BAŞBAKAN YARDIMCISI SN. ALİ BABACAN’IN, BLOOMBERG HT
“EKOFORUM” PROGRAMI CANLI YAYININDA VERDİĞİ RÖPORTAJ
07.09.2011
“EKOFORUM” PROGRAMI CANLI YAYININDA VERDİĞİ RÖPORTAJ
07.09.2011
KEREM ALKİN- Ekoforum’a hoş geldiniz. Bundan sonra her hafta çarşamba akşam, saat 22:00 ile 23:30 arası Türkiye’nin ve dünyanın önemli insanlarını, önemli şahsiyetleri, önemli konukları bu programda ben ve ekibim ağırlayacağız ve tabii programa önemli bir başlangıç yapmak adına çok önemli bir insanı Sayın Başbakan Yardımcımız Ali Babacan’ı ağırlıyoruz. Sayın Başbakan Yardımcım, hoş geldiniz.
ALİ BABACAN- Hoş bulduk, sağ olun.
KEREM ALKİN - Bugün Ali Çağatay, Özlem Dalga ve Cüneyt Başaran’la birlikte sizi ağırlayacağız.
ALİ BABACAN- Siz de Ankara’ya hoş geldiniz.
KEREM ALKİN Çok teşekkür ediyorum. Sizinle bu yayını Çukurhan’da Divan Grubunun böyle bir önemli tesisinde yapmamızın bir başka anlamlı tarafı, Bloomberg HT yayına başladığında yine ilk röportajı bunun hemen yanında Çengelhan’da yapmış olmamızdı. Ankara’nın adeta ekonomi merkezi burası bir yönüyle bakıldığında. Sizin anılarınızı da dikkate alarak isterseniz küçük bir yumuşak soruyla başlayalım. Burada sizinle birlikte Türkiye ekonomisini konuşmak nasıl bir duygu?
ALİ BABACAN- Bu semt, bu mahalle, benim çocukluğumun geçtiği mahalle. Çıkrıkçılar Yokuşu buraya hemen belki yüz metre mesafededir ve Ankara’nın çok uzun yıllardan bu yana ticaret merkezi bu bölgedir. Ancak bu alışveriş merkezlerinin yapılmasıyla beraber malum artık ticaret daha geniş bir semte Ankara’da yayılmış oldu. Ama bu semtin o nostaljisi, nasıl İstanbul’da bir Sultanhamam varsa, bir Tahtakale varsa, Ankara’nın da bu Çıkrıkçılar Yokuşu, Samanpazarı en eski çarşısı olarak bilinir.
KEREM ALKİN - Bu han özelliğinin korunmasını nasıl buluyorsunuz Sayın Bakanım?
ALİ BABACAN- Tabii bu han aslında Osmanlı döneminden bu yana diyelim Ankara’nın ticaretinin en merkezi yerlerinden birisi, bu han olsun, Çukurhan olsun, yandaki Çengelhan olsun. Rahmetli dedemin de ilk dükkanını açtığı semtler yine bu semtlerdir.
KEREM ALKİN - Dolayısıyla, Ankara’nın ekonomi anlamında ilk nabzının attığı yer diyebiliriz.
ALİ BABACAN- Doğru doğru.
KEREM ALKİN - Sayın Bakanım, Türkiye ekonomisinin nabzı iyi atıyor, iyi atması için siz ve ekibiniz çok çaba sarf ediyorsunuz. Ama küresel ekonominin nabzı biraz sıkıntılı. Hatta birazın da ötesinde ciddi sıkıntılar var.
Öncelikle izleyicilerimizin takibi açısından dünya ekonomisindeki bu küresel belirsizlik sürecini siz ve ekibiniz nasıl bir formatla okuyorsunuz, bilgiler nasıl akıyor ve küresel resesyon riskine yönelik olarak yapılan analizler sizin Back Office’te nasıl yürütülüyor, isterseniz bununla başlayalım.
