın doğuşu için müsait bir ortam gelişmekte idi.

Bu asırda Azerbaycan bir Türk İmparatorluğu’nunAltm Ordu’nun içinde idi. Biri birini takip eden savaşlara rağmen, Selçuklular ve Atabeylerin hakimiyet dönemlerinde temeli atılan kültür hayatı, bütün boyutlarıyla yaşanıyor ve hatta hızlanıyordu. XIII. XIV. yüzyılda, Azerbaycan Edebiyatı’nm ve medeniyetinin Zülfüqar Şirvani, Hümam Tebrizi, Evhedi Marağayi, Essar Tebrizi, Arif Erdebili gibi üstadlan yetişmişti. Mimarlık, hattatlık, musikî nazariyesi vb. sanat alanları, millî esas üzerinede gelişmekte idi. Şark musikî sanatının, Azerbaycan’da yetişen Seyfeddin Urmevi, Mehemmed Ebubekir oğlu Şirvani, Fârâbî ve İbn Sina’dan sonra musiki sahasında Üstadısalis (Üçüncü ustad) admı almış Hoca Abdülkadir Merağalı gibi temsilcileri çağlarını aşan eserler vermişlerdi. Ressamlık sanatında “Tebriz mektebi” adını almış olan okul da, XIV. yüzyılın eseri idi. Mahmud Sarraf, Seyid Haydar, Sefer Tebrizi, Abudullah Seyreği gibi hattatların adları yalnız kendi vatanlarında değil, bütün müslüman Şarkında tanınıyordu. 1259′da meşhur Merağa rasadhanesini kuran Hoca Nasireddin Tusi, yalnız astronomi ve astroloji sahalarında devrinin ünlü alimi değil, aynı zamanda tarih, felsefe, poetika üzerine araştırmaların ve bedii eserlerin müellifi idi.

XIYXY yy. Azerbaycanında, Mehemmed Hinduşah Nahçıvani, Abdullah Fezlullahoğlu, Hamdullah Gazvini, Sami vs. gibi tarihçiler, Abdürreşid Bakuvi gibi coğrafyacı, Mahmud Şebüsteri gibi filozof yetişmiş, Tebriz’de bir üniversite niteliğinde olan “DarüşŞifa” medresesi faaliyete başlamıştı. Tabii ki, edebiyat da bu genel kültür canlanmasının dışında kalamazdı, Merağalı Evhedi’nin (12741338) meşhur “Cam iCem” ve “Dehname” mesnevileri, Arif Erdebili’nin (XIY yy.) “Ferhadname” manzum destanı, Mahmud Şebüsteri’nin “Gülşeni Raz” felsefî manzumesi, Essar Tebrizi’nin “Mehr ve Müşteri” destanı, Fezlullah Naimi’nin (13391396) “Cavidanname”si vs. bu devrin edebî mahsûlleri arasındadır. Ama hiç şüphesiz ki, kültürel gelişme açısından şahsiyet ve olay yaratacak eserlerle zengin olan bu yüzyılın en mühim edebî hadisesi, Azerbaycan Türkçesi’nin ilk örneklerinin ortaya konulması ile ilgili idi.


Azerbaycan Edebiyatı tarihinde ana diliyle yazılmış bilmen ilk eserin müellifi Hasanoğlu’dur. “Tezkiretü’şşuara” müellifi Devletşah Semerkandi onun eserlerini Türkçe ve Farsça kaleme aldığını, Rum’da ve Azerbaycan’da tanındığını söylüyor. Bu şair Türkçe şiirlerinde Hasanoğlu mahlasını, Farsça şiirlerinde ise aynı mânada Puri Hasn mahlasını kullanmıştır. Hasanoğlu hakkında Türk Edebiyatı tarihinde ilk defa bilgi veren Prof. Mehmet Fuat Köprülü olmuştur. Şairin biri Türkçe, öbürü Farsça yalnız iki gazeli elde olduğundan, onun edebî kişiliği hakkında geniş söz açmak tabii ki, zordur. 1968′ de Alman şarkiyatçı Barbara Fleming Mısır kütüphanelerinin birindeki elyazmaları arasında Hasanoğlu’nun Türkçe bir başka gazelini daha bularak yayınlamıştır.

Hasanoğlu’nun doğum ve ölüm tarihî belli değildir. Ancak, iki Türkçe şiirinin dil açısından tahlili, diğer taraftan, XIV. yy. tezkirecisi Semerkandi’nin kendi eserinde onun hakkında bilgi vermesi, şairin en geç, XIV. yüzyılda yaşadığını düşündürmektedir.

Hasanoğlu’nun gazeli bu eserin yazıldığı döneme kadar Azerbaycan Türkçesi’nin belli bir gelişme dönemi yaşadığını ve şiir diline çevrildiğini gösteriyor. Gazel, geleneksel konudamuhabbet üzerine yazılmışsa da, şekil açısından yeni ve özgündür; baştan sona kadar, sorular ve onlara verilen cevaplar üzerine kurulmuştur:

Apardı könlümü bir hoş qemer yüz, canfeza dilber, Ne dilber? Dilberişahid. Ne şahid? Şahidiserver.
Men ölsem sen, bütişengül, sürahi, eyleme qülqül, Ne qülqül? Qülqüli bade. Ne bade? Badeyiehmer.
Başımdan getmedi hergiz seninle içdiyim bade, Ne bade? Badeyimesti. Ne mesti? Mestiyisağer.

Hasanoğlu’nun Barbara Fleming tarafından yayınlanan ikinci gazelinin dili daha açık ve anlaşılırdır. Ayrıca, birinci gazelden farklı olarak, burada ilahî aşk değil, reel, gerçekçi aşk terennüm olunur, insanî his ve duygular ön plana getirilir.

Gerçi Hasanoğlu’nun, edebiyat tarihimize iki şiiri girmiştir. Ama, muhakkak ki; bu iki şiir, millî dil ve millî edebiyatımız için, cilt cilt eserlerden daha önemlidir. Hasanoğlu’nun açtığı yolda giden Şah Kasim Envar (13561434), Gazi Bürhaneddin gibi (13441398) gibi şairler Azerbaycan Türkçesi’ni bir şiir dili olarak daha da geliştirdiler, onun zengin üslûp ve ifade imkânlarını meydana çıkardılar. Aynı zamanda, bu dil vasıtası ile klasik Şark Edebiyatı’na yeni konular ve yeni edebî türler getirdiler. Mesela, Şah Kasim Envar ilk defa olarak Azerbaycan bayatılarınm, geraylı ve koşmalarım havasını, dilini, ifade tarzını, şeklini klasik şiire getirmiştir. Mesela, aşağıdaki şiirinde olduğu gibi:

Sabahın olsun mübarek, Çelebi, bizi unutma. Salam ile can verdik, Çelebi, bizi unutma.

