Benim Öğretmenlerim - Zekeriya Çavuşoğlu

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Kahve
Kahve
Kahve
Değerli hocam Zekeriya Çavuşoğlu'nun kaleminden "Benim Öğretmenlerim" adlı yazı.


BENİM ÖĞRETMENLERİM (zekeriya çavuşoğlu)​

25kmqki.webpÖğretmenlerin de geçmişte öğretmenleri vardı. Benim öğretmenlerim yaşamım boyunca yanımdan hiç ayrılmadılar. Sürekli bir şeyler anımsadım onlardan, sürekli bir şeyler öğrendim. Bugün emekli liğe yeni adım atmış bir öğretmen olarak yine öğretmenlerimi ana yım, yine onlardan bir şeyler yazayım dedim.

İlkokula Gümüşhane ilinin Torul İlçesi, Çamlıca İlkokulu'ndan başladım. İlk öğretmenim gencecik, tatlı dilli, sevecen, sevimli bir öğretmendi; Mehmet Demirci... Cıvıl cıvıl dık. Gülücüklerle dolu, düşçesine güzel bir sınıfta, düş çocukları kadar mutlu ve yaşam doluyduk. Severdik öğretmenimizi. Ders bi timlerinde verilen dinlenme aralarında bile yalnız bırakmazdık onu. Her birimizle ayrı ayrı ilgilenir, türlü şaklabanlıklarımıza, çekil mez gevezeliklerimi ze itirazsız tahammül eder, hiçbirimizi kırmazdı. Eli öpülesi öğret menim. Bitimsiz saygılara, bitimsiz sevgi lere değer öğretmenim. Ne güzeldi o günler... Bir ara rahatsızlanıp okula gelememişti Meh met öğ retmen. Belki birkaç gün, belki daha fazla, geçmiş zaman iyi anımsayamıyorum. Başka bir öğretmenin sınıfına aktarılmıştık geçici olarak. Birden sınıfımızın havası değişmişti. Körpe yüreklerimizde o güne dek tatmadığımız, bir korkunun rüzgarları esmeye baş lamıştı. Hepimiz sıralarımıza sinmiş, gülmekten, konuşmaktan uzak korkulu robot lara dönmüştük. Daha ilk günlerde, isteğimiz dışında bize dağıtılan öykü kitaplarının para sını getirmediğimiz için insaf sız bir sıra daya ğından geçmiştik. Halâ avuçlarımdaki o daya nılmaz sızıyı yüreğimin derinliklerinde du yumsamaktan kendimi alamam. O öğretmenin adı lazım değil, tüm öğretmenlik yaşamımda o öğretmene benzememek için çalıştım. Ne ka dar öfkelensem, yüreğim ne kadar sınırları zorlasa, ne ka dar kendimden geçsem hep o öğretmeni anımsaya rak durulur, sakinleşirim. Bu güne dek hiçbir öğ rencime tek bir fiske bile vurmadım. Yine de o öğ retmene borçlu yum galiba.

Yine aynı yıl. Yani ben ilkokul birinci sı nıfta okuma yazma öğrenme uğraşı içinde yim. Bir ara, okulda anlam veremediğim bir telaş, bir koşuştur maca ki sormayın. Öğrenciler müdürün odasına çağrılıyor, saatler sü ren sorgulamalar, beş parmak imzalı kıpkır mızı yanaklar, gözlerden süzülen yağ mur gibi yaşlar... Daha sorunun ne olduğunu anla ma dan bu kez sınıfça müdür odasına alınıp sor gudan geçirildik. Müdürün ve öğretmenlerin tüm hafiyelik numaraları boşuna... Kimsede çıt yok. Ama ortada bir suç var. Suçun suç lusu da olmalı. Suç varsa ce za da var. Suçlu mutlaka cezasını çekecek. Çekecek de suç luyu nereden bulacağız? Okul müdürümüz akıllı adam. Varsın suçlu ortada olmasın. Suç var ya!.. Hem demokraside çare mi tükenir? Tüm okul, okul müdürünün kızılcık sopasının gözetiminde ok kalı bir sıra dayağından geçtik. Acılar insanları olgunlaştırırmış. Sanırım bendeki ilk olgunluk belir tileri o günlerde başlamıştı.

