Azerbaycan

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
Azerbaycan Halk Oyunları

KAFKAS HALK DANSLARI

Kafkas Halk Dansları yüzyıllardır, Kafkasya insanının günlük yaşamında çok önemli bir yer tutmaktadır. Düğünlerde, bayramlarda, evdeki şenliklerde, konuk ağırlamada-uğurlamada, kış ve yaz gecelerinde, arkadaş toplantılarında dans, günlük yaşamın bir parçasıdır. Danslar oynanmış, unutulmuş; yerine yenisi gelmiş, anlamını, biçimini değiştirmiş ama Kafkasyalının yaşamındaki önemini bugün de yitirmemiştir. Birçok dansın etnografik geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. Örneğin, çok tanrılı dönemlerde Kafkasya'da oynanan "TSOPPAY" dansı Ateş Tanrısı'nın ateşi etrafında af dilemek için dönen bir kurbanı canlandırırken, İslamiyet'in kabulünden sonra yine ateşin etrafında dönerek Gazavat'a çıkacak olanların sevdikleriyle vedalaşma dansı, günümüzde ise "WUIG" ya da "SİMD" adıyla halk arasında düğünlerin ilk açılış dansı olmuştur. Kafkas Halk Danslarında, Kafkasyalının bütün bir karakteri görülür. Kadına olan saygısını, kadınla birlikte oynadığında gösterdiği ciddi, gururlu ve dengeli hareketlerinde görebiliriz. Arkadaşları ile birlikte bulunduğunda da çevik, sert ve savaşçı kişiliğini, bir o kadar estetik davranışlarını ve cesaretini görebiliriz.

Maral Oyunu

Bu oyun ormanda ava çıkan avcılar ile Maral(geyik)'ler arasında geçen olaydan esinlenmiştir. Avcılar tüfeklerini gizleyerek arkaarkaya marallara doğru yaklaşmaya çalışırlar (yaklaşma çeşitli figürlerleanlatılmaya çalışılmaktadır. Avcılar bir masal (geyik) sürüsüne yaklaşırlar:Avlarını avlama hırsı ve sevinci içinde bulunan avcılar gözlerine inanamayacaklarıbir olay vuku bulur. Maralların (geyik) hepsi beyaz gelinlikler içinde süzüle süzüleortaya çıkan birer kız görünümünü alırlar. "Maral sözü Iğdır veçevresinde genelde kadınlar ve kızlar için kullanılan bir kelimedir. Maral olaraktabir edilen, çok güzel, eşi ve benzeri tarif edilemeyen biri olarak tanımlanır).Avcılar bu durum karşısında büyülenir her avcı birer genç kızı (maral) alarakeşleşirler, birlikte değişik figürlerle buluşmanın sevincini yaşarlar. Derkendüğün hazırlıkları başlar.

Gelin Havası

Bu oyun özellikle düğünlerin sonunda gelinimasadan alıp götürmeleri sırasında çalınır. Oldukça ağır hareketlerle oynanır.Bu oyun sırasında damatın akrabaları ve ailesi gelinin ailesine sataşmak amacıyla vesevinçlerini dile getirmek isteğiyle ellerine aldıkları kap ve kaşıkları birbirinevurarak müziğe eşlik ederler. Grup şeklinde hem oynanır hem de gelini damatın evinegötürmek amacıyla yürünür. Damat tarafları coşkulu bir şekilde etrafa şekerlerdağıtır. Gelin ailesinde, kızlarının evlerinde ayrılacağı için büyük birhüzün vardır. Damadın ailesinde ise büyük bir sevinç ve coşku vardır. Bu oyunundiğer bir adı da "mirzeyim vağzalı"dır. Bu oyun ve müzikte değişikduyguların hepsi bir anda yaşanır.Ayrılık ve kavuşma gibi...[/color

Şeyh Şamil Oyunu

Şeyh Şamil Oyunu Türk'ün direnmegücüdür. Kafkasya'da yapılan uzun savaşlar içinde Türk Kahramanı Şeyh Şamil'indireniş gücünü belirtmek için bu adı aldığı söylenmektedir. Oyun bir kaçbölümde oynanmaktadır. Dua bö1ümü hüzünlü müzikle oynanmakta ve sahnede kız veerkek yerlerini almaktadır. Oyunun doğuşu şöyle anlatılır. Şeyh Şamil'in Ruslarlasavaşın son dönemlerinde yakınlarından bazıları savaşın bitmesini Rusların yalandolu iknaları ve vaatleriyle istemektedirler.Bu olayı Şeyh Şamil'e ancak anasıdiyebilir diye düşünüp ve annesini ikna ederek Şeyh Şamil'e gönderirler. ŞeyhŞamil olaya büyük tepki gösterir ve annesine a1tmış kırbaç cezası verir. Ancakcezayı kendisine de uygulattırır.Kırbaçlar Şamil'e vuruldukça halk acı vehüzünden kıvrılarak çeşitli hareketler yaparlar. Daha sonra bu olay oyun halinegetirilir.
Diğer bir bü1üm bıçak atma olayıdır ve oyun esnasında kız oyuncu göğsünde birtahta parçası ile yere uzanır. Erkek ağzındaki bıçakları but tahtaya ağzıylasaplar. Bu oyunun doğuşu ise şöyle anlatılır. Şamil ve arkadaşları tutsakdüştüklerinde bir gemi ile sürgüne gönderilirken, Rus askerlerinin eğlencelerebaşladıkları ve Şamil'in arkadaşlarını ortada oynattıkları, Şamil'i de oynatmakistediklerini ancak Şamil bıçaksız oynamayacağını bildirmesi üzerine bıçaklarverildiği, bunlarla oynadığı zaman bıçakları arkadaşlarını önüne sapladığıve bir işaret üzerine bıçakları alarak döğüşe geçtikleri ve kurtulduklarınıanlatılmaktadır.

Kıskanç

Üç kişi ile oynanan bir oyundur. Bazen topluolarak da oynanır. Genelde iki kız bir erkekten oluşur. Kızların aynı erkeğe tutkunolmaları ötekinin kıskanıldığının gösteren bir açılışla kızla birlikte,alanın ters köşelerine doğru giderler. Oğlan oyunu tek ve beceri sergileyen birbiçimde sürdürür. ikisini de aynı sevgi sunuşları iletir. ikisinin de gönlünüyapar, geldiklerinde oyun üçlü görünüşünde sürdürülür. Hızlı melodisivardır.

Vağzalı

Son derece zarif melodisiyle, ince yumuşakhareketler bu oyunun halk arasında daha geniş yayılmasına neden olmuştur. Herdüğün töreninde vazlığının cazip edası işiti!ir. Vazlağının düğüntörenlerinde gelin oyununun ritmiyle bütünleştirdiği zarif, sade, ahenklifigürleriyle sergiler.

Gazağı

En eski oyunlardan birisidir. Oldukça çabuk,hareketli, coşkun bir oyundur.Blindiğine göre bir savaşçı oyunudur. Oyunu harbegidenler oynardı. Oyunda çeşitlilik ve teknik açıdan hareketler çoktur. Oyungüzellik, yapı ve incelik bakımından zengindir.

Tamara

Adını, Azerbaycan oyunlarını sergileyenmeşhur Salyanlı Reğgase Tamara'nın şerefine onun adı verilmiştir. Oldukçaçazibedar, lirik oyundur. Esasen kadınlar çoğu zaman da erkekler beraber oynanır.Oyunda rengarenk ritmik vurgular vardır

Terekeme

Bu oyun çok eski zamanlarda Azerbaycan'damesken kurmuş olan kabilenin adıdır. Terekemeler hayat tarzı olarak ayrı göçebe birhayat yaşayan kabile idi. Aynı müziğe sahip olan Terekeme oyunu iki variantdaoynanır. Birinçi variantda onu yalnız 'kadınlar oynar. ikinci variantda daha çevik,oynaklı ve kırık sesli geniş hareketli oyundur. Bunu kadınlar ve erkekler oynarlar

Ayşat

Oyun Aras Nehri'nin akışına bakarak sudakihareketlerden esinlenerek ifa edilir. Kızın hareketleri suyun dalgalanmasını, erkeğindönüşü ise girdapları andırır.

kafkas danslarında bıçak...

Anlatıldığı kadarıyla çeçen kartalı şeyh şamil arkadaşlarıyla beraber rusların esiri olur.Çeçenistandan rusyaya doğru götürülürken rus askerleri yoruldukları için mola verme gereği duymuşlar.Rus askeri bu yanından içkisi eksik olmaz tabi,içerler kafalaı biraz hoş olunca da şeyh şamilden onları eğlendirmeleri istenir.Koca kartal oyunuylada meşhurdur,oynamaya başlamadan önce kıvrak zekasını kullanarak kurtulma planı yapmaktadır.Rus askerlerinden oynun içeriği dolayısıyla bıçak ister bu isteği ruslarda hemen kabul eder..Koca kartal başlar oynamaya ve elindeki bıçakları teker teker arkadaşlarına atar ve arkadaşlarıda durumu anlayarak bağlarını çözer oracıkta rus askerlerini etkisiz hale getirirler...
İşte kafkas oyunlarında bıçak kullanılmasının aslında oyun gereği değilde o an ki plan doğrultusunda kullanıldığı ama bunun zamanla oyuna eklendiği bilinmnektedir...
 

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
Âzerî Türkçesi Edebiyatı


Oğuzca adıyla anılan Batı Türkçesi zamanla iki ana devreye ayrılmıştır. Bu ayrılma, Batıda Osmanlı Türk Edebiyatını meydana getirirken, Doğuda da Âzerî Türk Edebiyatı teşekkül etmiştir. Aslında gerek Doğu, gerekse Batı Oğuzcası 13, 14 ve 15. yüzyıllarda pek farklılık göstermez. Selçuklular'dan sonra ortaya konulan edebiyatta her iki Oğuz ağzının temelini teşkil eden dil unsurları mevcuttur. Onun içindir ki, Eski Anadolu Türkçesi diye adlandırdığımız Batı Türkçesi'nin ilk zamanlarında ayrılık görülmez ve bu devir Türkçesi her iki ağzı birleştiren bir husûsiyete sâhiptir. Fakat zamanla Oğuz Türkçesi içinde ortaya çıkan iki dâire, belirli dil unsurlarını kendilerinde umumileştirerek, ayrılma yoluna gitmiştir. Bu ayrılma, ilk zamanlar pek ileri değildir. Hattâ, tarih içinde güçlü ve devamlı bir edebiyat olan Osmanlı Edebiyatı, sadece Âzerî sahasında değil diğer Türk illerinde de kendisini hissettirmiştir. Bu irtibat sadece kültür sahasında olmamış, Osmanlı, yeri geldikçe son zamanlarda bile elinden gelen yardımı bu Türk ülkelerine esirgememiş, Türkçe'nin ve Türk Edebiyatının gelişmesinde mühim rol oynamıştır. Hattâ Halîlî gibi meşhur şâirler Osmanlı sarayı tarafından da himâye edilmiştir. Âzerbaycan�ın siyâsî ve kültür tarihinde Osmanlı'nın bu bakımdan mühim bir yeri vardır. Bütün Türk dünyasında olduğu gibi, Âzerbaycan ile olan münasebet, bugünkü kardeş Türk Dil ve Edebiyatının temelini teşkil etmiştir. Bu noktadan hareket eden Gaspıralı İsmâil ve diğer Türk kültür birlikçileri, Türk dünyasını tek bir yazı dilinde birleştirmek fikrinde, kısa zamanda başarıya ulaşmışlar ve Osmanlı Türkçesi'nin tek bir yazı dili olmasını istemişlerdir. Bu ise Osmanlı Türklüğünün, diğer Türk illerini görüp gözetmelerinin ve onlara duydukları yakınlığın neticesinden başka bir şey değildir. Sırf bu irtibatı koparmamak için bazı Osmanlı şâirleri Doğu Türkçesinde (Çağatay Türkçesi) gazeller bile yazmışlardır. Zamanla ayrılmaya başlayan Âzerî Türkçesi, dil coğrafyası itibariyle Doğu Anadolu, Güney Kafkasya ve Kafkas Âzerbaycanı, İran Âzerbaycanı, Kerkük ve Irak-Suriye Türklerini içine almaktadır. Âzerî Edebiyatı, daha çok şiir dili olarak kuvvetliliğini kurmuştur. Bu bakımdan Âzerî sahasında Türk Edebiyatının çok kuvvetli şâirleri yetişmiştir.
Âzerî sahası Türk Edebiyatı, 14. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar pekçok şâir, nâsir ve sanatkâr yetiştirmiştir.
 

