• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Siyasiler Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın Röportajı

KıRMıZı

TeK BaşıNa CUMHURİYET
V.I.P
BAŞBAKAN YARDIMCISI SN. ALİ BABACAN’IN, BLOOMBERG HT
“EKOFORUM” PROGRAMI CANLI YAYININDA VERDİĞİ RÖPORTAJ
07.09.2011


KEREM ALKİN- Ekoforum’a hoş geldiniz. Bundan sonra her hafta çarşamba akşam, saat 22:00 ile 23:30 arası Türkiye’nin ve dünyanın önemli insanlarını, önemli şahsiyetleri, önemli konukları bu programda ben ve ekibim ağırlayacağız ve tabii programa önemli bir başlangıç yapmak adına çok önemli bir insanı Sayın Başbakan Yardımcımız Ali Babacan’ı ağırlıyoruz. Sayın Başbakan Yardımcım, hoş geldiniz.
ALİ BABACAN- Hoş bulduk, sağ olun.
KEREM ALKİN - Bugün Ali Çağatay, Özlem Dalga ve Cüneyt Başaran’la birlikte sizi ağırlayacağız.
ALİ BABACAN- Siz de Ankara’ya hoş geldiniz.
KEREM ALKİN Çok teşekkür ediyorum. Sizinle bu yayını Çukurhan’da Divan Grubunun böyle bir önemli tesisinde yapmamızın bir başka anlamlı tarafı, Bloomberg HT yayına başladığında yine ilk röportajı bunun hemen yanında Çengelhan’da yapmış olmamızdı. Ankara’nın adeta ekonomi merkezi burası bir yönüyle bakıldığında. Sizin anılarınızı da dikkate alarak isterseniz küçük bir yumuşak soruyla başlayalım. Burada sizinle birlikte Türkiye ekonomisini konuşmak nasıl bir duygu?
ALİ BABACAN- Bu semt, bu mahalle, benim çocukluğumun geçtiği mahalle. Çıkrıkçılar Yokuşu buraya hemen belki yüz metre mesafededir ve Ankara’nın çok uzun yıllardan bu yana ticaret merkezi bu bölgedir. Ancak bu alışveriş merkezlerinin yapılmasıyla beraber malum artık ticaret daha geniş bir semte Ankara’da yayılmış oldu. Ama bu semtin o nostaljisi, nasıl İstanbul’da bir Sultanhamam varsa, bir Tahtakale varsa, Ankara’nın da bu Çıkrıkçılar Yokuşu, Samanpazarı en eski çarşısı olarak bilinir.
KEREM ALKİN - Bu han özelliğinin korunmasını nasıl buluyorsunuz Sayın Bakanım?
ALİ BABACAN- Tabii bu han aslında Osmanlı döneminden bu yana diyelim Ankara’nın ticaretinin en merkezi yerlerinden birisi, bu han olsun, Çukurhan olsun, yandaki Çengelhan olsun. Rahmetli dedemin de ilk dükkanını açtığı semtler yine bu semtlerdir.
KEREM ALKİN - Dolayısıyla, Ankara’nın ekonomi anlamında ilk nabzının attığı yer diyebiliriz.
ALİ BABACAN- Doğru doğru.
KEREM ALKİN - Sayın Bakanım, Türkiye ekonomisinin nabzı iyi atıyor, iyi atması için siz ve ekibiniz çok çaba sarf ediyorsunuz. Ama küresel ekonominin nabzı biraz sıkıntılı. Hatta birazın da ötesinde ciddi sıkıntılar var.
Öncelikle izleyicilerimizin takibi açısından dünya ekonomisindeki bu küresel belirsizlik sürecini siz ve ekibiniz nasıl bir formatla okuyorsunuz, bilgiler nasıl akıyor ve küresel resesyon riskine yönelik olarak yapılan analizler sizin Back Office’te nasıl yürütülüyor, isterseniz bununla başlayalım.
ALİ BABACAN- 2008-2009 krizinden bu yana ki gelişmelere şöyle bir topluca bakacak olursak; aslında bankaların öncelikle sıkıntıya girmesi, arkasından bankaları kurtarmak için yapılan operasyonlar. Yine ekonomiyi canlandırma adına ülkelerin bütçe açıklarını artırması, vergi düşürmesi ya da harcama artırması yoluyla ekonomiye canlılık katma çabaları beraberce düşünüldüğünde ciddi bir kamu borç stok sorununu beraberinde getirmiş oldu. Bugün bakıyoruz işte dünyanın en büyük ekonomisi Amerika Birleşik Devletleri’ne, hemen sonra gelen ekonomilerden birisi olan Japonya’ya ve Avrupa’daki pek çok ekonomiye baktığımızda ciddi bir kamu borç stoğu sorunu artık ciddi şekilde hissediliyor. 2008-2009’da o durgunluğu, o küresel ekonomideki daralmayı bir an önce atlatalım diye ya da batan bankaları bir an önce kurtaralım diye atılan adımlar, alınan tedbirler bugüne yüksek borç stoğu olarak bir bakıma miras kalmış oldu. Arkasından bu ülkelerin borç sorununa çözüm üretmede gecikmeleri. Bir türlü karar alıp bu kararları uygulamaya sokamamaları. Bizim 2009’da yaptığımız gibi bir orta vadeli yaklaşımla bu borç sorununu nasıl çözeceklerine dair açık seçik bir plan ortaya koyamamaları da gittikçe piyasalardaki heyecanı yükseltiyor. Piyasalarda belirsizlik arttıkça, güven ortamı bozuldukça, bu tabii resesyon riskini de beraberinde getiriyor. Çünkü, biz hep söylüyoruz, ekonomideki en önemli unsur, temel unsur güven. Bu güveni sağladığınız zaman her şey kolaylaşıyor. Ama güven ortamını yakalayamadığın zaman, ne yaparsanız yapın güçlükler gittikçe büyüyor. Bakıyoruz ülkeler hükûmet olarak adım atamayınca, bu açıkları düşürmek için gerekli adımlar atamayınca, merkez bankaları bu sefer devreye giriyor. Amerika’da olduğu gibi, Avrupa Merkez Bankasında olduğu gibi, o ülkelerin borçlanmasına devam edebilmesi için, o ülkelerin yüksek açıkları sürdürebilmesi için merkez bankaları karşılıksız para basıyor, hani halk tabiriyle diyelim ve o ülkelerin tahvillerini piyasadan topluyor. İlk önce bu operasyon Avrupa’da küçük ülkeler için başladı, küçük ekonomiler için, işte Yunanistan, İrlanda, Portekiz şimdi başladı. Fakat maalesef daha sonra İspanya gibi nispeten büyük, hatta İtalya gibi G-7 üyesi olan bir ülkenin tahvillerinin bile alınması söz konusu oldu. Bakıyoruz işte geçtiğimiz haftalarda Avrupa Merkez Bankası yoğun miktarda İspanya, İtalya tahvili almıştı. Bir süre ara verdi, şimdi bakıyoruz tekrar bugünlerde son birkaç gündür yine yoğun bir alım söz konusu. Çünkü, İtalya öyle bir durumda ki şu anda, eğer kamu borç stoğu bu seviyelerde devam edecekse, artmayacaksa, bu ancak İtalya’nın faizlerinin belli bir seviyede kalmasıyla mümkün. Örnek olarak söylemek gerekirse, İtalya’nın faizleri diyelim ki yüzde 5 değil 6 olduğu zaman mevcut borç stoğunun sürdürülebilirliği mümkün değil, İtalya bir borç sarmalına giriyor. Ancak 5 civarında tutulursa bu seviyede belki bir süre daha sürdürülebilir görünüyor. Dolayısıyla, Avrupa Merkez Bankası şimdi piyasaya girip İtalyan kağıtlarını toplayarak İtalya’nın borçlanma faizinin belli bir rakamın üzerine çıkmasını önlüyor. Ama nasıl yapıyor bunu? Yoğun bir şekilde karşılıksız para basarak yapıyor. Bu da aynı 2008-2009’daki hani o günü kurtarmak için atılan adımlar, alınan kararlar nasıl bugüne kötü bir miras olarak kaldıysa, bugünkü bu merkez bankalarının çaresizlikten yaptığı operasyonlar, bir bakıma çaresizlikten atmış olduğu adımlar da çok değil hemen birkaç seneye kadar yine başka türlü bir sorun olarak mutlaka karşımıza çıkacak. Çünkü, problemlerin köküne inmedikten sonra, problemleri kökten çözmek için kararlı adımlar atmadıktan sonra, sadece sorunları ertelemekten bahsedebiliyorsunuz. Bu sorunlar ertelene ertelene giderken tabii piyasalar hep geleceğe yönelik çalışıyor. Gelecekle ilgili bütün beklentiler bugün göstergelerin içerisinde. Ondan sonra bakıyorsunuz işte para değerleri bir türlü istikrar bulamıyor. Yani, bugün…
KEREM ALKİN - Kur savaşları deniyor.
ALİ BABACAN- Kur savaşları deniyor. Kurlar çok ciddi hareketli aşağı yukarı. Yani, Türk Lirası neredeyse daha istikrarlı para birimleri arasında anılmaya başladı şimdi bu aralarda büyük para birimleri yanında.
Bir bakıyorsunuz varlık değerleri son derece oynak. Altın fiyatına bakıyorsunuz son derece oynak, yani günde yüzde 3, 4, 5 gibi rakamlarda inişler-çıkışlar, bunlar hiç hayra alamet değil. Yani, ciddi bir belirsizlik var, bir yönsüzlük var ve maalesef maalesef büyük ekonomilerde siyasi kararlar geç alınıyor. Şimdi Amerika Birleşik Devletleri’nde işte Sayın Obama muhtemelen bir 300 milyarlık yeni bir ekonomiyi canlandırma paketi açıklayacak. Halbuki daha bundan bir ay önce borçlanma limitiyle ilgili ciddi bir kavga, gürültü yaşanmış idi. Bu borçlanma limiti artacak, ama bunun yanında da çok ciddi bir tasarruf tedbiri mutlaka yanında olacak diye anlaşmışlardı. Şimdi bakıyoruz 300 milyar daha harcayacağız diyorlar. Bunu nasıl telafi edecekler? İşte harcayacağız ama, daha sonra merak etmeyin tedbir alacağız, tasarruf tedbirleriyle biz bunu telafi edeceğiz, uzun vadede sorun çıkmayacak diyorlar. Şimdi bunlar güven vermekten çok uzak adımlar. Şimdi Amerika’da konuşulan nedir? Bu yüzde 2’lik vergi indiriminin bir süre daha devam etmesi. Eğer insanlar geleceğine güvenmiyorsa, vergisi yüzde 2 aşağı olmuş, yüzde 2 yukarı olmuş hiç önemli değil, yine harcama yapmayacaktır, yine korkacaktır. İnsanlar harcama yapmayınca, normal ekonomik çarklar dönmeyince, yatırımcı yatırım yapmayınca bu sefer ekonomik büyüme tabii sıkıntıya giriyor. Bakıyoruz bugünlerde Amerika Birleşik Devletleri’nde, Avrupa’da, Çin’de ve küresel anlamda, satınalma yöneticilerinin beklentilerini ölçen endeksler 50’nin altına düşmüş durumda. Maalesef iki gün önceki Türkiye rakamı da 50’nin altında, 48’e düşmüş durumda. Tabii bu önemli bir öncü gösterge. Çünkü, bugünün siparişi demek, bugünün satınalmacılarının ruh hali yarının üretimini ve yarının ticaretini gösteriyor bize. Bugün moraller bozuksa, bugün satınalma konusunda isteksizlik varsa yarınki üretim rakamları da, toplam milli gelir rakamları da bütün bu saydığım bölgelerde, yani dünyada, Çin’de, Amerika’da, Avrupa’da daha durgun ve daha büyümenin yavaş olduğu bir döneme doğru gitme ihtimalimiz görünüyor şu anda. Dolayısıyla, genel tablo pek iç açıcı değil. Bütün bu tablo içerisinde tabii Türkiye’nin yapması gerekenler son derece önemli, Türkiye’nin attığı ve atacağı adımlar son derece önemli, ona ayrıca gireriz ama, dünya resmi işte beş dakikada ancak belki böyle özetlenebilir, pek iç açıcı bir resim değil maalesef.
KEREM ALKİN - Ali Çağatay’a hemen söz vereceğim, Ali çok özür dileyerek, bir tek Sayın Bakanım, şimdi tabii 12 Haziran’daki seçimlerden önceden başlayarak ekonomi yönetimi sizin başkanlığınızda bu süreci ne kadardan beri takip ediyor, izleyicilerimizle paylaşmak adına. Yani, siz bu tehlikeyi kendi grubunuzla, ekibinizle birlikte ne zamandan itibaren gördünüz?
ALİ BABACAN- Şimdi biz bunu aşağı yukarı bu sene bahar aylarında bunun ihtimalini dikkate almaya başladık. Çünkü, geçen sene Kasım ayında da biliyorsunuz tam tersine hani ekonomide çok hızlı bir büyüme, ama bunun yanında olabilecek yüksek bir cari açık ve bununla ilgili tedbirleri almıştık, bunları uyguluyorduk. Ama bahar aylarından itibaren böyle bir riskin de olabileceği, bir senaryo olarak bu senaryonun da karşımıza çıkabileceğini değerlendirmeye başladık kendi aramızda. Bunu zaten Merkez Bankasının yayınladığı raporlarda, değerlendirmelerde hep izlerini görürsünüz, yani belli bir tarihten sonra bu ihtimallerden bahsedilmeye başlamıştır. Ancak, bundan yaklaşık işte biliyorsunuz 1-1,5 ay önce de artık bu ihtimal gittikçe güçlendi, yani olasılık yükseldi. Olasılığın yükselmesiyle beraber de bu sefer tam tersine hani ciddi bir durgunluk dönemine girebiliriz, onun için şimdiden doğru adımları atarak Allah korusun 2009’daki bir ekonomik daralmayı, ciddi bir sıkıntıyı yaşamayalım diyoruz. Ama, tabii bunu yönetme tekniği, atacağımız adımlar 2009’dan çok daha farklı olmak zorunda. Çünkü, 2009’un şartları farklıydı, o günün konjonktürü farklıydı. Bir de, denenmiş ve başarısız olmuş pek çok politikalar artık ortaya çıktı. Bu dönemde biz inşallah daha iyi bir tecrübeyle ve daha akılcı adımlarla farklı bir şekilde yönetebileceğimizi düşünüyoruz.
KEREM ALKİN - Sanıyorum bu dönemdeki kritik konu kur meselesi. Ali Çağatay’ın da bununla ilgili bir sorusu olacak.
ALİ ÇAĞATAY- Sizi selamlıyorum Sayın Bakan. Şimdi tam da Türkiye ekonomisine pas attınız, ben de oradan devam edeceğim. Kasım 2010’dan bu yana biliyorsunuz işte Merkez Bankası, BDDK proaktif adımlar atıyor ve bunun sonuçlarını da alıyoruz. Faiz cephesinde, kredi cephesinde çok müspet gelişmeler var. Fakat, döviz cephesinde aynı gelişmeleri ne yazık ki çok fazla gözleyemiyoruz. İşte dolar/euro sepetinde 16,5, dolar kurunda yüzde 18 gibi artışlar söz konusu. Bu yönüyle Türkiye, sanki diğer gelişmekte olan gelişmiş ekonomilerden ya da yükselen ekonomilerden biraz ayrışıyor. Acaba bu ayrışma tehlikeli bir noktaya doğru gider mi, diye sormak istiyorum.
