Yolda çalışan kepçe az daha yaşlı adamın tepesine iniyordu. Hem şoförün hem de yaşlı adamın fark etmesiyle büyük bir kaza son ânda önlenmişti. Çalışanların ve sorumlu mühendis Salih'in şaşkınlığı henüz geçmeden, yaşlı adam kendini toparlayıp; "Hakkını helâl et evlâdım." diyerek, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Sanki az önce ölümden dönen o değildi. Kısa bir panik havasından sonra, yol çalışmasına devam edildi. Salih, ezanı duyunca gerekli talimatları verdi ve hızla camiye yöneldi.
Şadırvana yaklaşan Salih, az önce büyük bir kaza atlatan yaşlı amcayı burada görünce takibe aldı. Abdest alırken bir yandan da onu süzüyordu. Bu, namazda da devam etti; çünkü sadece abdest alırken değil, sünnet namazlarda da adamın tavrı, hayranlık vericiydi. Abdest alırken adamın yüzündeki tebessüm dudaklarına oturuyor, namaza durunca daha bir belirginleşiyor, selâm ve tesbihatla bir huzur dalgası hâlinde etrafa yayılıyordu. Abdesti büyük bir dikkat ve tazimle alıyordu. Namazdaki hâli bir başkaydı. Kıyamda bir çınar gibi dik duruşu, rükûa giderkenki vakur tavrı, secdeye bir vuslat hazzıyla kapanması izleyende büyük bir hayranlık uyandırıyordu.
Salih, namazdan sonra dışarıda oyalanıp, yaşlı adamla bir şekilde konuşmaya niyetlendi. İçinde bir ses, bu yaşlı çınardan çok şey öğreneceğini söylüyordu. Ceplerini karıştırdı, telefonundaki mesajlara göz gezdirdi. Adam camiden çıktıktan sonra, yüzünde hiç eksilmeyen tebessüm dalgasıyla Salih'e yaklaştı:
Evlâdım, hakkını helâl et, sizi sıkıntıya soktum. Ben ezanı duyunca dayanamam, meyveleri kaçırmaya gönlüm razı olmaz.
Salih, 'meyve' sözünü duyunca şaşırmıştı, bu meyve de neyin nesiydi!
Ne meyvesi hacı amca, camiye gelene meyve mi veriyorlar?
Adam derin bir bakışla süzdü Salih'i. Yüzünden günün hiçbir vakti eksilmeyen tebessümle devam etti:
Bana Osman Dede derler evlâdım, sen de öyle de. Hem sen namazın meyvelerinden habersizsin herhalde.
Namazın meyveleri mi?..
Elbette namazın meyveleri evlâdım. Her vaktin bir meyvesi vardır, insan onu yer de çoğu zaman lezzetini fark edemez. İşte ben o leziz meyveleri hissetmeye çalışıyorum, hissedince de hiçbir meyvede olmayacak kadar leziz tatlar alıyorum. Bunun için ezanı duyar duymaz bir heyecan sarıyor beni.
Salih ilk defa duymuştu bunu. Namazın meyvesi varmış demek, diye geçirdi içinden.
Bana da anlatsana o zaman şu meyveleri.
Neden anlatayım ki, istersen gösterebilirim, beraberce yeriz olmaz mı?
Neden olmasın, hadi tattır o zaman.
Şimdi olmaz evlâdım, her vaktin meyvesi o vakit içinde lezzetlidir. Her vakitte yanıma gel, sana dalında beş vaktin meyvesini göstereyim, sen de ye.
Salih'in işi vardı. Bu teklif onun da işine gelmişti. Anlaştılar ve ertesi gün sabah namazıyla başladı beş vaktin meyvelerini devşirme işi.
Sabah henüz oluyordu ve etraf gecenin ağırlığını henüz bırakmamıştı. Ufukta koyu mavi bir ton vardı. Sema da, lâcivert bir gömlek gibiydi. Osman Dede ve Salih, cami bahçesinde buluştular. Osman Dede sordu:
Bak bakalım etrafına, neler görüyorsun.
Salih bir müddet etrafını süzdükten sonra cevapladı.
Her şey alacakaranlık içinde, herkes uykuda, hayat yeni bir güne hazırlanıyor, bunun için dinlenme kuşağında. Az sonra şu an için ölü diyebileceğimiz hayat dirilecek ve canlı bir hâlde akıp gidecek.