Neyse bizler kızılcık sopasının samimi dokunuşlarıyla inleyip gözyaşları dökerken, müdürümüz gü nün mana ve ehemmiyetini bildiren o çok merak et tiğimiz nedenleri de bir çırpıda açıklayıverdi. Meğer okul tuvale tine halamın kızı hakkında çirkin yazılar ya zılmış. Hepsi bir yana babası da o dönemin etkin ve okkalı siyasetçilerinden biri. O günkü telaşın ne denlerini öğrenmem için epey zaman geçmesi gerek ti. Halamın kızı benden birkaç yaş büyüktü. Onlar la hep bir arada kardeş gibi büyümüştük. Okula ilk başladığımda da onlara teslim edilmiş, yine onların gözetiminde derslere girer çıkar ol muştum. Tek an lamadığım şey halamın kızı için yazılan çirkin yazı lardan dolayı o sıra da yağından neden benim de faz lasıyla yararlan dığımdı (!)

İlkokul beşinci sınıftan sonra artık Trab zonlu ol muştuk. Memur çocuğu olduğumdan doğduğum yer değil doyduğum yer memleke timdi. Vakfıke bir'deki ilkokul öğretmenim Naci (Bayraktar) Öğret mendi. Ondan ciddi yeti, disiplini ve aşırıya kaçma dan yürekten sevmeyi öğrendim. O dönemler Texas, Tom Miks gibi çizgi romanlar çok gözdeydi. Ben ha yali geniş, ufku sınırsız bir öğrenci olarak tüm zamanımı, tüm enerjimi bu ilginç yapıt larla geçirmek teyim. Naci öğretmen bendeki bu değişikliğin ders lere yansıdığını fark edince gözünü üzerimden ayır madı. Sıkı bir takiple de beni suç üstü yaptı. Fen dersi kita bının içine gizleyerek okumaya çalıştığım Tom Miks adlı çizgi roman Naci öğretmenin dikkat li bakışlarından kaçmadı. Yakalanmış tım. Hem de öğretmenim ders anlatmaya ça lıştığı bir saatte. Ders çıkışı teke tek konuştuk. Tatlı sert bir konuşma yaşamımı yeniden biçimlendirmemi sağladı. Ve ben ,tüm enerjimi ders kitap larıma vermek zorunda olduğumdan sınıfın en iyile rinden biri olup çıkmıştım.

Ortaokul ve liseyi de Vakfıkebir'de oku dum. (Li se son sınıf hariç. Lise son sınıfı Trabzon Lisesi'nde okumuştum.) Ortaokul bi rinci sınıfta çok sevdiği miz bir Türkçe öğret menimiz vardı. Hepimiz hay randık ona. Ders anlatımı, şiirleri yorumlayışı, il ginç bulduğu metinleri bize aktarışı bambaşkaydı. Hiç bu nalmazdık dersinde. Hatta hep onun dersi ol sa. okula hep onu dinlemek için gelsek ister dik. Şi ir okumanın da. bir şeyler yazmaya ça lışmanın da tadına onun derslerinde vardım. Onun gibi olmak en büyük hayalimdi. Zihni öğretmen (SARAÇ) aynı zamanda hemşeri mizdi. Aynı mahallede oturur, ailece görüşür dük. Bu yüzden ben onun için diğer öğrenci lere göre daha tanıdık, daha bir özeldim.

Zihni öğretmen sınıf öğretmenimizdi de. İlk der simiz sınıf düzenlemesiyle geçti. O zamanlar öğren ci çok, sıra sayısı azdı. Her sı rada üç öğrenci oturur. boy sırasına göre oturma düzeni sağlanırdı. Ben tüm öğrencili ğim boyunca sınıfın en küçüğü oldu ğumdan yerim hep kızlardan sonraki sıra olurdu. Ama bu kez öyle olmadı. Herkes sıralarına oturun ca ben dördüncü kişi olarak açıkta kaldım. (Zanne derim Zihni öğretmen özellikle beni açıkta bıraktı) En ön sırada ise bir kız arkada şımız koskoca bir sırayı işgal ediyordu. Çok hoş, çok güzel, çok tatlı bir kızdı. Tüm sınıfın be ğenisi üzerindeydi. Bense uzaktan uzağa onu izlemekten, ona ya kın olmaktan ve de için için onu kıskan maktan kendimi ala mıyordum. Kişiliğim gereği tüm bu olan biten yüreğimin de rinliklerinde olup bi tiyordu. Böyle olması da gerekiyordu zaten. Onunla konuşmak is terken ne zaman bir fırsat yakalasam di lim tutulup, boğazım kuruyor, saçma sapan sözler söyleyerek bir çuval inciri berbat ediyordum.