ALİ BABACAN- Aslında bu ayrışma çok olumlu şekilde değerlendirilmesi gereken bir ayrışma. Çünkü, biraz önce Kerem Bey de bahsetti, yani bugünlerde kur savaşlarından bahsedildiği bir dönemde kurun daha çok bir rekabet unsuru olarak ülkeler arasında konuşulduğu bir dönemde, örneğin Brezilya’da bir türlü aşırı değerlenmenin önlenemediği ve pek çok ülkede de, gelişmekte olan ülkede yerel para birimlerinin çok hızlı değerlendiği ve bu ülkelerin rekabet gücünün olumsuz bir şekilde etkilendiği bir dönemde aslında Türk Lirası’nın değerinin bir miktar kaybolmuş olması dönem başlangıcına göre baktığımızda, pek çok gelişmekte olan ülkenin çok arzu edip de bir türlü başaramadığı bir tablo. Yani, Türk Lirası’ndaki değer kaybı böyle bir konjonktürde şikayet etmemiz gereken değil tam tersine genel ekonomik dengeler açısından daha olumlu bulduğumuz bir tablo.
Tabii kur konusu çok hassas bir konu. Biz 2001’de, Parti Programımızı yazarken - ki on seneyi geçti biliyorsunuz, 10. yılımızı kutladık- Parti Programının yazılmasında bizzat uğraşan, en son redaksiyonu yapan kişilerden birisi de bendim. Dört hükûmet programı, üç tane seçim beyannamesi hazırladık. Bunların hepsinde çok açık bir şekilde resmi politikamızı ortaya koyduk ve serbest kur rejimi dedik. Kur, ekonomideki dalgalanmaları, önemli riskleri absorbe eden ve ekonomiye dışarıdan ya da içeriden olabilecek olumsuz gelişmeleri bir bakıma, bir amortisör vazifesi görüp, o şokları emen bir mekanizma serbest kur sistemi. Dolayısıyla, biz bunun mutlaka Türkiye’de aynen devam etmesini istiyoruz, öngörüyoruz, bizim açık politikamız da bu. Farklı kurumlarımızın farklı kur beklentileri olabilir. Bugün mesela ihracatla ilgilenen kurumlarımıza sorduğunuzda başka kur beklentileri vardır, ithalatla ilgilenen kurumlarımıza sorduğunuzda başka kur beklentileri vardır, Merkez Bankamızın farklı kur beklentileri olabilir, BDDK’nın farklı kur beklentileri olabilir. Dolayısıyla, bütün bu beklentiler bir yana piyasa gerçekleri var. Biz, uygulamakta olduğumuz politikalarla, yani bir yandan bankacılıkta aldığımız tedbirlerle, bir yandan para politikalarıyla ve bir yandan da sağlam, sıkı maliye politikası duruşumuzla bu dengeleri iyi kurduğumuzu düşünüyoruz ve biz şimdiye kadar dikkat edin hiçbir şekilde resmen hükûmet olarak bir kur hedefi söylemedik, telaffuz etmedik. Piyasada olanlarla ilgili şahsi yorumlar olabilir, yani birisi çıkar der ki bu kur çok arttı, öbürü diyebilir ki keşke biraz daha artsa, bunlar tamamen şahsi yorumlardır. Bizim resmi politikamız, çok açık seçik resmi politikamız, serbest kur rejimidir. Ancak öte yandan Merkez Bankamızın kendi perspektifinden bakıp enflasyon ya da başka perspektiften bakıp da kurla ilgili hani bugünlerde bazı gönlünden geçeni açık seçik telaffuz etme yaklaşımı var. Bu aslında normal zamanlarda çok beklenmeyen ve normalde de olmaması gereken bir yaklaşım, ama bugünün gereği böyle bir duruşu da biz haklı görüyoruz açıkçası, buna destek de veriyoruz. Pek çok ülkeler garip garip işler yapmaya başladılar biliyorsunuz, normal bir dönemde değiliz. Bütün kuralların bozulduğu, bütün bir bakıma şimdiye kadar ki tezlerin, teorilerin alt-üst olduğu bir dönemde bu tür yaklaşımlar gerekebiliyor.
KEREM ALKİN - İsviçre Merkez Bankası bile şaşırttı.
ALİ BABACAN- Yani İsviçre Merkez Bankasının yaptığı hani kur limit veriyor, bundan fazla ben izin vermeyeceğim diyor, yani bir limit getirmiş oldu, kendi para birimindeki değerlendirmeye bir limit getirmiş oldu ve sınırsız miktarda ben İsviçre Frangını gerekirse basarım, piyasaya sürerim, ama daha farklı şeye izin vermem dedi. Bu ne kadar başarılı olacak bunu da göreceğiz, bunu da göreceğiz. Çünkü bana göre eğer piyasada belli yönde dinamikler varsa, piyasa belli yönde belli bazı gelişmeleri zorluyorsa, merkez bankalarının otoriter bir şekilde ya da çok katı bir şekilde, kuru belli bir noktada tutma çabaları belki kısa vadede sonuç verebilir, ama orta-uzun vadede merkez bankaları bu konuda maalesef başarılı olamıyor. Piyasa güçleri o seti, barajı bir gün geliyor yıkıp deviriyor. Dolayısıyla, tabi göreceğiz, izleyeceğiz, bakacağız. Biz bunların hepsine bakıyoruz, ama hiçbir zaman biz katı bir şekilde, kur şundan aşağıya düşmemelidir, şundan yukarı çıkmamalıdır gibi bir söylemimiz asla olmadı. Bundan sonra olmaz da. Çünkü biliyoruz ki, dünya tecrübesi gösteriyor; kim bunu derse er ya da geç bu test ediliyor ve o testte bunu söyleyen otorite, hükûmetse hükûmet, merkez bankasıysa merkez bankası ve bir bakıma verdiği sözü çiğneme, verdiği sözü yerine getirememe gibi bir tabloyla karşı karşıya duruyor. Bizim Merkez Bankamız ne yapıyor, gönlünden geçen ya da kendine göre hesap ettiği bir kur seviyesi bir endikatif bir şey söyledi. İşte bunun şu kadar yüzde 5-10 belki yukarısındayız bugünlerde dedi, belki daha aşağı olabilir bize göre dedi. Ama onun ötesinde kuru illa oraya getireceğim, illa orada tutacağım diye de kati bir taahhüde girmesi de mümkün değil, fiiliyatta da zaten bu söz konusu değil. Ama biz sadece tabi basit böyle kura müdahale politikalarıyla çok daha geniş bir perspektiften bakarak, genel makro dengeleri düşünerek ve her konuda mümkün olduğunca akıllı adımlar atarak, piyasa dengelerinin doğru bir noktada oluşmasını sağlayacak politikalar izlemek zorundayız. Yani başka bir yerlerde bir hatalar varsa, o hataları tutup kurla düzeltmeye çalışmak doğru bir yaklaşım değil. Her alanda mümkün olduğunca doğruları yapıp, o doğruların sonucu olarak piyasada doğru bir kurun oluşmasını destekleyecek bir politika çerçevesini çok daha doğru buluyoruz.
KEREM ALKİN - Sayın Bakanım, Özlem Dalga’nın soracağı soruya katkı anlamında izleyicilerimizden sorular gelmeye başladı. Bu arada izleyicilerimiz eğer soru göndermek isterlerse, ekoforum@bloomberght.com e-mail adresimiz ve Cüneyt Başaran’dan da Twitter’la ilgili destek alacağım, çünkü ben yaş grubu olarak Twitter’a henüz daha ancak ısınabilen gruptanım.
CÜNEYT BAŞARAN- Evet Hocam, biz de Bloomber HT’nin Twitter ekondunu takip edenler de Bloomber HT’ye yollayacakları twitleriyle, sorularıyla katılabilirler.
KEREM ALKİN - Şöyle Murat Aydın izleyicimizin sorusu, Özlem Dalga da devam edecek: Sayın Bakanım, küresel ikinci dip riskine bir yakınlaşma mı görüyor, bir uzaklaşma mı görüyor ve hane halkına tavsiyeleri ne olacaktır diyor izleyicimiz? Özlem, istersen senin sorunla birlikte soralım.
ÖZLEM DALGA- Evet benim sorum, yayının başından beri Sayın Bakanım artan küresel resesyon endişesini konuşuyoruz. Dünya Bankası da uyarıyor, sonbaharda özellikle küresel anlamda artı bir risk bekliyor diye. Peki Türkiye, ekonomisini nasıl koruyacak, siz nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz?
ALİ BABACAN- Şu anda baktığımızda, mesela bundan 3-4 ay öncesine göre bir ikinci dip ihtimali daha yüksek görünüyor. Fakat bu ikinci dip dediğimiz gelişme, mesela 2009’daki gibi küresel ekonominin gerçekten bir daralması mı olacak, yoksa sadece büyüme hızında geçen seneye göre bir yavaşlama şeklinde, büyüme hızındaki bir düşüş şeklinde mi karşımıza çıkacak bunlar henüz belirsiz. Belirsiz diyorum, çünkü son nihai gelişme gelişmiş ekonomilerdeki hükûmetlerin, karar vericilerinin atacağı adımlarla, alacağı kararlarla ilgili ve her ülkenin kendi iç siyasi yapısı maalesef burada belirleyici rol oynuyor ve gelişmiş ülkelerin pek çoğunun başında şu anda zayıflamış hükûmetler var. Yani adeta kendinden korkan, kendi meclisine söz geçirememe endişesi taşıyan zayıflamış hükûmetler. Zaten bizi en çok endişelendiren de bu. Bazen konuşuyorsunuz ediyorsunuz, aslında yapılacakları gayet iyi biliyorlar, doğrusu bu diyorlar, ama hadi yap dediğinde o gücü, o iradeyi maalesef kendilerinde bulamıyorlar, o iradeyi gösteremiyorlar. Bu çok riskli bir durum, tehlikeli bir durum. Yani göz göre göre böyle uçuruma doğru arabanın gittiğini görüyorsunuz, ya frene bas, direksiyonu kır diyorsunuz, frene bassam öğretmenler sokağa dökülecek diyor, direksiyonu kırsam, öğrenciler yarın 100 bin öğrenci miting gösteri yapacak diyor. Benim altı ay sonra seçimim var diyor, bir yandan da uçuruma doğru otobüsün gittiğini görüyorsunuz. Dolayısıyla, bizi endişelendiren bu. Ama umarız ki aklıselim galip gelir, umarız ki rasyonalite galip gelir ve bu ülkeler artık o noktaya varacaklarını görünce ne pahasına olursa olsun bütün ülkeyi, hatta dünyayı peşinden sürükleyeceğim bu uçurumdan aşağıya düşeceğim ya da otobüsü durduracağım, ama siyasi bedelini de bunun ödeyeceğim diyecekler. Yani liderlerden zaten ben geçenlerde de ifade ettim, yani bu ara liderlerin kendi siyasi bekasını ya da partisinin siyasi bekasını düşünmeden ülkenin geleceği için doğrusunu yapmaları gerekiyor, böyle bir dönemdeyiz. Dolayısıyla, bu açıdan belirsizlikleri ben çok görüyorum, yoksa yapılacaklar belli. İnanın şu anda Türkiye’deki kadar güçlü bir hükûmet olsun, güçlü bir siyasi irade olsun bu sorunların hepsi çözülür. Çözülemeyecek sorun şu anda ben görmüyorum, yani bir imkansız tablo görmüyorum. Yeter ki o özgüven olsun ve irade ortaya koyabilsin hükûmetler.
Şimdi gelelim bunun Türkiye’ye etkileri ve bizim neler yapmamız gerektiğine. Biz öncelikle tabi her senaryoya karşı hazırlıklı olmamız lazım. Yani karşımıza yeni bir senaryo çıktığında bu da nereden çıktı diye böyle bir bocalama, bir yeniden durup bir kapanalım da bir ay çalışalım sonra tekrar çıkalım, böyle bir tutuma vakit yok. Bakın bizim Merkez Bankamız ne yaptı? Sinyali aldığı anda olağanüstü bir Para Politikası Kurulu yaptı ve hemen para politikası duruşunu değiştirdi, bir U dönüşü yaptı, tam bir çark yaptı aslında. Yani aman çok hızlı büyüyoruz, aman cari açık derken, birden para politikasında bir gevşetmeye girdi. Ama bunu nasıl yapabildi? Bunun zihni hazırlığı zaten vardı, bütün bu senaryolar zaten çalışılmıştı. Bunların hatta sinyalleri de veriliyordu, hani böyle bir şey de karşımıza çıkarsa biz farklı şeyler de yaparız diye bunun sinyallerini de veriyorlardı. Dolayısıyla kurumlarımız her türlü senaryoya şu anda hazır. Bundan sonraki dönemde olacak gelişmelere bağlı olarak biz politikalarımızı ayarlayacağız. Yani sıkılaştırma ya da gevşetme yönünde ayarlamalar yapacağız. Ama genel anlamda baktığımızda önümüzdeki dönemdeki emniyetli bir duruş için yani para politikalarında belki biraz daha rahat, gerektikçe belki biraz daha gevşeyen, gerekirse ve gerektikçe. Ama öte yandan da sağlam bir kamu maliyesi duruşu. Yani para politikalarında genişleme varken aynı anda, hani maliye politikalarında da bir gevşeme olursa, o bizi çok daha farklı bir sonuçla, çok daha riskli bir tabloyla karşı karşıya bırakabilir. Dolayısıyla, bu dengeyi çok çok iyi kurmamız gerekiyor ve ödünümüzdeki dönemde hiçbir şeyi otomatik pilota bağlayamayız. Yani bütün kumanda, manuel olmak zorunda. Hani uzun uçuşlarda biliyorsunuz buradan işte bindiniz uçağa Amerika’ya gidiyorsunuz pilot belki dümenin başında on saatlik uçuşta, iki saat anca durur, sekiz saat dolaşır ortalarda falan. Çünkü zaten rota bellidir. Öyle bir dönemde değiliz yani. Pilotun, işin başında, sürekli elleri kumandada ve her göstergeyi izleyerek duruma göre karar alarak devam etmesi gerekiyor; böyle bir ortamdayız.
KEREM ALKİN - Yani manuele geçtik Sayın Bakanım.
ALİ BABACAN- Tabi tabi. Biz uzunca bir süredir tamamen manueldeyiz yani. Her an günlük gelişmelere göre gerektiğinde yön değiştirebilecek şekilde hazırlıklarımızı yaptık yapıyoruz. Ancak öte yandan bütün bu olan bitende yapısal reformlar alanında da aslında gerekenleri yapmamız ve belki de daha hızlandırmamız için de önemli fırsat veriyor bize. Yani zaten ihtiyacımız olan yapısal reformlarda da daha hızlı gitmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin, bir istihdam konusu. İstihdamla ilgili şu anda bir paket hazırlıyoruz. ve bunu bir paket şeklinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edip bir bu konudaki esneklik deyin, güvenceli esneklik deyin, artık adına ne derseniz, yani işgücü piyasasıyla eğitim arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi, aktif iş gücü politikaları, yani pek çok alanda geniş bir hazırlığımız var bu konuda. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız bunların detayını bitirdikten sonra önce Bakanlar Kurulunda, arkasından da Meclis’te bunlar tabi görüşülecek tartışılacak.