Evet evlâdım, sabah vakti aslında uykudan uyanmaları ve dirilişleri hatırlatıyor. Az sonra büyük icraat-i İlâhiye'nin bir başka tecellisi ufkumuzda belirecek, dört bir tarafta bütün varlıklar yavaş yavaş uyanacak. Varlık, gürül gürül akmaya başlayacak gözümüzün önünden. Günün ilkbaharıdır şimdi veya hayatın ana rahmidir sabah namazı. Kurtlar kuşlar, rızklarının peşine düşmeye başlayacak. Bu ânda insanın tembellik etmesi yakışık almaz. Bütün bu icraat-ı İlâhiye uyanık dimağlardan hamd, şükür ve tesbih bekler. Bütün bir varlığın uyandığı ve hayata başladığı şu sabah namazı vaktinde, Sahibimiz bizim de uyanarak şuur sahibi bir varlık olarak bu büyük uyanışa katılmamızı ve buna namazla mukabelede bulunmamızı istiyor.
Biraz durdu, mühendisin, söylediklerini anlamasını bekler gibiydi.
Düşün ki, şu ân sıcak yatağında horul horul uyuma varken, kendini az sonra soğuk suların kucağına bırakacak ve dirilişini gösterip, Mevlâ'nın huzuruna çıkacaksın. Rahatından vazgeçip, seni sana karşılıksızca veren bir Rahmet-i Sonsuz'a bu vergisinden dolayı hamdedecek, şükredeceksin. Rabb'inin huzuruna çıkacaksın da, Allah o mahşer gününde bunu hiç mükâfatsız bırakır mı?
Gözlerini Salih'e dikti:
Hem şu vakitte insan Yaratıcı'sını değil de neden şeytanı sevindirsin, bu yakışık alır mı? Sayısız nimetin karşılığı bu mu olmalı?
Osman Dede devam etti:
Tembelliği döşek, gafleti yorgan yapıp, hayatın hakikatine kapanmak yerine, maddî ve mânevî dirilişe yelken açan ilk namazını eda edeceksin. Hem Allah karşısında güzelce bir namazla güne hazırlanmak gerek, zîrâ bir günde insanın yükleneceği yük pek ağırdır, bu ağır yükler için şimdiden Allah'ın inayetini dilemek ve o inayeti daima arkada güç olarak hissetmek gerek. İşte bütün bu dediklerim, bir sabah namazıyla kolayca olur evlât.
İçeri girdiler, birlikte namaza durdular. Salih kendisini semada bütün uyanmış ruhlarla birlikte, yerin ve göğün biricik hâkimi Allah karşısında tasavvur etmeye çalıştı. Uyuyan insanlara mukabil, O'nun huzurunda namaza durmanın ayrıcalığını derinlemesine hissetti ve Rabb-i Rahîm'ine şükretti. İlk defa o sabah huşu içinde bir namaz kıldı. Namazını kılarken şeytanı yanıbaşında perişan bir şekilde düşündü, Allah'ı razı ettiğini hissetti. Gerçekten de çok lezzetliymiş diye düşündü ve gerçekten güne başlamadan evvel büyük bir güç topladığını anladı.
Öğleye doğru, yoğunlaştığı işinden Osman Dede'nin tatlı ikazıyla doğruldu:
Hadi evlât, ikinci meyvemizi yemeye...
Camiye doğru ilerlerken Osman Dede anlatmaya başladı:
Öğle vakti hayatın kemale erdiği bir zaman dilimidir. İnsanın en dinç olduğu gençlik dönemi gibi veya hayatın en diri olduğu yaz mevsimi gibi. Bu vakitte insan İlâhî icraatı bir başka hisseder. Bu azim işler akıp giderken, insan bu işlere şahitlik eder ve bu açıdan yüce bir makama yükselir. Allah, insana bu miraç mertebesini veriyor da, insana ne oluyor ki, yücelmeyi elinin tersiyle itiyor?
Anlatılanların iyice hazmedilmesi için bir müddet sustular, Osman Dede devam etti:
Sabahtan öğleye kadar olan uzun zaman dilimi insanı yorar, halledemediği işler ruhu daraltır, ağır dünya ahvali bedeni ağır bir yük altında bırakır ve bu zaman diliminde insan, çoğu defa gaflete dalar, hakiki hayat gayesini unutuverir. İşte öğle namazıyla ruh bütün ağırlığından kurtulur, halledemediği işleri, Allah'ın rahim ve kerim eline emanet ederek rahatlar, dünya gafletinden bir namaz soluklanmasıyla uzaklaşır, hakiki vazifesini tekrar hatırlar.