ALİ BABACAN- 2008-2009 krizinden bu yana ki gelişmelere şöyle bir topluca bakacak olursak; aslında bankaların öncelikle sıkıntıya girmesi, arkasından bankaları kurtarmak için yapılan operasyonlar. Yine ekonomiyi canlandırma adına ülkelerin bütçe açıklarını artırması, vergi düşürmesi ya da harcama artırması yoluyla ekonomiye canlılık katma çabaları beraberce düşünüldüğünde ciddi bir kamu borç stok sorununu beraberinde getirmiş oldu. Bugün bakıyoruz işte dünyanın en büyük ekonomisi Amerika Birleşik Devletleri’ne, hemen sonra gelen ekonomilerden birisi olan Japonya’ya ve Avrupa’daki pek çok ekonomiye baktığımızda ciddi bir kamu borç stoğu sorunu artık ciddi şekilde hissediliyor. 2008-2009’da o durgunluğu, o küresel ekonomideki daralmayı bir an önce atlatalım diye ya da batan bankaları bir an önce kurtaralım diye atılan adımlar, alınan tedbirler bugüne yüksek borç stoğu olarak bir bakıma miras kalmış oldu. Arkasından bu ülkelerin borç sorununa çözüm üretmede gecikmeleri. Bir türlü karar alıp bu kararları uygulamaya sokamamaları. Bizim 2009’da yaptığımız gibi bir orta vadeli yaklaşımla bu borç sorununu nasıl çözeceklerine dair açık seçik bir plan ortaya koyamamaları da gittikçe piyasalardaki heyecanı yükseltiyor. Piyasalarda belirsizlik arttıkça, güven ortamı bozuldukça, bu tabii resesyon riskini de beraberinde getiriyor. Çünkü, biz hep söylüyoruz, ekonomideki en önemli unsur, temel unsur güven. Bu güveni sağladığınız zaman her şey kolaylaşıyor. Ama güven ortamını yakalayamadığın zaman, ne yaparsanız yapın güçlükler gittikçe büyüyor. Bakıyoruz ülkeler hükûmet olarak adım atamayınca, bu açıkları düşürmek için gerekli adımlar atamayınca, merkez bankaları bu sefer devreye giriyor. Amerika’da olduğu gibi, Avrupa Merkez Bankasında olduğu gibi, o ülkelerin borçlanmasına devam edebilmesi için, o ülkelerin yüksek açıkları sürdürebilmesi için merkez bankaları karşılıksız para basıyor, hani halk tabiriyle diyelim ve o ülkelerin tahvillerini piyasadan topluyor. İlk önce bu operasyon Avrupa’da küçük ülkeler için başladı, küçük ekonomiler için, işte Yunanistan, İrlanda, Portekiz şimdi başladı. Fakat maalesef daha sonra İspanya gibi nispeten büyük, hatta İtalya gibi G-7 üyesi olan bir ülkenin tahvillerinin bile alınması söz konusu oldu. Bakıyoruz işte geçtiğimiz haftalarda Avrupa Merkez Bankası yoğun miktarda İspanya, İtalya tahvili almıştı. Bir süre ara verdi, şimdi bakıyoruz tekrar bugünlerde son birkaç gündür yine yoğun bir alım söz konusu. Çünkü, İtalya öyle bir durumda ki şu anda, eğer kamu borç stoğu bu seviyelerde devam edecekse, artmayacaksa, bu ancak İtalya’nın faizlerinin belli bir seviyede kalmasıyla mümkün. Örnek olarak söylemek gerekirse, İtalya’nın faizleri diyelim ki yüzde 5 değil 6 olduğu zaman mevcut borç stoğunun sürdürülebilirliği mümkün değil, İtalya bir borç sarmalına giriyor. Ancak 5 civarında tutulursa bu seviyede belki bir süre daha sürdürülebilir görünüyor. Dolayısıyla, Avrupa Merkez Bankası şimdi piyasaya girip İtalyan kağıtlarını toplayarak İtalya’nın borçlanma faizinin belli bir rakamın üzerine çıkmasını önlüyor. Ama nasıl yapıyor bunu? Yoğun bir şekilde karşılıksız para basarak yapıyor. Bu da aynı 2008-2009’daki hani o günü kurtarmak için atılan adımlar, alınan kararlar nasıl bugüne kötü bir miras olarak kaldıysa, bugünkü bu merkez bankalarının çaresizlikten yaptığı operasyonlar, bir bakıma çaresizlikten atmış olduğu adımlar da çok değil hemen birkaç seneye kadar yine başka türlü bir sorun olarak mutlaka karşımıza çıkacak. Çünkü, problemlerin köküne inmedikten sonra, problemleri kökten çözmek için kararlı adımlar atmadıktan sonra, sadece sorunları ertelemekten bahsedebiliyorsunuz. Bu sorunlar ertelene ertelene giderken tabii piyasalar hep geleceğe yönelik çalışıyor. Gelecekle ilgili bütün beklentiler bugün göstergelerin içerisinde. Ondan sonra bakıyorsunuz işte para değerleri bir türlü istikrar bulamıyor. Yani, bugün…
KEREM ALKİN - Kur savaşları deniyor.