Yine yapısal konuda bir başka önemli alanımız yatırım ortamının iyileştirilmesi. Yani bu ortamda yatırımları cezedebilmek için ülkeler arasındaki yarış da biraz yoğunlaşıyor açıkçası. Pek çok ülke reformlarını hızlandırdı. Bu reformların hızlandığı bir dönemde Türkiye’nin geri kalmaması gerekiyor ve yatırımcının, iş dünyasının işini kolaylaştırmak için ne gerekiyorsa yapması gerekiyor. Dolayısıyla, bununla ilgili ayrı bir hazırlığımız söz konusu. İstanbul’un bir uluslar arası finans merkezi olabilmesiyle alakalı bir yasal düzenleme paketi hazırlıyoruz. Bu da finans konusunda Türkiye’nin ve İstanbul’un hem bölgesinde, hem de dünyada daha etkili olmasını sağlayacak bir alt yapı hazırlığı.
Bunun dışında daha uzun vadeye baktığımızda eğitim konusu son derece önemli. Eğer biz 2023 yılında dünyanın ilk on ekonomisinden birisi olmak istiyorsak, eğitimde çok köklü değişiklikler yapmamız gerekiyor. Mevcut sistem böylece devam etsin dersek, bizim 2023 yılı geldiğinde ilk on ekonomiden birisi olmamız açıkçası mümkün görmüyoruz. Çünkü ilk on ekonomiden birisi olmak, yüksek katma değer üretmek demektir. Yüksek katma değer de ancak kaliteli iş gücüyle, yetişmiş insanla mümkün. Biz iki gündür örneğin yoğun Milli Eğitim Bakanlığımızla toplantılar yapıyoruz. Yani işin bütçe tarafı, para tarafı, onlar değil daha yapısal meseleler. Yani bu işi en iyi yapan ülkeler daha iyileştirmek için neler yapıyor örneğin bunlara bakıyoruz, bunları çalışıyoruz ki, Milli Eğitim Bakanımız biliyorsunuz daha önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıydı ve ekonomimiz için ve çalışma hayatımız için eğitimin ne kadar büyük önem taşıdığını fiilen yaşamış, hissetmiş bir Bakanımız.
 
KEREM ALKİN - Kendisi Hoca zaten Bakanımızın dediğiniz gibi.
ALİ BABACAN- Tabi tabi. Dolayısıyla, o konuda yapılacak işler, atılacak adımlar gerçekten büyük önem taşıyor.
Öte yandan kayıt dışıyla mücadele, özelleştirme programının hızlandırılması gibi, işte gelir vergisi reformu gibi, yani kamu maliyesinde daha sağlam bir duruş için gerekli yapısal reformları yine yapmak için de bu dönemin önemli bir fırsat teşkil ettiğini düşünüyoruz. Yani bir yandan hani para politikalarında günlük manuel bir yönetim. Öte yandan maliye politikalarında sağlam bir duruş ve yapısal reformlarında daha hızlı bir tempoyla bu dönemde gerçekleştirilmesi bizim hani politika setimizin şöyle genel bir çerçevesini oluşturuyor. Ama bunun detaylarına inecek olursak kuşkusuz yani bunlarla ilgili yüzlerce sayfalık doküman hazırlığı var, yüzlerce maddelik yasal düzenleme hazırlıkları var, yani pek çok konuda ciddi bir hazırlık var önümüzde.
Enerji örneğin önemli bir kalemimiz. Yani nükleer santrallerin yapılmasını hızlandırmamız gerekiyor. Yenilenebilir enerjiyle ilgili adımlar attık, bunlar önemli. Enerji verimliliği çok çok önemli, yani enerji tamam ithal ediyoruz ama bunu daha verimli nasıl kullanabiliriz Türkiye’de, bunlar ayrı çalışma alanları.
Dolayısıyla çok geniş bir alan ya da şuna mesela bugünlerde yoğun bir şekilde bakmaya başladık: Yani bizim ithal ettiğimiz ürünler ağırlıkla hangi alanlarda ve bu ürünler neden Türkiye’de üretilmiyor? Bu ürünleri Türkiye’de üretmek istersek, Türkiye’nin uzun vadede rekabet gücü var mı o ürünlerde, bu da çok önemli. Çünkü tamamen ithal ikameci bir yaklaşım da çözüm değil bugün dünyada. Yani ithal ettiklerimize bakalım aynısı Türkiye’de üretmek için ne kadar destek gerekiyorsa, ne kadar teşvik gerekiyorsa verelim; bu çözüm değil. Yani eğer bir sektör ya da bir ürün ilelebet devlet desteğiyle ayakta kalabilecekse, ilelebet devlet desteğiyle varlığını sürdürebilecekse, o konulara bir kaynak ayırmanın biz son derece gereksiz olduğunu düşünüyoruz. Ama hani daha öncede örnek vermiştim, hani bir bebeğin yürümeye başlama dönemini düşünün, yürüteç ya da elinden yardım ederek yürütüyorsam, ama yürümeye başlayınca da artık kendi başına yürüyor. Ama ilelebet bir yürüteç, ilelebet bir tekerlekli sandalye de taşımak durumunda olacağımız bir sektörse buna hiç gerek yok biz o konuda ithalata devam edelim diyoruz. Dolayısıyla, bütün bunlar biraz daha artık mikro konularda da daha detaylı çalıştığımız alanlar. İşte bunlara bakanlıklarımız farklı farklı isimler veriyor ama, girdi tedarik stratejisi diyoruz, yok ihracat odaklı üretim stratejisi diyoruz. İşte yeni yatırım teşvik programını şu anda hazırlamaktayız. Bu yeni yatırım teşvik programını Kalkınma Bakanlığımız ve Ekonomi Bakanlığımız ortaklaşa çalışıyorlar. Çalışma belli bir aşamaya gelince Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda ele alacağız.
KEREM ALKİN - Bu yasal düzenlemeyi mi gerektirecek Sayın Bakanım?
ALİ BABACAN- Yasal düzenleme, belki bir miktar küçük birkaç madde gerekebiliyor teşvik için, ama ağırlıklı olarak Bakanlar Kurulu kararıyla da detayları oluşturuluyor. Bunlar yapılırken mutlaka dediğim gibi, eğer bir teşvik vereceksek, o sektörün dünyada rekabet gücünün olacağı bir sektör olması gerekiyor. İlelebet her sene biz diyelim ki 100 milyon lira o sektöre devlet kaynağı akıtarak sektör varlığını sürdürecekse, o işe girmeyeceğiz, yapamayız yani. O da verimsizliği sürekli beslemek anlamına gelir. Zaten 74 milyondan topladığımız vergileri verimsiz sektörü, asla başarılı olamayacağımız bir sektörü sürdürmek anlamına gelir. Şunu çok açık ortaya koymamız gerekiyor: Türkiye bazı sektörlerde küresel rekabet gücüne sahip, bazı sektörlerde değil. Küresel rekabet gücüne sahip olmadığımız sektörlerin üzerine gidip illa ben her şeyi Türkiye’de üreteceğim, ithal ettiğim her şeyi Türkiye’de yapmak için her türlü desteği vereceğim gibi bir yanlışın içerisine de düşmememiz lazım, akıllı davranmamız lazım. Bütün bunlar dediğim gibi yoğun çalıştığımız alanlar. Daha anlatabilirim ama herhalde soracağınız başka konular da var.
KEREM ALKİN - Sayın Bakanım, zaten kısa bir ara vermemiz gerekiyor. Bu arada maillere ben yetişemiyorum, çok sayıda izleyicimizden önemli sayıda soru var, yurt dışından soru dahi var. Bu çerçevede izleyicilerimiz mekanı da merak ediyorlar. Kısa arayı verirken Çukurhan’da Divan Grubunun Çukurhan Otelinde Çengelhan’ın hemen yanında, Ankara’nın ekonominin kalbinin attığı önemli bir tarihi mekanında olduğumuzu hatırlatmak istiyorum.
Kısa bir ara, Cüneyt Başaran’ın sorusuyla kaldığımız yerden devam edeceğiz.
KEREM ALKİN - Ekoforum’un ilk programında Sayın Başbakan Yardımcımız Ali Babacan’la kaldığımız yerden devam ediyoruz. Cüneyt, söz sendeydi.
CÜNEYT BAŞARAN- Sayın Bakanım, aslında ilk bölümde bence çok samimi bir şekilde ifade ettiniz. Özellikle Merkez Bankası konusuna ben değinmek istiyorum bir kez daha. Merkez Bankamız gelişmeleri çok yakından takip edip, olağanüstü bir toplantı yaptı ve sizin ifadenizle kullanıyorum tabiri caizse çark etti. Çünkü gelişmeler o yöne gidiyor dediniz ve bu toplantının arkasından iki tane senaryo hazırladı Merkez Bankası. Bunlardan bir tanesi işler iyi giderse ve işler kötü giderse şeklinde. Her ikisinin ortak paydasında faiz indirimi var. İşler kötü giderse ekstra munzam karşılığın indirilmesi söz konusu.
ALİ BABACAN- Doğru.
CÜNEYT BAŞARAN- Şimdi bu noktada hemen şuraya bağlayacağım: Bir yandan da Türkiye ekonomisi Çin’den sonra en fazla büyüme gösteren, OECD arasında parmakla gösterilecek bir büyümeyi yapan bir Türkiye olarak geliyor. Tabi gecikmeyle geliyor ön veriler. İşte 6. ay itibariyle bir soğuma var ama, hala üst sıralardayız ve bizim Bloomberg HT Televizyonunda yapmış olduğumuz bağlantılarda en çok özellikle Londra’dan ve New York’tan gelen sorular şöyle olurdu: Anlayamıyoruz, yani ekonomi yönetimi nasıl bir tablo görüyor ki, biraz da kötüleşen enflasyon verilerine rağmen, beklentilerine rağmen faizleri indirme konusunda bu kadar net bir tablo ortaya koyabiliyorlar. Hani bunu dünyada birçok ülke yapıyor, çünkü çok ciddi bir soğuma görüyorlar. Türkiye’de ekonomi yönetimi nasıl bir tablo görüyor 2011’in ikinci yarısı ve 2012’nin ilk yarısı için özellikle büyüme kaleminde?
ALİ BABACAN- Şimdi 2011’in ikinci yarısı ve 2012 yılı kuşkusuz bizim 2010 yılından ya da 2011’in birinci çeyreğine göre mukayese ettiğimizde daha yavaş olacak, yani büyüme hızımız düşecek, bu bir gerçek. Hatta gelecek sene muhtemelen yüzde 5’in altında bir rakam görebiliriz, bu sürpriz olmamalı hiç kimse için.
CÜNEYT BAŞARAN- Yıl sonu itibariyle.
ALİ BABACAN- Gelecek senenin tümü için. Yani 2012’nin tümü için yüzde 5’in daha altında bir büyüme rakamı sürpriz olmamalı kimse için. Şimdi enflasyon artıyor ama, sebeplerine inip baktığımızda ağırlıklı olarak burada işte kurumun bir miktar yetkisi var. Ürün fiyatlarının, özellikle temel ürün fiyatlarının petrol başta olmak üzere etkisi var. Fakat bunların etkilerinin bugün için bizim enflasyonumuz üzerindeki durumu açısından bakacaksak, gelip geçici olduğunu söylemekte fayda var. Yani belki bir dönem bir miktar enflasyonun yüksek seyretmesine sebep olacak. Ondan sonra enflasyon zaten olması gereken yerlere tekrar düşecek. Burada önemli olan, enflasyondaki bu artış. Bizim kendi iç ekonomimizdeki hani çok yoğun bir talep ya da çıktı açığının kapanması, bir negatife dönmesi mi, yoksa dışarıdan gelen bazı işte kur etkisiydi, petrol etkisiydi şuydu buydu, buna bakmak gerekiyor. O açıdan baktığımızda bugün itibariyle yani içerideki talepten, aşırı talepten doğan bir enflasyon baskısı biz görmüyoruz. Hatta kiralar mesela çok önemlidir. Kiralardaki artışlar bayağı bir düşük seyrediyor. Yani uzun vadede bakıldığında önemli bir göstergedir. Yani insanların hani ödediği kira ya da evini kiraya verirken talep ettiği kira rakamı. Dolayısıyla o açıdan baktığımızda enflasyon bugün Türkiye ekonomisi açısından ciddi bir risk alanı değil. Daha önemli bir risk alanı durgunluk, hatta Allah korusun tam tersine 2009’da yaşadığımız gibi bir negatif büyüme. Yani daha önemli risk alanı ve konsantre olmamız gereken risk alanı o alan olarak görüyoruz. Dolayısıyla o açıdan baktığımızda da hani Merkez Bankamızın aldığı kararlar, attığı adımlar son derece isabetli. Yani bazıları diyor ki, Merkez Bankası hani artık enflasyonu önemsemiyor da, büyümeye mi bakıyor? Tam tersine, Merkez Bankası’nın temel önceliği, birinci önceliği ki kanunda da açık yazar. Tabi biz o kanunu değiştiririz icabında o mesele değil ama, bizim Parti politikası olarak ta 2001’den bu yana çok açık bir şekilde bunu her parti dokümanımızda vardır. Açın bakın bütün hükümet programlarında vardır, bütün seçim beyannamelerimizde var. Der ki, Merkez Bankası’nın temel önceliği fiyat istikrarıdır. Fiyat istikrarı hedefiyle çelişmemek kaydıyla Merkez Bankası, hükûmetin büyüme ya da istihdam konusundaki hedeflerini destekleyecek adımlar da atar der açık bir şekilde. Sadece kanunda öyle yazdığı için değil, çünkü kanun değişebilir. Ama bizim bu aynı zamanda inandığımız, savunduğumuz ve uyguladığımız bir politikadır. Şimdi bu açıdan baktığımızda Merkez Bankası ne diyor? Diyor ki, enflasyon konusunda çok ciddi bir risk görmüyorum, çıktı açığı şu anda hala var, bazılarının iddia ettiği gibi kapanmış değil. Hatta tam tersine bunun daha artma ihtimali belirmiş durumda. Talep taraflı baskıdan doğan bir enflasyon riski yoksa, o zaman ben dönerim, ekonomide ciddi bir durgunluğu önleyecek kararları, adımları da şimdiden atarım. Ondan sonra gelişmelere bakılır, daha sonra farklı tedbirler gerekirse farklı tedbirler de uygulamaya konulabilir. Dolayısıyla yani bizim hükûmet olarak bakışımızda da bu açıdan herhangi bir fark yok. Kaldı ki yapılan tahminler, beklentiler 2012 itibariyle hedef olan yüzde 5 civarında enflasyonun neticeleneceği yönünde. Yani bugün baktığımızda hem bizim kendi tahminlerimiz, hem piyasa tahminleri 2012 sonu itibariyle belki bir geçici olarak enflasyonda yükselme, kur ve diğer sebeplerle, ama nihayetinde 2012’de tekrar hedef olan yüzde 5’e doğru seyreden bir enflasyon bekliyoruz. Dolayısıyla burada herhangi bir çelişki, herhangi bir sıkıntı görmüyoruz. Kaldı ki, eğer bir çelişki, bir sıkıntı olsaydı bunu biz Hazine’nin borçlanma faizlerinde ya da Hazine bonolarının ikinci el piyasadaki faizlerinde görürdük. Yani eğer bugünlerde faizler yüzde işte 7,8 civarında seyrediyorsa kimse demek ki ciddi bir enflasyon artışı beklemiyor önümüzdeki iki yıl içerisinde. Aksi halde enflasyon beklentisindeki artış ya da beklenen enflasyondaki artış hemen gelip dönüp nominal Hazine faizlerini vururdu. Dolayısıyla bu sadece bizim beklentimiz değil, demek ki piyasa beklentisi ve fiilen Hazine bonosu alıp satanların da beklentileri bu yönde.
