• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Batı Notalarında Türk Musikisi

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Batı Notalarında Türk Musikisi

Tanburi Cemil Bey Türk musikisi tarihinin en büyük tanbur virtüozudur. Kemençe ve lavtayı da aynı ustalıkla çalan Tanburi Cemil Bey asıl tanbur icra tekniğine getirdiği yenilikle tanınır. 9 Mayıs 1873’te doğan Tanburi Cemil Bey üç yaşındayken babasının ölümü üzerine Ticaret Müdürü olan amcası Refik Bey’in himayesinde büyümüştür. Ticaret müdürü Refik Bey, kişiliğiyle edindiği saygınlığa dayalı bir yönetim taraflısıdır. Düşünce ve fikirlere büyük saygı göstermesiyle çevresindekilere verdiği değer, kendisine karşı saygı ve güveni daha da artırmıştır.
Tanburi Cemil Bey’in ailesi de müzikle iç içedir. Annesi Zihniyar Hanım lavta, ağabeyi Ahmet ile Reşat saz ve tanbur çalıyordu. Daha çok küçük yaşlarda olmasına rağmen kendi başına kanun ve keman çalmaya başlayan Tanburi Cemil Bey bu enstrümanları akort edebilen ve en küçük bir ses kaymasını, en küçük bir tını farkını fark edebilen bir kulağa sahiptir. Daha sonra ağabeyi Ahmet’in hediye ettiği tanburla daha çok ilgilenmeye başlar. Tanburi Cemil Bey ortaokulla birlikte Kemani Ağa’dan nota ve keman dersleri almaya başlar. Bununla birlikte amcası Refik Bey’in konağında piyano ve Fransızca dersleri de alır. Refik Bey Abdülhamit’in eski arkadaşı olmasına rağmen padişahın ülkeyi yönetim şeklini beğenmez. Abdülhamit, Refik Bey’i üstü kapalı olarak bir kaç defa tehdit etse de Refik Bey halk içinde padişah karşıtı gruplarla işbirliği içerisinde olur. Abdülhamit, Rasih Paşa aracılığıyla gönderdiği bir mektupla, Refik Bey’i görüşmek için çağırır. Rasih Paşa’nın konağına gelen Refik Bey’i ise, kahvesine koydurduğu zehirle öldürtür. Babasından sonra amcasını da kaybeden Tanburi Cemil Bey, amcasının ölümü üzerine amcasının konağından ayrılarak Taşkasap’ta oturan annesinin yanına dönmüştür.
Derslerinden çok tanburuyla ilgilenmeye başlayan Tanburi Cemil Bey kısa süre sonra okulu bırakır ve bütün gününü tanburuna ayırır. Bir süre sonra Kemani Ağa artık ders vermekten ziyade onu dinlemeye, onunla çalmaya gelir. Tanburi Cemil Bey kısa süre içerisinde neredeyse tüm Istanbul’daki büyük usta müzisyenler tarafından tanınır ve artık paşa konaklarına çağrılır. Zamanın en usta tanburisi olarak kabul edilen Tanburi Ali Efendi bir toplantıda Cemil Bey’i dinler. Tanburi Ali Efendi henüz onüç yaşında olan Tanburi Cemil Bey’i hayranlıkla izledikten sonra “Evladım bunca senedir bu sazı çaldım, eh şöyle böyle biraz yendik sanırdım. Şimdi seni dinledikten sonra bir daha tanburu elime almayacağım” der. Tanburi Ali Efendi bu sözüyle başındaki tacı çıkartıp Cemil Bey’e giydiren ve tahtını ona terk eden soylu ve o denli de güçlü bir kral gibidir. Bunu yaparken başı önündeki çocuğun kimsenin tacında tahtında gözü olmadığını da biliyordur. Kökü aynı bilinmezde olan iki doruktu onlar. Tanburi Ali Efendi’nin güçlü kişiliğinden doğan bu olay Tanburi Cemil Bey’in şöhretinde parlamalara, patlamalara neden olur.
Tanburi Cemil Bey Türk musikisi kadar batı müziğiyle de ilgilenir. Uzun bir dönem Aleksan Efendi’den hamparsum ve batı notaları üzerine ders alır. Tanburi Cemil Bey “Piyano, arp gibi enstrümanlar musıkinizin ses düzenine, makam yapısına göre düzenlenirse ancak o zaman öz sazlarımız arasına girebilir ve musıkinizin geleceği için yarar sağlayabilir. Batının majör ve minör yapısına uygunluk gösteren makamlarımız için bu enstrümanlar üzerinde fazla katı olmamıza gerek yoktur” kanısındaydı. Bu konular üzerinde fikrini almak, kendi kanaatlerini söylemek için bilgisine güvendiği muzisyenlerden Ali Haydar Bey’le tanışmayı çok ister, fakat bu isteği gerçekleşmez. Daha sonra Yanyalı Refik Mustafa Paşalı on yıl başlar. Paşa musikiye çok önem verir ve sever. Dönemin en usta müzisyenlerini her salı günü konağında toplayarak sazlı sözlü toplantılar düzenlemektedir. Tanburi Cemil Bey’le yine konağında düzenlediği bir toplantıda tanışır. Ağır bir tempoyla çalınan tanburun bu kadar kıvrak, hızlı ve ritmik çalındığını ilk kez gören Mustafa Paşa çok etkilenir ve şaşırır. Mustafa Paşa henüz onsekiz yaşındaki bir çocuğun bu kadar iyi tanbur çalabilmesi karşında şaşkın kalmıştır. Tanburi Cemil Bey’in çok hassas ve duygusal bir yapıya sahip olduğunu öğrenen paşa el altından ailesine ve kendisine yardım eder ve bu on yıl kadar yani paşanın ölümüne dek sürer. Tanburi Cemil Bey ismi artık tüm Istanbul’da duyulmaya başlar. Duyulur ama onu dinlemek pek de mümkün değildir. Çünkü bütün usta müzisyenler belli günlerde paşaların konaklarında düzenlenen toplantılarda çalarlar. Belki de bundandır ki Türk sanat müziği saraylı musikisi olarak adlandırılır.
Mustafa Paşa’nın ölümden sonra Tanburi Cemil Bey’in manevi ve maddi olarak sıkıntılı günleri de başlar. Tanburi Cemil Bey ders verdiği öğrencilerin yanı sıra uzun zamandır üzerinde çalıştığı Rehber-i Musiki adlı nazariyat kitabına da hız verir. Bu kaygıları fark eden nüfuzlu çevresi de ona yardımcı olmak için dışişleri konsolosluk kaleminde ona memur olarak iş bulurlar. Ama musikiye verdiği önem ve ayırdığı zamandan dolayı iş hayatı pek de düzenli gitmemiştir. 1902 Temmuz başında kitabın baskısı biter. O güne kadar nota ve tertip bakımından batı kaynaklarından da yararlanılarak makamlar, usuller ve diğer hususlar üzerine yazılan ilk musiki kitabıdır. Tanburi Cemil Bey bunun yanı sıra, dönemin önemli gazeteleri sayılan İkdam ve Sabah gazetelerinde uzun süre musiki üzerine yazılar yazmıştır.