Azerbaycan Türkünün yazmış olduğu bu mısralarda yalnız halk edebiyatının havası değil, Anadolu’nun bağrından kopmuş başka bir meşhur Türk şairinin,Yunus Emre’nin ve onların her ikisinin hocası sayılan Türkistanlı bilge Hoca Ahmet Yesevi’nin nefesi duyulmaktadır. Gazi Burhaneddin ise, çağdaş edebiyata eski Türk şiirinin çok yaygın türlerinden biri olan tuyuğ’u getirmiş ve onun klasik örneklerini ortaya koymuştur:

Hemişe aşiq könlü büryan bolur,
Her nefes qerib gözi giryan bolur,
Sufilerin dileki mehrab, namaz,
Er kişinin arzusu meydan bolur.

Yalnız şairlikle yetinmeyen, aynı zamanda ülke önderi ve yiğit bir başbuğ olan Gazi Burhanaddin muhabbet lirizminin, dinîahlakî konuların ve sufi görüşlerin dışına çıkamayan AzerbaycanTürk şiirine alplik, erenlik, kahramanlık ve savaş ruhu ve konuları getirmiştir. Böylece o, bir taraftan edebiyatı kendi fikir ve amaçlarının hizmetine verirken, öbür taraftan onu fantazi semalarından yere indirmiş, gerçekliğe ve onun sorunlarına yaklaştırmıştır. Türkçe’nin bir şiir diline çevrilmesinde de Gazi Burhaneddin’in şahsiyeti ve edebî yaratıcılığı merhale niteliğindedir. Onun Türkçesi aradan asırlar geçmesine rağmen, tam anlaşılır, oynak ve çekicidir. Şair, halk dilinin unsurlarından büyük maharetle faydalanır, halk edebiyatı örneklerinden, özellikle de atalar sözlerinden ve mesellerden gereken şekilde yararlanır. Onun tasvirleri hayatî ve canlıdır.

Gazi Burhaneddin Azerbaycan Türkçesi’nin bütün zenginliklerini ilk defa ortaya koyan ve bu açıdan millî edebiyatın sonraki gelişme merhalelerini, özellikle de Nesimi, Hatai, Fuzûlî, Vagif gibi ustaların yaratıcılıkların etkiyen üstad bir sanatkârdır.Azerbaycan Edebiyatı’nda ana dilinde yazılmış mesnevinin ilk numunesi de XIII. yy. mahsulüdür. Müellifi belli olmayan bu eser, Nizami yaratıcılığmdaki manzum destan geleneğinin muhtemelen aynı tarihî dönemdeki anadilli edebiyatta da sürdürüldüğünün bir işaretidir. “Destani Ahmed Herami” adlı mesneviyi, ilk defa 1928′ de Türk alimi Telet Onay eski elyazmaları içerisinde, bularak yayınlamış ve kitaba yazdığı önsözde destanı, Türkçe’nin bir abidesi olarak değerlendirmiştir. Destan dil ve üslup bakımından, Türk Edebiyatı’nın eski abidelerine, özellikle de “Kitabi Dede Korkut”a yakmdır. Nizami’nin manzum destanlarındaki konuların ve kahramanların tekrar tekrar ele alındığı bir devirde yazılmış “Destani Ahmed Herami”, konusunun yeniliği ve halk edebiyatına bağlılığı ile dikkat çeker. Destanın, zamanımızın günlük konuşma dilini andıran dilinde, halk edebiyatı geleneklerine ve tecrübesine dayanmak temayülü kuvvetlidir. Mesela, aşağıdaki örnek, “Destanı Ahmed Herami” de ata sözlerinden ne kadar sık, fakat yerinde istifade edildiğini belirtebilir:

Meseldir, seveni sevmek gerekdir,
Eyi niyyetlere irmek gerekdir.

Gülendam dexi söylemedi tekrar, Heqiqet dinmemeklik olur iqrar. Meseldir, kendi düşen ağlamaz der, Axan deryayı kimse bağlamaz der. Kırım’da, Şiraz’da, Bağdat’ta cereyan eden olaylar, maceralar üzerine kurulmuş bu ilgi çekici destan, Oğuz Türklerinin ortak edebî abidesi olarak adlandırılmak hakkına sahiptir. Azerbaycan Türkçesi’nin kısa bir zaman içerisinde Farsça ile rekabet edebilen bir şiir dili seviyesine yükselmesi, onun yaslandığı edebî geleneklerin eskiliğini ve zenginliğini gösterirken, bu edebiyatın eski örneklerinin günümüze ulaşamamış olması ihtimalini artırmaktadır. Türk şiirindeki Yunus Emre mucizesi gibi, Hasanoğlu yahut Gazi Burhaneddin de, halk edebiyatı kaynaklarından gıdalandılar; ama, onların klasik üslupta yazılmış mükemmel eserleri, başka kaynakların da varlığına işaret etmektedir.

XIV. asrın sonu, XV. asrın başlarındaki anadilli Azerbaycan Edebiyatı’nın en büyük zirvesi şüphesiz Nesimi’dir., 1369′ da, büyük bir ihtimalle Şirvan’da doğmuş, mücadele ve isyanlarla dolu hayatını 1417′ de Haleb’te, idam sehpasında sona erdirmişti. Mükemmel bir eğitim alan, devrinin en kâmil insanlarından biri olarak tanınan Nesimi, üç klasik şark dilindeTürkçe, Farsça ve Arapça eserler yazmıştır. Şirvan’da ve Bakü’de yaşadığı dönemde, Hurufilik taliminin banisi Fezlullah Heimi ile tanışıp, dost olmuş, kısa zaman sonra da, onun sadakatli müridlerinden biri haline gelmiştir. Neimi’nin tutuklanarak idam edilmesi ve hürûfilerin takibi üzerine, Nesimi Azerbaycan’ı terkederek Anadoluya gelmiş, burada da takip ve tehditlere uğrayarak Halep’e gitmek zorunda kalmıştır. Anadolu’da Nesimi ile görüşen XV. asr Türk şairi, “Beşaretname” eserinin müellifi Refii, Nesimi hakkında, adı geçen eserinde şöyle yazmıştır:

