BAY BOYNUZ
Baharla birlikte ormanı, yemyeşil bir örtü kapladı. Çeşitli hayvanların yaşadığı bu ormanda, yüzlerce yıllık ağaçların varlığı adeta gökyüzünü kaplamış ve bulutlar görünmez olmuştu. Yaprakların arasından sızan rengarenk güneş ışınları ile tertemiz olan havasına bir de yeşilliği katılınca, bu kadar hayvanın yaşamak için neden burayı seçtiği anlaşılıyordu.
Geyik ailesi de ormanın bu cazibesinden dolayı, yüzlerce yıldan beri burada yaşayanlardandı. Onların da diğer hayvanlar gibi kendilerine ait özellikleri vardı. İncecik bacakları ve görkemli boynuzları, her yerde tanınmalarını sağlayan önemli özellikleriydi.
Her yıl olduğu gibi o yıl da sürüye yeni katılanlar oldu. Ormanda birçok tehlikenin var oluşu, yavrulardan dolayı yetişkin geyikleri tedirgin ediyordu. Yetişkinlerin tek arzusu, yavrularını sağ salim büyütebilmekti. Bunun için bütün dikkatlerinin yanı sıra, zaman zaman yavrularına gereken bilgileri vererek onları eğitiyorlardı.
Henüz birkaç ay geçmesine rağmen, yavrular sütten kesilmiş ve kendi kendilerine otlanır olmuştu.
Günün belli saatlerinde bir araya gelen yavrular, anne ve babalarının görebileceği yerlerde oyunlar oynuyordu. Yalnız içlerinde biri vardı ki, oyun oynamayı hiç sevmiyordu. Diğerleri oyun oynarken, bir köşede sürünün yetişkin erkeklerini izliyordu. Onlara olan hayranlığını gizleyemiyordu.
Bir an önce büyüyüp onlar gibi olmayı isteyen bu erkek yavru geyik, büyük bir boynuz hayranıydı. Ara sıra bulduğu çalıları başının üzerinde taşıyarak, yetişkinlere benzemeye çalışıyordu. Sürü ile su içmek için nehir kıyısına gittiğinde, sudaki görüntüsüne bakarak boynuzlarının çıkacağı günü hayâl ediyordu.
İleride büyüyünce görkemli boynuzları olacak, herkes de ona Bay Boynuz diyecekti. Gün geçtikçe hayâlleri bu doğrultuda büyüyordu. Bir ara annesinin kendisine:
"Yavrucuğum sen neden arkadaşlarınla oynamıyorsun?" sözüne karşılık:
"Oynamayı sevmiyorum. Onları çok komik buluyorum." dedi.
Annesi onun bu durumundan endişe duyuyordu. Küçüklüğünü yaşamasını istiyordu. Bir ara yine:
"Yavrucuğum seni hep yetişkinleri izlerken görüyorum, oysa sen küçüksün. Biliyorum onlar gibi olmak istiyorsun, ama biraz sabretmelisin. Bir gün sen de büyüyüp yetişkin erkek olacaksın." deyince:
"Ben büyümeyi, yetişkin bir erkek olmak için istemiyorum. Sadece kocaman boynuz istiyorum." dedi.
Birbiri ardınca geçen günlerde yavru geyik biraz daha büyüdü. Birgün hayatının dönüm noktası oldu. Sürü yine su kenarındaydı ve yavru geyik suya bakınca boynuzlarının ucunu gördü. Sevincinden bütün gün ormanda, bir o yana bir bu yana koştu. Artık yürüyüşü bile değişmeye başladı. Diğer yavrulara tepeden bakar oldu.
Kış boyu boynuzlarının büyümesini takip edip, ikinci baharına gurur duyduğu boynuzlarıyla girdi. Hayâllerini süsleyen büyük boynuzlara kavuşmuştu. Bütün gününü yetişkin geyiklerin yanında geçiriyordu. Âdeta boynuzları ona güç veriyordu. Kendine olan güveni artmış ve daha cesaretli bir kimliğe bürünmüştü.