KEREM ALKİN - Merkez Bankası’nın bugün açıkladığı eylül ayına ait ilk beklenti anketinde 6,77’lerden, sanıyorum 6,83’lere doğru bir miktar enflasyon beklentisinin yükseldiğini gördük.
ALİ BABACAN- O, yıl sonu itibariyle.
KEREM ALKİN - Evet, yıl sonu itibariyle.
ALİ BABACAN- 2011 sonu itibariyle. Tabi. Olur ya bir miktar olabilir, bunlar çok doğal yani. Ama şu var ki, yani kurun tabi bundan sonraki aylarda seyri, yıl sonuna kadar ki seyri ne olacak bu tabi kuşkusuz önemli. Hani hemen aylık enflasyonlara bakıyorsak. Ama daha önemlisi orta vadede işte 2012 sonu, 2013 sonu itibariyle enflasyonun nereye doğru gittiği daha önemli. Çünkü bizim için önemli olan yani kısa vadede bu inişler çıkışlar, enflasyonda çok belirleyici dünya piyasasının bu kadar sarsıntı geçirdiği, bu kadar inişler çıkışlar yaşadığımız bir dönemde, bütün dünyada enflasyonun bir artış trendine girdiği bir dönemde biz diyebiliyorsak hemen 2012 sonu için bizim hedefimiz oldukça sağlam görünüyor ve piyasa da buna inanıyorsa, faizler piyasada bu şekilde oluşuyorsa demek ki bunda endişe edecek bir şey yok. Tabi burada beklenti anketlerinden belki daha önemlisi, ben Hazine bono faizlerini görüyorum. Çünkü beklenti anketlerinde o işaretleyen, ankette rakam yazılmanın pek maliyeti yok. Ama yanlış yatırım yaparsa, bunu yanlış bir fiyattan alırsa bunun bedelini ciddi bir rakam olarak ödeyebilir. Dolayısıyla fiili piyasa hareketleri, beklenti anketlerinden belki daha önemli bir gösterge diye düşünüyorum.
KEREM ALKİN - Sayın Bakanım, bu noktada tabi herkesin merakla beklediği hiç şüphesiz Orta Vadeli Program. Burada öncelikle kısa bir soru olarak 2012-2014 Orta Vadeli Programı, 17 Ekim’dedir klasik Anayasa gereği bütçenin Meclis’e teslimi.
ALİ BABACAN- Doğrudur.
KEREM ALKİN - O tarihleri mi beklememiz gerekiyor? Herkes, çünkü 2012 bütçesini yapacak şirketler.
ALİ BABACAN- Şimdi bizim biliyorsunuz Anayasa gereği 2012 bütçesini Meclise sevk etmemiz gereken tarih, son tarih 17 Ekim. Biz Orta Vadeli Programı o tarihten bir süre önce açıklamayı planlıyoruz. Ne kadar önce? Şu anda bir şey söylemem zor. Ama daha önce de ifade etmiştim, eylül sonu, ekim başı gibi bir tarih makul gibi görünüyor bugün için. Şu var yalnız: ağustos ayı tatil ayıydı özellikle Avrupa’da ve bu tatil ayında maalesef karar vericilerin bir kısmı ortalarda yoktu. Ya da işte bakıyorsunuz tatile çıkıyor, ondan sonra tatilini bölüyor dönüyor, işte iki gün kalıyor işinin başında, sonra tekrar tatile çıkıyor. Dolayısıyla şöyle insanlar oturup da ciddi bir şekilde konuların üzerine eğilemediler özellikle Avrupa. Şimdi önümüzdeki haftalarda önemli toplantılar var. Bir G-20 Bakanlar toplantısı var benim katılacağım Washington’da gerçekleşecek Eylül ayının ortasında. Hemen arkasından Dünya Bankası, IMF yıllık toplantıları var. Şimdi bu toplantılarda tabi görüşülecek konular önemli, oradaki genel hava önemli. Orada benim katılacağım sadece bakanlarla olan toplantılar değil, aynı zamanda piyasa oyuncularıyla, bankacılarla, daha dar çerçevede ya da geniş çerçevede yapılacak çok sayıda toplantı var. Burada da geniş istişare imkanlarımız olacak, birebir görüşmelerimiz olacak. Dolayısıyla biraz daha yani özellikle büyük ekonomilerdeki trendler konusunda fikir sahibi olmak istiyoruz Orta Vadeli Programa son noktayı koymadan önce. Çünkü çok kaygan bir zemin var, trendler çok hızlı değişiyor. Dolayısıyla biz Orta Vadeli Programı açıklamadan önce dünyadaki son trendleri okuyup, o trendler ışığında ne yapacağımızı açıklamak istiyoruz. Dolayısıyla birkaç hafta…
KEREM ALKİN - IMF’nin Dünya Görünüm Raporu da gelecek, Word Outlook Economic Rapor.
ALİ BABACAN- Gelecek. Onun ilk taslakları geldi bize, yani taslaklarına bakıyoruz. Henüz kamuoyuna yayınlanmıyor, ama taslakları gönderdiler onları inceliyoruz. O da değişiyor. Yani bakıyoruz bir hafta önceki taslakta farklı, bugün telefon açık sorduğunuzda gene farklı bir şey söyleyebiliyorlar. Yani dünyanın büyümesiyle ilgili, Avrupa’nın büyüme oranı, Amerika’nın büyüme oranı, özellikle 2012 için ciddi belirsizlikler taşıyor.
KEREM ALKİN - Ben mahsus Ali Çağatay’ın sorusuna zaten bir zemin hazırladım.
ALİ ÇAĞATAY- Evet, yani Hoca bana pas atıyor ama, görünmez bir pas.
Şimdi gerçekten biz IMF’nin uzunca bir dönemdir müşterisi olmaktan çıktık. Yani IMF artık bizim kapımızı çalmıyor, biz de ona ihtiyaç hissetmiyoruz bu güzel bir şey, bunu olumlu anlamda söylüyorum. Fakat son dönemde IMF’nin Türkiye ile ilgili revize raporlarının tamamında neredeyse negatif revize rakamları geliyor. Yani bizim iyi beklediğimiz rakamlar onlarda kötü geliyor, kötü beklediğimiz rakamlar onlarda daha farklı geliyor. Acaba bir husumet söz konusu olabilir mi? Yani biz bu Türkiye’ye bir ayar verelim de biraz kendilerine gelsinler gibi bir yaklaşım olabilir mi?
ALİ BABACAN- Vallahi şu anda IMF’nin onu yapacak ne takati var, ne bu tür şeylerle uğraşacak gücü var. Yani onlar şu anda yoğun bir şekilde çok ciddi problem yaşayan ülkelerin üzerine eğilmiş durumdalar. Yani başlarında yeterince problem, yeterince dert var şu anda. Dolayısıyla hani Türkiye’yi o yönden farklı bir yöne sokmaya çalışmak, böyle bir şey biz hiç sezmiyoruz doğrusu. Burada tamamen analiz yapanların kullandığı varsayımlar, onların dünyayı okuyuşu ve o an itibariyle düşündükleri, hesap ettikleri rakamları koyuyorlar raporlara ve geçenlerde çok hani fiili olarak yaşadık, biliyorsunuz bunlar Dünya Bankası, IMF kardeş kuruluş. Yani Washington’a gidenler bilir, iki bina karşı karşıya, yani arada bir sokak var yani. Birinin kapısından çıkıyorsunuz öbürünün kapısından içeri giriyorsunuz. Şimdi yine IMF’nin Türkiye için 2012’yle ilgili bir büyüme rakamını açıkladığı günlerde Dünya Bankası Başkanı Türkiye’deydi ve gazeteci arkadaşlardan birisinin sorusu üzerine o rakamı duydu. Dedi bu mümkün değil dedi, yani bizim analizimiz çok farklı yönde dedi Dünya Bankası olarak dedi. Yani düşünün ki bunlar kardeş kuruluşlar, karşı karşıya.
ALİ ÇAĞATAY- Evet, mesela o fark nereden kaynaklanıyor?
ALİ BABACAN- Dolayısıyla ha diyeceksiniz ki bu ekipler hiç mi konuşmuyor? Normalde konuşmaları lazım yani, IMF ekibiyle, Dünya Bankası ekibi normalde konuşur. Yani bir analizlerini paylaşırlar bakarlar ama, dünyada o kadar işler hızlı gelişiyor ve beklentiler o kadar farklı yönde hızlı bir şekilde değişebiliyor ki, ya bunların oturup öyle rakamları karşılaştıracak, verileri paylaşacak şöyle rahat bir analiz yapacak durumları da yok açıkçası. Dolayısıyla biz tabi onlara bakıyoruz, ki biliyorsunuz bugünlerde Uluslararası Para Fonu Heyeti Türkiye’de. Bu bir program sonu izleme…
KEREM ALKİN - Dünden beri Ankara’dalar değil mi Sayın Bakanım?
ALİ BABACAN- Evet. Program sonu izleme çalışması artık değil. Çünkü Türkiye’nin borcu, bir kritik eşik var, bu kritik eşiğin altına indiği için artık biz program sonrası izleme durumundan çıktık Türkiye olarak.
KEREM ALKİN - Rutin…
ALİ BABACAN- Rutin. Şimdi madde 4 kapsamı, IMF’nin o kuruluşundaki 4. madde çalışmaları oluyor. Bu üye bütün ülkeler için yapılıyor, Amerika için de yapılıyor, Japonya için de, Almanya için de. Şimdi artık rutin o çalışmalar dönemine girdik biz. Yani program sonrası izlemeden bile çıktık Türkiye olarak borcumuz belli bir eşiğin altına indiği için.
ALİ ÇAĞATAY- Biliyorsunuz bir ara onun için de şikayetçi oldular. Türkiye bizi çağırmıyor, 4. madde çerçevesinde gözden geçirmelerimizi yapamıyoruz dediler ve arkasından tekrar geldiler. Yani gerçekten çok şey durumdalar, bize karşı böyle biraz, yani yüzü kırık durumdalar.
ALİ BABACAN- Vallahi dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama, bizim teknik ekipler iyi çalışıyor, yani ilişkilerde bir sorun görmüyoruz, bir problem görmüyoruz yani.
KEREM ALKİN - Ama temmuz ayında yayınladıkları G-20 ülkeleriyle ilgili rapordu sanıyorum siz de bir yayında, oradaki 2011 ve 2012’yle ilgili bazı öngörülere IMF’nin, katılmadığınızı belirtmiştiniz.
ALİ BABACAN- İşte biraz önce bahsettim. O Dünya Bankası Başkanı’nın hani o rakamdan bizim analizimiz çok farklı dediği rapor, o rapor zaten, işte o rapor.
KEREM ALKİN -Doğrudur.
ALİ BABACAN- G-20 için ve G-20 bakan yardımcıları toplantısı için hazırlanan bir ön çalışma. Yani G-20 ülkeleriyle ilgili IMF’nin o andaki teknik ekibinin bir tahmini ki, bizim ekibimizle paylaşılmış bir şey değil, karşılaştırılmış bir çalışma değil. Ama şu anda heyet Ankara’da olduğu için, bunlar bütün artık projeksiyonları, bütün makro ekonomik analizleri, beklentilerinde Türkiye için bizim ekiplerimizle beraber karşılıklı çalışacaklar. Yani o farklılıklar önemli ölçüde azalır diye ben düşünüyorum. Tamamen farkların kapanması mümkün değil. Çünkü bizim kendi özgün bir çalışmamız var, inandığımız bazı beklentiler var. O neyse biz gene onu Orta Vadeli Programımıza yazarız. Yani IMF öyle tahmin ediyor diye bizim kendi duruşumuzdan taviz vermemiz söz konusu olmaz. Ama nedir, onların analizinde bizim gözden kaçırdığımız bir unsur varsa, onu öğreniriz. Gerçekten, bak biz bunu gözden kaçırmışız deriz. Ama çoğu zaman da onların analizlerinde bizim ekiplerimizle mukayese ettiğimizde onların gözden kaçırdığı şeyler de olabiliyor. Dolayısıyla karşılıklı konuşarak, bunlar çözülür. Kaldı ki şu anda tahmin yapmanın çok zor olduğu bir dönemdeyiz, yani sıhhatli tahmin yapmanın çok zor olduğu bir dönem. Yani bakıyoruz böyle dünya ekonomisiyle ilgili, Amerikan ekonomisiyle ilgili tahminler, mesela büyüme rakamları bir ay arayla yüzde bir değişebiliyor. İşte yüzde ikilik bölüme bakıyorsunuz, yüzde bir olarak revize etmiş, aradan sadece bir ay geçmiş. Yani büyük ekonomilerde yüzde bir çok önemli revizyondur yani, bunlar bile yapılabiliyor. Bunları doğal karşılamak lazım. Bizim Orta Vadeli Programda ortaya koyduğumuzda tahminler, projeksiyonlar bir sene boyunca geçerli olacak değişmez şeyler de değil. Bir süre sonra, birkaç ay sonra tekrar yeni gelişmelere göre yeniden bunlara bakılır, yeniden revizyonlar yapılır, yeniden tahminler, projeksiyonlar gözden geçirilebilir ki, bunları biz kendi içimizde zaten sürekli yapıyoruz. Mesela büyüme rakamıyla ilgili, her ay mutlaka bütün ekipler bir araya gelir, bir büyüme tahminleri çalışılır, karşılaştırılır bunlar. Mesela cari açık tahminleri her ay mutlaka yapılır, ekipler bir araya gelir. Ekipler derken, bizde tahmin çalışmasını yapan üç tane kurum vardır yani sıhhatli. Yani böyle şahısların, kişilerin kendi gönlünden geçen, aklından geçen, kalbinde hissettikleri rakam değil yani. Fiili, böyle gerçek, bilimsel tahmin çalışması. Şimdi o tahmin çalışması yapan kim vardır? Merkez Bankamız vardır, DPT, yeni adıyla Kalkınma Bakanlığımız ve Hazine Müsteşarlığımız vardır. Bu üç kurum enflasyonla ilgili, büyümeyle ilgili, cari açıkla ilgili çok bilimsel modellemelerle tahmin çalışması yapar. Bu üç kurumumuzu biz zaten ayda bir muntazam bir araya getiririz, bu tahmin çalışmaları hep karşılaştırılır. Bizim her ay tahminlerimiz önceki aya göre aşağı ya da yukarı ufak ufak revize edilerek gidilir. Ama biz bunu açıklamayız. Çünkü ayda bir tahmin yenileyip, ayda bir bunları açıklamak da başka bir kafa karışıklığına sebep olabiliyor. Biz hükûmet olarak resmi tahminlerimizi daha seyrek bir şekilde, ama o gün itibariyle de bütün verileri içerecek şekilde, uluslararası karşılaştırmalar yapılmış bir şekilde açıklamayı tercih ediyoruz.
 
KEREM ALKİN - Bir aramız daha olacak. O noktada da Özlem Dalga’ya dönüp, çünkü Özlem’in 2011 büyüme tahminiyle ilgili olarak bir sorusu olacaktı Sayın Bakanım.
ÖZLEM DALGA- Evet. Bu yılı nasıl kapatacağız, şu anda öngörünüz nedir, onu merak ediyordum ben. Tahminler havada uçuşuyor sizin dediğiniz gibi.