Kısa bir düşünme molası daha.
Sabahla öğle arası rızık çarkının en hızlı döndüğü vakittir ve bu çarkı Rezzak çevirir. Hiçbirimiz en küçük bir rızkımızın zerresini bile en âlâ fabrikalarda üretemeyiz. İşte bizi rızıklarıyla yaşatan ve bu dilimde rızık çarkını hızla çeviren bir Rezzak-ı Hakiki'ye bir öğle namazıyla şükretmek, bir insanlık, bir kulluk gereği değil midir?
Salih iyiden iyiye zevk almaya başlamıştı namazdan, gerçi ibadetten zevk almak bir şart değildi, insan bir zevk almasa da namazını terk etmemeliydi; fakat bir de namazın mânâsını düşünerek kılmak vardı ki, bu yeni yeni öğrendiği bir şeydi.
İkindi vakti yaklaşmak üzereydi. Salih işini bırakıp ikindi vaktinin meyvesini düşüne düşüne camiye yürümeye başladı.
Osman Dede'yi şadırvanda abdest alırken gördü. O da abdest aldıktan sonra başladılar konuşmaya.
İkindi de güz mevsimine işaret olsa gerek?
İhtiyar, yüzünden hiç eksilmeyen tebessümle baktı:
Yavaş yavaş meyvelerin kokusunu almaya başladın evlât. Evet, bu vakit, söylediğin gibi güz mevsimi gibidir. Yani İlâhî icraat bu vakitte bir başka güzellik ve hikmetle tecelli eder. Eşyanın kendi devrinden sonra kaybolacağı, kâinatın bir uykuya dalacağı bu devrede, Yüce Yaratıcı son defa insanoğlunu icraatını seyretmeye ve bu tefekkürlü seyirden sonra, şükre ve tesbihe davet ediyor. Bitimden evvelki bu son parlak sahneyi seyrettikten sonra şu koca âlemin fenaya ne kadar yakın olduğunu görüp Allah'a iltica etmek insaniyetin gereği. Bu, Yüce Rabb'imizin bizler üzerindeki en tabiî hakkıdır evlât. Güneşin ilk ışıklarından başlayarak, şu âna kadar istifade ettiğin sayısız nimeti, aldığın nefesi, içtiğin suyu, atan kalbini, çalışan el ve ayağını sana karşılıksız bahşeden kerim Rabb'imize namazla şükretmek gerekmiyor mu?
Bu soru gencin gönül deryasına düşen bir taş oldu ve dalga dalga yayıldı, bir ara gözleri yaşardı. Okunan ezanla beraber camiye yürürlerken gencin içi içine sığmıyordu. Allah'ın rahmetini, bütün âlemi doldurmuş bereket ve şefkat deryası olarak düşünüyordu. Evet, sahip olduğu her şeyi O, hiçbir ücret almaksızın vermişti. Bunlara gereğince şükretmemek bir Müslüman'a yakışır mıydı?!
Camiye girmek üzereyken, Osman Dede birden aklına bir şey gelmiş gibi durdu ve devam etti:
İkindi, özellikle üzerinde durulan bir vakittir. Zîrâ işlerin en yoğun olduğu bir ânda bütün işleri bir kenara bırakıp, Rabb'in huzuruna çıkmak ayrı bir kulluk şuurunun ifadesidir.
Salih bu cümleden sonra bir muhasebe yapma gereği hissetti. Namaza durduktan sonra, rükû ve secdelerini bir kula yakışır şekilde yaptı. İşlerin yoğunluğunu, dünyanın en kalabalık ânını bir kenara bırakıp namaza durmak, yok olmaya mahkum bir âlemde bekânın peşinde koşmak, onu huzurlu kılmıştı.
Salih, vakitleri sabırsızlıkla beklemeye koyuldu. Akşam vakti yaklaşmak üzereyken, hemen abdestini tazeledi ve camiye yöneldi. İhtiyar, caminin önünde onu bekliyordu. Hâl hatırdan sonra, Osman Dede bir soruyla başladı:
Sence akşam vakti neyi anlatıyor, neden şu vakitte yüce Allah bizi namaza çağırıyor?
Genç, biraz zihnini topladıktan sonra cevapladı.