Yine kasıla kasıla yürüdüğü bir gün, hoşuna gitmeyen bir yönünü üzülerek fark etti. Şimdiye kadar bu durumunun hiç farkında değildi; çünkü başını dik tutarak ve kasılarak yürüyordu. Onu üzen şey ise bacaklarının inceliği oldu. Boynuzlarının güzelliği yanında, bacaklarının inceliği ve çelimsizliğini kendisine yakıştıramadı. Bu durumu onun için utanç vericiydi.
Bacaklarından bu kadar utanmasının yanında boynuzlarına çok önem vermesinden dolayı, herkes ona Bay Boynuz diyordu. Bu şekilde hitap edilmesini kendisi istemiş ve bu durum çok hoşuna gitmişti. Bay Boynuz'u artık bütün sürü tanıyordu.
Yaz mevsiminin sonları yaklaşmıştı. Bacakları sık sık gözüne takılır olunca morali iyice bozuluyordu. Yine bir ağacın altında derin düşüncelere dalmıştı ki, annesinin yaklaştığını fark etti.
Annesi:
"Yavrum, niçin düşüncelisin hasta mısın ya da canın bir şeye mi sıkıldı, benimle paylaşmak ister misin? Hem sıkıntını paylaşmak belki de seni rahatlatacaktır." deyince, annesine:
"Hasta filan değilim, fakat bacaklarımın inceliği ve çelimsizliği moralimi bozuyor. Oysa şu boynuzlarıma bak ne kadar güzeller, niçin onlar da güzel değiller." dedi.
Durumun hassasiyeti karşısında Anne Geyik, yavaşça yavrusunun yanına çöktü ve rahatlamasını umarak ona:
"Bak yavrucuğum, bizleri yaratan bu şekilde yaratmış. Bizim için belki böylesi hayırlıdır. Hem kendimizi olduğumuz gibi kabullenmeliyiz. Şunu da unutmayalım ki, o beğenmediğin bacaklarımız sayesinde yürüyor ve dilediğimiz yere gidiyoruz. Onlar olmasaydı ne yapardık. Sence olayın bu yönünü düşünüp şükretmemiz gerekmiyor mu?" dedi.
Annesinin bu güzel açıklamalarından hiç mi hiç etkilenmedi. Zaman geçtikçe içindeki boynuz aşkı büyüdü. Adeta onun bu isteğine cevap verircesine boynuzları da büyüdü. Henüz iki yaşında olmasına rağmen, sürünün en görkemli boynuzuna sahip geyiği oldu. Sanki Bay Boynuz ismi onunla bütünleşmişti.
Artık sürünün yaşlılarını küçük görüp, onlara saygısızlık bile ediyordu. Bu saygısızlığına ailesi çok üzülüyordu. Annesinin bütün ısrarlarına rağmen, sürüden ayrıldığı günler oluyordu. Ayrılış nedeni olarak da, sürüyü beğenmediğini ifade ediyordu.
Sürüden ayrıldığı zamanlarda bir çok hayvanla karşılaştığı oluyordu. Fırsatları hiç kaçırmadan onlara da boynuzları ile gösterişler yapıyordu. Tehlikeli ve yırtıcı hayvanlarla da karşılaştığı olmuştu. Fakat boynuzlarının iriliğinden dolayı başa çıkabileceğini düşünerek, onlardan kaçmamıştı. Arada bir onların kendinden korktuğuna da şahit olmuştu ve onların bu korkusu, onu daha da cesaretlendirmişti.
Büyük gün gelmişti. Kader çizgisi Bay Boynuz'u ormanlar kralı Aslan ile karşılaştırdı. Aslanı ilk defa görüyordu ve onun aslan olduğunu tahmin etti. Çünkü ara sıra sürünün yaşlılarını dinlerken aslan hakkında duydukları aklında kalmıştı.
O anda boynuzlarının iriliğini düşündü. Fakat bir gerçek vardı ki o da aslanın heybetiydi. İçini bir korku sarmış ve ne yapacağını düşünürken, yapılabilecek tek şeyin kaçmak olduğunu anladı. Aslanın ona bakışları aç olduğunu gösteriyordu. Onu yakalayabilmesi için korkutmadan biraz daha yaklaşması gerekiyordu. Bu arada Bay Boynuz şöyle bir çevresini gözledikten sonra kaçacağı yönü belirleyip, var gücüyle koşmaya başladı. Onun bu tavrı, aslanı da harekete geçirdi.