ALİ BABACAN- Şimdi 2012 ile ilgili bugün itibariyle baktığımızda tabi kurumlarımızın yine belki farklı farklı beklentileri var, farklı farklı tahminleri var ama, yani 2011 için yani yüzde artı-eksi, tahmin oranıyla beraber 6’lar gibi bir şey görünüyor bugün için. Ama bundan iki ay sonra baktığımızda değişebilir. Ama biz bunları daha netleştirip orta vadeli programda daha böyle nokta atış bir büyüme tahmini tabi ilan edeceğiz. Ama bugün itibariyle baktığımızda 2011 için rakam böyle gözünüyor. Dediğim gibi 2012 için de yüzde 5’in altı hiç kimse için sürpriz olmamalı, buna hazır olmalıyız. Çünkü 2012 öyle bir yıl olacak ki, yani yüzde 3-4 büyüme bile bütün dünyada ya çok iyi bir büyüme denilebilecek bir yıl yani 2012 yılı.
KEREM ALKİN- Türkiye açısından söylüyorsunuz değil mi ya da genel anlamda mı söylüyorsunuz?
ALİ BABACAN- Yok, genel anlamda, herhangi bir ülke için. Yani yüzde 3-4 büyüme gıpta edilecek bir rakam olacak muhtemelen 2012 yılı için. Ama Türkiye için dediğim gibi 5’in altında olması bir sürpriz olmamalı kimse için.
ALİ ÇAĞATAY- Ne kadar altında mesela?
ALİ BABACAN- Zor. Bugün için dediğim gibi nokta atışı rakam vermek zor. Ama Orta Vadeli Programda biz daha böyle, nokta atışı bir büyüme tahmini tabi ki ortaya koymuş olacağız. Onun için de eylül sonu, ekim başını beklemekte fayda var.
SUNUCU- Sayın Bakanım, bizim hemen hemen Haziran ayı sanayi üretim rakamları Ağustos ayında açıklandıktan sonra, kendi izleyicilerimizle ve kamuoyuyla paylaştığımız ikinci çeyrek büyüme tahminimiz Bloomberg HT olarak yüzde 5,1’le, 6,2 arasında. Sizin ekibinizin önümüzdeki hafta Pazartesi günü açıklanacak olan ikinci çeyrekle ilgili büyüme tahmini nedir?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN- Vallahi şimdi artık gerçek rakamı, TÜİK’in hesap ettiği rakamı çok yakın bir zamanda öğreneceğimiz için, ben şimdi orada bir tahmin vermeyeyim yani, çok yaklaştık çünkü.
KEREM ALKİN - Ekibinizin bir çalışması var mı diye…
ALİ BABACAN- Mutlaka var, mutlaka var ama, gerçek rakamın açıklanması çok çok yakın. Dolayısıyla onu şimdi telaffuz etmeyeyim.
KEREM ALKİN - Geçen sefer biz yüzde 11’i tutturduk kanal olarak. Çünkü herkes 9,5’ları konuşuyordu Sayın Bakanım. Bu sefer 5,2 ile 6,2 arasını tutturacak mıyız. Ama eğer o gerçekleşirse zaten bütün yıl için…
ALİ BABACAN- Biz 9-11 arası diyorduk, böyle geniş bir aralık veriyorduk. O öyle oldu. Ama o güzel bir büyüme. Fakat 2011 yılının ilk çeyreğine mahsus özel ve güzel bir gelişme olarak kalacak. Daha düşük rakamlara kendimizi hazırlamalıyız bundan sonra.
KEREM ALKİN - Cüneyt’in sorusuna tekrar kısa bir aradan sonra geçeceğiz ama, olağanüstü bir yağmur var. Ve o yağmur çerçevesinde de bankalarla ilgili olarak iki soru var. Kalan kısa süre içerisinde onunla ilgili cevaplarınızı almak isterim. Bir tanesi banka komisyonları ve ücretlendirmeyle ilgili. İzleyicilerimiz diyorlar ki, Sayın Bakanımızın bu konuda aslında bankalara yönelik uyarısı olmuştu.
ALİ BABACAN- Doğru.
KEREM ALKİN - Ama biz hala kredi kartı komisyonu ya da bankamatik kartı komisyonu hatta sanal kart komisyonu hala ciddi bedeller ödüyoruz. Yani bu konuda ne yapmamız lazım tüketici olarak? Bir de biliyorsunuz şu İsviçre Frangı ve Japon Yeni cinsinden kredi kullananların ciddi mağduriyet çığlıkları var, Sayın Bakanım.
ALİ BABACAN- Kredi kartı komisyonlarının çerçevesi yasayla belirlenmiş durumda. Orada bankaların yapabileceklerinin sadece bir sınırı var. Ama onun haricinde bankaların aracılık maliyetleriyle ilgili tahsil ettikleri tutarlar, tabi bankadan bankaya değişiyor. Şimdi biz bunu ilk aşamada ne yaptık? BDDK’nın web sitesinde tüm bankaların farklı kategorilerde almış olduğu ücretleri yayınlayarak bir bakıma rekabet ortamını biraz sağlamaya yönelik bir adımı atmış olduk. Yani BDDK’nın da web sitesine girildiğinde hangi bankanın, hangi tür işlemden ne kadarlık bir ücret aldığı artık açıkça görünüyor ve bankalar bunu BDDK’ya bildirmek zorunda. Kendi web sitesiyle, BDDK’nın web sitesindeki arasındaki o linki de kurmak zorunda. Şimdi vatandaşlarımız girecek bakacak, hangi işlem için hangi banka daha düşük bir ücret talep ediyorsa, o bankaya doğru yönlendirecek. Bu rekabetin bir miktar faydalı olacağını düşünüyoruz.
KEREM ALKİN - Bu BDDK’nın web sitesinde var.
ALİ BABACAN- BDDK’nın web sitesinde. Bununla ilgili BDDK hazırlıkları yaptı bitirdi ve yanılmıyorsam da başladı ya da bugünlerde başlayacak. Yani o artık o konuda daha şeffaflık var. Yani bankaya gittikten sonra hani parayı götürüyorsunuz ya da talimatı götürüyorsunuz banka şubesine. O anda karşınıza diyelim ki 80 lira bir ücret çıkıyor. Artık o noktadan sonra banka seçmeniz, karar değiştirmeniz kolay değil, mecburen onu ödüyorsunuz. Ama halkımız bundan sonraki dönemde işlem yapmadan önce girecek BDDK’nın web sitesine, banka banka karşılaştıracak. Hani hangi banka genelde daha düşük ücret alıyorsa muhtemelen o bankayla çalışmayı tercih edecek ve bankalar da rekabet çerçevesinde mümkün olduğunca bu ücretlerini makul seviyelerde tutmaya çalışacaklar şu andaki yaklaşımımız bu. Ama hani bu da yeterli olmazsa, hani bunun da üzerinde katı düzenlemeler gerekirse bu da belki ileride düşünülebilir. Ama şunu da unutmamak lazım ki, biz bir anlamda bankaların bilançosunu korumamız lazım. Yani bankaların bilançolarının sağlamlığı da tüm sektör açısından önemli. Malum faizlerin düşmesiyle beraber bankaların faiz gelirleri çok çok düştü, yani faizden elde ettikleri kar düştü. Dolayısıyla faiz dışı gelirler, bu aracılıkla ilgili yaptıkları tahsilatlar da banka bilançoları açısından önemli ve sağlamlaştırıcı bir unsur. Yani bunu yaparken de tabi bankaların bünyelerini zayıflatıcı, bankaların sermayelerini bir bakıma zayıflatıcı bir adım atmaktan da kaçınmamız lazım, o dengeyi de iyi tutturmamız lazım. Aksi halde bankalarla ilgili bir sorun yaşandığında da bunu toplum olarak, millet olarak bedelini çok ağır ödüyoruz. Bunu da birkaç kere tecrübe etti Türkiye; 1994 ve 2001 krizlerinde.
KEREM ALKİN - Japon Yeni ve İsviçre Frangı…
ALİ BABACAN- Japonya Yeni ve İsviçre Frangı şöyle: Bir dönem tüketici kredilerinden az bir miktar, çok değil bu, toplam içerisinde çok düşük bir yüzde. Bir miktar bunlar kullandırıldı. Fakat biz biliyorsunuz 2009’da bunu yasakladık. Çünkü ne oluyordu? Halkımız faizleri düşük olduğu için, bakıyor Türk Lirası faizine bakıyor, diyelim ki İsviçre Frangına ya da Japonya’nın faizine bakıyor, ya bu kadar faizi niye ödeyeyim diyor, daha düşük faizle borçlanırım diyor. Ama burada ana paradaki kur riskini tabi üstlenmiş oluyor. Yani Yen’le Türk Lirası’nın kurunun sabit olacağı diye bir şey yok. Frankla Türk Lirası’nın sabit duracağı diye de bir şey yok. Dolayısıyla hani düşük faiz cazip gibi görünüyor, ama ciddi kur riskine girdi bazı vatandaşlarımız ve onun da maalesef olumsuz sonuçları oldu. Ama biz 2009’dan itibaren bunu yasakladık. Artık 2009’dan itibaren tüketici kredileri tamamen Türk Lirası. Türkiye’de başka para birimi cinsinden gidip birisi kredi istese, bankalar vermez, banka vermek istese tüketici alamaz. Kanunen, yani hukuki zemin olarak yasaklamış durumdayız bunu.
KEREM ALKİN - Sorular şöyle: Kamu otoritesi aramızı yapamaz mı diyorlar aslıda izleyiciler. Yani hani şunlar TL’ye dönüştürülse bir formül bulunsa, bankalar biraz kardan fedakarlık etse, biz de fedakarlık etsek de bu mağduriyetten kurtulsak.
ALİ BABACAN- Şimdi problem şurada: Biliyorsunuz bankaların bilançoları döviz açısından, döviz pozisyonları açısından başa baş noktada tutmak mecburiyetinde bankalar. Yani ne kadarlık döviz borçları varsa, o kadarlık da döviz alacakları var. Kur riski almaları bankaların yasak. Onu BDDK düzenliyor, denetliyor. Dolaysıyla bankaların hani Yen alacağı var ama, bankanın kendisinin de Yen borcu var. Dolayısıyla banka gidip de kendi Yen borcunu, kendi borçlusuyla anlaşabilecek mi, burada öyle bir sorun ortaya çıkıyor. Yoksa sadece tüketiciyle banka arasında olan bir şey olsa neyse ama, banka o Yen krediyi verirken, muhtemelen başkasından da Yen borçlandı da verdi bu krediyi. Dolayısıyla bankaların kar haddi içerisinde, bankalar belki sadece o kar kısmından bir miktar fedakarlık bilmiyorum yaparlar mı, bunlar tabi karşılıklı konuşulması gereken konular. Ama sen benim Yen borcumu eski kurdan Türk Lirası’na çevir, eski kurdan dolara çevir, o zaman banka bunu kiminle çözecek, kiminle halledecek karşı tarafta. Tabi bunlar da önemli soru işaretleri.
KEREM ALKİN - Kısa bir ara ve her zaman olduğu gibi Cüneyt Başaran’ın sorusuyla kaldığımız yerden devam edeceğiz, bizden ayrılmayın.
KEREM ALKİN - Sayın Bakanımızla kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Cüneyt Başaran, bir hararetli sohbetin içindeydik Sayın Bakanımızla. O kaldığımız noktadan izleyicilerimizle değerlendirmeyi takip edelim.
CÜNEYT BAŞARAN- Sayın Bakanım, aslında ilk iki turun sonunda biraz sizin ağzınızdan 2011’in sonunu ve özelikle 2012’nin hem enflasyon konusunda, hem de öbür taraftan büyüme konusunda netleştiğini, daha doğrusu ihtimalleri sizin ağzınızdan duyduk. Bir problem yaratmayacak enflasyon beklentisi var hükûmetin 2012 için Merkez Bankası’nın öngörüleriyle ve yüzde 5’in altında bir büyümenin de sürpriz olmaması gerektiği 2012 için ifade ettiniz. Şimdi bu noktada bir ayak kalıyor, o da cari açık noktası. 70 milyar Doların üzerinde muhtemelen tamamlayacağımız bir 2011 cari açık rakamı ve 2012’de Merkez Bankamız diyor ki, merak etmeyin bu soğuma tek başına gelmeyecek, bunun artıları da var, artılarından bir tanesi de cari açık da düşecek. Ama orada şu sorular çok öne çıkıyor? Tamam cari açık daralacak ama, bunun ithalat ve daralacak kısmını anlıyoruz, çünkü bizim harcamalarımız azalacak. Fakat özellikle Avrupa yangın yerine döner, sizin bahsettiğiniz o İtalyan faizleri 6’lara gelir, ciddi bir bunalım olursa, en büyük ticaret partnerimiz olan Avrupa böyle bir soğumaya girerse, ithalattan aldığımızı ihracattan da verir ve hem küçülen bir ekonomi, hem de gayri safi milli hasıla oranı çok da düşmemiş bir cari açıkla kalabilir miyiz, bu senaryo üzerinde düşünüyor mu hükûmet, diye de sorular geliyor.
ALİ BABACAN- Bunlar tabi hep haklı sorular ve haklı kaygılar bana göre. Ancak şu var ki, bizim cari açığımızın yüksek seyretmeye başladığı dönemle, bugünü mukayese ettiğiniz zaman, öncelikle özellikle ithalat bağlantılı olarak daha değeri düşmüş bir Türk Lirası var bugün, yani daha yüksek bir kur var. İhracat üzerindeki etkisi çok değil kurun. Yani böyle iddia edildiği kadar işte kur yükseldi ihracat arttı öyle birebir güçlü bağlantı yok orada. Yani ihracatın en önemli faktörü, mal sattığınızda ülkelerin iç pazarı. Kendi iç pazarlarında işler iyiyse bizim işler kolaylaşıyor, yoksa zorlaşıyor. Aksi halde yani ihracatçının aynı zamanda bir döviz borçlusu olduğunu, ihracatçının aynı zamanda pek çok girdisini döviz bazında ithal ettiğini ya da içeriden temin ettiğini de unutmamak gerekiyor. Ancak içeride tüketilen ürünlere, yani tüketim ürünlerine özellikle ithal edilen tüketim ürünlerine baktığınız zaman tabi tablo biraz daha farklı. Yani dışarıdan ithal edilip içeride tüketilen ürünlerin fiyatları kurla beraber ciddi ölçüde bugün itibariyle değişmiş durumda. Dolayısıyla bir kur etkisini orada özellikle ithalat tarafında görmeye başladık, bundan sonra daha da belki göreceğiz önümüzdeki günlerde. Öte yandan genel anlamda ekonominin büyüme hızının düşmesi, iç taleple ilgili yavaşlama sinyalleri ki, bunlar ciddi sinyaller. Bunlar da yine bizim cari açık üzerinde olumlu etkiler gösterecek. Yani biz gelecek senenin cari açığını, bu senenin cari açığından daha düşük bir rakam, nominal olarak da milli gelire oranla da daha düşük bir rakam olarak bekliyoruz. Şimdi bizim ayrıca şu anda üzerinde çalışmakta olduğumuz yapısal tedbirler de devreye girdiğinde, bununla ilgili ki yapısal yönü var, daha maliye politikalarıyla alakalı bazı unsurlar olacak üzerinde çalıştığımız. Dolayısıyla bütün bunlarla devreye girdiğinde, yani ilave tedbirler de devreye girdiğinde bir cari açığın önümüzdeki dönemde böyle basamak basamak bir düşme trendinde olacağını tahmin ediyoruz. Yine tam nokta atış rakamlarımız Orta Vadeli Programla ortaya konmuş olacak. Şimdi bu, şu açıdan önemli: Bugün dünyada bir likidite bollu var. Dolayısıyla cari açığın finansmanıyla ilgili bugün için bir sorunumuz yok ve öyle görünüyor ki, Amerikan Merkez Bankası bu şekilde devam ettiği sürece, Avrupa Merkez Bankası bu şekilde devam ettiği sürece, yani birkaç yıl daha dünyada bir likidite bolluğu yaşanacak. Dolayısıyla bizim cari açık ne kadar yüksek de seyretse, bunun finansmanıyla ilgili bir problem, ciddi bir risk bugün itibariyle görünmüyor. Kaldı ki bakıyoruz işte Türkiye’nin dış borçlanmayla ilgili risk göstergelerine, isterseniz CDS Spread’lerine bakın, şu anda Türkiye’nin 238 baz puan. Bugün akşam, daha doğrusu bugün bu sabah itibariyle akşam raporuna bakalım, yine çok farklı rakamlar değil. İşte 233. Akşam biraz daha düşmüş, 233 baz puan. Bu bizim 5 yıllık CDS Spread’imiz.