ALİ BABACAN- Kur savaşları deniyor. Kurlar çok ciddi hareketli aşağı yukarı. Yani, Türk Lirası neredeyse daha istikrarlı para birimleri arasında anılmaya başladı şimdi bu aralarda büyük para birimleri yanında.
Bir bakıyorsunuz varlık değerleri son derece oynak. Altın fiyatına bakıyorsunuz son derece oynak, yani günde yüzde 3, 4, 5 gibi rakamlarda inişler-çıkışlar, bunlar hiç hayra alamet değil. Yani, ciddi bir belirsizlik var, bir yönsüzlük var ve maalesef maalesef büyük ekonomilerde siyasi kararlar geç alınıyor. Şimdi Amerika Birleşik Devletleri’nde işte Sayın Obama muhtemelen bir 300 milyarlık yeni bir ekonomiyi canlandırma paketi açıklayacak. Halbuki daha bundan bir ay önce borçlanma limitiyle ilgili ciddi bir kavga, gürültü yaşanmış idi. Bu borçlanma limiti artacak, ama bunun yanında da çok ciddi bir tasarruf tedbiri mutlaka yanında olacak diye anlaşmışlardı. Şimdi bakıyoruz 300 milyar daha harcayacağız diyorlar. Bunu nasıl telafi edecekler? İşte harcayacağız ama, daha sonra merak etmeyin tedbir alacağız, tasarruf tedbirleriyle biz bunu telafi edeceğiz, uzun vadede sorun çıkmayacak diyorlar. Şimdi bunlar güven vermekten çok uzak adımlar. Şimdi Amerika’da konuşulan nedir? Bu yüzde 2’lik vergi indiriminin bir süre daha devam etmesi. Eğer insanlar geleceğine güvenmiyorsa, vergisi yüzde 2 aşağı olmuş, yüzde 2 yukarı olmuş hiç önemli değil, yine harcama yapmayacaktır, yine korkacaktır. İnsanlar harcama yapmayınca, normal ekonomik çarklar dönmeyince, yatırımcı yatırım yapmayınca bu sefer ekonomik büyüme tabii sıkıntıya giriyor. Bakıyoruz bugünlerde Amerika Birleşik Devletleri’nde, Avrupa’da, Çin’de ve küresel anlamda, satınalma yöneticilerinin beklentilerini ölçen endeksler 50’nin altına düşmüş durumda. Maalesef iki gün önceki Türkiye rakamı da 50’nin altında, 48’e düşmüş durumda. Tabii bu önemli bir öncü gösterge. Çünkü, bugünün siparişi demek, bugünün satınalmacılarının ruh hali yarının üretimini ve yarının ticaretini gösteriyor bize. Bugün moraller bozuksa, bugün satınalma konusunda isteksizlik varsa yarınki üretim rakamları da, toplam milli gelir rakamları da bütün bu saydığım bölgelerde, yani dünyada, Çin’de, Amerika’da, Avrupa’da daha durgun ve daha büyümenin yavaş olduğu bir döneme doğru gitme ihtimalimiz görünüyor şu anda. Dolayısıyla, genel tablo pek iç açıcı değil. Bütün bu tablo içerisinde tabii Türkiye’nin yapması gerekenler son derece önemli, Türkiye’nin attığı ve atacağı adımlar son derece önemli, ona ayrıca gireriz ama, dünya resmi işte beş dakikada ancak belki böyle özetlenebilir, pek iç açıcı bir resim değil maalesef.