Ol Nesimirehmeti fezli hüda,
Ol İmaddeddin Sirri Mürteza.
Ol şehidi aşki fezli zülcelal,
Bendü zindanlarda yatan mahü sal.
Ol beladan ahü efğan etmeyen,
Söyleyen esrarı, pünhan etmeyen

Nesimi’nin dünya görüşü şarkın iki büyük dinifelsefi tarîkatmmsufi/min ve hürûfiliğin etkisi altında biçimlenmiş ve olgunlaşmıştı. Şairin, bu felsefî anlayışların etkisi altında yapılmış eserlerinin temelinde Allah fikri vardır ve insanın manevîahlâkî olgunlaşmak yoluyla O’na kavuşması fikri ön plandadır. Nesimi için insanın en büyük mutluluğu yaradana kavuşması, O’nunla bir vahdet halinde birleşmesidir. İnsanı yardılmışlarm en olgunu, en kutsalı olarak gören Nesimi, onda Allah’a mahsus sıfatların tecelli etdiğini savunur; böylece, insanı Allah’laştırır, Allah’ı insanlaştırır. Nesimi’nin bu isyancı panteizmi, insanı değersiz kılan, onu her açıdan kula, köleye çeviren, zamana ve zamanın hükümdarlarına karşı bir baş kaldırış olarak düşünülebilir. Nesimi Azerbaycan Edebiyatı Tarihi’ne hem şair, hem de büyük, hümanist filozof olarak girmiştir.

Nesîmî yaratıcılığının mühim bir kısmını oluşturan, coşkun bir ilham ve alevli bir kalbin ürünü olan gazellerinde yalnız Allah sevgisini değil, aynı zamanda insan sevgisini, hayatını verdiği güzel sevgisini, yüksek şiiriyet ve ihtirasla terennüm etmiştir. Nesîmî kendinden önce gelen şairlerle kıyaslandığında, Azerbaycan Türkçesi’ni bir edebiyat dili, şiir dili olarak daha da geliştirmiş, bu dilin bütün elvanlığmı, canlılığını, mûsikisini ve şirinliğini şiirlerinde askettirebilmiştirüşdü yene deli könül gözlerinin xeyaline, Kim ne bilir bu könlümün firi nedir, xeyali ne? Al ile ala gözlerin aldadıb aldı canımı, Alını gör ne al eder, kimse irişmez aline.Nesimi’nin hemen her gazelinde bu tür dil sehirbazlıklarma rastlamak mümkündür. İnsanı yaratılmışların yücesi sayan şair, onu layıkıyla terennüm ve vasfedebilmek için, kullandığı şiirin dilini de öylece yüceltebilmişti.

XVI. yüzyıl Azerbaycan Edebiyatı’nm hiç şüphesiz ki, iki büyük zirvesi vardır. Bunlar, Hatai ve Fuzûlî’dir. Tabii ki, bu sanat zirvelerinden baktığımızda onların çağdaşı olan, onlarla bir devirde yaşayıp, yazan bazı şairlerin eserleri ve şahsiyetleri ikinci derecede gözükürler. Aslında, XIV. XVI. yy. Edebiyatı’nda Nesimi’nin, yahut Fuzûlî’nin zirvesine yükselmeseler de, yine millî edebiyat tarihinde kendi yerleri ve adları olan bir sıra istidatlı şairfer yetişmiştir. Karakoyunlu hükümdarı, şiirde Nesimi’nin takipçisi olarak tanınan Cihanşah Hekiki, Fuzûlî’nin seleflerinden biri sayılan Nimetullah Kişveri, Hebibi Hamidi, Süruri, Sahi, Helili, Kâtibi, Bedr Şirvani, Gülşeni, Hezani, Beşiri,Sahi vs. gibi onlarla şair, bu devir edebiyatının temsilcileri idiler. Onların hepsi eserlerinin Azerbaycan Türkçesi ile yazmış bu dilin gelişmesine çaba göstermişlerdi.

Timurîler İmparatorluğunun dağılmasından sonra, Azerbaycan’ın güneyinde meydana çıkan Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri, daha sonra ise bütün Azerbaycan topraklarını kendi idaresi altında birleştiren Safeviler hanedanının hükümdarları, Fars etkisinden tam uzaklaşarak Azerbaycan Türkçesi’ne büyük önem verir, onun tam bir sanat ve edebiyat dili, aynı amanda devlet dili olarak kabul edilmesi ve kullanılmasına çalışırlar. Bu devletlerin temelini oluşturan terekeme soyluları millî geleneklere göre yetişmişti. Onlar artık evvelki devirlerin saray muhitinden uzaklaşamayan hükümdarları gibi Fars kültürünün etkisi altında değildiler. Nihayet Türklük düşüncesinin, Türklük şuurunun kendi uyanış dönemini yaşaması, dünyanın üç kıtasında hükümdarlık eden Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığı ve bütün Avrupa’nın Türk adı karşısında titremesi de, Türkçe’nin hayatın bütün sahalarında hakim dil oluşunda etkili oldu. Bu tesirlerle, XV. yy. sonlarında Azerbaycan Fars devletçiliği geleneklerinin ve Fars kültürünün son kalesi olan Şirvanşahlar devleti Safevi hanedanının savaşı siyâsî ve manevî baskısı ile çöktü ve bu saray etrafında toplanan Farsdilli şairler, dönemin edebiyatında hiç bir iz bırakmadan silindiler.

XV. XVI. yüzyılda, Türk dünyasında kültür açısından bir yakınlaşma ve bütünleşme oluştuğu dikkati çeker. Türk hükümdarları biri birleri ile çekişseler de bu hükümdarların memleketlerinde yaşayan Türk şairleri bir manevî birlik havası oluşturmaya çaba gösteriyorlardı. Mesela, Güney Azerbaycan’da, Serab kasabasında doğan, Şah Kasım Envar; Orta Asya’ya göçerek burada hem büyük şair, hem de tarikat mürşidi gibi tanınmış, onun takipçileri arasında Emir Tiymur’un torunu Mirze Uluğbey bile bulunmuştur. 1488′ de Sultan Hüseyin Baykara’nın veziri Emir Ali Şir Nevai’nin Azerbaycanlı şairin mezarı üzerine türbe yaptırması, sözünü ettiğimiz manevî birliğin bir simgesi gibidir. XVI. yy. Azerbaycan şairlerinin faydalandıkları en büyük edebî örneklerden biri de Orta Asya Türk şiirinin ünlü üstadı Nevai’nin eserleri idi. Nevai şiiri yalnız bedii özellikleri ve konusu açısından değil, dil özellikleri açısından da Azerbaycan şairlerini etkilemişti. Mesela, kendim Nevai ile kıyaslayan ve Sultan Hüseyin Baykara gibi şiire, sanata değer veren bir koruyucu bulamadığı için adını dünyaya duyuramadığını söyleyen Kişveri, eski ÖzbekÇağatay Türkçesi’nin kelime ve terkiplerini de bol bol kullanıyordu:Kişveri şiiri Nevai şiirinden eskik imes, Bextine düşseydi bir Sultan Hüseyni Baykara.