Bu vakit bir uyku, bir ölüm ânını hatırlatıyor. Sabah namazında kâinatın bütün zerresiyle uyandığını gören insanoğlu, bu uyanışın bitişine şahit olmaya çağrılıyor. Yoku var eden Allah, varı da yok ederek bu önemli icraat zamanına insanın şahit olarak namazla mukabelede bulunmasını istiyor.
Evet, çok güzel anlattın. Akşam vakti bize ömrümüzün kışını, âlemin kışını hatırlatıyor. Böylece bütün bir varlığın fânî olduğunu, bâki olanın ancak Allah olduğunu haykırıyor. Her şeyin kolayca yok olacağını gördükten sonra, kendi yokluğunu da düşünen ve bu düşünceden ıstırap duyan bir ruhun en keskin ilâcı, ölümsüzlüğün yegâne sahibi Bâki-yi Hakikî'nin kapısını namazla çalmak, rüku ve secdelerle aczimizi Allah'a sunup ondan medet dilemektir.
Camiye girdiklerinde sözlerini de bitirmişti Osman Dede. Salih gerçekten de aczini iyice anlamıştı. Bu düşüncelerle durduğu namazından sonra, duada ölümsüz bir hayat için samimi bir dille yakardı Rabbi'ne.
Yatsı vakti gelmişti. Salih, yine heyecanla Osman Dede'yi dinlemeye koyuldu:
Dikkat edersen kâinat ölümün ötesinde bir kabir hayatı yaşıyor gibidir, etrafta müthiş bir sessizlik, derin bir sükûnet var. Şimdi sanki sevdiklerimizden çok uzakta, kendi başımıza, kendi yalnızlığımızı yaşıyoruz.
Bir kabir hayatı yani.
Evet, yatsı namazı insana yalnızlığı ve kabir hayatını hatırlatır. İşte böyle bir vakitte kılınan namaz; ölümün bir son olmadığını, önemli olan hususun ölüme hazırlık olduğunu gösterir. Bu ihtarı hatırlayan insan, karanlık kabir hayatını aydınlatacak yegâne nurun ibadet olduğunu bilir. Kabir yalnızlığını şenlikli bir beklemeye çevirecek mutlak iradenin ancak Allah'a ait olduğunu görür. Rükûuyla O'nun karşısında saygısını ifade eder, secdesiyle o yegâne Nur'a yaklaşmaya çalışır ve karanlık âlemini şenlendirmeye çalışır. Ve bilir ki, burada yaptığı her bir secde, durduğu her bir kıyam, sonsuz merhamet sahibi Rabb'i tarafından hanesine kaydedilecektir. Bunun rahatlığıyla kendini ölüme hazır hisseder ve hattâ ölümü bir şeb-i arus, yani Rabb'ine kavuşma gecesi olarak görür. Namaz bu huzur iklimi olmasa, insanları karanlıklardan gerçek mânâda ne kurtarabilir ki?
Genç bu sorunun anlattığı hakikati düşünürken, Osman Dede devam etti:
Yatsı namazı günün sonuna vurulan iman mührüdür. Güne sabah namazıyla imanla başlayan insan, günü yatsı namazıyla mühürleyerek imanla bitirir. Umulur ki, bu imanla vefat eden, bu imanla dirilir.
Bu ders ışığında eda edilen bereketli bir yatsı namazından sonra ayrıldılar. Salih, işi bitene kadar namazlarını hep Osman Dede'nin yanında kılmaya çalıştı. Artık bundan sonraki endişesi, namazlarını bu hakikatlerin ışığında eda edip edemeyeceği idi. Bunun için Rabb'ine dua etti.
Zübeyir SELİM [/COLOR]
Şadırvana yaklaşan Salih, az önce büyük bir kaza atlatan yaşlı amcayı burada görünce takibe aldı. Abdest alırken bir yandan da onu süzüyordu. Bu, namazda da devam etti; çünkü sadece abdest alırken değil, sünnet namazlarda da adamın tavrı, hayranlık vericiydi. Abdest alırken adamın yüzündeki tebessüm dudaklarına oturuyor, namaza durunca daha bir belirginleşiyor, selâm ve tesbihatla bir huzur dalgası hâlinde etrafa yayılıyordu. Abdesti büyük bir dikkat ve tazimle alıyordu. Namazdaki hâli bir başkaydı. Kıyamda bir çınar gibi dik duruşu, rükûa giderkenki vakur tavrı, secdeye bir vuslat hazzıyla kapanması izleyende büyük bir hayranlık uyandırıyordu.