Kovanlı fonograf günleri
1900’lü yıllarla birlikte Istanbul’da da artık kovanlı fonograflar konuşulmaktadır. Bir çok üstat ve sanatçı bu yeni buluşa sıcak baksa da Tanburi Cemil Bey pek de sıcak bakmaz. Çünkü eserlerin bu kayıtlarla zorlama bir ses kaydedildiğini ve istenilen kalitenin alınamayacağını düşünüyordu. Daha sonra tüm ısrarlara saygısızlık etmemek için bu teklifi istemeden de olsa kabul eder. Kovanlı fonograflar her birini teker teker doldurduğu silindirler, sihirli birer kutu gibi imparatorluğun en uzak köşelerine gidiyor, bir lira çeyreğinden bir kaç altına kadar satılıyordu. Her kovanın seslendirilmesi yeniden çalmayı gerektirdiği için büyük emek, uzun zaman istiyordu. Elektronik mikrofonun icadından önce yapılan bu kayıtlar akustik kayıtlar olarak tanımlanmaktadır. Bu ilkel kayıtta icracı önce çok geniş ağızlı bir borunun içine ya çalarak, ya da okuyarak ses titreşimlerinin bir tür balmumu silindirlere kaydedilmesini sağlar. Sonra balmumundan madeni kalıplar üretilir. Bütün bu süreç özellikle keman ya da soprano ses gibi tiz ses renklerini kayıtta başarılı olmuştur. Bir iki firmaya deneme olarak doldurduğu birkaç plaktan sonra bütün rica ve ısrarlara rağmen bu kazançlı işi istemez ve teklifleri geri çevirir.
1908 yılı sonuna doğru Istanbul’da plak işi yapan en büyük firma, Odeon plak fabrikasının Türkiye acentası Blumentahl kardeşlerin stüdyosunda 100 Napolyon altını karşılığında plak yapmak için anlaşma yapar. Ama anlaşmanın ertesi günü gidip tüm anlaşmayı iptal eder. Paranın daha fazla artırılabileceği önerilse bile bunu kabul etmez. Daha sonra Hacı Arif Bey, Şehzade Ziyaeddin Efendi, Udi Sami, Udi Şefki, Kemani Salih, Kemani Ağa, Kemani Kirkor, Leon Hancıyan Efendi, Edhem Efendi ve aralarında bulunan birçok müzisyenle birlikte “Dar-ül Musiki-i Osmani Meşkhanesi” adını verdikleri, Ragıp Paşa kütüphanesinin karşısında bir yer kiralarlar. Kuruluşun amacı sağda, solda darma dağınık bilgisiz ellerde ve dillerde bozulup kaybolma yolundaki musikiye ellerinden geldiğince sahip çıkmak. Çalışma şekli ise eserlerin yeni baştan gözden geçirilmesi, eksiklerinin giderilmesi vb. Çalışmaları pazartesi günleri Şehzade Ziyaeddin Efendi tarafından yönetilmek suretiyle karar alırlar. 26 Ekim 1914’te Şehzade başında Dar-ül Beda-i binasında da bir konservatuar açarlar. Bu binanın açılışında Dâr-ül Aceze musiki grubu tarafından bir konser verilir. Bir de temsili tiyatro gösteri yapılır. Oyunculardan işçi elbiseli olan 17 yaşındaki genç gelip Tanburi Cemil Bey’in elini öper ve kendini takdim eder, “Muhsin Ertuğrul”.
Bu çalışmalar içinde musikiye gönül vermiş birçok sanatçı yetiştirirler. Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle tiyatro, oyun eğlence yerlerine de canlılık gelir. Bunun üzerine Dar-ül Musiki-i Osmani Meşkhanesi de bir halk konseri düzenlemeye karar verir. Fasılların tespiti, eserlerin seçimi, tertibi ve konser çalışmalarının idaresi Tanburi Cemil Bey’e verilir. Haftalarca süren hummalı ve uykusuz geceler geçirirler. Gazete ve el ilanlarıyla duyurulmaya çalışılan konser haberi şimdiye kadar kendi musikisinde böyle bir olay yaşamamış olan Istanbul’da büyük yankılar yapar. Saraydan, paşa konaklarından, nazır köşklerinden ve zengin evlerinden başka yerde gerçek haliyle çalınıp söylenmeyen musiki nihayet halka da dinletilecekti. Konser günü gelir ama son dakikalarda kalabalık ve gürültüden sıkılan Tanburi Cemil Bey bir kadeh içmek için ayrıldığı salona yarım saat gecikerek geldiğinde, kendisinin gelmeyeceğini sanıp konserin iptal edildiğini öğrenir.
Annesi Zihniyar Hanım’ın tüm zorlamaları ve baskısıyla evlenmeyi kabul eder. 1901 yılında Saide Hanım’la evlenir. Bir yıl sonra da oğlu Mesud dünyaya gelir. Mesud da babası Tanburi Cemil Bey gibi iyi bir müzisyen olur. İsfahan peşrevinde viyolonsel, ana melodi yanında pedal sesler vererek armonik bir derinlik sağlamaktadır. Bu teknik Türk müziği icralarına Mesud Cemil ile girmiştir.