Sanatta bu manevî birlik havasını geliştiren, siyasette ise zayıflatan şairhükümdar Şah İsmayıl Hataî (15861624) Azerbaycan Türkçesi’ni bir devlet diline, hatta uluslararası diplomatik münasebet diline çevirdi. O, Akkoyunlu ve Şirvanşahlar devletinin varlıklarına son vererek Azerbaycan’ın kuzeyi ile güneyini birleştirdi ve 1502′ de, onaltı yaşında iken Tebriz’de, kurucusu olduğu Savefiler Devleti’nin başına geçti. Bundan sonra genç şahın İran, Irak ve Orta Asya üzerine zefer yürüşleri başlar. Ama 1514′ te, Şah İsmayil Çaldıran’da kendisi gibi şairhükümdar Sultan Selim’e yenilir ve bundan sonra savaşlardan uzaklaşır, hayatının geri kalan on yılını bütünüyle sanata, ülkesinde kültürün ve sanatın gelişmesine verir. Diğer hükümdarşairler gibi Hatai de bazen şiiri kendi siyâsî fikirlerinin niyetlerinin ifadesi için kullanmaktan geri kalmamıştır. Onun şiirlerinin mühim bir kısmı Hatai’nin hakimiyeti döneminde Azerbaycan ve İran’da siyâsî ideolojiye çevrilen şiiliğin tebliğine ve terennümüne hasredilmiştir.

Hatai kısa ömür sürmesine, bir devlet adamı ve başbuğ olmasına rağmen, kendinden sonra zengin bir edebî miras bırakmıştır. Hem aruz, hem hece vezninde eserler yazmıştır. Çok sayıda gazel, tuyug vs. eserleri ile birlikte özgün üslûbu ile tanınan “Dehname” adlı mesnevinin müellifi olarak ta tanınmaktadır. Hatai’nin şiirlerinde onu farklı görüş noktalarından müşahede etmek mümkündür. Bu şiirlerin bir kısmında o, yenilmez bir savaşçıdır, bir kısmında bilge bir tarikat şeyhidir, bir kısmında ise, kalbi sevgi ateşi ile dolu bir aşıktır. Ama her zaman samîmidir, her zaman inançlıdır, her zaman içten gelen duygu ve düşüncelerini anlatır. Hatai’nin şiirlerinden insanın manevî özgürlüğü ön plandadır. Dünyaya bakışı açısından Hatai panteizm felsefi anlayışına taraftar görülür. Nesimi ve Hellacı Mansur’un fikirlerini devam etdirir. Hatai’nin gerek aruz vezninde yazdığı gazellerinde, gerekse halk şiiri üslubundaki eserlerinde kullandığı Azerbaycan Türkçesi günümüz okurları için de tam anlaşılır, halk ağzından alınmış bir dildir.

Şüphesiz, orta çağ Azerbaycan Edebiyatı’nm ve bütün Türk şiirinin en büyük ve ulaşılamaz sanat zirvesi, bütün devirlerin ve bütün halkların benzersiz sevgi şairi Muhammed Fuzûlî’dir. 1494 ‘de Kerbela’da doğan, 1556′ da, şiirlerinde “Kutsal Toprak” diye adlandırdığı Kerbela’da Hakk’m rahmetine kovuşan Fuzûlî, Türk şiirinin tarihinde en büyük edebî mektebin kurucusu, beş yüz seneden beri yaşamakta olan edebî geleneklerin yaratıcısıdır. “Fars lafzı” ile güzel şiirlerin çokluğunu, “Türk lafzı” ile nezmi nazik yaratmanın zorluklarını söyleyen şair, Türkçe’nin güzelliklerini ortaya çıkarmak, şiirde onu Fars dili ile rekabet edebilecek bir duruma getirmek vazifesini üstlenmiş ve bu amacına ulaşmıştır. Fuzûlî, Türk dilini en yüce hakikatleri, en ince psikolojik durumları ifade edebilecek seviyeye yükseltmiş, onu “namerbutluktan” ve “nahamvarlıktan” arındırmış, yalnız “hüner dili” değil, aynı zamanda aşk dili, ülfet dili, güzellik dili olduğunu, ölmez eserleri ile bir daha ispatlamıştır. Fuzûlî, Azerbaycan’a şiirininin sonraki devirlerini ve temsilcilerini o kadar kuvvetli etkilemiştir ki, asırlar boyunca şairler Fuzûlî sözünün sihrinden, cazibesinden uzaklaşamamış, onun bir beytinin, bir mısrasının yorumlanmasına günler, aylar verilmiş, her gazeline onlarca, belki de yüzlerce nazire yazılmıştır.


Farsdilli Azerbaycan şiirinde, klasik örneğini Nizami’nin ortaya koyduğu “Leylâ ve Mecnun” konusunu anadilli edebiyata ilk defa Fuzûlî getirmiş ve kendisinden sonraki “Leyli ve Mecnun”lar için mükemmel bir numune yaratmıştır. Keder, yas, gam, elem şairi gibi tanınan Fuzûlî aynı zamanda insan kalbinin, insan hislerinin en büyük araştırıcısı olarak edebiyat tarihimizde yer almıştır. Fuzûlî hangi konuya, hangi şiir türüne elatmışsa, onun sonraki dönemlerde bir kalıp gibi kullanılabilcek klasik örneklerini yaratmıştır. Türkiye’de Fuzûlî hakkında yazan ilk müelliflerden biri olan Muhammed Celal 1894′ de yaymlatdığı “Osmanlı Edebiyatı Numuneleri” kitabında büyük söz üstadının yaratıcılığmtaki bu yöne dikkat çekerek şöyle yapar: “Bağdat edebiyat gülzarmın güzel nağmeli bülbülü olan Fuzûlî, Osmanlı şairlerinden karşısında hiçbir üstad, rehber görmediği halde, edebiyata yeni hayat veren bir sanat yaratmış; hem de bu sanatı, derelerin cuşişinden, rüzgârın iniltisinden, bir tebessümün tesirinden, bir bedevi kızının masum güzelliğinden iktibas eyle. Bu cephede birinci şairimiz mutlaka Fuzûlî’dir.” Fuzûlî’nin mükemmel bildiği üç dildeTürk, Arap ve Fars dillerinde, yarattığı eserler, onu yalnız Türk edebiyatlarının değil, bütün Doğu Edebiyatı’nm en büyük simalarından biri, dünya edebiyatmdaki hümanizm fikirlerinin, insanseverlik duygularının en büyük terennümcülerinden biri yapmıştır.