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
Türk dünyasının Azerbeycan, İran, Doğu Anadolu, bölgelerinde gelişerek XIV. yüzyılda Kadı Burhaneddin, Kadı Darir, Seyyid Nesimi, XV. yüzyılda Habibi, XVI. yüzyılda Hatayı ve en büyük şairimiz Fuzûli gibi sanatçılar yetiştiren edebiyatımızın zengin bir koludur. Anadolu Türkçesi'nden XIII. yüzyılda ayrılmaya başlayan Azeri Türkçesi ilk önemli yazılı ürünlerini XIV. yüzyıldan sonra vermeye başlamıştır. Bu edebiyatın ilk örneklerini Horasan'dan gelen halk şairleri vermişlerdir. Bunlar genellikle ...

Türk dünyasının Azerbeycan, İran, Doğu Anadolu, bölgelerinde gelişerek XIV. yüzyılda Kadı Burhaneddin, Kadı Darir, Seyyid Nesimi, XV. yüzyılda Habibi, XVI. yüzyılda Hatayı ve en büyük şairimiz Fuzûli gibi sanatçılar yetiştiren edebiyatımızın
zengin bir koludur.

Anadolu Türkçesi'nden XIII. yüzyılda ayrılmaya başlayan Azeri Türkçesi ilk önemli yazılı ürünlerini XIV. yüzyıldan sonra vermeye başlamıştır. Bu edebiyatın ilk örneklerini Horasan'dan gelen halk şairleri vermişlerdir. Bunlar genellikle sözlü eserler olduğu ve çoğu yazıya geçirilemediği için, zamanla sahiplerinin adları unutularak halka mâl olmuş ve Anonim Halk Edebiyatı'nın bir dalı olan Bayat'ları meydana getirmişlerdir. Bayat'lar Anadolu Türkçesi'ndeki Mani'lerin karşılığıdır.

Azeri Edebiyatı'nın bilinen ilk şairi Hasanoğlu isimli bir sanatçıdır. XIII. yüzyıl ile XIV. yüzyıl başlarında yaşayan Hasanoğlu, şiirlerinde Pir Hasan mahlasını kullanmıştır.

XIV. yüzyılın tanınmış isimleri Erzurumlu Darir, Kadı Burhaneddin ve Seyyit Nesimi'dir. Bu yüzyıl, Azeri Edebiyatı'nın belirgin bir gelişme gösterdiği devredir. XV. yüzyıl, Azeri Edebiyatı için pek parlak sayılmaz. Bu yüzyılın tek tanınmış ismi Habibi'dir.

Azeri Edebiyatı en parlak devrini XVI. yüzyılda yaşamıştır. Çünkü bu yüzyılda Fuzuli gibi dev bir sanatçı yetiştirmiştir. XVI. yüzyıldan sonra XIX. yüzyıla kadar Azeri Edebiyatı'nda bir duraklama görülür. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru gelişmeye başlayan milliyetçilik hareketine paralel olarak, Azeri Edebiyatı'nda yeni bir canlılık dikkati çeker.

Yeni dönem Azeri Edebiyatı'nın ilk öncüsü Vedadi'dir. Onun yanı başında ünlü şair Vakıf dikkati çeker. XIX. yüzyılda Vakıfı Mirza Feth Ali ve Zekir izler. Mirza Feth Ali Avrupai edebiyat türlerini Azeri Edebiyatı'na getiren ilk sanatçı olarak tanınır. Bu hususta o Anadolu Türk Edebiyatı'ndan bile önde gelir.

Azeri Edebiyatı Tarihi'nin son büyük halkasını Sabir teşkil eder. 1961 de doğan ve 1911 de ölen bu çok ünlü Azerbeycan şairi, Türk-İslâm dünyasında cehaletle savaşan bir sanat felsefesine sahiptir. 1920’den sonra bağımsızlığını yitiren Azerbeycan ile birlikte edebi hayat da derin bir suskunluğun içine gömülmüştür.
 

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
Azerbaycan'ın Sanat Edebiyat ve Siyaset Dünyasi

Azerbaycan yüzyıllardan beri ince ruhlu, duygusal o ölçüde de görkemli edipler, şairler, ilim ve siyaset adamlarının yaşayıp yarattığı bir Türk yurdudur. Azerbaycan coğrafyasında adeta her bir yüzyılda dünya seviyesinde şairler yetişmiştir. Türk Dünyasının ortak edebiyatının zirvesi Kitab-ı Dede Korkut'tan başlayıp devam ede gelen asırlar boyunca Azerbaycan Edebiyatı'nın ilk görkemli temsilcisi de Azerbaycan denilin-ce ilk akla gelen Tebriz 'de yaşayıp yaratmış Getran TEBRiZi'dir. (1012-1088) Azerbaycan Şiir Dünyasının 13. yüzyıldaki temsilcileri arasında bir isim özellikle dikkat çekmektedir ki, bu şahsiyet şaire Mehseti GENCEVİ'dir. Aynı dönemin bir diğer görkemli şairi (1126-1199) yılları arasında yaşayan Hakani ŞİRVA-Ni'dir. 12.yüzyıl Azerbaycan Edebiyatı'nın dünya edebiyatına kazandırdığı şair ise Nizami GENCEVİ'dir. (1141-1209) 13. yüzyıl Azerbaycan Edebiyatı'nın görkemli temsilcilerinden biri Şems TEBRiZl bir diğeri ise izzettin HASANOĞLU'dur. Azerbaycan Şiirinin 14.yüzyılda yaratıcılığı ile şöhret kazanan şairlerinden biri Kadı BURHANEDDİN bir diğeri ise aynı asrın dünya şairleri arasında kendisine yer bulmuş Irnadettin NESiMİ'dir. (1369-1417) Azerbaycan'ın 14.yüzyılda musiki alanında yaşayıp yaratmış ünlü temsilcisi Abdülkadir MERAĞAI (1353-1435) musiki alanındaki çalışmaları ile adeta musikinin hocası olarak tanınmaktadır. 15. yüzyıl Azerbaycan Şiirinin görkemli temsilcilerinden biri aynı zamanda kudretli devlet adamı Şah İsmail HATAİ dir. (1486-1524) Azerbaycan Şiirinin 16. yüzyılda yaşamış yaratmış temsilcisi Mehemmed FUZULÎ (1494-1556) Dünya edebiyatının klasiklerinden biridir. 17.yüzyıl Azerbaycan Şiirinin iki önemli temsilcisi ise Saib TEBRİZİ ile Govsi TEBRİZİ'dir. 18.yüzyıl Azerbaycan Edebiyatının iki görkemli şairi ise Molla Veli VİDADİ (1709-1809) ile Molla Penah VAKIF'dır. (1717-1797) Azerbaycan Klasik Edebiyatının 19. yüzyılda yaşayıp yaratmış şair ve fikir adamları arasında Kasım Bey ZAKiR (1784-1857), Seyit Ebü-kasım NEBATI (1812-1873), Abbaskulu BAKÜHANLI (1794-1846), Mirza Şefi VAZEH (1792-1852) , Hur-şit Banu NATEVAN (1830-1897), Seyit Azim ŞİRVAN! (1835-1888) ve Mirza Fethali AHUNTZADE ilk akla gelen şahsiyetlerdir.

Azerbaycan Edebiyatında 19.yüzyıl sonlarından itibaren Milli şuur ve tefekkürün güçlenmesiyle adeta yeni edebiyat ve bu edebiyatın görkemli temsilcileri yaşayıp yaratmıştırlar.

Azerbaycan'ın istiklal dönemi şair, yazar ve fikir adamları arasında Hasan Bey ZERDABl (1837-1907), Abdürrahim Talib TEBRiZl (1834-1911), Mirze Elekber SABIR (1862-1911), Necef Bey VEZiRLi (1854-1926), Mirze Ali MÖCÜZ (1873-1934), Celil MEHMETKULUZADE (1866-1932), Feridun Bey KÖÇERLi (1863-1920) Mehmet HADİ (1879-1920), Hüseyin CAVİT (1882-1944), Ahmet CEVAT (1892-1937), Cafer CABBARLI (1899-1934) ve Mikail MÜŞFİK (1908-1939) büyük ün kazanmış, halkı için canım feda eden şahsiyetler olarak yer almaktadırlar. Bu dönemin musiki alanındaki görkemli sanatkarı ise büyük bestekar, kompozitör Üzeyir HACIBEYLi'dir. (1885-1948)

Azerbaycan'ın Siyaset dünyasında on yıllar boyu işgal altında kalan vatan topraklarında bağımsız bir devlet kurma başarısını gösteren görkemli siyaset adamları yetiştirmiştir. Şüphesiz onların basında Mehmet Emin RESULZADE gelmektedir. M. Emin RESULZADE 31 Ocak 1884 tarihinde Bakü'nün Novhanı köyünde doğdu. Dindar bir aileye mensuptur. Küçük yaştan itibaren Azerbaycan'da siyasi sahada yaşanan gelişmeleri izledi. Çar rejiminin uyguladığı müstemleke siyasetine genç yaşlarından itibaren şiddetle karşı çıktı. Anadolu ve Azerbaycan'da güçlenen Türkçülük ve Milliyetçilik hareketleri içerisinde yer aldı. Azerbaycan'ın bağımsızlık mücadelesinin lideri oldu. irşad, Terakki gazetelerinde makaleler yazdı. Tekamül, Yoldaş, Açık Söz gazetelerin! yayınladı. Tahran'da Yeni iran gazetesinin naşiri oldu. İstanbul'da Türk Ocakları'nın kuruluşunda yer aldı ve Türk Yurdu Dergisinde makaleler yazdı. 1913'de Bakü'ye döndü. Müsavat Partisi'nin lideri oldu. Parti programım Türkçülük esaslarına göre yeniden düzenledi. 28 Mayıs 1918'de Azerbaycan Cumhuriyeti'ni kurdu, Azerbaycan Milli Şura Başkanı oldu. RESULZADE, 27 Nisan 1920'de Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Komünist Rus orduları tarafından yıkılması üzerine 1922'de yurt dışına çıkarak İstanbul'a gelmiş, siyasi muhacereti Azerbaycan Milli Merkezi etrafında toplayarak Azerbaycan'ın istiklal ve Hürriyet Mücadelesini yeniden başlatmıştır, Bu amaçla dergiler, gazeteler yayınlamış, siyasi platformlarda Rus işgalin! kınayarak Azerbaycan'ın bağımsızlık mücadelesini anlatmıştır. RESULZADE, başkanı olduğu Müsavat Partisi'nin II.Kurultayı'nı Varşova'da toplamış, Milli Mücadelenin stratejisini belirlemiştir. 2.Dünya Harbi'ni müteakip Türkiye'ye gelen RESULZADE, Azerbaycan Kültür Derneği'ni kurdurmuş, çeşitli konularda konferanslar vermiş, Azatlık Radyosu aracılığıyla Azerbaycan'a seslenmiştir. Yüzlerce makalenin 20 kadar eserin müellifi olan Mehmet Emin RESULZADE, Ali Merdan TOPÇUBAŞI ile birlikte Kafkasya Konfederasyonu Misakını imzalamış, 1955 yılında Ankara'da vefat etmiştir.

Ali Merdan TOPÇUBAŞI 4 Mayıs 1862 tarihinde Tiflis'te doğdu. Aynı şehirde liseyi bitirdikten sonra, Petersburg Hukuk Fakültesinden mezun oldu. 1894'de Bakü'ye gelerek Kaspi gazetesinin redaktörlüğünü yaptı. Ahmet AGAOGLU ve Alı Bey HÜSEYINZADE île birlikte Hayat gazetesini yayınlayarak Azerbaycan'ın çeşitli sorunlarım dile getirdiler. Rusya Müslümanları'nın ilk Kurultayında başkanlık görevinde bulundu. Rusya Müslümanları ittifakının liderlerinden biri oldu. Rusya Dumasına Baku Milletvekili seçildi. Azerbaycan bağımsızlık mücadelesinin önderlerinden olan TOPÇUBAŞI, Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Baş murahhas üyesi olarak Azerbaycan'ın dünya devletleri tarafından tanınmasını sağladı. Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Meclisi'nin Başkanı seçildi. Azerbaycan'ın 27 Nisan 1920'de komünist Ruslar tarafından işgali üzerine görevli olarak bulunduğu Paris'te kaldı. Ömrünün sonuna kadar Azerbaycan'ın tekrar bağımsızlığına kavuşması mücadelesini yürüttü. 5 Kasım 1934'de Paris'te vefat etti.

Nesip Bey YUSUFBEYLİ 1881 yılında Gence'de doğdu. Odessa'da Hukuk eğitimi görmüş, öğrencilik yıllarından itibaren Azerbaycan'ın bağımsızlık mücadelesine katılmıştır. Okulun 1907'de kapatılması üzerine Kırım'a giderek, büyük mütefekkir İsmail GASPIRALI'nın çıkardığı Tercüman gazetesinde makaleler yazmıştır. Aynı zamanda İsmail beyin kızı ile evlenmiş bir süre sonra Gence'ye gelmiştir. 1917'de Gence'de Türk Ademi Merkeziyet Partisini kurmuş bu partinin aynı yıl Müsavat Partisi ile birleşmesi sonucu Müsavat Partisine katılmıştır. Siyasi mücadelesinde Kafkasya Seyminde Azerbaycan temsilciliği ve Transkafkasya Federasyonunda Eğitim Bakanlığı yapan Nesipbeyli Azerbaycan Cumhuriyetinde 2 Hükümetin Başbakanlığı diğer 3 Hükümetinde çeşitli bakanlık görevlerinde bulunmuştur. Azerbaycan'ın işgalini takiben 1920 yılı Mayısının ilk günlerinde Yevlak bölgesinde şehit edilmiştir.