Salih, namazdan sonra dışarıda oyalanıp, yaşlı adamla bir şekilde konuşmaya niyetlendi. İçinde bir ses, bu yaşlı çınardan çok şey öğreneceğini söylüyordu. Ceplerini karıştırdı, telefonundaki mesajlara göz gezdirdi. Adam camiden çıktıktan sonra, yüzünde hiç eksilmeyen tebessüm dalgasıyla Salih'e yaklaştı:
Evlâdım, hakkını helâl et, sizi sıkıntıya soktum. Ben ezanı duyunca dayanamam, meyveleri kaçırmaya gönlüm razı olmaz.
Salih, 'meyve' sözünü duyunca şaşırmıştı, bu meyve de neyin nesiydi!
Ne meyvesi hacı amca, camiye gelene meyve mi veriyorlar?
Adam derin bir bakışla süzdü Salih'i. Yüzünden günün hiçbir vakti eksilmeyen tebessümle devam etti:
Bana Osman Dede derler evlâdım, sen de öyle de. Hem sen namazın meyvelerinden habersizsin herhalde.
Namazın meyveleri mi?..
Elbette namazın meyveleri evlâdım. Her vaktin bir meyvesi vardır, insan onu yer de çoğu zaman lezzetini fark edemez. İşte ben o leziz meyveleri hissetmeye çalışıyorum, hissedince de hiçbir meyvede olmayacak kadar leziz tatlar alıyorum. Bunun için ezanı duyar duymaz bir heyecan sarıyor beni.
Salih ilk defa duymuştu bunu. Namazın meyvesi varmış demek, diye geçirdi içinden.
Bana da anlatsana o zaman şu meyveleri.
Neden anlatayım ki, istersen gösterebilirim, beraberce yeriz olmaz mı?
Neden olmasın, hadi tattır o zaman.
Şimdi olmaz evlâdım, her vaktin meyvesi o vakit içinde lezzetlidir. Her vakitte yanıma gel, sana dalında beş vaktin meyvesini göstereyim, sen de ye.
Salih'in işi vardı. Bu teklif onun da işine gelmişti. Anlaştılar ve ertesi gün sabah namazıyla başladı beş vaktin meyvelerini devşirme işi.
Sabah henüz oluyordu ve etraf gecenin ağırlığını henüz bırakmamıştı. Ufukta koyu mavi bir ton vardı. Sema da, lâcivert bir gömlek gibiydi. Osman Dede ve Salih, cami bahçesinde buluştular. Osman Dede sordu:
Bak bakalım etrafına, neler görüyorsun.
Salih bir müddet etrafını süzdükten sonra cevapladı.
Her şey alacakaranlık içinde, herkes uykuda, hayat yeni bir güne hazırlanıyor, bunun için dinlenme kuşağında. Az sonra şu an için ölü diyebileceğimiz hayat dirilecek ve canlı bir hâlde akıp gidecek.
Evet evlâdım, sabah vakti aslında uykudan uyanmaları ve dirilişleri hatırlatıyor. Az sonra büyük icraat-i İlâhiye'nin bir başka tecellisi ufkumuzda belirecek, dört bir tarafta bütün varlıklar yavaş yavaş uyanacak. Varlık, gürül gürül akmaya başlayacak gözümüzün önünden. Günün ilkbaharıdır şimdi veya hayatın ana rahmidir sabah namazı. Kurtlar kuşlar, rızklarının peşine düşmeye başlayacak. Bu ânda insanın tembellik etmesi yakışık almaz. Bütün bu icraat-ı İlâhiye uyanık dimağlardan hamd, şükür ve tesbih bekler. Bütün bir varlığın uyandığı ve hayata başladığı şu sabah namazı vaktinde, Sahibimiz bizim de uyanarak şuur sahibi bir varlık olarak bu büyük uyanışa katılmamızı ve buna namazla mukabelede bulunmamızı istiyor.
Biraz durdu, mühendisin, söylediklerini anlamasını bekler gibiydi.
Düşün ki, şu ân sıcak yatağında horul horul uyuma varken, kendini az sonra soğuk suların kucağına bırakacak ve dirilişini gösterip, Mevlâ'nın huzuruna çıkacaksın. Rahatından vazgeçip, seni sana karşılıksızca veren bir Rahmet-i Sonsuz'a bu vergisinden dolayı hamdedecek, şükredeceksin. Rabb'inin huzuruna çıkacaksın da, Allah o mahşer gününde bunu hiç mükâfatsız bırakır mı?