Tabii ki, Fuzûlî’den sonra Azerbaycan Edebiyatı’nda ana dilinde eserler yaratmak hem kolay, hem de zordu. Kolaydı çünkü, ortada Fuzûlî örnekleri vardı; zordu, çünkü, ortada yine Fuzûlî örnekleri vardı. Fuzûlî’den daha güzel yazmak mümkün olmasa da, dil açısında artık geriye dönüş yolu kapatılmıştı. Fuzûlî’den sonra Türkçe’nin yayıldığı yerlerde Farsça şiirlerle dikkat çekmek imkansız idi. Azerbaycan şairleri, ilk edebiyat tarihçimiz Firudin Bey Köçerli’nin de üzerinde durduğu bu gerçeğin farkında idiler ki,” …Türk diline revnak veren ve onu har ve haşakdan temizleyip bir göyçek ve sefalı çemene benzeden Fuzûlî olubdur ve bununla türklerin üste ümumen ve Azerbaycan Türklerinin boynuna böyük minnet qoyubdur”.Edebiyatın gelişmesi, onun büyük eserler ve büyük isimler yetiştirmesi, aynı zamanda bu edebiyatın yeşerdiği ülkenin sosyal ve siyâsî durumu ile ilgili XVII. XVIII. asırlarda Azerbaycan’da merkezi devletin zayıflaması, iç savaşlar, Azerbaycanda siyâsî güç kazanmak için İran’la Osmanlı imparatorluğu arasında süren mücadeleler, edebiyatın gelişmesini de etkilemişti.

Bu devirde millî edebiyatın gelişmesinde iki esas çizgi dikkati çekiyordu. Bunlardan birincisi, Fuzûlî etkisi ile doğan klasik şiir üslubu, diğeri ise, halk edebiyatının etkisi ile doğan halk şiiri üslubu idi. XVII. XVIII. yy. şiirinin başka bir özelliği, halkın tarihi, çağdaş siyâsî ve manevî durumu, yaşam zorlukları, bağımsızlığı ve özgürlüğü uğrundaki mücadelelerine ilişkin sosyal konuların sık sık ele alınması idi. Azerbaycan’da, yalnız bir grubun bedii zevki için hizmet veren saray edebiyatından halk edebiyatına, halkın durumunu ve problemlerinin açıklayan yeni bir edebiyata geçiş dönemi yaşanmakta idi. Tarihî manzumeler, hükümdarlara yazılan kasidelerin, gerçeklikten uzak medhiyelerin yerini almakta idi. Bu manzumelerde, ülkede baş gösteren sosyalsiyâsî olaylar, halkın inandığı, günvendiği ayrı ayrı tarihî şahsiyetlerin faaliyetleri, zamanın gündeme getirdiği problemler vs. mesnevi tarzında tasvir olunuyordu. Bu manzumeler tarihî eserleri tamamlıyor, aynı zamanda bu eserlerde arka planda kalmış olan psikolojik yaşantıları, devrin, değişen olayların getirdiği heyecan ve üzüntüleri açıklıyordu. Tarihî şahsiyetlerde II. Şah İsmayil, Şah Abbas, Nadir şah, Seki hakimi Hacı Çelebi han, Hüseyin Müştak Han vb. hakkında, Şakir Şirvani, Ağa Mesih Şirvani, Vidadi vb. şairler tarafından tesirli manzumeler yazılmış ve halk arasında yayılmıştı. 1 Edebiyatta klasik şiir üslûbunun. Fuzûlî mektebinin geleneklerini Mehemmed Emani (15361610), Fedai, Mesihi (15751655), Saib Tebrizi (16011679),*Gövsi Tebrisi, Mechur Şirvani vs. gibi şairler devam ettirirdiler. Onların hemen hepsi, iki dilli idiler eserlerini hem Azerbaycan Türkçesi, hem Fars dillerinde yazıyor, ama, ana dillerine daha fazla önem veriyorlardı.

Adları geçen bu şairlerin ve onların diğer çağdaşlarının yaratıcılıklarında lirizm esas yer tutsa da, epik eserlere, mesnevi ve manzum hikayelere de ilginin arttığı müşahede edilmektedir. Mesela, sevgi şiirlerinde Fuzûlî’nin takipçisi olarak tanınan Mehemmed Emani, bu muhabbet şiirlerinin yanısıra, konusunu halkın hayatından, gündelik yaşamından alan “Devesi ölmüş karı”, “Tiryekçi”, “Hatemi Tai ve karib” gibi manzum hikayeler kaleme almıştır. Tebriz’de doğup, büyüyen Fedai, tahminen 1580 de “Bahtiyarname” adlı eserini tamamlamıştı. İfade edelim ki, Bahtiryarname de “Leyli ve Mecnun” yahut “Hüsrev ve Şirin” gibi klasik Azerbaycan Edebiyatının geleneksel konulandandır. Fedai’den önce Penahi ve Şemseddin Mehemmed gibi Azerbaycan şairleri de aynı isimde eserler yazmışlardı. Fedai’nin özelliği bu konuyu Azerbaycan Türkçesi ile işlemesinde idi. “Bahtiyarname” bir macera hikayesi idi ve Arap şarkında yaygın “Sindbadname”leri hatırlatıyordu. Ama Fedai, bu geleneksel konudan yararlanarak, bu döneme kadar daha çok aşığın ıstıraplarından ve maşuğun zulümlerinden söz açan edebiyata, sıradan adamları, tacirleri, esnafları, denizcileri getirmiş, onların maceralarına dayanarak bir sıra mühim manevîahlakî problemleraçgözlülük, tamahkârlık, zenginlik ihtirası, yalancılık, dolandırıcılık gibi menfî sıfatlar hakkında muhakeme ve mülâhazalar yürütmüştür.