Fethali Han HOYLU 7 Aralık 1875 tarihinde Şeki'de doğdu. Güney Azerbaycan'ın Hoy Hanları neslindendir. Büyük babaları Şeki'de de hanlık yapmışlar. Moskova'da hukuk eğitimi aldıktan sonra 1907'de Rusya'nın çeşitli bölgelerinde savcı yardımcısı, savcı görevlerinde bulunmuş, Gence'den II.Devlet Dumasına seçilmiştir. Genç yaşlarından itibaren Rusya'nın, Azerbaycan'ı işgal altında tutmasını kabullenmeyerek mücadeleye başlamıştır. Kafkasya Seyminde Azerbaycan temsilcisi, Transkafkasya Federasyonunda Adliye bakanı görevlerinde bulunmuştur. 28 Mayıs 1918 de kurulan Azerbaycan Cumhuriyetinde 3 Hükümetin başbakanlığı ve diğer 2 hükümette bakanlık görevlerinde bulunmuştur. Azerbaycan Cumhuriyetinin işgalini takiben 19 Haziran 1920 günü Tiflis'te ermeni canilerce şehit edilmiştir. Settar HAN 16 Temmuz 1867 tarihinde Karadağ'da doğdu. Babaevi onun çocukluğundan itibaren rejim aleyhtarı hürriyet taraftarlarım n uğrak yeri olmuş bu durumda Settar Hanın çocukluğundan itibaren şiddetli bir Meşrutiyetçi olarak yetişmesini sağlamıştır. Gençlik yıllarında uzun müddet haksızlıklara karşı çıkarak dağlarda yaşamış, zalim devlet memurlarına karşı halkı korumuştur. 1908'de, İran'da siyasi sahada yaşanan olaylar üzerine Tebriz'de Meşrutiyet taraftarı kitlenin önderliğin! Bağır Hanla birlikte Settar Han yapmıştır. Tahran yönetiminin Tebriz'e müdahalesine kahramanca karşılık veren Settar Han şiddetli çarpışmalardan sonra kontrolü sağlamıştır. Daha sonra, Tahran'da çarpışmalar yaşayan Settar Han Atabek Parkında meydana gelen çarpışmada ağır yaralanmış bunun etkisiyle de 16 Kasım 1914 de vefat etmiştir.

Şeyh Muhammet HIYABANİ: 1880 yılında Tebriz yakınlarında doğdu. Genç yaşından itibaren iran Meşrutiyet hareketlerinde, Settar Han önderliğindeki mücadele içerisinde yer aldı. Meşrutiyet hareketleri-nin her döneminde aktif faaliyet gösterdi. Settar Hanın vefatından sonra 1917'de Teceddüd gazetesini çı-kararak halkım şuurlandırmaya çalıştı . Aynı yıl Azerbaycan Demokrat Partisinin Kurultayım gerçekleştirerek lideri oldu. Parti Liderliği ile birlikte bütün yaşamım halkının özgürlük mücadelesine adadı. Bu yöndeki çalışmaları sonucu 7 Nisan 1920'de Tebriz merkez olmak üzere Azadistan Devleti'ni kurdu. Tahran yöne-timinin 11 Eylül 1920'de Tebriz'de başlattığı saldırılara karşı kahramanca savaşan Şeyh Muhammet Hıya-bani aynı gün çarpışmalar sonunda idam edildi.

Mir Cafer PİŞEVERİ - 1890 da Hoy'da doğdu. Çocuk yaşlarında ailesiyle birlikte Kuzey Azerbaycan'a gitti. 1930 yılında döndüğü iran'da rejim alehtarlığından dolayı tutuklanarak 11 yıl mahkum oldu. Cezaevinden çıkıncaya kadar komünist düşünceleriyle bilinen Pişeveri hürriyetine kavuştuktan sonra Milliyetçi bir düşünceye sahip olmuştur. O, 1944 yılında yapılan seçimlerde İran Demokrat Partisinin Tebriz Milletvekili olarak Meclise seçilmiş, Ancak Şahlık Tebriz milletvekillerinin mazbatasın) binbir entrika sonucu iptal etmiştir. Pişeveri bunun üzerine Tebrize dönmüş Azerbaycan Demokrat Partisinin Kurultayım toplamıştır. Kurultay Tebriz'de Azerbaycan Muhtar Hükümetini ilan etmiştir. 21 Azer /12 Aralık 1945 Mir Cafer Pişe-veri'nin başkanlığındaki Azerbaycan Muhtar Hükümeti de 1 yıl sonra Tahran yönetimince yıkılmış, Pişeveri Sovyet işgalindeki Bakü'ye kaçmışsa da 11 Temmuz 1947'de öldürülmüştür.

Prof.Dr.Ahmet AĞAOĞLU 1869 yılında Şuşa'da doğdu. Tanınmış fikir ve siyaset adamıdır. Paris'te yüksek öğrenimim tamamladıktan sonra 1894'de Azerbaycana dönmüş Avukatlık ve gazetecilik yapmıştır. Azerbaycan'ın bağımsızlık mücadelesi içersinde yer almış, ermeni saldırılarına karşı illegal olarak kurduğu Difai Teşkilatı ile Azerbaycan Türklerini savunmuştur. Çar rejiminin baskıları sonucu diğer Azerbaycan aydınları ile birlikte Istanbul'a gelmiş, ittihat Terakki Partisi ile Türk Ocakları'nın kurucuları arasında yer almıştır. AĞAOĞLU, ingiliz işgal döneminde gönderildiği Malta sürgünü sonrası Anadolu'ya geçerek Milli Mücadeleye katılmıştır. Türkçü, Milliyetçi görüşleri ile tanınan AĞAOĞLU uzun yıllar istanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi'nin Hukuk Fakültelerinde Anayasa Hukuku dersleri okutmuştur. Yüzlerce makalesi ve 20 den fazla basılı kitabı bulunan Ahmet AĞAOĞLU 19 Mayıs 1939 tarihinde istanbul'da vefat etti.

Prof.Dr.Ali Bey HÜSEYİNZADE (Turan) 24 Şubat 1864 tarihinde Salyan'da doğdu. Azerbaycan Cumhuriyeti'nin kurulması uğrunda yürütülen mücadelenin fikir babalarından biridir, İstanbul'da Askeri Tıp Okulu öğrencisi iken Gizli ittihat Terakki Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı. Okulu bitirdikten sonra Azerbaycana dönerek Hayat gazetesi ve Füyuzat Dergisin! yayınladı. Ali Bey Hüseyinzade Türkçülük fikrinin ideologlarından biri olarak tanınır. Türkçülük, islamcılık ve Çağdaşlık görüşünü ileri sürerek dönemin aydınları üzerinde güçlü etki yaratmıştır. HÜSEYİNZADE bu görüşleri ile Türkçülük fikrinin geniş kitleler tarafından benimsenmesinde önemli rol oynamıştır. 1942 yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Muhaceret hayatında Azerbaycan kurtuluş hareketinin lider kadrosunda yer alarak, Milli Mücadelenin odağım oluşturan kadrolar ömürleri boyunca devam ettirdikleri çalışmalarıyla kalemleriyle, konuşmaları ve sohbetleriyle Azerbaycan'ın istiklal ve Hürriyetini, bağımsız devlet hayatım savuna gelmişlerdir. Bu önemli şahsiyetlerimizin bir kısmım burada hatırlamayı görev sayıyoruz.

Mirze Bala MEHMETZADE, Abdülvahap YURTSEVER, Mehmet Sadık ARAN, Mustafa VEKİLLİ, Mehmet Ali RESULOĞLU, Abbas bey KAZIMZADE, Naki KEYKURUN, Rüstem Bey ŞEFiBEYLi, Halil bey HASMEMMEDLİ, Miryakup MEHTiZADE, Ceyhun HACIBEYLi, Muharrem MUHARREMLi, Ekber Ağa ŞEYHÜLİSLAM, Ahmet CAFEROĞLU, Abdürrahman FETHALiBEYLi, Abdulali EMiRCAN, Ali Azer TE-KiN, Fuat EMiRCAN, Ali ARAN, Kerim ÖDER, Mehmet Azer ARAN, Kerim YAYCILI, Ejder KURTULAN.
 

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
Azerbaycan Türk Edebiyatı


Türk edebiyatlarının, büyük tarihe ve ge leneklere sahip bir kolunu da Azerbaycan Edebiyatı oluşturmaktadır. Azerbaycan Edebiyatı’nm tarihi, onu yaratan halkın tarihî gibi eski ve zen gindir. Azerbaycan Türklerinin bin yıllık tarihleri boyunca geçtikleri mücadelelerle dolu hayat yolu, yaşadıkları sevinçli ve kederli dönemler, elde ettikleri bilgi ve tecrübeler, inandıkları manevî ve ahlâkî kanaatler tüm yönleri ile bu edebiyatta yansımıştır. Son derece elverişli coğrafî mevkide, Asya ile Avrupa’nın kapısında yerleşen, tabiatının güzelliği, topraklarının verimliliği, doğal kay naklarının zenginliği ile seçilen Azerbaycan, zaman zaman kanlı savaşlara sahne olmuş, muh telif zümre ve kavimler bu ülkenin topraklarından geçmiştir. Bu, bir taraftan Azerbaycan’ın kültür servetlerine acımasız darbeler indirmiş, binlerce edebiyat ve medeniyet abidesinin ebediyen mah vına neden olmuştur, öbür taraftan ise, farklı dil lerde konuşan, farklı dinlere inanan, farklı kültür geleneklerine sahip olan muhtelif toplulukların Azerbaycan’da olması, bu eski Türk yurdunun özgün ve tekrarsız bir edebiyat oluşturmasına imkan sağlamıştır.

Azerbaycan tarihinin, özellikle de kültür tarihinin en eski dönemleri hala yeterince bilinmese de, burada zengin kültür katlarının, hem de biribirini etkileyen, biribirinin gelişmesine neden olan kültür katlarının varlığı kuşkusuzdur. Farklı dillerde eser veren, farklı kültürlerin etkisini taşıyan Azerbaycan Edebiyatının bin yıllık tarihî de bu kültür katlarının genişliği ve zenginliği hakkında fikir vermektedir. Şimdiki Azerbaycan topraklarındaki ilk siyâsî kurumManna Devleti, üç bin yıl önce kurulmuştu. Tarihî kaynaklar, Urartu ve Asuri devletleri ile bazen barış, bazen de savaş şartlarında yaşayan Mannalıların, ekonomi ve kültür açısından zamanın gelişmiş halklarından birisi oldukları hakkında bilgi verirler. Mannalılardan kalmış bazı kültür abideleri de bu fikri doğrulamaktadır. Kuşkusuz, Mannalıları yahut, daha sonra MÖ. VII yy. Azerbaycan’da devlet kurmuş Midiyalıları, çağdaş Azerbaycan Türklerinin ecdadları saymak ilmî ve tarihî açıdan doğru değildir. Burada önemli olan, Azerbaycan’ın en eski dönemlerden beri dünyanın kültür merkezlerinden biri olarak öne çıkmasıdır. Bu gelenek ülkenin bütün tarihî boyunca devam ettirilmiştir.

Halk Edebiyatı

Diğer dünya halkları gibi Azerbaycan Türklerinin de yazılı edebiyatlarının temelinde şifahî edebiyat, yahut halk edebiyatı vardır. Gerek dil, gerekse konu açısından yabancı etkilerden her zaman uzak kalmış olan halk edebiyatı, onu yaratan, muhafaza eden ve gelecek nesillere ulaştıran milletin iç dünyasını, hayata bakışını, yaşam felsefesini herhangi bir yazılı kaynaktan daha sağlıklı yansıtır. Diğer taraftan, halk edebiyatındaki mitoloji unsurları, rumuzlar, tarihî olaylarla çağrışımlar, onların en eski dönemlerin yadigârı olduklarını, halkın hafızasında bin yıllar boyu yaşayarak günümüze ulaştıklarını göstermektedir.

Azerbaycan Halk Edebiyatı şekil ve tür açısından çok zengindir. Burada, bir satırlık, ama bir satırında büyük manalar taşıyan atasözlerinden, büyük hacimli destanlara kadar, halk yaratıcılığının en farklı örnekleri vardır. Uzun asırlar boyu derlenip toplanmadığından, araştırıcı, incelemeci nazarlarından uzak kaldığından, halk edebiyatı numunelerinin büyük bir kısmı unutulmuştur. Derlenenler, kitap şeklinde yayımlananlar, alimlerce incelenenler, belki de halkın yarattıklarının binde biridir. Ama deryada damla gibi görünen bu binde bir de, halkın hayatım tüm ayrıntıları ile, tüm renkleri ile anlatmaya yeterlidir.