Yaylı tanbur dönemi
Mesud’un doğumundan sonra çalışmalarını aksatmaya başlayan Tanburi Cemil Bey kısa süre sonra tekrar hummalı bir çalışmaya başlar. Ama hummalı çalışma musikiye çok şey katacaktır. Tanburlarından birinin eşiğinde değişiklik yaparak “Yegâh” telini yükseltip kemençenin yayıyla çalmaya uğraşır. O güne kadar hiç bir sazda duyulmayan buğulu, yumuşak, içli bir ses elde etmiştir. Daha sonra eşik ve perde ayarlarını değiştirip tanburu yayla çalmaya başlamıştır. Tanburu yaylı olarak ilk defa Mustafa Paşa’ya dinletir. Yine bir paşa konağındaki toplantıda ilk kez yaylı tanburunu çalar ve yeni sazın sesi dinleyen herkesi büyüler.
Tanburi Cemil Bey artık sağlıklı değildir, hastalığı ilerledikçe bitirmeye çalıştığı kitapları, notlarıyla daha çok ilgilenir. Bir çok paşa, eş, dost tedavi için yurtdışına göndermeyi teklif etse de hiçbirini kabul etmez. 1916 yılının 29 Temmuz’unda Kâtip Muslıhiddin sokağından bir tabut çıkar. Gönüller tahtının sultanı Tanburi Cemil Bey milyonların kara sevdası ardında üç beş kırık plak ve çözümsüz bir muamma bırakarak yirmi gönüllüyle Merkez Efendi mezarlığına gömülür.
 
Geri
Top