Zihni Öğretmen hemşerim ya hem biraz muzırlık, hem de kıyak olsun diye beni o kız arkadaşımı zın sırasına oturttu. Ne güzel değil mi? İşte hep be raber olacaktık. Belki de en yakın arkadaşı ben olurdum. Belki de.... Ner den bu düşünce gelip bey nime saplandı bil mem, "olmaz" dedim, "orda otur mam" dedim, kestirip attım. Bir kızla aynı sırada oturmak ters geldi bana. Belki de korktum. Kim bi lir belki de o an, o sırada oturursam, içimdeki duy gular yüreğimden firar edip tüm sınıfı uyandıracak gibi geldi bana. Hemen içime ka pandım. Zihni Öğ retmen işin ucunu bırakacak gibi değil, otoriter bir sesle hemen o sıraya oturmamı emretti. Şakası yok tu, itiraz hak kım da... Her şey bir yana ona karşı ge lemez dim. Yapamazdım bunu. Çaresiz oturdum. Yüreğim tanımsız duygularla allak bullaktı. Dağıldım, un ufak oldum. Delikanlılık uğruna yaptığım itirazların sonu, yağmurlarca dökülen gözyaşlarıyla sonlandı. Erkekler ağlamazdı ; ama işte ben elimde olmadan hem de hüngür hüngür ağlıyordum. Öğ retmenim çaresiz ora dan beni alarak erkek arkadaşlarımın yanına oturttu. Sırada dört kişiydik. Benden sonra hiçbir öğrenci arkadaşım kız arkadaşımın ya nına oturamadı.

Yine Zihni Öğretmenin dersindeyiz. Her dersi ayrı bir ilginçlikle dolu. On Kasım hafta sındayız. Konu; "Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin kuruluşu, devrimler vs." Ko nuyu sınıfta iyice bir tartıştık. Ödev, tartışma konusu ile ilgili bir kompo zisyon yazmak. Yazılanlar daha sonra sınıfımızda sözlü olarak aktarılacak. Ama işin ilginç yanı mikrofon kullanılarak yapılacak bu ak tarma işi. O gün için mikrofon gizemli bir alet. Onu kullanmak, onunla birilerine hitap etmek yürek işi. Bende ise öğretmenin bir bakışıyla darmadağınık olan düşünceler, heyecandan kafesine sığmayan bir yürek ve utangaç mı utangaç bir çocuk hali. Ben kim, mikrofondan söylev vermek kim?

Öğretmenimin önerileri doğrultusunda kompo zisyonumu hazırladım. Kaynaklarla araştırma ve incelemelerle desteklenmiş çok güzel bir yazıydı bu... Öğretmenimiz gülümse yen bir yüzle sınıfa gir di. Ardından da büyük sınıflardan bir öğrencinin yüklenip getirdiği o korkunç, o ürkütücü alet... Sı nıf dilini yutmuş, sınıf alabildiğine sessiz, sınıf yok olup gitmiş sanki. Bakalım piyango kime vuracak.