Halk yaratıcılığımızın en eski türlerinden biri Emek, yahut Zahmet nağmeleridir. Her halkın şifahî edebiyatmda tesadüf olunabilen bu nağmeler, insanın söylediği ilk şiir, bestelediği ilk şarkı olarak adlandırılabilir. Halk edebiyatının diğer örnekleri, özellikle de bayatılar (maniler) ve aşık yaratıcılığı ile mukayesede zahmet nağmeleri edebî yönden basit gözükür. Ama bu basitliğin arkasından ilkinlik, en eskilik durmaktadır.


Emek nağmelerinin Azerbaycan Halk Edebiyatında en çok yayılmış türleri Holavarlar ve Sayacı sözlerdir. Azerbaycan folklörcülerinin bir kısmının fikrine göre “holavar” terimi “Ho” hayvan ve “var” yani “git” sözlerinin birleşmesinden türemiştir. Bu manada holavar, hayvanı işe çalışmaya çağıran nağmelerdir. Prof. Dr. Azad Nebiyev ise bu meseleye farklı bakmaktadır. Onun fikrine göre, “Çin, Hind ve İskandinav halklarının folklöründeki “ho”, mukaddes öküz (inek) toteminin adı olmuştur. Türk halklarının Azerbaycan, Özbek, Uygur vb. folklorundaki merasim nağmelerinin ekseriyetinde “ho”lar, mukaddes varlık, mutluluk simgesi gibi terennüm olunur. “Holavar” mukaddes varlık hakkında mahni manasını taşır.”

Emek nağmelerinin geniş yayılmış numunelerinden olan Sayacı sözleri ise, göçebe hayatının başka bir alanı ile, koyunculukla ilgilidir. Sayacı sözlerinin menşei hakkında da farklı mülâhazalar mevcuttur. Bu folklor türünün halk arasında yayılmış örneklerini ilk defa derleyerek yaymlayan Feridunbey Köçerli, (18631920) sayacı sözünün Fars dilinde ki “saye”, yani “kölge” sözünden alındığına ihtimal verir. Fars dilinde bu sözün mecazî manası “himaye etmek”, “savunmaktır”. Fars dilinden Azerbaycan Türkçesine de geçen “saye” sözü Kafkasya Türkleri arasında “bolluk”, “bereket” vb. manalarda kullanılmaktadır. Buradan da “sayacı sözlerinin”, yahut “sayacıların” halk arasında “bolluk getiren”, “bereket getiren” vs. anlamlarında kullanıldığı anlaşılıyor. Sayacılar da aşıklar ve dervişler gibi halk arasında gezerek dolaşır ve kendi şarkılarını söylerdi. Sayacı sözleri orjinal müracaatlarla başlar:

Salammelik, say beyler,
Bir birinden yey beyler,
Saya geldi, gördünüz?
Salam verdi, aldınız?
Alnı tepel qoç quzu
Sayacıya verdiniz?
Sefa olsun yurdunuz,
Ulumasın qurdunuz.
Ac getsin avanınız,
Tox gelsin çobanınız.

Bunun ardınca sayacı, ev hayvanlarını, özellikle de koyunu vasfeder, ondan bolluk ve bereket simgesi gibi söz açar:

Qoyunlu evler gördüm, Qurulu yaya benzer.
Qoyunsuz evler gördüm,
Qurumuş çaya benzer.
Qoyun var kere gezer,
Qoyun var küre gezer,
Geder dağları gezer,
Geler evleri bezer.

Azerbaycan folkloru bir insanın doğuşundan, mezara konulmasına kadar, hayatının tüm aşamalarını yansıtır. Bu açıdan folklor örnekleri, halk edebiyatı numuneleri çok konulu ve çok çeşitlidir. Emek nağmeleri insanı çalışma anında, iş sürecinde tasvir ediyorsa, merasim nağmeleri de, onun şenliklerini ve törenlerini, çocuk folkloru aile ocuk sevgisi ile ilgili duygularını, tapmacalar (bilmeceler) aklını, zekasını nasıl geliştirdiğini, atasözleri geçmiş nesillerin ilim ve idraklerinin tecrübesinden hangi yollarla behrelendiğini, efsane ve esatirler tarihe, düne bağlılığım, latifeler, dünyayı, olayları gülerek anlamak arzusunu vs. açıklamaktadırlar.

Kuşkusuz, halk arasında en fazla popüler olan merasim nağmeleri de Azerbaycan şifahi edebiyatının en eski örnekleri sırasındadır. Belli bir alanda çalışan meslek adamlarının emek nağmelerinden farklı olarak merasim nağmeleri her evde, her ailede bilinir, tanınır. Çünkü bu nağmeler her Azeri Türkünün kutladığı bayramlarla, katıldığı törenlerle ilgilidir. Ecdadlarımızm arzu ve umutları, kaygı ve beklentileri, aynı zamanda onların dünyayı anlamak isteği bu nağmelerde akseder, Folklor uzmanları Azerbaycan Türkleri arasında yayılmış halk merasim nağmelerini ikiye ayırırlar. Bunların bir kısmını, mevsim merasimleri ile bağlı nağmeler, ikinci kısmını ise maişet merasimleri ile bağlı nağmeler oluşturmaktadır. Yeni gün anlamına gelen Nevruz, eski Azerbaycanlıların tasavvurunda, dünyanın yenileşmesi, doğanın tazelenmesi, kışın sıkıntılarından sonra tabiatın yeniden canlanması olarak anlaşılıyordu. Nevruzla ilgili imevsim nağmelerinde, bu halk bayramının getirdiği iyimserlik hissi, hayata, geleceğe güven duygusu önemli yer tutmaktadır:

Novruz, Novruz bahara, Güller, güller bahara, Novruz gelir, yaz gelir, Neğme gelir, saz gelir. Bağçamızda gül olsun, Gül olsun, bülbül olsun. Bağçalarda gül olsun, Gül üste bülbül olsun. Mevsim nağmeleri içerisinde eskiden beri Azerbaycan Türkleri arasında çok yayılmış, Xıdır ve QoduQodu merasimleri ile ilgili olarak yaratılmış nağmelere de sık şekilde tesadüf olunmaktadır. Xıdır, Xıdır Nebi, yahut Xıdır İlyas hakkındaki nağmelerde yeşillik, barbahar ve bereket arzusu, gıda ve ruzi isteği esas yer tutar. Ebedî hayat simgesi olan Xıdır, zor duruma düşenlerin, darda kalanların kurtarıcısı ve yolgöstereni gibi takdim olunur.

“Xanım ayağa dursana,
Yük dibine varsana,
Boşqabı doldursana,
Xızırı yola salsana.”
Maişet merasimi folkloru vasfıhaller, ağılar,
nişan ve toy nağmeleri vs.den oluşmaktadır.

Vasfıhaller kuruluş açısından bayatıları ha tırlatmaktadır. Adından da anlaşıldığı gibi, burada halin vasfı, durumun açıklanması esastır. Vasfı hallar daha çok genç kızlar ve kadınlar arasında yayılmıştı. Nevruz bayramı arefesinde, gelen yeni yılın nasıl olacağı, kimin ne beklediği vs. hakkında vasfıhallar vasıtası ile fal açılarak bilgiler alınırdı. Azerbaycan folklorunun ilk tetkikçilerinden yazar Yusuf Vezir Çemenzeminli bu merasimi şöyle tas vir eder: “Xalqımız arasında Novruz bayramına bir ay qalmışdan başlayaraq çerşenbe axşamı vasfıhal salmag kimi bir adet vardı. Qadın ve qızlar top lanaraq bir badya su qoyar ve hereden bir nişan alaraq suya salardılar. Badya başında oturan qadın tesadüfen eline keçen nişanı sudan çıxarıb bir vasfıhal söyler, bu qayda ile fala saxardılar. De meli, nişan verenin üreyinde bir niyyet olar ve niy yetinin baş vereceyini ve ya vermeyeceyini söy leyen vasfhaldan duyardı”. Mesela birini seven kız için, böyle bir vasfıhalın okunması uğur ala meti idi:

Oturmuşdum sekide,
Üreyim seksekide,
Yardan üç alma geldi,

Bir qızıl nelbekide. Ağılar da halk edebiyatının en eski ve etkili örneklerindendir. Tarihî kaynaklardan da belli olduğu gibi, eski Azerbaycanda yuğ olarak adlanan merasim mevcut idi. Ölen kahramanlar için yuğlama merasimi yapılırdı. Bu merasimde yuğçular ölen kahramanın sıfatlarını anlatırlardı. Yuğ ve yuğçu sözü Azerbaycan Türkçesinde değişikliğe uğrayarak ağı ve ağıçı şeklini almıştır. Halk edebiyatındaki ağılara hem nesir, hem de şiir şekillerinde tesadüf etmek mümkündür. Nesirle olan ağılarda daha çok ölen adamın keyfiyetleri anlatılır, bayanlardan oluşan kısa şiirlerle söylenen ağılarda ise bu ölümün doğurduğu ıstırablar, onun yakınlarına, çocuklarına etkisi vs. tasvir edilir. Azerbaycan ağıları onu yaratan halkın, özellikle de Azerbaycan kadınlarının iç dünyası, onların kardeş, er, evlat ve anababa sevgisi hakkında açık fikir verir. Hacim açısından küçüklüğüne rağmen, her ağı insan hislerinin, insan duygularının derinliğini ve sonsuzluğunu açığa çıkaran dolgun bir eserdir:

Bostanda tağım ağlar,
Basma, yarpağım ağlar. Ne qeder sağam, ağlaram, Ölsem torpağım ağlar.
Keder ve derd üzerinde köklenmiş ağılardan

farklı olarak nişan ve toy nağmeleri şenliği, şuhluğu, esprili havası ve oynaklığı ile seçilir. Azerbaycan halk edebiyatında nişan ve toyun bütün aşamaları ile bağlı şiirler, nağmeler mevcuttur. Bunların arasmda, elçilerin gelmesi, nişan getirilmesi, gelinin eline kına yakılması, gelinin oğlan evine getirilmesi, gelinin ve damadın tarifi vs. merhaleleri ve onlarla ilgili nağmeleri hatırlatmak mümkündür. Aynı zamanda bu nağmeler hal mizahının, alaycılığının tüm inceliklerini yansıtır. Mesela, elçilik yahut nişan için gelen oğlan tarafının nezaketli davranışları, onlarm okudukları nağmelerden de bilinir:

Quda, gelmişikbiz size,
Hörmet ediniz bize,
Bu gün qızımız sizdedir,
Sabah aparırıq bize.

Kızın ata anasmın rızası alındıktan ve toy merasimi gerçekleştikten sonra ise, onlarm okudukları nağmelerin tonu ve mazmunu tamamen değişir:

Verdim bir dana, Aldım bir sona,
Ay kız anası, Qalyanayana
Yeni yuvasma sevdiği oğlanın evine getirilen geline müracaatla okunan nağmeler ise inceliği, samimiliği, ile seçilir:
Anam, bacım qız gelin, Elayağı düz gelin.
Yeddi oğul isterem,
Birce dene qız, gelin.

Toy merasimi sona erer, yeni aile kurulur, genç ataananın ilk çocuğu dünyaya gelir. Çocuk folklorunda, babaananm çocuklarının sağlam ve mutlu büyümeleri ile bağlı arzuları var; çocukları eğitmek, onlarm akimi, zekasını geliştirmek, niteliklerini inkişaf ettirmek için zaman zaman halk bilgilerine, halk tecrübesine dayanarak ortaya konulan oyunlar ve nağmeler, bilmeceler ve yanıltmacalar da var. Analık sevgisini, evlat mehebbetini ifade eden laylalar ve okşamalar Azerbaycan çocuk, folklorunun en yaygın numunelerindendir. Bu beşik nağmeleri en munis, derunî hislerin ifadesidir.
Laylalar ve okşamalarla birlikte, Azerbaycan çocuk folklorunda, arzulamalar, beslemeler, nazlamalar, azizlemeler, eğlendirmeler vs. gibi çocuk hayatı ve anaçocuk münasebetleri ile ilgili diğer numuneler de mevcuttur. Mesela, beşikte yatan küçük oğlunu yahut kızını okşayan ana onun nişanı, düğünü vs. ile ilgili nağmeler okur:

Elinde var def,
Üstüde sedef,
Kırmızı köynek,
Geler qızımçün.