CÜNEYT BAŞARAN- İtalya’nın 455’te örnek göstermek gerekirse.
ALİ BABACAN- İtalya’nın CDS Spread’i 435 baz puan, yüzde 2 ya da 200 baz puan üzerimizde. Yine Spread’a bakarsak, yani Alman Tahvilleriyle, Türk Tahvillerini ve İtalyan Tahvillerinin farklarına şöyle bir bakacak olursak, örneğin iki yıllıkta Türk Tahvillerinin farkı 228 baz puan, İtalyan Tahvillerinin 338 baz puan. Bu da Alman Tahvilleriyle bizim tahvillerin ya da İtalyan Tahvillerin farklı. Dolayısıyla biz bu bizim döviz borçlanmamızın risk göstergelerine baktığımızda piyasanın da burada ciddi bir risk görmediğini bize gösteriyor bu rakamlar. Dolayısıyla bu sadece bizim analizimiz değil, piyasa oyuncularının da beklentisi bu yönde. Peki ileride ne olacak? İleride hani iki sene sonra, üç sene sonra, hani gün gelip de bu fazla likidite piyasadan çekilmeye başlandığında Avrupa Merkez Bankası ve Amerikan Merkez Bankası faiz yükseltmeye başladığında bizim cari açığa finansmanımız belki biraz daha zor olabilecek ileride. Ama işte biz o günlere bugünden hazırlanabilmek için zaten böyle basamak basamak tedricen cari açığı düşürecek bir Orta Vadeli Program ortaya koymak istiyoruz. Şunu da tabi bir parantez açıp söylemek lazım. Likiditenin bu kadar bol olduğu ve finansmanın bu kadar ucuz olduğu bir dönemde yani biraz cari açık verip bunu finanse ediyor olmak çok da kötü bir şey değil. Yani orada bir fırsat penceresi olarak da belki değerlendirilebilir ama, bunu çok fazla böyle büyük puntolarla üzerini, altını çizerek falan söylemek istemiyorum. Sadece bir parantez içi bir değerlendirme olarak bir kenara koyalım. Yani bir fırsat gibi de değerlendirilebilir. Ama burada bizim için önemli olan orta, uzun vadeli bir bakış açısıdır. Uzun vadede Türkiye’nin istikrarıdır. Dolayısıyla uzun vadede Türkiye’nin daha makul seviyelerde bir cari açıkla devam ediyor olması önemlidir. Yoksa biz sürekli yüzde 9-10 cari açık verelim, buna göre bir program yapalım, bunu biz ilelebet finanse edebiliriz nasıl olsa gibi bir yaklaşım çok da gerçekçi değil. Yani o da er ya da geç bir sorun olarak bu gelir bize döner. Dolayısıyla dikkat etmemiz gerekiyor, aşırı frenden kaçınmamız gerekiyor. Ama kontrolsüz bir şekilde hızlanmaya da girmememiz gerekiyor. Yani dediğim gibi, baştan da söylediğim gibi böyle manuel bir gün gün işi yönetecek bir ekonomi politikası yaklaşımı gerekiyor bu günlerde.
CÜNEYT BAŞARAN- Neydi Sayın Bakanım, çok özür dilerim Hocam. Normal şartlar altındaki, çok zor normal şartlardan bahsetmek ama, Türkiye’nin sürdürebileceği cari açık rakamı?
ALİ BABACAN- Vallahi o, dünya konjonktürüyle çok alakalı. İşte kim derki mesela yüzde 9-10 cari açık vereceksiniz ve bu bir sorun olarak algılanmayacak yani. Şimdi bugün öyle bir ortamdayız demek ki. Yani yüzde 9-10 civarında bir cari açığımız olacak bu sene ve Spread’larımız hala çok düşük. Kimse bir risk alanı olarak görmüyor bunu şu anda yani. Ama öyle bir konjonktür gelir ki, yani yüzde 5-6 bile yüksek olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla biraz da genel konjonktürle ilgili, ancak şu var ki biz maliye politikalarını sağlam tuttuktan sonra maliye politikalarını, öte yandan bankalarımızı sağlam tuttuktan sonra, yapısal reformlarımıza hız verip yapısal reformlar konusunda ilerleme sağladıktan sonra, bankacılıkla ilgili günlük tedbirlerimizi, yani bu makro ihtiyati dediğimiz tedbirleri akılcı ve zamanında aldıktan sonra, bunlar hep yönetilebilir konular. Dolayısıyla dikkat etmemiz gerekiyor, aşırı kaygı, korku içerisinde olmamamız gerekiyor. Ama gerçekçi olmayan bir cesaret, hani gözü kara bir tutum içerisinde de olmamamız gerekiyor. Yani hep bir denge arayışı ve en önemlisi de güveni ön planda tutan bir ekonomi politikası. Yani hangi adım Türkiye için güveni artırır bu çok temel bir konu. Güveni baz aldıktan sonra geriye her şey kolaylaşıyor. Yani onu zaten herkes görüyor, ona göre piyasa şekilleniyor, ona göre içeride tüketim makul ölçülerde seyrediyor, bankalar korkmuyor kredi veriyor, yatırımcı korkmuyor yatırım yapıyor, ama belli ölçüler çerçevesinde. Hani bizim yalnız şu var: Elimizde önemli miktarda hani ak akçe kara gün demişlerdi ya, önemli bir kara gün enstrümanlarımız var. Yani başlı başına bankaların hani bu zorunlu karşılıklar için zaten o zaman da açıklamıştık. Yani yaklaşık herhalde 45 milyar civarında, şimdi o bir işte kara gün parası orada duruyor yani. Bu baktınız ki çok gerekli, çok bir durgunluk geliyor, hemen bunu serbest bırakırsınız kolay yani. Merkez Bankası para politikalarında daha rahat davranabilir. Ama maliye politikaları için aynı şeyi söyleyemiyorum. Bizim kamu maliyesi yönünde sıkı duruşumuzun devam etmesi gerekiyor. İki taraftan birden gevşeme, hem para politikası hem maliye politikası gevşemesi böyle bir ortamda hele hele yüksek cari açığı da dikkate aldığımızda öngörülemeyen sonuçları beraberinde getirebilir bu dönemde.
KEREM ALKİN - 2012 için o zaman Sayın Bakanım, şöyle bir model üzerinde mi çalışmalı özel sektör. Herkes 2012 bütçesi ve tabi insanlar gelecek sene için ne kadar reklam verecekler, ne kadar hane halkına mal satacaklar, sorulan soru şu: Kamu harcamalarında disiplinin daha da yoğunlaştırıldığı, buna karşılık özel sektör hane halkı ve şirketler boyutunda makul bir tüketim yatırım harcamasıyla Türkiye ekonomisinin büyümesine izin verilen, büyümesine destek olunan bir model. Bu çerçevede de en kötü senaryoda bile ekonomi yönetimi, özel sektör ağırlıklı olarak ekonomiyi minimum, tüm 2012 için yüzde 3 büyütecek bir model üzerinde mi çalışıyor? Herkes biraz bunu merak ediyor.
ALİ BABACAN- Spesifik rakam söylemekten ben çekiniyorum o yüzden. Hani yüzde 3 gibi bir rakam telaffuz ettiniz, onu ben söylemekten çekiniyorum. Çünkü dediğim gibi şu G-20 toplantıları, Dünya Bankası, IMF toplantıları, toplantılar marjında yapacağımız ikili görüşmeler önemli olacak. Yani orada ben iyice bir sezmek istiyorum, karar vericilerin kapalı kapılar ardında neler konuşuyorlar, ne yapıyorlar, ne öngörüyorlar. Bankalar, ki büyük banka patronlarıyla oturacağız onlarla bir çalışmamız olacak. G30 diye bir grup var, belki duymuşsunuzdur 30 kişilik. Ama dünya ekonomisinde merkez bankası başkanı banka patronları ve yine finans konusunda bir bakıma ak saçlılardan oluşan bir grup, o grubun bir toplantısına ben yine katılacağım özel davetli olarak. Dolayısıyla bütün oralarda biraz havayı sezmemiz gerekiyor. Yani biraz daha içeriden ve şu ağustos sonrası, tatil sonrası biraz daha insanlar hani işine yoğunlaşıp, biraz daha ders çalışıp, o ders çalıştıktan sonra ne konuşulacak, ne edilecek trendler ne, hangi ülke neyi yapabilir, neyi yapamaz bunu biraz daha sezip onda sonra çalışmalara son şeklini vermemiz gerekiyor. Fakat nereden bakarsak bakalım, özellikle bu önümüzdeki 2012 yılı için yani maliye politikasında sağlam bir duruş şart. Yani orada bir gevşemeye izin vermemiz mümkün değil. Para politikaları zaten Merkez Bankamız gayet güzel bir iş çıkarıyor. Sık sık farklı iletişim metotlarıyla ne düşündüğünü, ne öngördüğünü, hangi durumda ne yapacağını anlatıyor ve reformlar konusunda yine bizim ciddi hazırlıklarımız var. Ama şu önemli ki Sayın Başbakanımız da ifade etti birkaç sefer. Türkiye bir israf ekonomisi olmamalı, bir verim ekonomisi olmalı. Yani herkes harcamasını yaparken dikkat etmeli, aşırı borçlanmaktan kaçınmalıyız, kur riski almamalıyız. Bunlar çok temel meseleler, temel unsurlar. Yani halkımız harcama yapsın. Ama gelirine mütenasip bir harcama yapsın. Yani gelirin çok ötesinde harcama, borcu hızla artırarak harcama tabi sürdürülebilir bir durum değil. Ama biz demiyoruz ki hani kötü bir şeyler geliyor, herkes dursun saklasın parasının üzerine yatsın böyle bir durum da yok, böyle bir tablo da yok kesinlikle. Çünkü biz Türkiye’nin bütün bu türbülanstan, bütün bu olumsuz tablodan en az etkilenmesi için gerekli olan tedbirleri aldık, almaya da devam edeceğiz. Yani bu konuda şöyle dünyaya baktığımızda da tecrübe ve birikim olarak, yani hani Sayın Başbakanımız, bizler, ekonomi yönetimindeki teknik arkadaşlarımız yani şöyle bir baktığınızda yani tecrübe olarak gerçekten en uzun süre iş başında olan ve iyi günü, kötü günü gören bir bakıma gerçekten farklı sınavlardan, zorlu testlerden geçen bir ekibiz biz. Yani şu anda dünyada yani diyelim ki işte Japonya’ya bakıyorsunuz şu anda son üç yılda 6. başbakan geliyor. Diğer ülkelere bakıyorsunuz hükûmetler değişiyor, bakanlar değişiyor, başbakanlar değişiyor. Şimdi G-20 masası etrafına oturuyoruz. Yani oradaki bakanlar içerisinde Suudi Arabistanlı Bakan en kıdemli ki orada hani monarşi sistemi, yani hani farklı bir sistem. Ama ondan sonraki en kıdemli benim. Liderler zirvesine bakıyorsunuz yine Sayın Başbakanımız Suudi Arabistan Kralını saymazsak, en kıdemli, en uzun süredir iş başında olan lider. Dolayısıyla bunlar da tabi önemli. Yeni bir seçimden çıkmış olmamız, hani güçlü bir hükûmet olmamız, bir tek parti hükûmeti olmamız, Meclisle hükûmet arasında herhangi bir sorunun olmaması ki çoğu ülkede böyle sorunlar var. Bunların hepsi Türkiye için artı. Dolayısıyla gerektiği zaman, gerekeni yapabilme iradesi ve bunu ortaya koyabilecek bir hükûmet, bugün ekonomi yönetimi açısından en önemli unsur. Pek çok ülkede bu olmadığı için zaten sorunlar yaşanıyor. Dolayısıyla hani halkımızın çok şükür teveccühü bize tekrar tazelendi, yüzde 50 gibi bir yüksek oy oranıyla yeniden iş başına geldik, devam ediyoruz. Bütün hani güven göstergelerine baktığımızda, halkın güven ggöstergelerine baktığımızda gayet iyi bir tablo var ortada. Dolayısıyla Türkiye açısından böyle çok çekinecek, korkacak bir tablo yok çok şükür. Ama dikkat etmemiz gereken, herkesin ihtiyaçlı hareket etmesi gereken bir dönemde olduğumuz da bir gerçek. Böyle pespembe bir tablo ortaya koyup hiçbir sorun yoktur, hani en iyisi biziz, bizden daha iyi yani böyle hani aşırı iyimser ya da hani gerçeğin dışında bir özgüven sergilemenin de anlamı yok. Gerçekçi olacağız. Ama pek çok faktörü şöyle bir arada değerlendirdiğimizde de çok şükür Türkiye gayet olumlu bir duruşa sahip şu anda.
ÖZLEM DALGA- Sayın Bakanım, arada konuşuyorduk, bir yatırım bankası Türkiye kötü senaryoda teknik resesyona girme ihtimaliyle karşı karşıya kalabilir 2012 senesinin ilk iki çeyreği için böyle bir tahminde bulunmuş. Siz bu ihtimali yüzde kaç görüyorsunuz?
ALİ BABACAN- Biz şimdi Orta Vadeli Programla biraz daha tabii bunları detaylı ortaya koymuş olacağız ama, biz çeyrekler bazında tabii rakam vermeyeceğiz. Bizim ilk çeyrekteki büyümemiz yüzde 11, yani çok yüksek bir baz etkisi var. Yani, resesyon, teknik resesyon dediğiniz işte iki çeyrek arka arkaya sıfır ya da eksi büyümedir, mevsimsellikten arındırılmıştır ve bir önceki çeyreğe göredir. Bunun bir sürü teknik detayı var. Dolayısıyla, bu tür yorumlara şimdiden girmenin ben doğru olduğunu düşünmüyorum. Önemli olan yılın bütünüdür, genel trenddir, genel bakış açısıdır. Dolayısıyla, biz bugün itibariyle baktığımızda işte bu sene artı-eksi yüzde 6’lı bir büyüme oranı, gelecek sene için belki beşin altında ama, yine makul dünya ölçülerine göre mukayese edildiğinde oldukça iyi sayılabilecek bir büyüme oranını yakalayabileceğimizi düşünüyoruz. Bunlara ulaşmak için de elimizde oldukça fazla sayıda enstrüman var. Bu enstrümanları gerekti zaman gerektiği gibi de kullanacağımızı zaten açıkladık.
KEREM ALKİN - Ali Çağatay.