Ağaçlar arasında koşarak hızla kaçmaya başladı. Bu uzun kaçış onu çok yordu. Bu güne kadar utanç duyup beğenmediği bacakları, onu tehlikeden kurtarmaya çalışıyordu. Fakat çok beğenip de hayran olduğu boynuzları ise başının üzerindeki ağırlığı ile yorulmasına sebep olmuştu. Oysa boynuzlarını çok sevmişti.
Artık çok yorulduğunu hissedince, daha sık olan ağaç ve çalılıklara doğru yöneldi. Tek düşüncesi bir an önce izini kaybettirmekti. Çalılıklarda koşarken olan oldu. Ağırlığıyla onu çok yoran boynuzları, bu seferde çalılara takılıp, kaçmasını engelledi. Çalılara o kadar kötü dolaştı ki, ne yaptıysa bir türlü kurtulamadı. O anda her şeyin bittiğini ve aslanın kendisini parçalayacağını düşünmeye başladı. Bu düşünce ile birlikte bütün vücudunu bir korku sardı.
Bir anda bütün yaşamı hayâlinde canlanmaya başladı. Olumsuz davranışlarını tek tek düşündü. Yaptığı bütün hataları kabullenmeye başladı. Bir tek dileği vardı:
"Eğer kurtulursam bir daha bu hataları yapmayacağım." diye kendi kendine söz vererek dua etti.
Beğenmediği bacakları ona sadık kalırken, çok beğendiği boynuzları en büyük ihanetini yapmıştı. Sevindirici başka bir durum ise aslan onu bulamamıştı ve nice uğraştan sonra, Bay Boynuz oradan kurtulmuştu.
En kısa yoldan sürüye ulaşıp, başından geçenleri bir bir anlattı. Sonra bütün sürüden tek tek özrünü dileyip bir daha iyi bir geyik olmaya söz verdi.
Onun başından geçen bu olay ise, yıllar boyu sürüye yeni katılan üyelere hep anlatıldı.
Baharla birlikte ormanı, yemyeşil bir örtü kapladı. Çeşitli hayvanların yaşadığı bu ormanda, yüzlerce yıllık ağaçların varlığı adeta gökyüzünü kaplamış ve bulutlar görünmez olmuştu. Yaprakların arasından sızan rengarenk güneş ışınları ile tertemiz olan havasına bir de yeşilliği katılınca, bu kadar hayvanın yaşamak için neden burayı seçtiği anlaşılıyordu.
Geyik ailesi de ormanın bu cazibesinden dolayı, yüzlerce yıldan beri burada yaşayanlardandı. Onların da diğer hayvanlar gibi kendilerine ait özellikleri vardı. İncecik bacakları ve görkemli boynuzları, her yerde tanınmalarını sağlayan önemli özellikleriydi.
Her yıl olduğu gibi o yıl da sürüye yeni katılanlar oldu. Ormanda birçok tehlikenin var oluşu, yavrulardan dolayı yetişkin geyikleri tedirgin ediyordu. Yetişkinlerin tek arzusu, yavrularını sağ salim büyütebilmekti. Bunun için bütün dikkatlerinin yanı sıra, zaman zaman yavrularına gereken bilgileri vererek onları eğitiyorlardı.
Henüz birkaç ay geçmesine rağmen, yavrular sütten kesilmiş ve kendi kendilerine otlanır olmuştu.
Günün belli saatlerinde bir araya gelen yavrular, anne ve babalarının görebileceği yerlerde oyunlar oynuyordu. Yalnız içlerinde biri vardı ki, oyun oynamayı hiç sevmiyordu. Diğerleri oyun oynarken, bir köşede sürünün yetişkin erkeklerini izliyordu. Onlara olan hayranlığını gizleyemiyordu.
Bir an önce büyüyüp onlar gibi olmayı isteyen bu erkek yavru geyik, büyük bir boynuz hayranıydı. Ara sıra bulduğu çalıları başının üzerinde taşıyarak, yetişkinlere benzemeye çalışıyordu. Sürü ile su içmek için nehir kıyısına gittiğinde, sudaki görüntüsüne bakarak boynuzlarının çıkacağı günü hayâl ediyordu.