Gözlerini Salih'e dikti:
Hem şu vakitte insan Yaratıcı'sını değil de neden şeytanı sevindirsin, bu yakışık alır mı? Sayısız nimetin karşılığı bu mu olmalı?
Osman Dede devam etti:
Tembelliği döşek, gafleti yorgan yapıp, hayatın hakikatine kapanmak yerine, maddî ve mânevî dirilişe yelken açan ilk namazını eda edeceksin. Hem Allah karşısında güzelce bir namazla güne hazırlanmak gerek, zîrâ bir günde insanın yükleneceği yük pek ağırdır, bu ağır yükler için şimdiden Allah'ın inayetini dilemek ve o inayeti daima arkada güç olarak hissetmek gerek. İşte bütün bu dediklerim, bir sabah namazıyla kolayca olur evlât.
İçeri girdiler, birlikte namaza durdular. Salih kendisini semada bütün uyanmış ruhlarla birlikte, yerin ve göğün biricik hâkimi Allah karşısında tasavvur etmeye çalıştı. Uyuyan insanlara mukabil, O'nun huzurunda namaza durmanın ayrıcalığını derinlemesine hissetti ve Rabb-i Rahîm'ine şükretti. İlk defa o sabah huşu içinde bir namaz kıldı. Namazını kılarken şeytanı yanıbaşında perişan bir şekilde düşündü, Allah'ı razı ettiğini hissetti. Gerçekten de çok lezzetliymiş diye düşündü ve gerçekten güne başlamadan evvel büyük bir güç topladığını anladı.
Öğleye doğru, yoğunlaştığı işinden Osman Dede'nin tatlı ikazıyla doğruldu:
Hadi evlât, ikinci meyvemizi yemeye...
Camiye doğru ilerlerken Osman Dede anlatmaya başladı:
Öğle vakti hayatın kemale erdiği bir zaman dilimidir. İnsanın en dinç olduğu gençlik dönemi gibi veya hayatın en diri olduğu yaz mevsimi gibi. Bu vakitte insan İlâhî icraatı bir başka hisseder. Bu azim işler akıp giderken, insan bu işlere şahitlik eder ve bu açıdan yüce bir makama yükselir. Allah, insana bu miraç mertebesini veriyor da, insana ne oluyor ki, yücelmeyi elinin tersiyle itiyor?
Anlatılanların iyice hazmedilmesi için bir müddet sustular, Osman Dede devam etti:
Sabahtan öğleye kadar olan uzun zaman dilimi insanı yorar, halledemediği işler ruhu daraltır, ağır dünya ahvali bedeni ağır bir yük altında bırakır ve bu zaman diliminde insan, çoğu defa gaflete dalar, hakiki hayat gayesini unutuverir. İşte öğle namazıyla ruh bütün ağırlığından kurtulur, halledemediği işleri, Allah'ın rahim ve kerim eline emanet ederek rahatlar, dünya gafletinden bir namaz soluklanmasıyla uzaklaşır, hakiki vazifesini tekrar hatırlar.
Kısa bir düşünme molası daha.
Sabahla öğle arası rızık çarkının en hızlı döndüğü vakittir ve bu çarkı Rezzak çevirir. Hiçbirimiz en küçük bir rızkımızın zerresini bile en âlâ fabrikalarda üretemeyiz. İşte bizi rızıklarıyla yaşatan ve bu dilimde rızık çarkını hızla çeviren bir Rezzak-ı Hakiki'ye bir öğle namazıyla şükretmek, bir insanlık, bir kulluk gereği değil midir?
Salih iyiden iyiye zevk almaya başlamıştı namazdan, gerçi ibadetten zevk almak bir şart değildi, insan bir zevk almasa da namazını terk etmemeliydi; fakat bir de namazın mânâsını düşünerek kılmak vardı ki, bu yeni yeni öğrendiği bir şeydi.
İkindi vakti yaklaşmak üzereydi. Salih işini bırakıp ikindi vaktinin meyvesini düşüne düşüne camiye yürümeye başladı.
Osman Dede'yi şadırvanda abdest alırken gördü. O da abdest aldıktan sonra başladılar konuşmaya.
İkindi de güz mevsimine işaret olsa gerek?