KEREM ALKİN - Ali Çağatay’a hemen söz vereceğim, Ali çok özür dileyerek, bir tek Sayın Bakanım, şimdi tabii 12 Haziran’daki seçimlerden önceden başlayarak ekonomi yönetimi sizin başkanlığınızda bu süreci ne kadardan beri takip ediyor, izleyicilerimizle paylaşmak adına. Yani, siz bu tehlikeyi kendi grubunuzla, ekibinizle birlikte ne zamandan itibaren gördünüz?
ALİ BABACAN- Şimdi biz bunu aşağı yukarı bu sene bahar aylarında bunun ihtimalini dikkate almaya başladık. Çünkü, geçen sene Kasım ayında da biliyorsunuz tam tersine hani ekonomide çok hızlı bir büyüme, ama bunun yanında olabilecek yüksek bir cari açık ve bununla ilgili tedbirleri almıştık, bunları uyguluyorduk. Ama bahar aylarından itibaren böyle bir riskin de olabileceği, bir senaryo olarak bu senaryonun da karşımıza çıkabileceğini değerlendirmeye başladık kendi aramızda. Bunu zaten Merkez Bankasının yayınladığı raporlarda, değerlendirmelerde hep izlerini görürsünüz, yani belli bir tarihten sonra bu ihtimallerden bahsedilmeye başlamıştır. Ancak, bundan yaklaşık işte biliyorsunuz 1-1,5 ay önce de artık bu ihtimal gittikçe güçlendi, yani olasılık yükseldi. Olasılığın yükselmesiyle beraber de bu sefer tam tersine hani ciddi bir durgunluk dönemine girebiliriz, onun için şimdiden doğru adımları atarak Allah korusun 2009’daki bir ekonomik daralmayı, ciddi bir sıkıntıyı yaşamayalım diyoruz. Ama, tabii bunu yönetme tekniği, atacağımız adımlar 2009’dan çok daha farklı olmak zorunda. Çünkü, 2009’un şartları farklıydı, o günün konjonktürü farklıydı. Bir de, denenmiş ve başarısız olmuş pek çok politikalar artık ortaya çıktı. Bu dönemde biz inşallah daha iyi bir tecrübeyle ve daha akılcı adımlarla farklı bir şekilde yönetebileceğimizi düşünüyoruz.
KEREM ALKİN - Sanıyorum bu dönemdeki kritik konu kur meselesi. Ali Çağatay’ın da bununla ilgili bir sorusu olacak.
ALİ ÇAĞATAY- Sizi selamlıyorum Sayın Bakan. Şimdi tam da Türkiye ekonomisine pas attınız, ben de oradan devam edeceğim. Kasım 2010’dan bu yana biliyorsunuz işte Merkez Bankası, BDDK proaktif adımlar atıyor ve bunun sonuçlarını da alıyoruz. Faiz cephesinde, kredi cephesinde çok müspet gelişmeler var. Fakat, döviz cephesinde aynı gelişmeleri ne yazık ki çok fazla gözleyemiyoruz. İşte dolar/euro sepetinde 16,5, dolar kurunda yüzde 18 gibi artışlar söz konusu. Bu yönüyle Türkiye, sanki diğer gelişmekte olan gelişmiş ekonomilerden ya da yükselen ekonomilerden biraz ayrışıyor. Acaba bu ayrışma tehlikeli bir noktaya doğru gider mi, diye sormak istiyorum.
ALİ BABACAN- Aslında bu ayrışma çok olumlu şekilde değerlendirilmesi gereken bir ayrışma. Çünkü, biraz önce Kerem Bey de bahsetti, yani bugünlerde kur savaşlarından bahsedildiği bir dönemde kurun daha çok bir rekabet unsuru olarak ülkeler arasında konuşulduğu bir dönemde, örneğin Brezilya’da bir türlü aşırı değerlenmenin önlenemediği ve pek çok ülkede de, gelişmekte olan ülkede yerel para birimlerinin çok hızlı değerlendiği ve bu ülkelerin rekabet gücünün olumsuz bir şekilde etkilendiği bir dönemde aslında Türk Lirası’nın değerinin bir miktar kaybolmuş olması dönem başlangıcına göre baktığımızda, pek çok gelişmekte olan ülkenin çok arzu edip de bir türlü başaramadığı bir tablo. Yani, Türk Lirası’ndaki değer kaybı böyle bir konjonktürde şikayet etmemiz gereken değil tam tersine genel ekonomik dengeler açısından daha olumlu bulduğumuz bir tablo.