Kendimi mikrofon başında düşünemiyorum bile. Aklım karışıyor, düşüncelerim tuzla buz oluyor. Ne yapsam kendime hakim olamıyo rum. Olduğum yer de büzüşmüş, küçülerek un ufak olmuş, bitip tü kenmiştim sanki. Karan lıklar içinden ateş gibi yakıcı, yüreğimi tepe den tırnağa ürperten bir ses kulak larımda yan kılandı. "Zekeriya ilk konuşma senin, geç ba kalım mikrofona..." Dünyam daha da karardı, allak bullak oldum. Kulaklarım uğuldamaya başla dı, nerdeyse bayılıp düşeceği. Dilim da mağım kuru du ne söyleyeceğimi şaşırdım. Cansız, kuru bir ses le: "Ben ödevimi yapmadım..." diyebildim. İnanma dı tabi. Gülümsedi, "Hadi hadi, sen ödev yapmadan gelmezsin, hele getir şu çantanı bana da bir kontrol ede yim." Gerisini düşünemedim. Düşünceleri silin miş, hareketleri sınırlı, cansız, garip bir robot gibi ayaklarımı sürüyerek öğretmenimin yanıma gittim, çantamı uzattım. Kitaplarım ve defterlerim tek tek elden geçti. Aranan fail kısa zamanda bulundu. Ar tık ne heyecanlandım, ne düşünce yürüttüm, ne de yıkıldım. İp kopmuştu zaten. Kapkaranlık, derin, ıs sız bir kuyunun dibinde kaybolup gitmiştim. Zihni Öğretmen yazımı merakla, istekle ve dikkatlice oku du. Okudukça yüzü gülüyor, arada bir başını salla yarak hayretini belirten hareketler yapıyordu. "Çok güzel" dedi. "Tamamen kendin uğraş vererek yazdın değil mi?" "Evet" dedim. Öğ retmenim yazımı sınıfa da okudu. Hem öğret menim, hem de arkadaşlarım yetenekli bir ki şiyi su yüzüne çıkarmanın mutlulu ğu içindey diler.

İlk kez benim de özgün bir şeyler yazabi leceğim duygusuna o gün kapıldım. Zihni Öğ retmen benim için güzel bir örnek olmuştu. Yaşamım boyunca hep onun gibi güzel konu şan, güzel yazan ve çok güzel okuyabilen bir insan olmaya gayret ettim. Düşle rimde hep Zihni Öğretmen’dim. Bu öylesine bir tut kuydu ki, üniversite sınavlarında o günün en gözde okullarından Tıp Fakültesini kazanmama rağmen yapılan tüm baskılara göğüs gererek kaydımı Ata türk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne yaptırmıştım. Ne gururluy dum o günler... Ben de bir Zihni Öğretmen olacak tım nihayet...

Ortaokulun ilk yılları Türkçe ve sosyal derslere eğilimim ortaya çıkmıştı. Fen derslerim de iyi idi ama daha çok sosyal derslerden zevk alıyordum. Ortaokul son sınıfta Ayşe Öğretmen girdi matema tik dersimize. Çok tatlı, çok hoş bir bayandı. Ben yi ne kızların arkasındaki sırada oturuyordum. Yani en ön sıralarda. Sınıfın en küçüğü; sevimli, utangaç ama oldukça başarılı bir öğrenci. Öğretmen lere kendiliğimden yaklaşamasam da onlar her zaman benimle ilgileniyorlar. Ama hiçbir öğ retmenimin ilgisi onunki gibi beni mutlu etmedi. Hiç biri onun ka dar yakın, onun kadar sıcak, onun kadar tatlı ve güzel değildi. Hep onu görmek istiyordum, hep onunla konuşmak, hep onun dersini din lemek... Sanırım aşık olduğum, ilk ve son öğretmenim oydu. Yüzü, bedeni, sesi, her şeyi aklımdan silindi de, yüreğime bırakıp gitti ği o doyumsuz sıcaklığı hala duyumsarım.

O yıllar resmi şapkayla ilk tanıştığım yıllardı. Günümüz öğrencilerine göre çok farklı çok garip bir öğrencilikti bizimkisi. Polis şapkala rına benzeyen ama rengi bize özel bir şapka takardık başımıza. Yolda izde çıkartamazdık. Rastladığımız her öğret mene de asker ciddiye tiyle selam verme zorunlulu ğu vardı. Her sa bah okul bahçesinde toplanır, şap ka, kravat kontrolünden sonra sıralar halinde sınıflara girerdik. Vay geldi kıravatı ya da şapkası eksik ola na...

Vakfıkebir Lisesi'nde okuyordum. Babam polis ti. Tek maaştı. Çok bolluk görmedik ama darlık da bilmedik. Ama okulumuza civar köylerden ,ilçeler den ya da beldelerden gelen yüzlerce öğrenci arka daşımız vardı. Çoğu yokluk yoksulluk içinde sür dürürlerdi okul yaşamlarını. Sağlıksız bodrum kat larında otu rur, çoğu kez yarı aç ,yarı tok bir durum da derslerini aksatmamaya uğraşırlardı.