Küçük yaşlı çocuklar arasındaki oyunlarla ilgili folklor numunelerinin çeşidi de Azerbaycan halk edebiyatında oldukça geniştir. Buraya sanamalar, düzgüler, acıtmalar, çatdırmalar, bahisleşmeler vs. dahildir. Sanamlalar ve düzgüler çocukların hafızalarını geliştirdiği gibi, dilin zenginliklerini açıklayan yanıltmacalar da, onlarm konuşma ka’ biliyetlerinin gelişmesinde önemli rol oynar. Biri birine benzer, ama farklı manalara sahip sözlerden oluşan yanıltmaçlar, aynı zamanda halk edebiyatında dil unsurlarının ne kadar başarılı bir şekilde kullanıldığı hakkında fikir verir: “Getdim gördüm bir derede bir berber bir berberi ber ber beğirdir. Dedim, a berber bu berberi niye ber ber beğdirdirsen? Dedi bu berber ber ber beğiresi berberdir”. Ve yahut: “Bu mis ne pis mis imiş, Bu mis Kaşan misiymiş” gibi yanıltmaçlar, yalnız çocuk konuşmasının gelişmesinde, onlarm düzgün telaffuz kurallarını öğrenmelerinde değil, ayni zamanda çocuklarda bir humor hissinin oluşmasmda da önem taşımaktadır.
Türk halkları arasında bilmece, tapışmak, cummak vs. adlar altında tanınan tapmacalar da Azerbaycan Halk Edebiyatının, özellikle de Azerbaycan çocuk folklorunun geleneksel ve yaygın şekillerinden biridir. Tapmacalar halk hayatının hemen tüm alanlarını ihata eder. klasik Azerbaycan şiirlerindeki muamma ve loğaz, aşık edebiyatındaki bağlama ve gıfübend gibi şiir şekillerinin meydana çıkmasına halk edebiyatındaki tapmacaların da büyük bir etkisi olmuştur.

Azerbaycan Halk Edebiyatının mühim bir kısırımı ata sözleri ve darbimeseller oluşturmaktadır. Halkın tarihî tecrübesini aksettiren ata sözlerimiz, diğer Türk boylarının ata sözlerinden fazla farklı değildir. Bu da yalnız soyumuzun ve dilimizin değil, tarihî bilgi ve tecrübelerimizin de aynı olduğunun bir işaretidir. Türk millî kültürünün muhteşem numunelerinden olan “Kitabı Dede Korkut” destanlarının ata sözleri ile açılması, halkın bu zeka ve idrak numunelerine her zaman büyük önem verdiğini göstermektedir. Nesîmî, Fuzûlî, Vakif vs. gibi orta çağ Azerbaycan şairlerinin eserlerinde de bol bol işlenen ata sözleri, yalnız asırlar boyu smavdan geçirdikleri gerçeklerin değil, hem de onun tarihinin, manevîahlâkî kanaatlarınm ifadesidir. Azerbaycan atalar sözlerinin toplanmasına ve tetkikine XIX. yy.’m ikinci yarısından sonra başlanmıştır. Bütün hayatını bu zengin halk hazinesinin yazıya alınmasına vermiş folklor uzmanı Ebülkasım Hüseynzade’nin tahminen yetmiş yıl zarfmda on binden fazla atalar sözleri toplaması Azerbaycan Halk Edebiyatının diğer alanlarda olduğu gibi bu sahada da zenginliğini, verimliliğini göstermektedir. Azerbaycan atalar sözlerinin büyük ekseriyeti manzumdur. Dahilî kafiyelerden ibaret ata sözleri ile bir sırada iki, bazen dört mısradan oluşan ata sözlerine rastlamak mümkündür.

Diğer halkların edebiyatlarında olduğu gibi Azerbaycan Türklerinin halk edebiyatında da şiir ve nesir türleri birlikte kullanılmıştır. Ancak şiir türleri daha fazladır. Sözlü edebiyatın bu türleri içerisinde en yaygın olanı bayatılar (maniler)dır. Azerbaycan folklorcuları arasında bayatıların menşei ile ilgili farklı fikirler mevcuttur. Tetkikatçıların büyük ekseriyeti bu popüler halk edebiyatı türünü Bayat adlı Türk boyunun adı ile ilgili göstermektedirler. Bayatlar eskiden beri Kuzey Azerbaycan sınırları içerisinde yaşamaktadırlar ve bazı rivayetlere göre Türk dünyasının büyük söz ustası Fuzûlî de bu boydandır. Bayatıların “kadim”, “eski” manalarını bildiren “boyat” sözünden türediğini ve bununla da bu poetik türün en eski zamanlardan beri halkın manevî hayatına dahil olduğunu savunan edebiyatçılar da vardır.
Bayatı halk edebiyatından yazılı edebiyata da geçmiştir. XVI. yy. Azerbaycan klasik şiirinin tanınmış temsilcilerinden birisi olan Şah İsmayıl Hatai aynı zamanda güzel, düşündürücü bayatılar şairidir. XVII. yy. Azerbaycan şairlerinden Mehemmed Emani’nin de kendi yaratıcılığında bayatıya önem verdiği bilinmektedir. Azerbaycan halk edebiyatında müellifli bayatıların en olgun ustası ise, XVII. yy. da yaşamış Sarı Aşık olmuştur. Şiirlerinin birinde “Külli Qarabağın abiheyatı, Nermü nazit bayatıdır, bayatı” diyen XVIII. yy. büyük Azerbaycan şairi Molla Penah Vaqif, bayatıdan bir güzellik, incelik ve olgunluk simgesi gibi söz ediyordu.

Bayatılar da diğer halk edebiyatı örnekleri, özellikle de atalar sözleri gibi halkın tarihini, bu tarihin önemli olaylarını yaşatmakdadır. Mesela,

Apardı tatar meni,
Qul edib satar meni,
Yarım vefalı olsa, Axtarıb tapar meni
bayatısı hiç şübhesiz ki, Azerbaycan’ın Mogoltaralarm yönetimi altına geçtiği XIIXIV yy. eseridir.

Azerbaycan folklorunun başka bir şiir türühalk mahnıları, musiki ile bedii sözün birleşmesinden türemiştir. Onlar sevgi ve kahramanlık mahnıları olarak iki kısma ayrılmaktadırlar. Sevgi mahnıları derin ve ince lirizmi, hislerin samimiliği ve kıvraklığı ile seçilir. Kahramanlık mahnılarmda ise adından da anlaşıldığı gibi, mücadele, savaş, haksızlıklara karşı barışmazlık ahvaliruhiyyesi öne çıkarılmaktadır. Sevgi konulu halk mahnılarının bazıları diyalogdeyişme şeklindedir. Halk mahnıları popülerlik açısından atalar sözleri ve bayatılarla aynı seviyededir. Buraya kadar üzerinde durduklarımız Azerbaycan halk edebiyatının lirik türleridir. Şiirle birlikte epik tür, yahut nesir de, bu edebiyatta yaygındır. Nağıllar, destanlar, qaravelliler, rivayetler, efsaneler, esatirler, latifeler vs. millî folklordaki nesir türlerini oluşturmaktadırlar.

Her Azerbaycan Türkü, çocuk yaşlarından başlayarak Azerbaycan nağıllarmın çekici ve sihirli dünyasının içine girer, bu dünya ile büyür. Azerbaycan nağıllarında onu yaratan ve yaşatan halkın millî özellikleri, gelenek ve görenekleri, örf ve âdetleri, geçimi dünya görüşü, insanlarla münasebeti, manevî özgürlük uğrunda mücadelesi ön plana çıkar. Azerbaycan nağılları, zaman zaman yazılı edebiyatın faydalandığı zengin kaynaklardan biri olmuştur. XII. asrın büyük Azerbaycan şairi Nizami Gencevi’den başlayarak Azerbaycan Edebiyatının bütün büyük simaları kendi yaratıcılıklarında nağıllara sık sık müracaat etmiş, nağıllardan aldıkları konularda, yeni devirle, yeni meselelerle sesleşen eserler yazmışlardır. Bu açıdan millî folklorun diğer türleri ile mukayesede nağılla daha büyük bir çapta yazılı edebiyatın malzemesini oluşturmuşlardır.

Nağıl toplayıcıları ve araştırıcıları, dünya folklorunun da tecrübesine dayanarak Azerbaycan nağıllarını muhtelif, yönlerden tasnif etmişlerdir. Mesela, bu sahanın ilk araştırıcılarından biri olan yazar Yusuf Vezir Çemenzeminli nağıllarımızı üç gruba ayırmıştır: eski tasavvur ve ayinlerle ilgili nağıllar; tarihî nağıllar ve çocuk nağılları. Çağdaş folklorcular ise derlenmiş ve araştırılmış daha fazla nağıl örneklerini göz önünde tutarak Azerbaycan nağıllarının konu açısından daha geniş tasnifini vermişlerdir. Buraya hayvanlar hakkında nağülar, sihirli nağıllar, tarihî nağıllar, ailegeçimle ilgili nağıllar ve satirik (mizahi) nağıllar dahildirler.

Hayvanlar hakkındaki nağıllar mana açısından daha evvelce sözü edilen sayacı sözlerine benzer. Bu nağıllarda halkın tarihî gelişme merhalelerinde totem olarak kabul ettiği, bu veya başka açıdan kutsallaştırdığı hayvanlarla ilgilidirler. Mesela, Azerbaycan’da yılanın bir totem olarak alındığı çok sayıda nağıllar vardır. Diğer taraftan, Azerbaycan’da yılan pirlerinin, yılan tapmaklarının varlığı da bilinmektedir. Tarihçiler bunu Azerbaycan’ın en eski nüfusunun, özellikle de Midiyalılarm yılana tapınması ile ilişkili göstermekdedirler. Diğer taraftan, yılan dünya folklorunda idrak, zekâ simgesi olarak alınmıştır. Bu, yılanla ilgili Azerbaycan nağıllarında da gözükmektedir. Mesela, “Ovçu Pirim” nağılmda yılan Ovçu Pirim’in ağzına tükürür ve bundan sonra Pirim tüm hayvanların dilini anlar. Azerbaycan nağıllarında yılanla birlikte canavar, horoz, it, öküz, inek vb. hayvanlar da totem olarak geçmişlerdir.

Sihirli nağıllar da ortaya çıkış açısından eski nağıllardandır. Bu nağıllarda insanın mitolojik varlıklara, doğanın dağıtıcı kuvvetlerine karşı mücadelesi yer alır. Adından da anlaşıldığı gibi, Azerbaycan sihirli nağıllarında kahramanlar sihir, cadı, efsun ve mitolojik yardımcılarının sayesinde devler, ejderhalar, periler, cadıkarılar, tılsımlar vs. ile mücadele ediyorlar. Bu nağıllardaki hadiseler, ekser hallerde, zulmet dünyasında, yerin altında, periler ve devler ülkesinde ve diğer fantastik mekânlarda geçer. Sihirli nağıllar tüm fantastik süsüne rağmen aslında halkın sevmediği, barışmadığı kuvvetlere karşı mücadele ruhundan ve isteğinden kaynaklanırlar.

Tarihî nağıllar ise, adından da anlaşıldığı gibi, Azerbaycan tarihinin ayrı ayrı olayları, şahsiyetleri yahut da faaliyetleri, bu ülke ile ilgili olmuş insanların hayatı ile ilgilidir. Azerbaycanda İskender, Dara Şah Abbas ve başka tarihî şehsiyetler hakkında nağıllarm varlığı bu folklor türünün yalnız halk fantazisine değil, aynı zamanda tarihî gerçekliklere dayandığını göstermektedir. Maişeti nağıllar konusu nağıllarm daha büyük bir bölümünü oluşturur. Bu nağıllarm konusu, gündelik hayattan gerçek mücadeleden alınmıştır. Maişet nağıllarının esas kahramanları halkın arasından çıkmış adamlardır. Çoban, nöker, işçi, köylü vb. meslek adamlarından oluşan bu kahramanlar maişet nağıllarında bir kural olarak, nağılın başlangıcında zayıf, kuvvetsiz, zavallı adamlar gibi tasvir olunurlar. Ama içerisine girdikleri hayat şartları, farklı olaylar onları sanki yeniden yetiştirir. Onlar hem aklî, hem de fizikî açıdan kuvvetlenir, karşılarına çıkan zorlukları başarı ile geçerek nağılın sonunda ülke yöneten bir padişah, akıllı bir vekil, adaleti ile tanınan yönetici seviyesine yükselirler.