Tabii kur konusu çok hassas bir konu. Biz 2001’de, Parti Programımızı yazarken - ki on seneyi geçti biliyorsunuz, 10. yılımızı kutladık- Parti Programının yazılmasında bizzat uğraşan, en son redaksiyonu yapan kişilerden birisi de bendim. Dört hükûmet programı, üç tane seçim beyannamesi hazırladık. Bunların hepsinde çok açık bir şekilde resmi politikamızı ortaya koyduk ve serbest kur rejimi dedik. Kur, ekonomideki dalgalanmaları, önemli riskleri absorbe eden ve ekonomiye dışarıdan ya da içeriden olabilecek olumsuz gelişmeleri bir bakıma, bir amortisör vazifesi görüp, o şokları emen bir mekanizma serbest kur sistemi. Dolayısıyla, biz bunun mutlaka Türkiye’de aynen devam etmesini istiyoruz, öngörüyoruz, bizim açık politikamız da bu. Farklı kurumlarımızın farklı kur beklentileri olabilir. Bugün mesela ihracatla ilgilenen kurumlarımıza sorduğunuzda başka kur beklentileri vardır, ithalatla ilgilenen kurumlarımıza sorduğunuzda başka kur beklentileri vardır, Merkez Bankamızın farklı kur beklentileri olabilir, BDDK’nın farklı kur beklentileri olabilir. Dolayısıyla, bütün bu beklentiler bir yana piyasa gerçekleri var. Biz, uygulamakta olduğumuz politikalarla, yani bir yandan bankacılıkta aldığımız tedbirlerle, bir yandan para politikalarıyla ve bir yandan da sağlam, sıkı maliye politikası duruşumuzla bu dengeleri iyi kurduğumuzu düşünüyoruz ve biz şimdiye kadar dikkat edin hiçbir şekilde resmen hükûmet olarak bir kur hedefi söylemedik, telaffuz etmedik. Piyasada olanlarla ilgili şahsi yorumlar olabilir, yani birisi çıkar der ki bu kur çok arttı, öbürü diyebilir ki keşke biraz daha artsa, bunlar tamamen şahsi yorumlardır. Bizim resmi politikamız, çok açık seçik resmi politikamız, serbest kur rejimidir. Ancak öte yandan Merkez Bankamızın kendi perspektifinden bakıp enflasyon ya da başka perspektiften bakıp da kurla ilgili hani bugünlerde bazı gönlünden geçeni açık seçik telaffuz etme yaklaşımı var. Bu aslında normal zamanlarda çok beklenmeyen ve normalde de olmaması gereken bir yaklaşım, ama bugünün gereği böyle bir duruşu da biz haklı görüyoruz açıkçası, buna destek de veriyoruz. Pek çok ülkeler garip garip işler yapmaya başladılar biliyorsunuz, normal bir dönemde değiliz. Bütün kuralların bozulduğu, bütün bir bakıma şimdiye kadar ki tezlerin, teorilerin alt-üst olduğu bir dönemde bu tür yaklaşımlar gerekebiliyor.
KEREM ALKİN - İsviçre Merkez Bankası bile şaşırttı.