İleride büyüyünce görkemli boynuzları olacak, herkes de ona Bay Boynuz diyecekti. Gün geçtikçe hayâlleri bu doğrultuda büyüyordu. Bir ara annesinin kendisine:
"Yavrucuğum sen neden arkadaşlarınla oynamıyorsun?" sözüne karşılık:
"Oynamayı sevmiyorum. Onları çok komik buluyorum." dedi.
Annesi onun bu durumundan endişe duyuyordu. Küçüklüğünü yaşamasını istiyordu. Bir ara yine:
"Yavrucuğum seni hep yetişkinleri izlerken görüyorum, oysa sen küçüksün. Biliyorum onlar gibi olmak istiyorsun, ama biraz sabretmelisin. Bir gün sen de büyüyüp yetişkin erkek olacaksın." deyince:
"Ben büyümeyi, yetişkin bir erkek olmak için istemiyorum. Sadece kocaman boynuz istiyorum." dedi.
Birbiri ardınca geçen günlerde yavru geyik biraz daha büyüdü. Birgün hayatının dönüm noktası oldu. Sürü yine su kenarındaydı ve yavru geyik suya bakınca boynuzlarının ucunu gördü. Sevincinden bütün gün ormanda, bir o yana bir bu yana koştu. Artık yürüyüşü bile değişmeye başladı. Diğer yavrulara tepeden bakar oldu.
Kış boyu boynuzlarının büyümesini takip edip, ikinci baharına gurur duyduğu boynuzlarıyla girdi. Hayâllerini süsleyen büyük boynuzlara kavuşmuştu. Bütün gününü yetişkin geyiklerin yanında geçiriyordu. Âdeta boynuzları ona güç veriyordu. Kendine olan güveni artmış ve daha cesaretli bir kimliğe bürünmüştü.
Yine kasıla kasıla yürüdüğü bir gün, hoşuna gitmeyen bir yönünü üzülerek fark etti. Şimdiye kadar bu durumunun hiç farkında değildi; çünkü başını dik tutarak ve kasılarak yürüyordu. Onu üzen şey ise bacaklarının inceliği oldu. Boynuzlarının güzelliği yanında, bacaklarının inceliği ve çelimsizliğini kendisine yakıştıramadı. Bu durumu onun için utanç vericiydi.
Bacaklarından bu kadar utanmasının yanında boynuzlarına çok önem vermesinden dolayı, herkes ona Bay Boynuz diyordu. Bu şekilde hitap edilmesini kendisi istemiş ve bu durum çok hoşuna gitmişti. Bay Boynuz'u artık bütün sürü tanıyordu.
Yaz mevsiminin sonları yaklaşmıştı. Bacakları sık sık gözüne takılır olunca morali iyice bozuluyordu. Yine bir ağacın altında derin düşüncelere dalmıştı ki, annesinin yaklaştığını fark etti.
Annesi:
"Yavrum, niçin düşüncelisin hasta mısın ya da canın bir şeye mi sıkıldı, benimle paylaşmak ister misin? Hem sıkıntını paylaşmak belki de seni rahatlatacaktır." deyince, annesine:
"Hasta filan değilim, fakat bacaklarımın inceliği ve çelimsizliği moralimi bozuyor. Oysa şu boynuzlarıma bak ne kadar güzeller, niçin onlar da güzel değiller." dedi.
Durumun hassasiyeti karşısında Anne Geyik, yavaşça yavrusunun yanına çöktü ve rahatlamasını umarak ona:
"Bak yavrucuğum, bizleri yaratan bu şekilde yaratmış. Bizim için belki böylesi hayırlıdır. Hem kendimizi olduğumuz gibi kabullenmeliyiz. Şunu da unutmayalım ki, o beğenmediğin bacaklarımız sayesinde yürüyor ve dilediğimiz yere gidiyoruz. Onlar olmasaydı ne yapardık. Sence olayın bu yönünü düşünüp şükretmemiz gerekmiyor mu?" dedi.