Esas kahramanlar Keçel, Koşa vb. olan satirik (mizahî) nağıllarda ise, halk gülüş yolu ile kendi düşmanlarına karşı mücadele verir. Bu nağıllarm kahramanları en zor durumlardan, akılları, hazırcevaplılıkları ile kurtulabilirler; özlerinden kat kat kuvvetli düşmanı akim, sözün kudreti ile yenerler. Yüzyıllar boyu, halkın yediden yetmişe her temsilcisi için hayat mektebi olmuş nağıllarm, Azerbaycan folklorunda kendi gelenekleri, üslûp özellikleri meydana gelmiştir. Her bir nağıl peşrev yahut nağılbaşı ile başlayıp, nağılsonu ile biter. Nağılbaşılar diğer dünya halklarının nağıllarının da esas üslubî özelliklerindendir. Ama Türk nağıllarının (Azerbaycan, Özbek, Türkmen vs.) başlangıcındaki nağübaşlarm özelliği ve farkı, onların kural olarak humoristik karakterde olmasındadır. Diğer taraftan, nağılbaşı nağılın mazmunu, konusu ile bağlı kalmaz. Mesela, “Hamam hamam içinde, xelbir saman içinde, deve delleklik eyler, köhne hamam içinde. Hamamcının tası yox, baltacının bal tası yox, Orda bir tazı gördüm, onon da xaltası yox. Qarışqa şıllaq atdı devenin budu batdı, milçek mindim çay keçdim, yabaynan dovğa içdim, heç bele yalan görmemişdim” vs.

Azerbaycan Halk Edebiyatında efsaneler, esatirler ve rivayetlerin de çok sayıda örnekleri vardır. Hayvanlar, kuşlar, yer adları, kaleler, boy halk, nesil, totem adları, sema cisimlerinin adları, tarihî olaylar ve şahsiyetler, dinî unsurlar yanında, Azerbaycan efsanelerinin her birisinde halkın fikir ve amaçları, onun geçmişini anlamak ve geleceği bilmekle ilgili istek ve çabaları esas yeri tutar. Azerbaycan efsane ve esatirlerinin halk arasında toplanmasına yirminci yüzyılın başlarmda başlanmıştır. Arif Acalov’un esatirler, Sednik Pirsultan’m ise efsanelerle ilgili toplama ve derlemeleri, tetkik ve değerlendirmeleri bu folklor türlerinin de Azerbaycan halk edebiyatındaki yaygınlığını, farklı örneklere malik olduğunu ortaya koymuştur. Azerbaycan epik folklorunun halk arasında popüler olan türlerinden biri de latifelerdir. Latifeler aynı zamanda Türk folklorunun konu ve kahraman açısından ortak türüdür. Türk halklarının ortak bir gülüş, mizah kahramanı var.

O, farklı Türk boyları arasında Molla Nesreddin, Nasrettin Hoca, Nesreddin Efendi, Hoca Nasır Efendi vs. adlarıyla tanınan ve anılan büyük mizah ustasıdır. Azerbaycan folklorunda Molla Nesreddin gibi tanman bu idrakli insanla ilgili yüzlerle latife yazıya alınmıştır. Molla Nesreddin sevinç anlarında da, keder dakikalarındada, toyda da, yasta da her zaman halkın yanında olan, her zaman ona destek veren, maceraları ile onu güldürerek düşündüren ve düşündürerek güldüren büyük bir ustadır. Ama, Molla Nesreddin Azerbaycan latifelerinin yegâne kahramanı değildir. Behlül Danende, Aptal Kasım gibi gülüş ustalarının da çok sayıda latifeleri yazıya alınmış ve halk arasında yayılmıştır. Ayrıca, Azerbaycan’da her bölgenin kendi mizah kahramanları olmuştur ve onların gelenekleri şimdi de yaşamaktadır.

Diğer halkların sözlü edebiyatlarında olduğu gibi, Azerbaycan Halk Edebiyatmda da bu edebiyatın zirvesini destanlar oluşturmaktadırlar. Destanlar Azerbaycan folklorunun halk arasında yaygın ve hacim açısından büyük türlerinden biridir. Destan kelimesi Azerbaycan Edebiyatında bin yıllar boyu kullanılmıştır. Bilindiği gibi, Nizami Gencevide “Hamseye” dahil olan eserlerini “destanlar” olarak adlandırmıştır. Azerbaycan destanları hem şiir, hem de nesrin unsurlarını taşımaktadır. Başka sözle söyleyecek olursak, destanlarda nesr ve nazm parçalan birbirini takip eder; fikir ve mana açısından birbirini tamamlar. Destanm nesr parçaları olayları, durumları anlatırken, şiir parçaları daha fazla kahramanların lirik his ve düşüncelerinden, onların heyecan ve ıstıraplarından söz açarlar.

Asırlardan beri malum olan, halk arasmda geniş alanlara yayılmış, derlenmiş Azerbaycan destanları halk edebiyatı ile ilgili tetkiklerde kahramanlık ve sevgi destanları olarak tasnif edilmiştir. Bu destanların arasındaki farklar da her şeyden önce onların adlarında kendini gösterir. Halkın farklı tarihî dönemlerde kendi bağımsızlığı, egemenliği, insan hakları, toprağının ve yurdunun, kadının ve akrabalarının hür yaşamı için verdiği mücadeleler esasen kahramanlık destanlarına yansımıştır. Bundan farklı olarak sevgi destanları daha fazla aşk romanlarını hatırlatmaktadırlar. Bu destanlarda sevgilisine kavuşmak için mücadeleye başlayan genç aşığın ıstırapları, sevgi yolunda karşılaştığı zorluklar, verdiği savaşlar vs. esas konuyu oluşturmaktadır. Ancak, kahramanlık destanlarında sevgi sahnelerinin, bunun aksine olarak sevgi destanlarında kahramanlık ve savaş sahnelerinin olması da doğaldır. Destan diğer halk edebiyatı türlerinden farklı olarak hayatı daha geniş boyutlarda, daha çeşitli ölçülerde aydınlattığından, tabii ki, burada insan hayatının daha farklı sahneleri göz önüne alınabilir.

Azerbaycan Halk Edebiyatında “Kitabi Dede Korkut, Koroğlu, Molla Nur, Kaçak Nebi, Kaçak Kerem, Settarhan” vs. kahramanlık destanları yaygındır. Bu destanlar farklı tarihî dönemlerin eseri olduğu gibi, onlarda akseden olaylar, tarihî gerçekler de, Azerbaycan halkının hayatının farklı devirleri ile ilgilidir. Mesela, Kitabi Dede Korkut’ta Azerbaycanlıların, daha geniş anlamda ise Oğuz Türkleri’nin X.XI. yy. hayatı söz konusudur. Koroğlu destanı Kafkasya’da ve Azerbaycan’da XVI.XVII. yy.’da cereyan eden tarihî olayların edebî ürünü olarak meydana çıkmıştır. “Kaçak Nebi, Kaçak Kerem, Sattarhan” vb. kahramanlık romanları ise, Azerbaycan Türklerinin Rus ve İran zulmüne karşı teşkilatlanmış bir halde mücadele verdikleri XIX.XX. yy. edebî ürünleridir.

Türk Halk Edebiyatının ve Türk lehçelerinin muhteşem abidesi olan Kitabi Dede Korkut tam olarak bin yıl önceki AzerbaycanTürk hayatının ansiklopedisi olarak adlandırılabilir. İlim alemine ilk kez, 1815′te Alman şarkiyatçısı Henrif fon Dits’in tetkikatıyla çıkan bu eser Azerbaycan’da ilk defa 1938′de yayınlanmıştır. Prof. Hemid Araslı’nm hazırladığı bu neşir bütünlükle Türkiye’de yayınlanan Orhan Saik Gökyay neşrine dayanmakta idi. Azerbaycan halk edebiyatı araştırıcılarının Kitabı Dede Korkut destanı ile ilgili tetkikleri ise 192030 yıllarına tesadüf etmektedir. Stalin’in eski Sovyetler Birliği’nde 1937′de başlattığı “Büyük terör” de zarar gören edebî eserlerden birisi de Kitabı Dede Korkut destanları olmuştur. Pantürkizm tebliği ve milletçiliği ileri sürülerek bu edebî abide yasaklanmış, onunla ilgili tetkikleri olan araştırmacıların bazıları da cezalandırılmıştır. Destanın 1950 ‘de Bakü’de, akademisyen V. V. Bartold’un çevirisinde Azerbaycan alimleri tarafından yayınlanması eski Soyvet yönetimi arasında gerçek bir hiddet fırtınası doğurmuştur Kitabı Dede Korkut destanları üzerindeki yasak, Stalin’in ölümünden sonra kaldırılmış, bu destanla ilgili yalnız Türkiye’de Azerbaycan’da değil diğer Türk Cumhuriyetlerinde (Türkmenistan, Kazakistan), yabancı ülkelerde (ABD, İngiltere, Hindistan vs.) bir sıra dikkati çeken araştırmalar ortaya çıkarılmıştır. Rus dilinin yanısıra destanın tam metni İngilizce, Almanca, İtalyanca, Hırvatça, Litva vs. dillere aktarılmıştır.

Kuşkusuz, Kitabı Dede Korkut Oğuz Türkleri’nin ortak edebî abidesidir. Bu fikri kabul etmekle birlikte, destanın tetkikatçılarmın çoğu onun ortaya çıkış yeri olarak Azerbaycan üzerinde dururlar. Rusya’da bu destanın en tanınmış araştırıcılarından olan V. V. Bartold sonuçta şöyle bir neticeye gelmiştir: “Bu destan çok çetin ki, Kafkasya muhitinden dışarıya formalaşabilirdi”. Gerçekten de destandaki olayların büyük bir kısmı şimdiki Azerbaycan’ın sınırları içerisinde gelişir. Destanın farklı boylarında Gence, Berde, Nahçıvan, Şerur, Dereşam, Derbend, Göğce Gölü vs. gibi bugün de coğrafî açıdan Azerbaycan’a bağlı bölgelerin adı geçer. Destan kahramanları bü bölgelerin vatandaşlarıdır, onların yakın komşuları ise, Gürcü, Abhaz ve başkalarıdır. Destanların tanınmış Türk araştırıcılarından Muharrem Ergin de onların hem dil, hem de tarihîcoğrafî açıdan Azerbaycan’la ilgisi fikrini kabul eder. Muharrem Ergin’in fikrince Türklüğün ortak edebî habidesi, ortak halk destanı olan Kitabı Dede Korkut Azerbaycan’la daha sıkı şekilde bağlıdır.
 

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
Azeri edebiyatı
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Doğuşu

İslamve İran medeniyeti tesiri ve Batı medeniyeti tesiri altında doğmuştur. Azeri türkçesini halk şairleri 12. - 13. yy'da kullanır. Bundan önce eserler Farsça olarak kaleme alınmıştır. İsmail Bin Yassar, bu edebiyatın ilk temsilcidir. 12. yy. başlarında Nizami Gencevi, şirvanlı Feleki, İzzeddin ve Efdaleddin de Azeri edebiyatında yer alır.
14. yy.

İlhanlılar ve Celayirliler devri, Horosan’dan yeniden gelen Oğuz Türklerinin de tesiri ile Türkçe edebiyat dili halini almaya başlamıştır. Kadı Burhaneddin, Hasanoğlu, Erzurumlu Darir, Seyit Nesimi gibi şairler de bu dönemde yetişmiştir. Azeri edebiyatının en büyük şairi Fuzûlî’dir(?-1556).

18. yy.

Modern Azeri edebiyatının doğduğu dönemdir. Şah İsmail Hatayi (Sefeviler imperisinin hükümdarı) ile başlayan sade edebi Türkçecilik akımı Azerbaycan'ın hatırı sayılır şairlerden Molla Penah Vakıf, Vidadi gibi modern edebiyat kurucuları tarafından da benimseyerek yaşatılmıştır.

19. yy.

Azerbaycan bu yüzyılda batıdaki siyaset ve kültür akımlarının tesiri altına girdi. Çarlık rejiminin bütün baskısına rağmen, Fransız İhtilali havası, Kafkasya’yı sardı, aydın azeri kuşağı üzerinde derin bir tesir bıraktı. Azeri Edebiyatı, eski aşk terennümünü bir yana bırakarak yeni kültürün öncülüğünü yaptı.
19. yy. ortaları Azerbaycan için bir nevi Rönesans olmuştur. Mirza Fethali Ahundzade’nin modern altı piyesi bir taraftan modern Azeri Dram Edebiyatı’nı hazırlarken, Hasen Bey ZerdabiSeyyid Azim Şirvani, Usul-i Cedit modern Türkçe mektebini açmış, Azerbaycan öğretimine yeni eğitim ve öğretim sistemi kazandırmıştır. gazetesi ile Azeri basınının temelini atmıştır.

Azeri Edebiyatında Mizah

Celil Memmetkuluzade, Mirze Alekper Sabır bu alanda eserler vermiş, toplumu mizah yoluyla ironik bir dille anlatmışlardır. Uzun yıllar yayın hayatını sürdüren Molla Nasreddin dergisi de bilinmektedir.

Dram

Necef Bey Vezirli, Hüseyin Cavit, Cafer Cabbarlı, Celi Memmetkuluzade, Ahundzade Süleyman gibi yazarlar bu alanda yetişmiştir. Azerbaycan’da tiyatronun yanında opera ve operet de gelişmiştir. Hacı beyliği ailesi bu alanda başarılı çalışmalar yapmıştır.