Orta asırlar tezkirecilerinin verdikleri bilgiye göre; edebî mirası yüzbin beyitten fazla olan Mesihi de, lirik şiirleri ile birlikte “Dane ve Dam”, “Zenbur ve Esel”, “Verga ve Gülşa” gibi menzum roman niteliğinde olan mesnevileri ile tanınmıştır. Evvelki iki mesnevi şimdiye kadar elde edilmemişse de, sonuncu eser, yani “Verga ve Gülşa” Mesihi sanatı hakkında fikir sahibi olmak için yeterlidir. Şark edebiyatında XI. yüzyıldan başlayarak işlenen bu mevzu, Mesihi’nin 1629′ da tamamladığı onbin mısralık mesnevide, . yeni keyfiyetleri ve farklı cihetleri ile ele alınmıştır. XVII yy. Azerbaycan’ının önemli bir şairi , Saib Tebrizi’dir. Hayatı devamlı olarak seyahetlerde geçen bu şair, altı sene Hindistan’da yaşamış ve Farsdilli şiire “Hind sebkini” “Hind üslubunu” getirmiştir. Hayatının son otuz yılını Safevi hükümdarı II Şah Abbas’m sarayında yaşamış ve Melikü’şşüara adını taşımıştır. Yüz yirmi bin beyitlik Divan’ın ve şark şairlerinin eserlerinden seçmelerden oluşan Bayaz’m müellifi olarak tanınan Saib Tebrizi, Farsdilli şiirin Azerbaycan edebiyatındaki son büyük temsilcisi sayılmalıdır. Aynı zamanda araştırmacısı olan Ş. Tebrizi, bu edebiyatı Farsdilli ve anadilli Azerbaycan şiirinin bir köprüsü olmuş, Farsça yazdığı eserlerde Nizami’nin, Türkçe şiirlerinde ise Fuzûlî’nin geleneklerinin takipçisi olmuştur.

Azerbaycan’ın güneyinde, millî edebiyata üç meşhur şair bahşetmiş Gövsiler ailesinden olan ve Saib Tebrizi gibi hayatının bir kısmını Hindistan’da sürdüren Gövsi Tebrizi de Saib’le birlikte iki geleneğin, iki edebî mektebin takipçileri arasındadır.Yeni Devir Arefesinde XVIII. yy. başlagmcmdan itibaren Azerbaycan, fasılasız savaşlara sahne olmuştu. 1729′da, hükümdarlarının hepsi Türk kökenli olan, kurucusu Şah İsmayil Safevi’nin ölümünden sonra ama Farsçı politika yürüten Safeviler Devleti çöktü. Türklerin Afşar boyundan olan Nadir Şah, İran’ı yeniden kuvvetli bir devlet durumuna getirmeye uğraştıysa da, onun 1747′ de öldürülmesi, bu planlarının gerçekleşmesine imkan vermedi. İran’daki saltanat çekişmeleri ve merkezî hükümetin zayıflaması sonunda Azerbaycan, İran egemenliğinden ayrıldı; ancak küçük hanlıklara parçalandı. Ülkenin kuzeyinde ve güneyinde Küba, Derbend, Şamahı, Baku, Karabağ, Gence Talış, Nahçıvan, Seki, Karadğ, Tebriz hanlıkları, Marağa ve Urmiya malikaneleri, Şemşeddin, Kazak, İlisu sultanlıkları, CarBalakan İcması gibi devlet sayılamayacak feodal kurum ve kuruluşlar ortaya çıktı.

Bu hanlıkların arasında barışı devam ettirmek imkansız idi. Toprak iddiaları ve çeşitli nedenlerle daima biribirlerine saldırdılar. Ülke bütünüyle bir iç kargaşa yaşamakta idi. Yüz yıldan beri Kafkasya’yı işgal etmek, Karadenize ve Boğazlara çıkmak planları ile yaşıyan Rusya İmparatorluğu ise kuvvetlenmekte idi. Kafkasya üç büyük devletinOsmanlı İmparatorluğu’nun, Rusya’nın ve İran’ın menfaetleri çatışmakta idi. Millî devlet geleneğine sahip olmayan Azerbaycan Hanları ise kendi yakın çıkarlarını esas alarak bu devletlerden birini destekler, hetta Rus orduları ve Gürcü Çarları ile birlikte kendi kardeşlerinin üzerine gitmektan çekinmezler. Azerbaycan’da siyâsî düzenbazların, sahte hanların ve sultanların sayısı artar. Hakimiyet ihtirası ile halkı kana ve ölüme sürükleyenler tarih sahnesinde birbirlerini takip eder. Bu çalkantılı ve karanlık dönemin ıztıraplarını yaşayan şairler eserlerini, artık geleneksel gülbülbül, aşıkmaşuk konusunda değil, gözleri önünde cereyan eden kederli olaylar üzerine yazarlar. Şakir Şirvani ve Ağa Mesih Şirvani gibi şairler, XVIII. yy. başlangıcında Azerbaycan’ın en karışık bölgelerinden birisi olan Şirvan’daki kanlı olayları, gerçek tarihî hadiseleri, iri hacimli mesnevilerinde tasvir ederler.
 
Azerbaycan, manevî ve kültürel alanda da İran tesirinden uzaklaşır. Bu gelişme edebiyatta, Halk Edebiyatı üslûbunun, halk şiirinin öne çıkması, şiir dilinin temizlenmesi ve saflaşması, edebiyatın daha büyük bir ölçüde halk hayatına girmesi, millî özellikleri ve millî psikolojiyi daha büyük çapta yansıtması ile kendini gösterir. Azerbaycan şairleri ve yazarları yüzlerini, mensub oldukları halka çeviriyorlardı; mitolojik şahların değil, bu halkın tarihini öğrenmek, saray güzellerini değil, gözleri önündeki halk güzellerini terennüm etmek zaruriyetini anlıyorlardı. Edebiyata küçük ölçüde de olsa milliyetçilik duyguları yerleşiyordu ve bu duygular her şeyden önce edebiyatın; dilinin, konularının, kahramanlarının halka yakınlaşmasından, halka kavuşmasından ortaya çıkıyordu.