ALİ ÇAĞATAY- Şimdi cari açık cephesiyle devam etmek istiyorum. Siz çok güzel söylediniz, aşırı iyimserlik ekonomi yönetimine yakışmaz dediniz, yani bir parça ihtiyat gerekiyor. Şimdi o ihtiyatın da bazen dozunun kaçabildiğini hissediyor insanlar. Bu Uzak Doğu’dan yapılan tekstil ithalatında bunun örneklerini gördük, bir ek ithalat vergisi getirildi, güzel. Fakat beri yanda mesela daha önce konulmuş olan referans fiyat uygulaması da sürdürülüyor. Bu tıpkı İstanbul 2010 Kültür Başkenti iken benzine konulan verginin devam etmesi gibi bir şeye dönüştü. Hakikaten mesela bakıyorum oradaki insanlar ithalat yapıyorlar, hem referans fiyat, hem ek ithalat vergisi, çifte boyunduruk. Şundan dolayı önemsiyorum bu meseleyi: giyim kuşamın enflasyon sepetindeki ağırlığı hiç hafifsenemeyecek bir noktada. O fiyata doğrudan yansıtabilirler ve önümüzdeki günlerde, aylarda enflasyonda böyle yukarı yönlü kıpırdanma görebiliriz diye düşünüyorum, sadece aşırı ihtiyatlı bir soru olarak soruyorum.
 
ALİ BABACAN- Bu tespitiniz doğru. Bizim hesaplarımıza göre 2011 yılı enflasyonunun yarım puanı bu uygulamadan doğacak, yani bunu biz uygulamasaydık bu sene bizim enflasyonumuz yarım puan, yani yüzde 0,5 daha az çıkacak idi. Bu uygulamanın genel giyim fiyatları üzerine bir olumsuz etkisi var, Türkiye’de giyim fiyatlarını artırıcı bir etkisi var, doğru. Ama öte yandan da o kalemlere baktığımızda gerçekten özellikle son birkaç yıldır çok hızlı bir şekilde ithalata bir kayış gözlemledik ve Türkiye’deki bazı tekstil fabrikalarının tamamen üretimini durdurduğunu, kapandığını ve konfeksiyon fabrikalarının belki de daha önemlisi artık yenisinin açılmadığını ve mevcutlarının da kapanış trendine girdiği bir tablo var. Şimdi şu var: Bu tür uygulamalar ilelebet devam edip ilelebet korumayla bir sektörü yaşatmanız mümkün değil. Ama, o geçişi de düzgün bir şekilde yönetemezseniz, yani düzgün bir geçiş düzenlemesi yapamazsanız, bu sefer bunun sosyal etkileri oluyor. Bu düzenlemeden sonra bakıyoruz artık bazı konfeksiyon fabrikaları tekrar canlanmaya başladı. Biraz daha artık iç piyasada üretime doğru yönelen firmalar oldu. Tabii her şeyin bir bedeli var, bunu da enflasyon olarak bunun bedelini maalesef ödedik, ödüyoruz. Ancak, cari açığı dikkate aldığınızda ve konfeksiyonun, tekstilin Türkiye için hani geleneksel bir sektör olduğunu, bu sektördeki dönüşümün de kaçınılmaz olduğunu düşünmek gerekiyor, değerlendirmek gerekiyor. İlelebet bu koruma politikalarının uygulanmasının mümkün olmadığını mutlaka herkesin bilmesi gerekiyor. Sadece bu geçiş döneminde hani sosyal sorunları biraz daha zamana yaymak, hani şokları biraz daha zamana yaymak gibi bir yaklaşım olarak kabul etme. Yoksa biz temelde korumacılığa karşıyız. Korumacılık, bir ülkenin ekonomisi için uzun vadede faydalı bir şey değil. Yani, neyi koruyorsanız o koruduğunuzla aslında verimsizliği teşvik ediyorsunuz. Oradaki verimsiz yapının sürmesini teşvik ediyorsunuz, bu o demek. Yani er ya da geç bu tedbirlerin sonu gelecektir, bunlar kalkacaktır. Yani herkesin buna hazır olması lazım. Yoksa bir yandan diyeceksiniz ki, biz kişi başına düşen milli geliri 25 bin Dolar olan ülke olacağız. Bir yandan da hala çok basit bir dikiş işçiliğiyle hani üretim yapmaya çalışan bir ülke olacağız. Yani bu tutarlı değil. Yani kişi başına düşen milli geliri diyelim ki 2000-3000 Dolar olan ülkeler tamam bu işi yapsın. Ama 2023 yılında Türkiye 25 bin Dolarlık bir milli gelire sahip olacaksa, kimse o gün geldiğinde yine 700-800 liralık bir asgari ücret beklemesin. Asgari ücret o gün gelecek belki hani göreceli olarak baktığınızda çok daha yüksek rakamlara ulaşacak. Yani bunları da dikkate almamız gerekiyor. Herkesin iş planını ona göre yapması, şimdiden hazırlanması gerekiyor ki o gün geldiğinde kimse şok olmasın. Yani hem 25 bin Dolar kişi başına düşen milli gelirimiz olsun, hem de ucuz iş gücü üzerinden bir sanayi politikası, ihracat politikası sürdürelim; bu tutarlı değil, olmaz, halkımıza da yazık. Çünkü halkımız ne olacak göz göre göre gittikçe aynı ürünü daha pahalı almaya başlayacak. Bugün bir kot pantolonu diyelim ki 5 liraya almak varken bu tedbirlerimiz yüzünden 10 liraya kot pantolon alacak insanlar. Ne adına işte konfeksiyon işçisinin işini koruma adına. Yani bunun topluma da bir maliyeti var, topluma da bedel ödetiyorsunuz bunu yaparken. Yani bu dengeleri de iyi kurmak lazım. Uzun vadede bizim korumamız gereken kesim geniş kitlelerdir, halktır. Halkın iyi ürünü, kaliteli ürünü ucuza alma sağlayıcı bir politika seti oluşturmamız lazım bizim. Hani aşırı koruyup da aynı bir zamanlar otomobilde olduğu gibi şimdi otomobilde korumacılığın en üst noktasını biz yapmışız zamanında. Yani 20 sene öncenin teknolojisinin çok pahalı fiyata ve bir sene sıra bekleyerek halkımıza satmışız. Ondan sonra da korumayı kaldırmışız, korumayı kaldırınca Türkiye otomotivde dünya devi olmuş, bir numaralı ihracat pazarı olmuş. Şimdi korumacılık yaptığınızda kim zarar görüyor, kim faydalanıyor bunu da mutlaka dikkate almak lazım ve halkın aldığı ürünlerin kalitesini ve fiyatını mutlaka dikkate almamız lazım. Uzun vadede bu, ama kısa vadede geçişi yönetebilmek adına bu tür tedbirler de bazen kaçınılmaz şekilde uygulanıyor. Yani çok memnun olduğumuzdan değil, sevdiğimizden değil mecburiyetten ve geçişi yönetmek adına.
KEREM ALKİN - Sayın Bakanım, Cüneyt Başaran’a son soru hakkını verdikten sonra elimde üç tane hızlı cevaplandırmanızı rica ettiğim soru olacak.
Cüneyt, hemen alalım.
CÜNEYT BAŞARAN- Ben de çok kısaca sorayım o zaman Sayın Bakanım. Altını defalarca çizdiniz, hem parasal genişleme, hem mali politikalarda genişleme aynı anda olmaz cari açığın da yüksek olduğu bir noktada dediniz.
ALİ BABACAN- Aynen.
CÜNEYT BAŞARAN- Ancak bu konuda, örneğin İngiltere daha evvel bütçeni toparlaman lazım yüzde 50 Kurumlar Vergisine çık dediler, yüzde 50’ye çıkıldı. Şimdi İngiltere’ye...
ALİ BABACAN- Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi değil.
CÜNEYT BAŞARAN- Gelir Vergisi, özür dilerim. Şimdi o yüzde 50’yi tekrar geriye çek, çünkü sektör senden kaçıyor şeklinde yorumlar yapılıyor. Şimdi bu noktadan gelerek Türkiye’de de özellikle katma değeri yüksek olan ve Türkiye’nin cari açığına da katkıda bulunabilecek olan örneğin otomotiv sektöründe Türkiye’ye yeni girecek şirketler için belki Kurumlar Vergisinde ya da başka unsurlarda bir teşvik sağlanabilir mi? Bu konuda bir planınız, projeniz var mı efendim?
ALİ BABACAN- Bizim zaten otomotiv sektörü şu anda özel teşvik kapsamında olan ve ilan ettiğimiz 10-11 tane sektör var biliyorsunuz onlardan bir tanesi. Otomotiv sektörüne zaten biz özel bir teşvik şu anda veriyoruz. Ancak, yeni teşvik programımızı hazırlarken biraz daha spesifiğe inmek istiyoruz. Yani örneğin, otomobil konusunda çok ciddi motor ithalatımız var. Yaklaşık otomotivde bizim 5-6 milyar Dolarlık otomotiv parça ya da komponent ithalatımız var. Diyelim ki şanzımanları önemli ölçüde ithal ediyoruz, motoru önemli ölçüde ithal ediyoruz. Şimdi bizim dönüp şunlara bakmamız gerekiyor: Diyelim ki şanzıman üretiminde -örnek veriyorum tamamen- Türkiye’nin sürdürülebilir bir rekabet gücü var mı, yok mu? Eğer yoksa hiç uğraşmaya gerek yok, biz onu ithal etmeye devam edelim. Ama yine örnek veriyorum, motor konusunda varsa, o zaman biz diyeceğiz ki motor üretimine özel şu şu şu teşviki veriyoruz. Ama bu teşvikler yatırım aşamasındaki teşvikler. Yani o sürekli olarak motoru sübvanse edecek, üretim hattından çıkan her motor başına işte 50 lira, 100 lira, 300 lira teşvik verecek bir destek değil, dediğim gibi tekerlekli sandalye değil. Hani ilk aşamada, ilk yatırım aşamasında işi biraz daha kolaylaştırıp biraz daha ölçek ekonomisini imalatçılarımızın, üreticilerimizin yakalamasını sağlayacak bir teşvik modeli var burada. Çünkü ölçek ekonomisini yakalayacak bir yatırımı yaptığınız anda birim maliyetiniz düşüyor, o zaman sadece Türkiye için değil dünyada o üretimde söz sahibi olabiliyorsunuz. Dolayısıyla, bunların hepsi şu anda çalışılıyor, ama mikro bazda çalışılıyor. Genel bir otomotiv sektörü değil belki daha spesifiğine inip, daha segmentasyona inip o segment bazında bazı özel programlar oluyor. Mesela biz şu anda üzerinde yoğun bir şekilde çalışıyoruz bu Fatih Projesiyle ilgili bir led panel söz konusu biliyorsunuz orada, yani dokunmatik led panel. Bir de, öğrencilere dağıtacağımız tablet bilgisayarlar söz konusu. Şimdi bizim yaklaşık eğer 6. sınıftan itibaren şu andaki program. 6. sınıftan üste verirsek 10 milyon adet tablet bilgisayar söz konusu. Dünyada IPad’e bakıyoruz, IPad şu ana kadar 15 milyon satmış birincisi, IPad 2 de yine bir 15 milyon satmış. Biz tek başımıza 10 milyonluk pazar oluyoruz. Şimdi işte o noktada Türkiye’de bunun üretimini teşvik edersek ve bir ölçek ekonomisi oluşturursak Türkiye’deki üretim sadece kendi iç piyasamız için değil, ki önemli bir piyasa olacak sadece, Türkiye bu konuda söz sahibi olur mu dünyada ve bir üretim merkezi haline gelebilir mi? Mesela led paneller için Türkiye’de bunun ne kadarını nasıl üretebiliriz? Onun katma değerli kısmı nedir? Yani bununla ilgili, ilgili bütün bakanlarla bir komite kurduk, başkanlığını ben yapıyorum, işte içinde Ulaştırma Bakanımız var, Milli Eğitim Bakanımız var, Bilim Sanayi Teknoloji Bakanımız var, Kalkınma Bakanımız var, TÜBİTAK var, ki iki tur toplantı yaptık bu komiteyle, birkaç tur daha yapacağız. Şimdi burada yapacağımız şu olacak: Biz bunun bir yandan hani satın alma ihalesine çıkarken bir yandan da bu konuda Türkiye’de üretim yapmak isteyenlere şöyle bir teşvik paketi de sunuyoruz diye açıklayacağız, ki o ihaleye girecek firmalar baksın ben bunu hani dışarıdan ithal edip de Milli Eğitim Bakanlığı ya da Ulaştırma Bakanlığına satarsam ne yaparım? Ama Türkiye’de üretirsem de böyle bir teşvik var, acaba bunu Türkiye’de üretip de mi bu ihalenin birinci aşamasına, ikinci aşamasına gireyim diye böyle bir hesap yapabilecek. Yani bunlar artık biraz daha dediğim gibi mikro bazda çalışılması gereken konular. Örneğin bu led panellerde Japon Hükümeti daha 3 gün önce çok farklı ve belki de hiç ummadığınız bir yapıya gitti. Yüzde 70 sermaye koyduğu bir şirket kurdu. Japon display diye, yani Japon ekran diye. İçine büyük Hıtachı’ymiş, Sony’miş, Sharp’mış, o firmaları davet ettik, gelin siz de ortak olun dedik. Yüzde 70 sermayesini kendi koydu 3 milyar Dolarlık bir sermaye yapısıyla ve Japonya böyle bir konsolidasyonla artık bu üretime, bunun ar-ge’sine eğilecek. Çünkü tek tek firmalar Kore firmaları karşısında ciddi şekilde pazar kaybına uğrayınca, tek tek Japon firmaları artık piyasada çok geri duruma düşünce Japon hükûmeti girdi böyle hiç ummadığınız hani serbest piyasa diyoruz, hani rekabet diyoruz falan ama giriyor hükûmet sermaye koyuyor, şirket kuruyor, diğerlerini de katıyor, hadi arkadaş Korelilerin karşısında yok olmayalım bari diyor. Bu çok çok ileri bir örnek belki. Bizim öyle bir şey yapma niyetimiz de yok, o kadar o noktaya da işi belki getirmez ama, ben hala kanaatim şu: Eğer Japon firmaları verimliliğini yitirdiyse, teknolojileri artık belli bir noktaya gelemediyse bu yavaş yavaş bu iş zorlaşacak orada, Japonya’da zorlaşacak. Ama hani Kore hükûmeti olağanüstü teşviklerle, olağanüstü desteklerle para akıtarak kendi firmalarına pozisyon sağlayıp diğer bütün firmaları Japon firmalarını öldürecek bir çizgi izliyorsa, o zaman da tabi kur savaşları gibi bu sefer hani teşvik savaşları diyebileceğimiz ya da hani teknoloji savaşları diyeceğiniz devletlerinde işin içinde olduğu farklı bir döneme de girmiş oluyorsunuz. Bunları hep ölçülü yapmak lazım, akılcı yapmak lazım. Ama bizim en azından tek bir örnek belki ama Fatih Projesiyle ilgili böyle bir çalışmamız var. Led panel ve elektronik tablet. Türkiye’de üretime bir teşvik paketi, ama bununla beraber de bizim Ulaştırma ve Milli Eğitim Bakanlığımızın satın alma ihalelerine çıkarken herkes bakacak ya Türkiye’de üretirsem şöyle avantajım var deyip ona göre fiyat verecek, teklif verecek; böyle bir çalışma örneği. CÜNEYT BAŞARAN- Kurumlar Vergisinde bir indirim, bir sektöre gelen bir muafiyet...