Şiir

Ahmet Cevat ve Yusuf Ali Türkiye’deki şiir akımlarından etkilenmiş, şiirlerini bu doğrultuda geliştirmiştir.Azerbaycan edebiyatı kominist rejmin uzun süre baskısı altında kalması edebiyatın inkişafına büyük etkisi olmuş, komunist idiolojisine ters olanlar Stalin diktatörlüyünün kurbaları olmuşlar.
 

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
Azeri Edebiyatı

Türk edebiyatı tarihinde Çağatay ve Osmanlı lehçelerinin yanı sıra Horasan'dan Anadolu'ya, Kafkasya'dan Bağdat'a kadar 14. yüzyıldan başlayarak geniş bir alanda gelişen edebî lehçeye Azerî Türkçesi denir.

Batı Oğuzcanın bir kolu olarak düşünülen bu edebî lehçeyle yazılmış yapıtlar da Azerî edebiyatı adı altında toplanır. Eldeki verilere göre, bu edebiyatın en eski temsilcisi Hasanoğlu'dur. 14. yüzyılda Anadolu bölgesinde Kadı Burhanettin, Erzurumlu Darir, Irak bölgesinde de Nesimi, Azerî edebiyatının başlıca temsilcileridir. 15. yüzyılda Yusuf-i Hakiki ve Habibi; 16. yüzyılda Hatâyi ve Fuzuli ile Azerî edebiyatı doruğa ulaşır. 16. yüzyıldan sonra gerek kullanılan dilin ortak özelliklerinin gittikçe azalması, gerekse tarihsel ve toplumsal etkenler sonucu, Osmanlı etkisi taşımakla birlikte ayrı bir Azerî edebiyatının gelişimi söz konusudur. Safevî egemenliğinin sürdüğü 17. yüzyılda Mesihi ve Türkçe gazeller de yazmış Fars şairi Saip, Azerî edebiyatını temsil ederler. Safevi egemenliği İran'da sona erince Kuzey Azerbaycan'daki hanlıklar da bağımsızlıklarını ilân ettiler. Siyasal karışıklıkların edebiyatı durgunluğa ittiği bu dönemin en ünlü şairi Molla Penah Vakıf'tır (ölümü 1795). 19. yüzyılın ortalarından başlayarak Azerî edebiyatının Batı etkisine girdiği görülür. Dönemin en büyük yazarı, roman ve tiyatro alanındaki yapıtlarıyla çağdaş Azerî edebiyatının kurucusu sayılan Mirza Feth Ali Ahundof'tur. Gazetecilik de bu dönemde başlamış, ilk Azerî gazetesi, on beş günlük Ekinci, 1875'te çıkarılmıştır.

Yüzyılın başında Çarlık Rusyası'ndaki ayaklanmalar, Rus-Japon Savaşı ve 1917 Devrimi, Azerbaycan üzerindeki baskının hafiflemesine yol açmıştır. Bu dönemde Osmanlı Devleti'ndeki 1908 Meşrutiyet hareketi ve Meşrutiyet'ten sonraki Türkçülük düşüncesi Azerî aydınlarını etkilemiş, edebiyatta da Tanzimatçılar ile Edebiyatı Cedidecilerin etkisine girilmiştir. Hüseyinzade Ali'nin çıkardığı Füyuzat dergisinde (1906-1907) öğrenim ve edebiyat dilinin Türkiye Türkçesi olması savunulmuştur. Mehmet Hadi, Abbas Sıhhat, Abdullah Şaik ve Hüseyin Cavit, bu yolda ürün vermiş şairlerin başlıcalarıdır. Azerî Türkçesi ile yazma akımı ise dönemin ünlü mizah dergisi Molla Nasreddin (1906-1920) çevresinde sürdürülmüştür. Bu dergiyi çıkaran Celil Mehmet Kuluzade ve hicivleriyle ünlenen Sabir, bu akımın en güçlü temsilcileridir. Azerbaycan'ın 1920'de Sovyet yönetimine girmesinden sonra edebiyat da sosyalist çizgide gelişmiştir.
 

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
Oğuzca adıyla anılan Batı Türkçesi zamanla iki ana devreye ayrılmıştır. Bu ayrılma Batıda Osmanlı Türk Edebiyatını meydana getirirken, Doğuda da Azeri Türk Edebiyatı teşekkül etmiştir. Aslında gerek Doğu, gerekse Batı Oğuzcası 13, 14 ve 15. yüzyıllarda pek farklılık göstermez. Selçuklulardan sonra ortaya konulan edebiyatta her iki Oğuz ağzının temelini teşkil eden dil unsurları mevcuttur. Onun içindir ki, EskiAnadolu Türkçesi diye adlandırdığımız Batı Türkçesinin ilk zamanlarında ayrılık görülmez ve bu devir Türkçesi her iki ağzı birleştiren bir hususiyete sahiptir. Fakat zamanla Oğuz Türkçesi içinde ortaya çıkan iki daire belirli dil unsurlarını kendilerinde umumileştirerek ayrılma yoluna gitmiştir. Bu ayrılma ilk zamanlar pek ileri değildir. Hatta tarih içinde güçlü ve devamlı bir edebiyat olan Osmanlı Edebiyatı, sadece Azeri sahasında değil diğer Türk illerinde de kendisini hissettirmiştir. Bu irtibat sadece kültür sahasında olmamış,Osmanlı, yeri geldikçe son zamanlarda bile elinden gelen yardımı bu Türk ülkelerine esirgememiş, Türkçenin ve Türk Edebiyatının gelişmesinde mühim rol oynamıştır. Hatta Halili gibi meşhur şairler Osmanlı sarayı tarafından da himaye edilmiştir. Azerbaycan'ın siyasi ve kültür tarihinde Osmanlının bu bakımdan mühim bir yeri vardır. Bütün Türk dünyasında olduğu gibi Azerbaycan ile olan münasebet bugünkü kardeş Türk Dil ve Edebiyatının temelini teşkil etmiştir. Bu noktadan hareket eden Gaspıralıİsmail ve diğer Türk kültür birlikçileri Türk dünyasını tek bir yazı dilinde birleştirmek fikrinde kısa zamanda başarıya ulaşmışlar ve Osmanlı Türkçesinin tek bir yazı dili olmasını istemişlerdir. Bu ise Osmanlı Türklüğünün diğer Türk illerini görüp gözetmelerinin ve onlara duydukları yakınlığın neticesinden başka bir şey değildir. Sırf bu irtibatı koparmamak için bazı Osmanlı şairleri Doğu Türkçesi (Çağatay Türkçesi)nde gazeller bile yazmışlardır.

Zamanla ayrılmaya başlayan Azeri Türkçesi dil coğrafyası itibariyle Doğu Anadolu, Güney Kafkasya ve Kafkas Azerbaycanı, İran Azerbaycanı, Kerkük ve Irak-Suriye Türklerini içine almaktadır. Azeri Edebiyatı daha çok şiir dili olarak kuvvetliliğini kurmuştur. Bu bakımdan Azeri sahasında Türk Edebiyatının çok kuvvetli şairleri yetişmiştir.

Azeri sahası Türk Edebiyatı, 14. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar pekçok şair, nasir ve sanatkar yetiştirmiştir.

On dördüncü asırda Azeri Türkçesi Edebiyatı:

Bu yüzyılın Azeri sahasında yetişen önde gelen şairi Nesimi (ölm. 1404)dir. Şiirlerinde heyecan ve lirizm hakimdir.

Bu asrın kudretli şairlerinden birisi de Kadı Burhaneddin (1344-1399)dir. Kadı Burhaneddin, Oğuzların Salur kabilesindendir. Kayseri'de tahsile başlamış, sonra Mısır'a gitmiş, bilhassa fıkıh sahasında derinleşmiştir. Şam'da Kutbeddin Razi'den akli ve nakli ilimler okumuş sonra Ertena oğlu tarafından Kayseri'ye kadı olarak tayin edilmiştir. Ertena Beyliğinin dağılması üzerine 1381 yılında Sivas'ta sultanlığını ilan etmiştir. Etrafındaki beyliklerle mücadelelerde bulunmuş, nihayet 1399 yılında Akkoyunlu hükümetini kuran Karayülük Osman Beyle yaptığı savaşta yenilmiş ve idam edilmiştir.

Divan'ı vardır. Divan'ında kaside, gazel ve tuyuglar bulunmaktadır. Şiirlerine tasavvufun inceliklerini yerleştirmiştir. Ancak bazı gazellerinde muhteris bir şahsın maceracı ruhu aksetmektedir. Fıkıh sahasında Arapça olarak yazdığı eserleri vardır.

Bu asrın Azeri Türkçesi Edebiyatı içinde ayrıca kayda değer şair ve nasirleri içinde Erzurumlu Mustafa Darir gelmektedir. Eserlerini çeşitli yerlerde yazan ve Mısır'da Türkçecilik Cereyanına katılan Kadı Darir, daha çok Osmanlı Türkçesiyle yazmıştır. Ondaki Azerilik, Osmanlı Türkçesinin tabii seyri içindedir. Yusuf ile Zeliha adlı mesnevisinin yanında üç ciltlik Siretü'n-Nebi adlı eseri vardır. Bu bakımdan Türk Edebiyatı içinde ilk siyer yazarıdır. Siyerinde yer alan şiirleri bir hayli liriktir. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemi anlatırken yazdığı şiirlerden bazısı Türkçede mevlid türünde öncülük etmektedir. Şiirlerinde Gözsüz ve Darir mahlasını kullanmıştır. Yüz Hadis Tercümesi ve Fütuhu'ş-Şam Tercümesi adlı eserleriyle bilinen eserlerinin sayısı dörde çıkmaktadır. Yalnız Yusuf ile Zeliha'sı değil, nazmının kudretini diğer eserlerinde de göstermiş ve vak'aları yer yer şiirle de ifade etmiştir. Samimi ve açık bir anlatıcılığı olan Kadı Darir'in hikaye etme kabiliyeti çok yüksektir. O bu bakımdan Türk Halk Edebiyatı içinde müstesna bir mevkie sahiptir.

On beşinci yüzyılda Azeri sahası Türk Edebiyatı, en kudretli şairlerinden biri olan Habibi'yi yetiştirmiştir. Çobanlık yaparken bir tesadüf eseri Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Yakub'la karşılaştığı zaman o, henüz çocuktur. Çoban çocuk ile ona sorular soran padişahın adamı arasında geçen hadiseyi öğrenen sultan, çocuğun zeka ve cesaretine imrenerek himayesine almıştır. Habibi bu sayede ilim ve edebiyat sahasında kendisini yetiştirmiş ve asrının büyük şairi olmuştur. Sultan Yakub'dan sonra Safevi hükümdarı olan ve Şiiliği ihdas eden Şah İsmail zamanında ona Melikü'ş-Şuara ünvanı verilmişse de bu kudretli şair Safevi sarayını terk ederek Sultan İkinci Bayezid-i Veli devrinde İstanbul'a gelmiş ve burada vefat etmiştir. Evliya Çelebi, Habibi'nin Sütlüce'deki Caferabad Tekkesi civarına gömüldüğünü kaydetmiştir. Onun İstanbul'a gelişinde akidesine bir halel gelmemesi düşünülebilir. Çünkü bazı kayıtlarda Şah İsmail'den bahisle“...oğlu habis İsmail, tarikat-ı batılayı ihdas ederek...”şeklinde yer verilmiştir. Gerçekte onun dedeleri Erdebilli olup, sünni idiler. Azeri cemiyetinin hayat şartlarının doğurduğu sebepler yüzünden Osmanlı sahasına Habibi'nin dışında; Hamidi, Şahidi, Süruri, Basiri, Kabili, Bidari ve Halili gibi şairler de geçmişlerdir.

Habibi şiirdeki kuvvet ve kudret yönünden Fuzuli ile Nesimi arasında bir köprü gibidir. Gazellerinde aşıkane ve safiyane bir eda vardır. Türkçesi açıktır. Dini kültürünün geniş olduğunu şiirlerinden öğreniyoruz. Fuzuli onun şiirlerine nazireler söylemiştir. Bu bakımdan o Fuzuli'nin yetişmesinde de vazife yüklenmiştir.

Azeri sahasında yaşayan ve Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden olan Fuzuli de 16. asrın şairlerindendir. Bağdat'ta yaşayan şair Safevi idaresi altındaki bu yerde Safevi hükümdarlarından iltifat görmemiştir. Ancak Osmanlı hakimiyeti zamanında itibara kavuşmuş ve pekçok eser yazmıştır.