Yazılı edebiyatta böyle bir yakınlaşmanın ilk temsilcileri XVIII. asır şairlerinden Molla Veli Vidadi (17091809) ve Molla Penah Vakıf (17171797) idi. Birbirine sıkı dostluk bağlan ile bağlı olan bu sanatkarlar, klasik şiirin geleneklerine ve özelliklerine hakim olmalarına, klasik Azerbaycan ve şark şairlerinin eserlerini, Fars ve Arap dillerini mükemmel bilmelerine rağmen, yüzlerini halk edebiyatına çevirdiler. Azerbaycan Halk Edebiyatı’nm koşma, geraylı, tecnis vs. gibi türlerini yazılı edebiyata getirdiler. Onlar şiiri yalnız şekil açısıdan değiştirmekle, halka yakınlaştırmakla yetinmediler, onun konusunu, kahramanlarım da değiştirmeye, yenilemeye çalıştılar. Özellikle de Vakıf, sanatını derinden bildiği ve sevdiği Fuzûlî’nin sihrinden kurtulabildi ve Fuzûlî’den sonraki “edebî zirvesizlik” dönemini sona erdirerek Azerbaycan şiirinin tarihinde yeni bir zirve, yeni bir edebî geleneğin ve şiir mektebinin kurucusu oldu. Vakıf beş yüz seneden beri Arap Edebiyatı’ndan gelme aruz vezninin sınırlarına kapanıp kalan Türk şiirini, bu sınırlardan çıkardı, millî şiire hece veznini getirdi. Aruzdan uzaklaşma büyük ölçüde Arap ve Fars dillerinin etkisinden, şiirde kendine yer bulan çak sayıda yabancı kelimelerden kurtulmak için de yol açtı.

Vakıfın dil ve biçim açısından yenileşmeye başlayan Azerbaycan Edebiyatı Tarihi’ndeki başka bir önemli hizmeti, onun canlı insanı, hayattan zevk alan insanı, bütün his ve heyecanları ile edebiyat getirmesidir. Vakıf asırlar boyu keder, elem, hicran, ayrılık, gam, vefasızlık, şikayet, sitem, küskünlük, bedbinlik vs. motifleri üzerinde köklenmiş klasik şiirin karşısına yaşama sevinci, hayat sevgisi ile coşuptaşan, hayattan zevk almaya çağıran, iyimser, neşeli bir şiir koydu. Azerbaycan tarihinin karanlık ve kederli bir döneminde yaşayan Vakıf hayatta da, edebiyatta da her zaman ışık aradı ve buldu. Vakıf XVIII. yy. Azerbaycan’ının yalnız edebiyatında değil, siyâsî hayatında da iz bırakmış büyük şahsiyetlerdendir. O, otuz yıla yakın bir zaman, 1747′de Penap Han tarafından kurulmuş olan Karabağ Hanlığı’nın baş vezirliğini yapmıştır. Vakıf, şiirlerinde içerisinde yaşadığı muhitin her yönüyle aksettirmeye çalışmıştır.

Hayatının sonuna, doğru, yaşadığı dehşetli olayların etkisi altında şiirlerinde, her zaman reddettiği keder motifleri ağırlık kazanmışsa da, Vakıf Azerbaycan şiirinin tarihine hayat, sevinç ve mutluluğun şairi olarak girmiştir. Şiirlerinin birinde,Toybayramdır bu dünyanın ezabı, Eqli olan ona getirir tabı, diyen şair, gerçekten de edebî kişiliği ve yaratıcılığı ile azaplar arasında bir sevgi, bir sevinç, bir inanç yaşatmanın örneğini vermiştir. XVIII. asrın ikinci yarısından itibaren edebiyata gelen şairlerin büyük bir kısmı Vakıfın yolundan giderler. O’nu kendilerine sanat hocası sayar ve Vakıf koşmaları üslubunda eserler yazarlar. Mehemmed Bey Cavanşir, Aşık Peri, Kasım Bey Zakir, Yehya Bey Dilgem ve onlarca diğer Azerbaycan şairinin eserlerinde yaşatılan bu gelenek XX asr Azerbaycan şiirinde de devam ettirilmektedir. Vakıf orta çağ Azerbaycan şiirinin son büyük klasiğidir. Ama o, sanatının bütün ruhu ile geleceğe istikametlenmiş bir şairdir. Diğer taraftan Vakıfın zengin yaratıcılığı ortaçağ ve yeni Azerbaycan edebiyatlarını birleştiren, biri birine bağlayan bir köprü timsalindadır.

XIX. yüzyılın başlangıcı, aynı zamanda Azerbaycan’da Rus işgalinin başlangıcıdır. Aslında bu işgalin planı yüzyıl önce, sadece Avrupa’ya değil, Doğuya da pencere açmak isteyen Rus imparatoru I. Pyotr’unTürk kaynaklarında denildiği gibi Deli Petro’nun, zamanında çizilmişti. 1722′ de Baku üzerinden yürüyen ve Derbent’e kadar gelen Deli Petro iç ayaklanma nedeni ile geri dönmek zorunda kalmıştı. Hayatının son aylarmda vasiyetini yazarak hayalinde yaşattıklarının gerçekleştirilmesini varislerine havale etmiştir. XVIII. yy. ortalarında Osmanlı Devleti’nin evvelki gücünü ve kudretini kaybetmesi, İran’ın iyice zayaflaması Rusya’ya Kafkaslarda daha aktif bir politika yürütmek imkanını verdi. 1783′ te Gürcistan Rusya’nın himayesine geçti. Buradan, Rusların yolu artık doğrudan Azerbaycan’a idi.


1804′ de Rus orduları Gence’yi ele geçirdiler. Rusların, uygun şartlar altında teslim olma teklifini nefretle reddeden Gence Hakimi Cevad Han, kale duvarlarının üzerinde şehit oldu. Gence’nin ardından, aynı yıl Karabağ Hanlığı ve CarBalaken icması, 1805′te Şamahı Hanlığı, 1806′da Baku, Derbend, Küba hanlıkları Rusya’nın işgaline uğradı. Rusya’ya savaş ilan eden İran, 1813′te mağlup oldu. 12 Ekim 1813′te Karabağ’daki Gülistan köyünde İran’la Rusya arasında imzalanan barış anlaşmasına göre İran; Gence, Karabağ, Seki, Şirvan,Küba, Baku, Talış hanlıkları, Doğu Gürcistan ve Dağıstan’a üzerindeki iddialarından el çektiğini bildirdi.1826′da İran, İngiltere ve Fransa’nın da tahriki ile yeniden savaşa girdi. Ama, bu savaş da İranlıların yenilgisi ile sonuçlandı. Neticede 1828 yılının Türkmençay barış anlaşmasına göre Nahçıvan ve İrevan hanlıkları da Rusya’ya geçti ve böylece Azerbaycan’ın kuzeyinin Rusya İmparatorluğu tarafından işgali tamamlandı. Araz nehri sınır olarak kabul edilmekle, Azerbaycan ikiye bölündü. Yeni topraklara sahip olan Rusya çok geçmeden buradaki hanlık idare sistemine son verdi; eski hanların yerine Rus subaylarından oluşan komendantlar tayin etti. Birbirinin ardınca geçirilen ıslahatlar, Azerbaycan’m İmparatorluğun içerisinde eriyip gitmesi, yerli halkın bir Rus tebaasına çevrilmesi amacını gütmekte idi.