Sınıfımızda, ağırbaşlı. gururlu, sessiz bir arka daşımız vardı. Uzak köylerin birinden gelmişti oku lumuza. Tek umudu okulu bitir mek, karnını doyu racak bir işe adım atabil mekti. O da yokluk, yoksul luk içindeydi; ama çektiklerini dışa vurmaz, acılarını, açlıklarını, umutsuzluklarını suskun bir çehre nin arkasın dan yalnızlıklarla dolu yüreğinde gizler di.

O gün yine her zamanki gibi okul bahçe sinde toplandık. Bir iki duyurudan, konuşma dan sonra sınıflara gireceğimizi sanırken arka sıralarda bir gürültüdür toptu. Meğer öğret menlerimizden biri nin denetim yapacağı tut muş, kabak da o sessiz, sakin, efendi arkada şımızın başında patlamış. Vay efendim sen misin, şapkasını getirmeyen ? Öğret men ok gibi fırlayarak o meşhur Osmanlı tokatlarıyla arkadaşımızı hırpalamaya başlamış. Dedim ya bi zimki gururlu çocuk, öyle dayak yiyecek birisi değil. Esas duruş vaziyetini bozup üste lik öğretmenin de elini engellemiş, ardından da fırlayıp kaçmış.

Suç sabit, suç büyük... Ceza verilmezse, öğren ciye haddi bildirilmezse okulun hali nice olur? O günler öğretmenler, idareciler sinema, kahvehane ve ev baskınları bile yapmaktalar. önüne kondu...

Umut okumaktaydı. Yarın okumaktaydı. Aç mi delerin doyması, güzel günlerin gelmesi, umulan mutlulukların elde edilmesi hep okumaktaydı. Okul olmayınca umutlar da yok,gelecek de yok, hiçbir şey yok... Oradan ötesi yokluk, oradan ötesi hiçlik…

O sessiz, o gururlu arkadaşımız İki gözü iki çeş me okula geldi. Akşama dek öğretmenlere yalvardı. Ayaklarına düştü, gözyaş lan döktü, halini anlat maya çalıştı ama kim seden olumlu bir söz çıkmadı. Karar verilmiş, bilet kesilmişti bir kere...

Ertesi sabah okul müthiş bir haberle çal kalan dı. Okul müdürümüz sekiz kurşunla ağır yaralı ola rak hastaneye kaldırılmıştı. Müdürü müz uzun bir yaşam savaşında galip çıkarak bir başka şehirde çalışmaya başladı. Bu se vindirici haberdi. Arkadaşımızı ise, sınıfça ha pishanede ziyarete gittik. İlk kez bir hapisha neyi ve tutukluları o gün görmüştüm. Bir de arkadaşımızın o çocuk gözlerindeki acı dolu, umutsuzluk dolu, özlem dolu pişmanlığı...

En sevdiğim arkadaşımla aynı kıza aşık olmuş tuk. Kız da bizim mahallede oturuyordu. O günler kızlara yaklaşmak, onlarla konuşmak ya da sevgili olmak ne haddimize... Uzaktan bakışır, gözlerle söy leyebileceğimiz kadar aş kımızı sevdiklerimize ifade etmeye çalışırdık. Arada bir arkadaşlarımla ,kızın evinin önlerinde dolaşarak kendimce ona yakın ol maya çalışırdım. Bir bakış, bir gülüş, tamam. Gök lere uçardım mutluluktan. Meğer arkadaşım da be ni atlatarak aynı şeyleri yaparmış. O da gü lücüklerden ve hırsızlama bakışlardan nasi bini alınca ,bana anlatıp hava atmaktan kendini alamadı. Müt hiş bir hayal kırıklığına uğra mıştım. Halbuki yalnız ca benimle ilgilenmesi için neler vermezdim.

Okuduğum süre içinde, o güne dek okul idare odasının kapısından başka yer için hiç bir bilgim yoktu. İdare kapısı da gizemli bir dünyanın mühür lü, yasak, girilmez bir düğüm noktasıydı benim için. Soğuktu, ürkünçtü ve korkutucuydu...

Bir öğle tatilinde ismim okulun hoparlör lerin den anons edildi. İdareye çağrılıyordum. Adımı ve idare sözcüklerini duyunca aklım başımdan gitti. Ne yapacağımı şaşırdım. Ba şım döndü, nefesim ke sildi, ölecekmiş gibi oldum.