ALİ BABACAN- Yani İsviçre Merkez Bankasının yaptığı hani kur limit veriyor, bundan fazla ben izin vermeyeceğim diyor, yani bir limit getirmiş oldu, kendi para birimindeki değerlendirmeye bir limit getirmiş oldu ve sınırsız miktarda ben İsviçre Frangını gerekirse basarım, piyasaya sürerim, ama daha farklı şeye izin vermem dedi. Bu ne kadar başarılı olacak bunu da göreceğiz, bunu da göreceğiz. Çünkü bana göre eğer piyasada belli yönde dinamikler varsa, piyasa belli yönde belli bazı gelişmeleri zorluyorsa, merkez bankalarının otoriter bir şekilde ya da çok katı bir şekilde, kuru belli bir noktada tutma çabaları belki kısa vadede sonuç verebilir, ama orta-uzun vadede merkez bankaları bu konuda maalesef başarılı olamıyor. Piyasa güçleri o seti, barajı bir gün geliyor yıkıp deviriyor. Dolayısıyla, tabi göreceğiz, izleyeceğiz, bakacağız. Biz bunların hepsine bakıyoruz, ama hiçbir zaman biz katı bir şekilde, kur şundan aşağıya düşmemelidir, şundan yukarı çıkmamalıdır gibi bir söylemimiz asla olmadı. Bundan sonra olmaz da. Çünkü biliyoruz ki, dünya tecrübesi gösteriyor; kim bunu derse er ya da geç bu test ediliyor ve o testte bunu söyleyen otorite, hükûmetse hükûmet, merkez bankasıysa merkez bankası ve bir bakıma verdiği sözü çiğneme, verdiği sözü yerine getirememe gibi bir tabloyla karşı karşıya duruyor. Bizim Merkez Bankamız ne yapıyor, gönlünden geçen ya da kendine göre hesap ettiği bir kur seviyesi bir endikatif bir şey söyledi. İşte bunun şu kadar yüzde 5-10 belki yukarısındayız bugünlerde dedi, belki daha aşağı olabilir bize göre dedi. Ama onun ötesinde kuru illa oraya getireceğim, illa orada tutacağım diye de kati bir taahhüde girmesi de mümkün değil, fiiliyatta da zaten bu söz konusu değil. Ama biz sadece tabi basit böyle kura müdahale politikalarıyla çok daha geniş bir perspektiften bakarak, genel makro dengeleri düşünerek ve her konuda mümkün olduğunca akıllı adımlar atarak, piyasa dengelerinin doğru bir noktada oluşmasını sağlayacak politikalar izlemek zorundayız. Yani başka bir yerlerde bir hatalar varsa, o hataları tutup kurla düzeltmeye çalışmak doğru bir yaklaşım değil. Her alanda mümkün olduğunca doğruları yapıp, o doğruların sonucu olarak piyasada doğru bir kurun oluşmasını destekleyecek bir politika çerçevesini çok daha doğru buluyoruz.
KEREM ALKİN - Sayın Bakanım, Özlem Dalga’nın soracağı soruya katkı anlamında izleyicilerimizden sorular gelmeye başladı. Bu arada izleyicilerimiz eğer soru göndermek isterlerse, ekoforum@bloomberght.com e-mail adresimiz ve Cüneyt Başaran’dan da Twitter’la ilgili destek alacağım, çünkü ben yaş grubu olarak Twitter’a henüz daha ancak ısınabilen gruptanım.
CÜNEYT BAŞARAN- Evet Hocam, biz de Bloomber HT’nin Twitter ekondunu takip edenler de Bloomber HT’ye yollayacakları twitleriyle, sorularıyla katılabilirler.
KEREM ALKİN - Şöyle Murat Aydın izleyicimizin sorusu, Özlem Dalga da devam edecek: Sayın Bakanım, küresel ikinci dip riskine bir yakınlaşma mı görüyor, bir uzaklaşma mı görüyor ve hane halkına tavsiyeleri ne olacaktır diyor izleyicimiz? Özlem, istersen senin sorunla birlikte soralım.
ÖZLEM DALGA- Evet benim sorum, yayının başından beri Sayın Bakanım artan küresel resesyon endişesini konuşuyoruz. Dünya Bankası da uyarıyor, sonbaharda özellikle küresel anlamda artı bir risk bekliyor diye. Peki Türkiye, ekonomisini nasıl koruyacak, siz nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz?