Annesinin bu güzel açıklamalarından hiç mi hiç etkilenmedi. Zaman geçtikçe içindeki boynuz aşkı büyüdü. Adeta onun bu isteğine cevap verircesine boynuzları da büyüdü. Henüz iki yaşında olmasına rağmen, sürünün en görkemli boynuzuna sahip geyiği oldu. Sanki Bay Boynuz ismi onunla bütünleşmişti.
Artık sürünün yaşlılarını küçük görüp, onlara saygısızlık bile ediyordu. Bu saygısızlığına ailesi çok üzülüyordu. Annesinin bütün ısrarlarına rağmen, sürüden ayrıldığı günler oluyordu. Ayrılış nedeni olarak da, sürüyü beğenmediğini ifade ediyordu.
Sürüden ayrıldığı zamanlarda bir çok hayvanla karşılaştığı oluyordu. Fırsatları hiç kaçırmadan onlara da boynuzları ile gösterişler yapıyordu. Tehlikeli ve yırtıcı hayvanlarla da karşılaştığı olmuştu. Fakat boynuzlarının iriliğinden dolayı başa çıkabileceğini düşünerek, onlardan kaçmamıştı. Arada bir onların kendinden korktuğuna da şahit olmuştu ve onların bu korkusu, onu daha da cesaretlendirmişti.
Büyük gün gelmişti. Kader çizgisi Bay Boynuz'u ormanlar kralı Aslan ile karşılaştırdı. Aslanı ilk defa görüyordu ve onun aslan olduğunu tahmin etti. Çünkü ara sıra sürünün yaşlılarını dinlerken aslan hakkında duydukları aklında kalmıştı.
O anda boynuzlarının iriliğini düşündü. Fakat bir gerçek vardı ki o da aslanın heybetiydi. İçini bir korku sarmış ve ne yapacağını düşünürken, yapılabilecek tek şeyin kaçmak olduğunu anladı. Aslanın ona bakışları aç olduğunu gösteriyordu. Onu yakalayabilmesi için korkutmadan biraz daha yaklaşması gerekiyordu. Bu arada Bay Boynuz şöyle bir çevresini gözledikten sonra kaçacağı yönü belirleyip, var gücüyle koşmaya başladı. Onun bu tavrı, aslanı da harekete geçirdi.
Ağaçlar arasında koşarak hızla kaçmaya başladı. Bu uzun kaçış onu çok yordu. Bu güne kadar utanç duyup beğenmediği bacakları, onu tehlikeden kurtarmaya çalışıyordu. Fakat çok beğenip de hayran olduğu boynuzları ise başının üzerindeki ağırlığı ile yorulmasına sebep olmuştu. Oysa boynuzlarını çok sevmişti.
Artık çok yorulduğunu hissedince, daha sık olan ağaç ve çalılıklara doğru yöneldi. Tek düşüncesi bir an önce izini kaybettirmekti. Çalılıklarda koşarken olan oldu. Ağırlığıyla onu çok yoran boynuzları, bu seferde çalılara takılıp, kaçmasını engelledi. Çalılara o kadar kötü dolaştı ki, ne yaptıysa bir türlü kurtulamadı. O anda her şeyin bittiğini ve aslanın kendisini parçalayacağını düşünmeye başladı. Bu düşünce ile birlikte bütün vücudunu bir korku sardı.
Bir anda bütün yaşamı hayâlinde canlanmaya başladı. Olumsuz davranışlarını tek tek düşündü. Yaptığı bütün hataları kabullenmeye başladı. Bir tek dileği vardı:
"Eğer kurtulursam bir daha bu hataları yapmayacağım." diye kendi kendine söz vererek dua etti.
Beğenmediği bacakları ona sadık kalırken, çok beğendiği boynuzları en büyük ihanetini yapmıştı. Sevindirici başka bir durum ise aslan onu bulamamıştı ve nice uğraştan sonra, Bay Boynuz oradan kurtulmuştu.
En kısa yoldan sürüye ulaşıp, başından geçenleri bir bir anlattı. Sonra bütün sürüden tek tek özrünü dileyip bir daha iyi bir geyik olmaya söz verdi.
Onun başından geçen bu olay ise, yıllar boyu sürüye yeni katılan üyelere hep anlatıldı.