İdama giden mahkumlar gibi, çaresiz, ür kek adımlarla o soğuk, o korkunç kapının önüne gel dim. Kimya öğretmenim Abdulkadir Bey (Bahadır) kapıdaydı. Çok severdim bu öğretmenimi. Ciddi, hoşgörü sahibi ve seve cen bir öğretmendi. Öğrenci öğretmenini sevdi mi. dersi ne olursa olsun başarı lı olma ması olanaksızdır. Türkçe-sosyal sınıfında olmama rağmen sınıfta kimya dersinden en yüksek notları ben alıyordum. Notlar öğret menime sevgimin anlamlı bir ifadesi gibiydi.

Öğretmenim idareyle beni bağdaştıramadı, me rakla neden geldiğimi sordu. Ben de bilmi yordum, yanıt veremedim doğal olarak. Mü dür başyardımcı sının odasına kadar götürdü beni, kendisi dışarıya çıktı.

Artık müdür başyardımcısıyla (ismi gerekli de ğil) karşı karşıyaydık. Sert karakterli, disip lin dü şüncesi Osmanlı tokadının ağırlığı ve özel yapım sopasıyla özdeş, Gestapo bozması, korkunç bir tipti Anlatılanlardan anladığıma göre odasına girip de bu özel uygulamadan kurtulan pek olmamış...


Yüzü buz gibi soğuk, bakışları diken gi biydi. Bir şeylerin kötü gittiğini anlıyordum ama ne olabilece ğine de bir anlam veremiyor dum. "Gel bakalım be yefendi..." sözünü zar zor işittim. Daha ne olduğu nu anlamadan sağ ve sol yanağımda saklayan iki okkalı tokatla kendimden geçtim. Gözümün önün den bin lerce yıldız uçup gitti. Bayılmak derecesindeyken kapı açıldı, içeriye Abdulkadir Öğret menim girdi. Zannederim başıma geleceklerdi bildiğinden daha ilk tokatların sesiyle duruma müdahale etmek için içeriye girmiş. Dayak yiyecek bir öğrenci değil dim. Çalışkandım, saygılıydım ve kurallara harfi harfine uyan biriydim. Abdulkadir Öğretmenim su çumu sordu. İlk kez ben de suçumu orada öğren dim. Meğer her gün kapısının önünde dolaştığımız o platonik aşkımızın yeni aldığı pardesüyü bi risi jilet lemiş. İlk akla gelen suçlu adayı da bendim. Ama ben kim, pardesüye jilet atmak kim? Hem neden böyle bir hareket yapacak tım? Abdulkadir Öğretme nim başmuavinin elinden aldı beni. Benim böyle bir suç işleme yeceğimi söyleyerek bu konuda bana ke fil bile oldu. Alı al moru mor sınıfıma gittim. Bu ko nuda hiç suçum olmadığı halde idareye gitmiş ol manın ve iyice bir de sopa yemenin utancını yıl sonuna dek yaşadım.

İşte böyle. Ben yirmi altı yıl Abdulkadir Öğret menim gibi olmaya gayret ettim. Ne dost ne can öğ retmendi.