ALİ BABACAN- Şu anda baktığımızda, mesela bundan 3-4 ay öncesine göre bir ikinci dip ihtimali daha yüksek görünüyor. Fakat bu ikinci dip dediğimiz gelişme, mesela 2009’daki gibi küresel ekonominin gerçekten bir daralması mı olacak, yoksa sadece büyüme hızında geçen seneye göre bir yavaşlama şeklinde, büyüme hızındaki bir düşüş şeklinde mi karşımıza çıkacak bunlar henüz belirsiz. Belirsiz diyorum, çünkü son nihai gelişme gelişmiş ekonomilerdeki hükûmetlerin, karar vericilerinin atacağı adımlarla, alacağı kararlarla ilgili ve her ülkenin kendi iç siyasi yapısı maalesef burada belirleyici rol oynuyor ve gelişmiş ülkelerin pek çoğunun başında şu anda zayıflamış hükûmetler var. Yani adeta kendinden korkan, kendi meclisine söz geçirememe endişesi taşıyan zayıflamış hükûmetler. Zaten bizi en çok endişelendiren de bu. Bazen konuşuyorsunuz ediyorsunuz, aslında yapılacakları gayet iyi biliyorlar, doğrusu bu diyorlar, ama hadi yap dediğinde o gücü, o iradeyi maalesef kendilerinde bulamıyorlar, o iradeyi gösteremiyorlar. Bu çok riskli bir durum, tehlikeli bir durum. Yani göz göre göre böyle uçuruma doğru arabanın gittiğini görüyorsunuz, ya frene bas, direksiyonu kır diyorsunuz, frene bassam öğretmenler sokağa dökülecek diyor, direksiyonu kırsam, öğrenciler yarın 100 bin öğrenci miting gösteri yapacak diyor. Benim altı ay sonra seçimim var diyor, bir yandan da uçuruma doğru otobüsün gittiğini görüyorsunuz. Dolayısıyla, bizi endişelendiren bu. Ama umarız ki aklıselim galip gelir, umarız ki rasyonalite galip gelir ve bu ülkeler artık o noktaya varacaklarını görünce ne pahasına olursa olsun bütün ülkeyi, hatta dünyayı peşinden sürükleyeceğim bu uçurumdan aşağıya düşeceğim ya da otobüsü durduracağım, ama siyasi bedelini de bunun ödeyeceğim diyecekler. Yani liderlerden zaten ben geçenlerde de ifade ettim, yani bu ara liderlerin kendi siyasi bekasını ya da partisinin siyasi bekasını düşünmeden ülkenin geleceği için doğrusunu yapmaları gerekiyor, böyle bir dönemdeyiz. Dolayısıyla, bu açıdan belirsizlikleri ben çok görüyorum, yoksa yapılacaklar belli. İnanın şu anda Türkiye’deki kadar güçlü bir hükûmet olsun, güçlü bir siyasi irade olsun bu sorunların hepsi çözülür. Çözülemeyecek sorun şu anda ben görmüyorum, yani bir imkansız tablo görmüyorum. Yeter ki o özgüven olsun ve irade ortaya koyabilsin hükûmetler.
Şimdi gelelim bunun Türkiye’ye etkileri ve bizim neler yapmamız gerektiğine. Biz öncelikle tabi her senaryoya karşı hazırlıklı olmamız lazım. Yani karşımıza yeni bir senaryo çıktığında bu da nereden çıktı diye böyle bir bocalama, bir yeniden durup bir kapanalım da bir ay çalışalım sonra tekrar çıkalım, böyle bir tutuma vakit yok. Bakın bizim Merkez Bankamız ne yaptı? Sinyali aldığı anda olağanüstü bir Para Politikası Kurulu yaptı ve hemen para politikası duruşunu değiştirdi, bir U dönüşü yaptı, tam bir çark yaptı aslında. Yani aman çok hızlı büyüyoruz, aman cari açık derken, birden para politikasında bir gevşetmeye girdi. Ama bunu nasıl yapabildi? Bunun zihni hazırlığı zaten vardı, bütün bu senaryolar zaten çalışılmıştı. Bunların hatta sinyalleri de veriliyordu, hani böyle bir şey de karşımıza çıkarsa biz farklı şeyler de yaparız diye bunun sinyallerini de veriyorlardı. Dolayısıyla kurumlarımız her türlü senaryoya şu anda hazır. Bundan sonraki dönemde olacak gelişmelere bağlı olarak biz politikalarımızı ayarlayacağız. Yani sıkılaştırma ya da gevşetme yönünde ayarlamalar yapacağız. Ama genel anlamda baktığımızda önümüzdeki dönemdeki emniyetli bir duruş için yani para politikalarında belki biraz daha rahat, gerektikçe belki biraz daha gevşeyen, gerekirse ve gerektikçe. Ama öte yandan da sağlam bir kamu maliyesi duruşu. Yani para politikalarında genişleme varken aynı anda, hani maliye politikalarında da bir gevşeme olursa, o bizi çok daha farklı bir sonuçla, çok daha riskli bir tabloyla karşı karşıya bırakabilir. Dolayısıyla, bu dengeyi çok çok iyi kurmamız gerekiyor ve ödünümüzdeki dönemde hiçbir şeyi otomatik pilota bağlayamayız. Yani bütün kumanda, manuel olmak zorunda. Hani uzun uçuşlarda biliyorsunuz buradan işte bindiniz uçağa Amerika’ya gidiyorsunuz pilot belki dümenin başında on saatlik uçuşta, iki saat anca durur, sekiz saat dolaşır ortalarda falan. Çünkü zaten rota bellidir. Öyle bir dönemde değiliz yani. Pilotun, işin başında, sürekli elleri kumandada ve her göstergeyi izleyerek duruma göre karar alarak devam etmesi gerekiyor; böyle bir ortamdayız.