Marksizmin banilerinden biri olarak tanınan F. Engels, K. Marks’a gönderdiği 13 Mayıs 1851 tarihli mektubunda, Rusya’nm doğudaki, özellikle de Kafkasya’daki fetihlerine değinerek şöyle yazar; “Bütün rezilliğine ve Slav çirkefine rağmen Rusya Şarkla münasebette gerçekten ilerici bir rol oynuyor… Rusya’nm hakimiyeti Karadeniz ve Hazar Denizi için Merkezi Asya için, Tatar ve Başkırtlar için medenileştirici rol oynuyor… Bu fikirde bir gerçek payı vardır. Ancak, son dönemlere kadar Engels’in bu fikrine istinad olunurken onun birinci kısmı (“Rusya bütün rezilliğine ve Slav çirkefine rağmen…) bir kenara atılır, yalnız ikinci kısmı verilirdi. Aslında XIX yy. evvellerinde bağımsızlıklarını ve özgürlüklerinin kaybederek Rusya’nın işgali altına düşen, Türk boyları, hem imparatorluk politikasının rezillik ve çirkeflerini kendi hayatlarında yaşamış, hem de gerçekten şark ülkeleri ile kıyaslandığında daha ilerici gözüken Rusya’nın medenileştirici etkisini hissetmişlerdi. Daha doğrusu, Rusya bu halklar için, Avrupa kültürüne bir geçit, bir köprü işlevini taşımıştı.

Rusya işgalinden sonra dağınık, her zaman birbiri ile savaş ve kargaşa durumunda olan Azerbaycan hanlıkları, yalancı bir devletin, işgalci bir imparatorluğun çatısı altında da olsa, birleştiler. Çekişmelere ve iç savaşlara, İran’ın eksilmeyen baskınlarına son verildi. Toprak cihetinden birleştirilen Azerbaycan’da, zaman geçtikçe hanlık döneminin oluşturamadığı birlik duygusunun ilk ışıltıları gözükmeye başladı. Rus idaresinin getirdiği sıkıntılar, kendi topraklarında her adım hak ve hukuklarının çiğnenmesi, imparatorluk siyasetine karşı bir tepki olarak millî ve dinî hisselerin sürekli ayakta tutulmasını sağladı. Artık edebiyat da, edebiyat adamları da uçurulmuş saraylardan, dağıtılmış hanedanladan uzaklaşarak halkın, toplumun arasına girmişti; onunla birlikte yüzüyor, onunla aynı hayatı yaşıyordu.

Azerbaycan’ın yeni bir döneme girdiği, yeni ekonomik, siyâsî, kültürel ilişkilere koşulduğu XIX. yy. başlarında Azerbaycan Edebiyatı birkaç çizgi üzerinde gelişmekte idi. Bunlardan birincisi, edebiyatta klasik sanat geleneklerine, Fuzûlî edebî mektebinin geleneklerine dayanan divan şiiri idi. Divan Edebiyatı’nın temsilcileri ülkenin hayatında baş gösteren köklü değişikliklerden habersizmiş gibi geleneksel konularda eserler yazmakta, nazireler uydurmakta idiler. XIX. asrın, bu şiir üslubunda, bu edebî mektep temsicilerinin yaratıcılığına getirdiği esas yeniliklerden biri, dinî mevzuların daha sık şekilde ele alınması, Tarikat Edebiyatı’nın güçlenmesi idi. Mersiye şiiri Azerbaycan’ın gerek kuzeyinde, gerekse güneyinde yaygınlık kazanmış, bu şiirin Raci, Gumri, Dehil, Şüai, Süpehri, Mirza Hebib Kudsi, Pürgem Bedii, Ahi vs. istidatlı temsilcileri yetişmiştiler. Mersiye şiiri baştan başa şiilik ideolijisinin tebliğine, şii mukaddeslerinin hayatının tasvirine ve Kerbela olaylarının açıklanmasına hasredilmişti. Azerbaycan’ın Rusya işgali altında olan Kuzey kesiminde mersiye ve tarikat şiirinin yayılmasının, yerli halkın dinî hislerini her zaman ayakta tutmak ve böylece onlara yabancılar karşısında bir direniş gücü ve inan
cı kazandırmak açısından önemi vardı.

Diğer taraftan dinî edebiyat, özellikle de mersiye şiiri, halkın geniş tabakalarına ulaştırılabilen az sayıda edebiyat örneklerinden birincisi ve muhtemelen de sonuncusu idi.Millî edebiyatın gelişmesindeki ikinci çizgi Vakıf geleneklerinin ve halk şiiri üslubunun yeni şartlardaki devamı ile ilgili idi. Vakıftan sonra XIX. asrın birinci yarısında onun adı ile ilgili olarak bu edebî cereyan Azerbaycan’ın güneyinde ve kuzeyinde, bütün bölgelerde yaygınlaşmıştı. Yazılı edebiyatta aşık şiiri geleneklerinin yer alması, ilk merhalede, Aşık Edebiyatı’nın halk kitleleri içerisinde bilinir olması ve herkes tarafından kolaylıkla anlaşılması ile ilgili idi. Ama yazılı edebiyat, Şah İsmail Hatai döneminden başlayarak, yalnız aşık şiirinin şeklini, mevzunu kullanmakla sınırlanmamıştı. Eğer böyle olsaydı, o zaman zaten yazılı edebiyatla, aşık şiirinin, Vakıfla Aşık Ali’nin hiçbir farkı olmazdı. Halk şiiri üslubunda güzel, oynak, anlaşılır eserler yazan Zakir, Mehemmed Bey Aşık, Aşık Peri, Mirz Hasan Mirz, Kâzım Ağa Salik, Mücrüm Kerim Vardani, Melikballı Kurban vb. aynı zamanda klasik şiirin tecrübesinden ve kurallarından da faydalanıyorlardı. Onlar kendi eserlerinde iki geleneği bir araya getirip, onun birliğine, sentezine ulaşıyorlardı. Nihayet, yazılı edebiyattaki halk şiiri üslûbu, aşık şiirinden farklı olarak ilmî, tarihî kaynaklara dayanır. Hem çeşitli, hem de ekseri hallerde bilgi ve okumayı gerektiren sosyal, siyâsî ve tarihî konuları ele alıyorlardı.
 
Geri
Top