Kızın ablası da okulumuzda öğretmen. İşin ucu nu bırakmadı. Her ne kadar suçsuz oldu ğumuz kanıtlansa da o inanmadı, akrabaların dan bir öğret men tarih ve sanat tarihi dersle rimize giriyordu. Ben takdirnamelik öğrenci. Ama nedense o sevdi ğim derslerden biri olan Tarih (öğretmenini değil) dersinden kıl payı geçer not aldım. Sanat Tarihi ise tüm yazılı ve sözlülerden dört... Bu duruma göre takdirname hayal. Tüm kitap ezberimde ama ne yapsam sonuç yok. Öğretmene itiraz haddimize mi düşmüş. Sözlü için izin istiyorum. İsteyen kalkabiliyor ama bana sözlüye kalkmak yasak. Arkadaşlarım da durumun farkındalar. Bir gün iyice bastırıyo ruz ve nihayet tahtadayım. Biliyorum en kazık soruların benim pa yıma düşeceğini... Bu yüz den şiir ezberler gibi gibi ez berliyorum her bir konuyu. Sıfırlık öğrenciler bile bulup buluşturup geçecek not alıyorlar ama bana gelince nedense hep değirmenin suyu baştan kesi liyor. En zor, en köşede kalmış sorular geliyor ardı ardına. Öğretmen zor durumda. Ben seller su lar gi biyim. Her şey kurallara uygun, noktası vir gülü bile yer li yerinde. Eh böylesi bir şovdan sonra, hem de tüm arkadaşlarımın gözleri önünde... Kefeni yırttık gali ba... Sözlü notum büyük bir soğukkanlılıkla deftere geçiliyor. Kulaklarıma inanamıyorum. Anlattıklarıma on bile yetmez. Yetmeyeceğine herkes şahit... Arkadaşlarım da inanamıyor. Hepsini bir şaka ola rak kabul etmek istiyoruz. Sınıfta isyankar bir gü rültü yükseliyor. Öğretmen aslanlar gibi kükrüyor. Susuyoruz. Çaresiz susuyorum. Yutkunuyorum habire benim için geçer not olmayan dördü sindirmek te zorlanıyorum. "Erkekler ağlamaz" sözünü çıkar tan halt et miş. Gözyaşlarıma engel olamıyorum. Sı nıf da benimle beraber çok kötü. "Az bile!" diyor öğ retmen. "Hadi çık yüzünü yıka !" Çıkıyorum. O öğ retmenden nefret ediyorum.

Suçum akrabalarından bir kızla göz göze gel mek. Onu çocukça bir sevgiyle uzaktan gözlemek. Onu dokunmadan, rahatsız etme den sevmeye çalış mak. Oh olsun bana. Benim neyime böylesine halt lar karıştırmak.

Yıl sonunda takdirname bir tane dört yü zünden uçup gitti. Bunu kabullenmem çok zor olmadı da, hem müdür başyardımcısının hem de sanat tarihi öğretmenimin duru mumla alay etmesi beni kahretti. Ama yine de Tanrı onlardan razı olsun. Yirmi altı yıllık öğ retmenlik yaşamımda hep onlar gibi olma maya gayret ettim. İşte o yüzden her yaşta öğ rencimle yüreklerimizi, sevgilerimizi, her şe yimizi paylaşmasını bildik. O öğretmenlerim bu güzellikle ri bizimle paylaşamadılar ;ama benim öğrencilerime bakış açımı temelden değiştirdiler.

Öğrencilerimin de birer insan olduğunu, duyguları, özgür düşün me, özgür yaşayabilme, haklı olduklarında haklarını sonuna kadar sa vunabilme hakları olduğunu onlar sayesinde öğrendim. Olumsuz örnektiler ama yaşamı ters yüz edip güzelliklere varmayı, paylaşmayı ve adam olmayı yine onlardan öğrendim.

Ben emekli bir öğretmenim. Yaşamım hep öğret menlerimle ve öğrencilerimle biçimlendi. Hep onlarla iç içe olmaktan doyumsuz tatlar aldım. Onlarla kendime yön verdim, onlarla yolumu çizdim, onlar la hep yan yana yürü düm.

Mehmet Öğretmenim, Zihni Öğretmenim, Ayşe Öğretmenim, Abdulkadir Öğretmenim...

Ne güzel, ne insan, ne sevgi dolu insanlar dınız sizler... Sizin gibi nice güzel öğretmenle çalıştım yan yana. Onlarda hep sizleri gör düm, onlarda hep sizleri andım... Biliyor mu sunuz onlara da hep siz leri anlattım. Onlar da sizleri örnek aldılar. Ne güzel değil mi? Sizin ışığınız nice karanlık yürekleri ay dınlattı da haberiniz yok... Bizim de haberimiz ol maya cak. Güzelliği de burada değil mi?

Diğerlerini anmaya değmez. Ama azda olsa halâ varlar... Olsun... Benim yürekli, sevecen, adaletli, anlayış dolu insan öğretmenlerim daha çok... Onları çok seviyorum...
,
Yarını onlar kuracaklar... Barışı, kardeş liği, sevebilmeyi ve el ele Türkiye'yi.

Zekeriya Çavuşoğlu
 
Son düzenleme:
Merakla okudum çok güzel. Benimde öğretmenlerim benim için çok değerliydi. Hepsi çok iyiydi.
Sadece bi öğretmenim hariç ztn adınıda unuttum onun :)

Kaleminize sağlık hocam.
 
Geri
Top