ALİ BABACAN- Kurumlar Vergisi, zaten bizim şu andaki teşvik uygulamamızda var biliyorsunuz. Bölge bölge değişiyor. İşte İstanbul’a yatırım yaparsanız Kurumlar Vergisi yüzde 20’den yüzde 16’ya düşüyor. Ama Diyarbakır’da yatırım yaparsanız yüzde 20’den yüzde 2’ye düşüyor Kurumlar Vergisi. Bunlar zaten var şu anda, zaten uyguladığımız konular ama. Bu sefer biraz daha mikro çalışıp biraz daha cari açığımızın çok olduğu ve ithalatımızın cari açığımıza sebep olan ithalatımızın çok olduğu ürünler ve bu ürünlerin alt segmentleri, alt komponentleri, ara mallar ve bunlarla ilgili özel neler yapabiliriz biraz bunun arayışı var şu anda. Daha önceki çalışmalarımızdan daha farklı olacak, bu cari açığı ve yüksek ithalat olan alanları dikkate alan bir çalışma diyebiliriz. Ama detayları bu yıl sonuna kadar anca yetişir diye düşünüyorum. Belki eylül sonunda çünkü Kalkınma Bakanlığıyla, Ekonomi Bakanlığının ilk taslak çalışmasına eylül sonuna kadar onlara gün verdik, dedik eylül sonuna kadar taslağa hazırlayın getirin Ekonomi Koordinasyon Kuruluna bakalım, ama o birkaç tur alır, muhtemelen yıl sonuna falan bunun daha detayları belli olur ve uygulamaya başlarız.
KEREM ALKİN - Sayın Bakanım, son üç dakika içerisinde bu üst kurullarla ilgili olarak bu özerklik meselesiyle ilgili biliyorsunuz medyada bir farklı algı söz konusu oldu. Sizin bu konuda açıklamalarınız oldu. Bu konuda bir kez daha netleştirmek açısından üst kurullar bağımsızlığı zedelendi mi? Ona nasıl bir çerçeveden bakmak lazım?
ALİ BABACAN- Üst kurulların bağımsız, özerk kurumların, kurulların modern ekonomi yönetiminin bir gereği olduğuna inanıyoruz biz. Modern ekonomi yönetiminde mutlaka bu kurullar olmalı ve bağımsız bir şekilde çalışmalı. Ama bu bağımsızlığının sınırlarının iyi tayin edilmesi gerekiyor; bu bir. Bir de, bu kurumların Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları olduğunu unutmamak gerekiyor. Yani bu kurumlar özerk, bağımsız bir cumhuriyet değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları. Dolayısıyla, bu kurumların hareket ederken bizim genel ekonomik bakışımıza, genel politikalarımıza uyumlu politikalar uygulaması gerekiyor ve kurumlarımızın kendi aralarındaki eşgüdüm de çok çok önemli. Ben bizzat yaşadığım bir örnek, kurum adı vermeyeceğim. Çok önemli bir konuda, önemli bir alanda iki tane bağımsız kurulu ilgilendiren bir konu vardı. O iki tane bağımsız kurulun başkanlarını ben biraya getirip de o konuyu ya şöyle bir konuşun dediğim halde bunu yapamadım. O mu onu ziyarete gelecek, öbürü mü onu ziyaret edecek? Yok öğlen yemeğinde buluşurlarsa da birileri görürse de problem mi olur gibi böyle birbirinden kopuk, birbiriyle konuşmayan, yani kendi içinde adeta dediğim gibi özerk bir cumhuriyet havası oluşturduğunda tabi biz buna göz yumamayız, buna da izin veremeyiz, bunların hepsi bu devletin kurumları, birbirleriyle konuşacaklar, her şeyi istişare edecekler. Genel bizim yaklaşımız hükûmet olarak bu konudaki politika, ortaya koyduğumuz bakış neyse bu bakış içerisinde kararlar verecekler, bunun dışında kabul edemeyiz. Ancak bu kurumların aynı zamanda pek çok durumda, pek çok örnekte, ki bazı konularda belki yok ama, bir mahkeme gibi, bir hani hakemlik gördüğüne de dikkat etmemiz lazım. Çünkü ne yapıyorlar? Kural koyuyorlar, düzenliyorlar ve bu düzenlemeyle ilgili bir özel sektör kuruluşu buna uydu mu, uymadı mı konusunda da bir de kurul olarak bir hani mahkeme gibi, bir yargı gibi de karar verebiliyorlar. İşte o noktada bağımsızlık çok çok önemli. O noktada karar verirken diyelim ki A şirket örnek Rekabet Kurumuyla ilgili bir konu. A şirketi bir kuralı çiğnemiş-çiğnememiş, bunu bağımsız bir şekilde, Rekabet Kurulunun ele alıp orada onu kararının bağımsız bir şekilde verilmesi lazım. İşte orada hükûmetin müdahale etmemesi lazım, yanlış da olur. Ama Türkiye’nin bir rekabet politikası ne olmalıdır, hangi sektörde nasıl bir çizgi izlenmelidir, rekabet kavramının çerçevesi nasıl oluşmalıdır; bunlarda tabi ki hükûmetin sözü olacak, tabi ki hükûmet bu işe yön verecek. Dolayısıyla, bunun doğru anlaşılması lazım, çerçevesinin doğru çizilmesi lazım. Örneğin biz finansla ilgili bağımsız kurullarımızı bir arada topladığımız bir Finanssal İstikrar Komitesi kurduk. Yani bunu niye yaptık? Yani böyle bir ortamda, böyle bir makro ekonomik konjonktürde mutlaka bu kuruluşlarımızın birbiriyle çok konuşması lazım, birbirlerinden haberdar olmaları lazım ve genel çizgi, genel bakış açısı neyse o bakış açısı çerçevesinde her kurumun birbirini tamamlayıcı adımlar atması lazım. Bakıyorsunuz diyelim ki o anda bir işe yön vermek gerekiyor, belli bir çizgi gerekiyor. Bir kuruluş ileri adım atarken öbür kuruluş tam onu nötr edecek şekilde bir geri adım atıyor. Biz ne anladık, bunlar aynı ülkenin, aynı devletin kurumları. Eğer belli bir yöne doğru adımlar atmak gerekiyorsa, hep beraber herkesin aynı yöne doğru adım atması lazım ki bir sonuç alalım, netice alalım. Dolayısıyla, bunu doğru bir yere oturtmak lazım. Ama bu tartışmalar artık geride kaldı, yani bilmiyorum çok az sayıda, yani ben bu tartışılan, eleştirilen, bunları çok ciddi şeyler olarak görmüyorum. Yani bunlar daha çok bu kurumların içeriden verilen bilgilerle şunla bunla, işte biraz da belki birilerinin çıkarına dokunuyor olabilir, şu olur bu olur. Hiç önemsemiyorum bunları. Biz çünkü doğru olanı yapıyoruz. Bizim dediğim gibi modern ekonomi yönetiminin bir gereği olarak görüyoruz bu kurullarımızı, kurumlarımızı. Bunların varlığı son derece önemli, ama yetkilerin ne kadarı hükûmette olmalı, ne kadarı bu kurullarda olmalı bu da tabi zaman zaman gözden geçirilir, gereken gerektiği zamanda yapılır.
KEREM ALKİN – Bir dakikamız...
İstanbul Finans Zirvesi’ne eylül sonunda siz konuşmacı olarak katılacaksınız. İstanbul’un bir finans merkezi olması çok önemli. Bu zirveler İstanbul’da gerçekleşiyor çok önemli. Bu çerçevede İstanbul Finans Merkezi nasıl hızlandırılacak?
ALİ BABACAN- İstanbul Finans Merkezi deyince, çoğu kişi bu Ataşehir’deki bir gayrimenkul projesini düşünüyor. Çünkü orada biliyorsunuz oldukça büyük bir arsa var. İşte oraya Ziraat Bankası, Halk Bankası, Vakıfbank parseller satın aldı. Yine BDDK bir parsel satın aldı, SPK bir parsel satın aldı. Yani oradaki binaları falan canlandırıyor gözünde. Halbuki bizim İstanbul Finans Merkezi projemiz bunun çok daha ötesinde. Türkiye’yi komple bir alan düşünerek, İstanbul’un tümünü bir alan olarak düşünerek, Türkiye’yi ve İstanbul’u finans konusunda dünyada nasıl daha fazla söz sahibi yapabiliriz bunun çalışması, bunun çabası ve bununla ilgili biz pek çok dünya örneğini inceledik. İstanbul’un mukayeseli rekabet gücünün olduğu, olmadığı alanları da tespit ettik. Bir strateji ve eylem planı açıkladık, bu önümüzdeki dönemde bu eylem planının hızlandırılarak uygulanmasını arzu ediyoruz ki hedefimize bir an önce ulaşalım. Tabi bununla ilgili bazı yasal düzenlemeler gerekiyor. Bunların belki bir kısmını biz Kanun Hükmünde Kararname ile yapabileceğiz, bir kısmının Meclis’ten yasal düzenleme olarak belki geçmesi gerekecek, ama önemli bir konu, ağırlık verdiğimiz bir konu. Türkiye eğer dünyanın 10 büyük ekonomisinden birisi olacaksa 2023’te, İstanbul’un da yine dünyanın en önemli 10 finans merkezinden birisi olmasını istiyoruz 2023 yılı geldiğinde.
KEREM ALKİN - Ali Çağatay’ın Libananco ile ilgili uyarısı oldu. Süremizi de çok aşmış durumdayız ama, Libananco Türkiye için çok kritik önemdeydi. Onunla ilgili…
ALİ ÇAĞATAY- Şimdi Sayın Bakan, Türkiye yüzünün akıyla büyük bir hukuki mücadeleden sonra bu davadan çıktı, sıyrıldı Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Enerji Bakanımızın deyimiyle enerjimizin yarısını aldı dedi. Yani Enerji Bakanı’nın sözü bu, dolayısıyla çok önemsiyorum ben. Bir de tabi arada kaybolup gitmesin diye kullandığımız bir ibare var, onu da söylemek zorundayım. Diyor ki, işte Enerji Bakanı’nı tehdit ediyorlar ve çok gençsin, sakın bu işlerle uğraşma diyorlar. Şimdi bu mafyatik bir jargon. Uluslararası Ceza Hukuku’nun, Interpol’un sorumluluk alanına giren bir jargon. Dolayısıyla bir şey yapmayı düşünüyor musunuz? Yani Cem Uzan hakkında uluslararası zeminleri kullanarak ne yapmayı planlıyorsunuz?
ALİ BABACAN- Şu anda zaten kırmızı bültenle aranıyor bu şahıslar biliyorsunuz.
ALİ ÇAĞATAY- Evet. Ama işte bulamıyoruz.
ALİ BABACAN- Yani niye? Çünkü bazı ülkelerin şu veya bu sebeple koruma altına almaları maalesef söz konusu olabiliyor. Bu yargının işleyişindeki hatalar, yanlışlıklar ya da özel koruma alanları maalesef bazen geri kalmış ülkelerde, bazen gelişmiş ülkelerde dahi olabiliyor. Ancak adalet er ya da geç yerini bulacaktır diye düşünüyorum ben doğrusu. Biliyorsunuz bu sadece İmar Bankası vakasından bizim tam 6,5 milyar Dolarlık bir yükümüz oldu biliyorsunuz, sadece İmar Bankası. Onların diğer şirketlerini, diğer yolsuzluklarını, diğer alanlarını bir kenara koyalım. Yani sadece o bankadaki vaka o kadar açık ki. Yani o kadar artık hani resmi belgelerle teftiş rakamları ortaya konmuş ki. Yani bunlar 500 milyon Dolar bankanın resmi defterlerinde mevduat gösteriyorlar, aslında halktan topladıkları mevduat 6,5 milyar dolar. 6,5 milyar Doları topluyorsunuz vatandaştan, bankanın resmi kayıtlarına sadece 500 milyon Dolarını kaydediyorsunuz, 6 milyar Doları yok ortada. Şimdi böyle bir aileden bahsediyoruz, böyle şahıslardan bahsediyoruz. Yani muhataplar böyle muhataplar. Dolayısıyla bu bizim tabi son derece doğal bir hakkımızdı yani bu davanın bu şekilde neticelenmesi. Tabi bizim başka türlü endişelerimiz vardı. Çünkü hani bazen yargı uluslararası mahkemeler de olsa, bazen yani yanlışlıklar yapabiliyor, farklı şeyler olabiliyor. Dolayısıyla bizim o tür hani ufak kaygılarımız vardı, ama onlar da gerçekleşmedi çok şükür, hak yerini buldu. Dolayısıyla kırmızı bültenle de aranan şahıslar bunlar, kriminal bir vaka zaten yani. Zaten şu anda Türkiye’ye gelseler şu anda hemen uzun yıllar hapiste yatması gereken insanlardan bahsediyoruz burada yani. Şöyle ya da böyle bazı ülkelerin koruma artık o ilişkiler şekline çok girmek istemiyorum ama, durum bu.
ALİ ÇAĞATAY- Sadece bir cümle. Mesela Fransa’nın Uzan’ı bize iade etmesi için kullanabileceğimiz bir iki tane argüman söyleyeyim size. İşte ikinci nükleer santrali projesiyle olan ilgileri var, NABUCCO projesinde olan ilgileri var. Mesela bunlar kullanılabilir mi?
ALİ BABACAN- Vallahi böyle şeyler söz konusu olsa, bizim Fransa’dan beklediğimiz çok sayıda PKK’lı terörist var. Yani bunların bir kısmı yakalanmış durumda, bazıları yakalanıyor sonra serbest bırakılıyor. Yani dönem dönem bize sözler verildi, yani benim de bizzat olduğum ortamlarda en tepeden sözler verildiği halde bunlar dahi maalesef gerçekleşmedi. Yani hani Cem Uzan’a varıncaya kadar başka sorunlarımız da var.
KEREM ALKİN - Sayın Bakanım, çok teşekkür ederiz. Ekoforum’un bu ilk programı. Sizi ağırlamak açısından önemliydi, anlamlıydı. Önümüzdeki hafta TUSKON Başkanı Sayın Rızanur Meral’i de burada yine geniş konular itibariyle ağırlayacağız. İzleyicilerimizden sonsuz mail geldi. Hepsine teşekkür ediyoruz, çoğunu yöneltemediğimiz için de özür diliyorum. Ama hemen BDDK’nın internet sitesine girip sorgulamaya başlamışlar ve bazı verilerin çok da doğru olmadığını söylüyorlar.
ALİ BABACAN- BDDK başlamış mı şeye?
KEREM ALKİN - Evet, başlamış.
ALİ BABACAN- Çünkü bugünlerde başlayacak diye biliyordum ben.
KEREM ALKİN - Çünkü hemen yayın esnasında bakan izleyiciler olmuş. Dolayısıyla bu bilgiyle de yayını kapatıyoruz.
ALİ BABACAN- Yani orada uygulamada sorunlar varsa yine bakarız ilgileniriz yani. Eğer uygulamada sorun çıkarsa. Ama şimdilik şeffaflık ilk kademe bir tedbir olarak düşünmek lazım. Ama bu ileriki kademelerde olabilir. Ben de bu vesileyle bu programınızın hayırlı olmasını diliyorum, ilk programı beraber gerçekleştirdik. İnşallah halkımızı, yatırımcıları, iş dünyasını bilgilendirmek açısından doğruya bilgiye ulaşmalarını sağlamak açısından ve sıhhatli yorumlar gerçekleşmesi açısından iyi bir vesile olur. Ben de başarılar diliyorum programınızda.
KEREM ALKİN - Sağ olun. Yurt dışındaki temaslardan sonra, eylül sonu bütün Türkiye mesajlarınızı bekliyor olacak.
ALİ BABACAN- İnşallah, bakalım.
KEREM ALKİN - Bugünlük bu kadar diyelim. Tabi Küresel Piyasalar bölümümüzü biraz geciktirmiş olduk, Sayın Bakanımızdan azami ölçüde yararlanmak üzere. Kısa bir ara, Bloomberg HT’den ayrılmayın.
 
Geri
Top