On yedinci yüzyıl geçmişe nispetle Azeri Türkçesi Edebiyatının sönük bir devresini teşkil eder. Sarayda Farsçanın hakimiyeti, şairlerin hemen hepsini Farsça söylemeye yöneltmiştir. Bu asırda kayda değer şairlerin başında Tebrizli Saib(1591-1671) gelmektedir. İran Edebiyatına Hind üslubunu getiren Saib daha çok hikemi şiir tarafındadır. Bu yönüyle Nabi'ye tesiri görülür. Divan'ından başka Kandeharname ve Mahmud-Ayaz adlı mesnevileri de vardır. Divan'ında Türkçe-Farsça mülemmalar da mevcuttur. Farsça şiirlerinin bir kısmı zamanındaki şairlere nazire olarak yazılmıştır. Beyaz adını verdiği müntehabat mecmuası onun zevkinin bir başka yönüdür. Bütün manzumeleri beyit olarak sayıldığında 120 bin beyti bulmaktadır. Bu itibarla asrının önde gelen şairidir.

Bu asrın kayda değer şairlerinden birisi de Tarzi'dir. Avşar Türklerinden olan bu şair Şah Safi tarafından taltif edilmiştir. Türkçe kelimeleri Fars dili gramerine uydurarak söylemesi onun diğer bir tarafıdır. Ancak tabii Türkçe ile yazdığı şiirleri uzun zaman varlıklarını devam ettirmişlerdir. Yine bu yüzyılda “Te'sir” mahlasını kullanan Türk ailesine mensup diğer bir şair Mirza Muhsin'dir. Asrın sonlarına doğru şöhret kazanmıştır. Fakat ekseri şiirleriniFarsça yazmıştır. Türkçe gazelleri azdır.

Mesihi bu asırda Azeri Türkçesi Edebiyatının mesnevi vadisindeki temsilcisi durumundadır. Varaka ve Gülşah, Zemburu Asel ile Damu Dane adlı mesnevilerini zikretmek yerinde olur.

Asrın hükümdar şairi Şah İkinci Abbas'tır. Saltanatı sırasında alim ve şairleri himaye eden Şah İkinci Abbas, daha çok bu yönüyle hizmette bulunmuştur. Sani mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler söylemiştir. Şah İkinci Abbas'ın vak'anüvis tarihçisi olan, Şah İkinci Safi'nin de vezirliğini yapan Mirza Tarih Vahid Tebrizi de bu yüzyılın şairidir. Divan'ı Türkçe ve Farsça şiirleri ihtiva etmektedir.

Melik Bey Avcı ile Müştak ve Mevci bu asırda zikre değer diğer şairlerdir. Bunlar Kavsi-i Tebrizi ve Saib de dahil Nevai ve Fuzuli gibi üstad şairlerin mektebine dahildirler.

Sadıki bu asrın Azeri Türk Edebiyatında Mecmaü'l-Havas adlı tezkiresiyle yer almıştır. Sadıki, Tezkiresi'nde bu sahada yetişen şairlere yer ayırdığı gibi Osmanlı sahası şairlerini de ihmal etmemiştir.

On sekizinci yüzyılda devam eden Fuzuli ve Nevai mekteblerinin yanında yeni Azerbaycan Türk Edebiyatına katılan ve kurucu rolde bulunan Molla Penah Vakıf (1717-1797) ve Vedidi (1709-1809) gibi şairler yer almaktadır.

Vakıf bu yüzyılda Azeri Türk Edebiyatının en şöhretli şairidir. Bir Kafkas Türkü olup, sünni akideye mensuptur. Şöhreti daha çok Kafkas Türkleri arasında yayılmıştır. Vakıf, Karabağ hükümdarı İbrahim Halil Hanın eşik ağasıdır. İran Şahı Aka Mehmed, Karabağ'ı istila etmiş Vakıf bu zamanda ölümden kurtulmuştur. Fakat Aka Mehmed Şahın halefi tarafından oğlu ile birlikte öldürülmüştür. Mezarı Azerbaycan'da Şuşa şehrindedir. Azeri Türkleri kabrini evliya türbesi gibi ziyaret etmektedirler. Vakıf divan şiirini elden bırakmamakla birlikte halk şiiri de yazmıştır. Şiirlerinde yaşanılan hayata yer vermektedir. Bunu şair dostu Vedidi'ye yazdığı gazelinde görmek mümkündür. Aşık tarzındaki şiirlerindeyse divan estetiğiyle halk söyleyişini kaynaştırdığı görülür. Onun tesiri Vedidi ve Arif gibi asrının şairlerinde sürmüş ve 19. asrın Azeri şairlerinden olan Zakir'de devam etmiştir.

Yine bu devrin Küreni, Gurbani, Tufarganlı Abbas gibi saz şairleri halk edebiyatı sahasında zikre değer şairlerdir. Ayrıca bir Türkmen şairi olan Mahtum Kulu'yu da saha itibariyle buraya dahil etmek gerekir.

Bu asırda Azeri sahasında yetişen şairler bununla kalmaz. Araştırıldığı takdirde daha başka şairlerin de ortaya çıkması büyük ihtimal dahilindedir. Hüseyin Efendi Gayıbof'un Azerbaycan'da Meşhur Olan Şuara'nın Eş'arına Mecmuadır adındaki antolojisi bu asra geniş çapta ışık tutmaktadır.

On dokuzuncu yüzyılda Azeri Türkçesi Edebiyatı eskiyi devam ettirdiği gibi, Osmanlıya paralel olarak yeniliğe de yüzünü dönmüştür. Fakat Kuzey Azerbaycan'ın Ruslar tarafından, Karabağ'ın Ermenilerce işgali bu Türk ülkesini ağlayan şairlerle doldurmuştur. Vatanın düştüğü felaketi dile getiren şairler çoğunluktadır.

On dokuzuncu yüzyıl ortalarından sonra sönmeye başlayan klasik edebiyat (Divan edebiyatı) İran Azerbaycanı'nda varlığını korumakla birlikte, bizde Şinasi'nin yaptığı gibi mevzuda değişikliğe uğramıştır. Hatta bu değişiklik dilde de görülmüştür.

Kuzey Azerbaycan'da klasik şiir varlığını biraz da tekkelerde sürdürmüştür. Bu bölgede yaşayan Mehmed Askeri mahlaslı bir Nakşi şeyhinin tekke şiirinde öncülük ettiği görülür. Mehmed Askeri daha çok Türkiye Türkçesine yakın bir dil kullanan ve dilde birliğin şuuruna varan bir şeyhtir. Kutkaşınlı Abdullah, onun Azeri Türk Edebiyatında takipçisi olup dini şiirleriyle tanınmaktadır. Bölgenin destani kahramanı Şeyh Şamil de bilhassa Dağıstan taraflarında bu dil edebiyatında yer almıştır.

Bu yüzyılın ünlü tarikat şeyhi Mir Hamza Nigari (1815-1885)dir. Türkiye'de tahsil gören Mir Hamza Nigari, Osmanlı-Rus Harbinde Türkiye lehinde rol oynamış ve sonunda Anadolu'ya göç etmiştir. Dilinde Türkiye Türkçesi hususiyetlerine yer veren bu şeyhin şiirleri lirik olup, dini unsurlara da yer vermiştir. Divan'ının yanında Çayname, Nigarname gibi mesnevileri de vardır. Farsça şiirleri ayrı bir divanda toplanmıştır. Şiirinde Fuzuli tesiri vardır. Aşık şiiri tarzındaki manzumeleri onun diğer bir yönünü verir.

Eski edebiyata bağlı olan şairler içinde bu asırda Baba Bey Şakir'i de zikretmek yerinde olur. Baba Bey Şakir (1770,1844) daha çok satirik (yergiyle ilgili) şiirde kendisini göstermiş ve manzumelerinde Rus memurlarının, ahlaksızlıklarını, cemiyeti soymalarını ve sahte din adamlarının yaptıklarını dile getirmiştir. Kendisini Güney Azerbaycan'da Hacı Mirza Mehdi (1830-1896) takip etmiş ve satirik şiirin bölgedeki canlılığını devam ettirmiştir. Manzumeleri daha çok, halk şiirine yakın olup, akıcı bir dile sahiptir. Türkçenin yanında Farsça şiirler de yazan Hacı Mirza Mehdi sağlığında bir Divan bırakmıştır. Ayrıca Manzara-yı Aşk adlı bir mesnevisiyle Latifeleri mevcuttur.

Azeri Edebiyatı belki köklü bir sözlü edebiyata dayanması sebebiyle bu yüzyılda da Halk Edebiyatı şubesinde varlığını pek fazla hissettirmiştir. Gerek aşıklar (saz şairleri), gerekse kalem şuarası (halk şairleri) 19. asırda eski geleneği bırakmamışlar ve hece vezninde şiirler yazmışlardır. Bu şairler az da olsa, ayrıca eski edebiyatın nazım şekilleriyle manzumeler de yazmışlardır. Bu asrın belli başlı halk şairleri Mehemmed Beg Aşık (1776,1861), Agabegumaga (1776-1881), Kazımaga Salik, Aşık Peri, Melikballı Kurban, Şekili Hatem, Mücrim Kerim Vardani, Mirza Bakış Nadim, Bababey Şakir, Kasım Bey Zakir, Hayran Hanım, Andelib Karacadagi, Mehdi Bey Şekaki, Mirza Mehdi Şukuhi, Seyyid Ebulkasım Nebati vs. dir.

Aşık Musa (1785-1840) Mehemmed Hüseyin (1800-1880), Aşık Mehemmed, Aşık Dilgam, Aşık Rece, Aşık Hasan, Aşık Cavad ve Aşık Cemal gibi saz şairlerini de bu arada zikretmeliyiz.

On dokuzuncu asrın ilk yarısında Osmanlı Türk Edebiyatına paralel olarak, modern edebiyata yönelen Azeri Türk Edebiyatının bazı isimleri maddi imkanlar temin edilerek Çarlık Rusyası tarafından yönlendirilmiştir. Bunların başında gelen ve ayrıca Hıristiyan da olan, Mirza Kazım Bey Zakir'in Türk Tatar Dilleri Grameri'nden başka eserleri de vardır. Zafer Nağmesi adlı manzumesiyle meşhur olan Mirza Cafer Topçubaşı da, Rusların hizmetinde çalışmış Azeri şairlerindendir.

Asrın ilk yarısında görülen ve Esrarü'l-Melekut adlı eserini Birinci Abdülmecid Hana takdim eden Abbas Kulaga Bakıhanlı Kudsi (1794-1846) de alim, mütefekkir ve istidadlı bir şairdir. Ayrıca tarih yazarıdır Farsçaya ait yazdığı Kanun-ı Kusi adlı eserinin yanında Tehzib-i Ahlak adlı eserini de zikretmek gerekir. Geleneğe uyarak növha (mersiye)lar yazdığı da vakidir. Öte yandan Kasım Bey Zakir (1784-1857), Vakıf ve Vidadi ile başlayan realizmin Azeri Edebiyatında önde gelen temsilcisi durumundadır. Sanatı kuvvetli olup, güzellik ve sevgi konularını işlemiştir. Onun aşık tarzında yazdığı şiirleri diğer bir cephesini aksettirir.

İsmail Bey Kutkaşınlı da Rus ordusunda subay olarak hizmette bulunmuştur. Hikayeler yazmıştır.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında modern edebiyatın takipçileri olarak Mirza Fethali Ahundzade (1812-1878), Seyyid Ezim Şirvani (1835-1888) gibi simalar görülmektedir. Ahundzade çok yönlü bir şahsiyet olarak karşımıza çıkar. Eserlerinde Azeri Türkçesini açık bir şekilde kullanır. Tarihten coğrafyaya, felsefeden dine kadar hemen her mevzuda yazılar yazan bu ansikopedist şahsiyette millet kavramına rastlanmaz.

Şahsında Beytü's-safa gibi bir edebiyat mahfili kuran Seyyid Ezim Şirvani, Azeri Türkçesi yanında Farsçaya da yer ayırmıştır. Ayrıca eğitimci gaye ile Rebiü'l-Etfal adlı ders kitabını yazmıştır. Şiirlerinde Fuzuli tesiri açıkça görülür. Ancak bazı şiirlerinde cemiyetin dertlerini anlatmış ve hicviyeler de yazmıştır. Zaten kendisi bir muallimdir. Külliyatı vardır.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki en büyük hadiselerden birisi Azerbaycan'da matbuatın geniş yer tutmasıdır. Bunlar içerisinde; Ekinci (22 Temmuz 1875), Ziya, Keşkül, Şark-ı Rus gibi gazete ve dergilerin müstesna yeri vardır.

Yirminci yüzyılda Azerbaycan Türk Edebiyatının belli başlı simaları Cafer Cabbarlı (1899-1934), Resul Rıza (1910-1981), Samed Vurgun (1906-1956), Mirza Aliekber Sabir (1866-1932), Hüseyin Cavid (1882-1941), Seyyid Mehemmed Hüseyn Şehriyar (1907-1987) Bulut Karaçorlu Sehend (1907-1979), Yahya Şeyda gibi şairlerdir. Şehriyar ve Yahya Şeyda gibi şairler bugün Azerbaycan ilinde yankılanan ve Türk dünyasınca geniş çapta tanınan şairlerdendirler.
 
Top