KEREM ALKİN - Yani manuele geçtik Sayın Bakanım.
ALİ BABACAN- Tabi tabi. Biz uzunca bir süredir tamamen manueldeyiz yani. Her an günlük gelişmelere göre gerektiğinde yön değiştirebilecek şekilde hazırlıklarımızı yaptık yapıyoruz. Ancak öte yandan bütün bu olan bitende yapısal reformlar alanında da aslında gerekenleri yapmamız ve belki de daha hızlandırmamız için de önemli fırsat veriyor bize. Yani zaten ihtiyacımız olan yapısal reformlarda da daha hızlı gitmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin, bir istihdam konusu. İstihdamla ilgili şu anda bir paket hazırlıyoruz. ve bunu bir paket şeklinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edip bir bu konudaki esneklik deyin, güvenceli esneklik deyin, artık adına ne derseniz, yani işgücü piyasasıyla eğitim arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi, aktif iş gücü politikaları, yani pek çok alanda geniş bir hazırlığımız var bu konuda. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız bunların detayını bitirdikten sonra önce Bakanlar Kurulunda, arkasından da Meclis’te bunlar tabi görüşülecek tartışılacak.
Yine yapısal konuda bir başka önemli alanımız yatırım ortamının iyileştirilmesi. Yani bu ortamda yatırımları cezedebilmek için ülkeler arasındaki yarış da biraz yoğunlaşıyor açıkçası. Pek çok ülke reformlarını hızlandırdı. Bu reformların hızlandığı bir dönemde Türkiye’nin geri kalmaması gerekiyor ve yatırımcının, iş dünyasının işini kolaylaştırmak için ne gerekiyorsa yapması gerekiyor. Dolayısıyla, bununla ilgili ayrı bir hazırlığımız söz konusu. İstanbul’un bir uluslar arası finans merkezi olabilmesiyle alakalı bir yasal düzenleme paketi hazırlıyoruz. Bu da finans konusunda Türkiye’nin ve İstanbul’un hem bölgesinde, hem de dünyada daha etkili olmasını sağlayacak bir alt yapı hazırlığı.
Bunun dışında daha uzun vadeye baktığımızda eğitim konusu son derece önemli. Eğer biz 2023 yılında dünyanın ilk on ekonomisinden birisi olmak istiyorsak, eğitimde çok köklü değişiklikler yapmamız gerekiyor. Mevcut sistem böylece devam etsin dersek, bizim 2023 yılı geldiğinde ilk on ekonomiden birisi olmamız açıkçası mümkün görmüyoruz. Çünkü ilk on ekonomiden birisi olmak, yüksek katma değer üretmek demektir. Yüksek katma değer de ancak kaliteli iş gücüyle, yetişmiş insanla mümkün. Biz iki gündür örneğin yoğun Milli Eğitim Bakanlığımızla toplantılar yapıyoruz. Yani işin bütçe tarafı, para tarafı, onlar değil daha yapısal meseleler. Yani bu işi en iyi yapan ülkeler daha iyileştirmek için neler yapıyor örneğin bunlara bakıyoruz, bunları çalışıyoruz ki, Milli Eğitim Bakanımız biliyorsunuz daha önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıydı ve ekonomimiz için ve çalışma hayatımız için eğitimin ne kadar büyük önem taşıdığını fiilen yaşamış, hissetmiş bir Bakanımız.