İhtiyar, yüzünden hiç eksilmeyen tebessümle baktı:
Yavaş yavaş meyvelerin kokusunu almaya başladın evlât. Evet, bu vakit, söylediğin gibi güz mevsimi gibidir. Yani İlâhî icraat bu vakitte bir başka güzellik ve hikmetle tecelli eder. Eşyanın kendi devrinden sonra kaybolacağı, kâinatın bir uykuya dalacağı bu devrede, Yüce Yaratıcı son defa insanoğlunu icraatını seyretmeye ve bu tefekkürlü seyirden sonra, şükre ve tesbihe davet ediyor. Bitimden evvelki bu son parlak sahneyi seyrettikten sonra şu koca âlemin fenaya ne kadar yakın olduğunu görüp Allah'a iltica etmek insaniyetin gereği. Bu, Yüce Rabb'imizin bizler üzerindeki en tabiî hakkıdır evlât. Güneşin ilk ışıklarından başlayarak, şu âna kadar istifade ettiğin sayısız nimeti, aldığın nefesi, içtiğin suyu, atan kalbini, çalışan el ve ayağını sana karşılıksız bahşeden kerim Rabb'imize namazla şükretmek gerekmiyor mu?
Bu soru gencin gönül deryasına düşen bir taş oldu ve dalga dalga yayıldı, bir ara gözleri yaşardı. Okunan ezanla beraber camiye yürürlerken gencin içi içine sığmıyordu. Allah'ın rahmetini, bütün âlemi doldurmuş bereket ve şefkat deryası olarak düşünüyordu. Evet, sahip olduğu her şeyi O, hiçbir ücret almaksızın vermişti. Bunlara gereğince şükretmemek bir Müslüman'a yakışır mıydı?!
Camiye girmek üzereyken, Osman Dede birden aklına bir şey gelmiş gibi durdu ve devam etti:
İkindi, özellikle üzerinde durulan bir vakittir. Zîrâ işlerin en yoğun olduğu bir ânda bütün işleri bir kenara bırakıp, Rabb'in huzuruna çıkmak ayrı bir kulluk şuurunun ifadesidir.
Salih bu cümleden sonra bir muhasebe yapma gereği hissetti. Namaza durduktan sonra, rükû ve secdelerini bir kula yakışır şekilde yaptı. İşlerin yoğunluğunu, dünyanın en kalabalık ânını bir kenara bırakıp namaza durmak, yok olmaya mahkum bir âlemde bekânın peşinde koşmak, onu huzurlu kılmıştı.
Salih, vakitleri sabırsızlıkla beklemeye koyuldu. Akşam vakti yaklaşmak üzereyken, hemen abdestini tazeledi ve camiye yöneldi. İhtiyar, caminin önünde onu bekliyordu. Hâl hatırdan sonra, Osman Dede bir soruyla başladı:
Sence akşam vakti neyi anlatıyor, neden şu vakitte yüce Allah bizi namaza çağırıyor?
Genç, biraz zihnini topladıktan sonra cevapladı.
Bu vakit bir uyku, bir ölüm ânını hatırlatıyor. Sabah namazında kâinatın bütün zerresiyle uyandığını gören insanoğlu, bu uyanışın bitişine şahit olmaya çağrılıyor. Yoku var eden Allah, varı da yok ederek bu önemli icraat zamanına insanın şahit olarak namazla mukabelede bulunmasını istiyor.
Evet, çok güzel anlattın. Akşam vakti bize ömrümüzün kışını, âlemin kışını hatırlatıyor. Böylece bütün bir varlığın fânî olduğunu, bâki olanın ancak Allah olduğunu haykırıyor. Her şeyin kolayca yok olacağını gördükten sonra, kendi yokluğunu da düşünen ve bu düşünceden ıstırap duyan bir ruhun en keskin ilâcı, ölümsüzlüğün yegâne sahibi Bâki-yi Hakikî'nin kapısını namazla çalmak, rüku ve secdelerle aczimizi Allah'a sunup ondan medet dilemektir.
Camiye girdiklerinde sözlerini de bitirmişti Osman Dede. Salih gerçekten de aczini iyice anlamıştı. Bu düşüncelerle durduğu namazından sonra, duada ölümsüz bir hayat için samimi bir dille yakardı Rabbi'ne.
Yatsı vakti gelmişti. Salih, yine heyecanla Osman Dede'yi dinlemeye koyuldu:
Dikkat edersen kâinat ölümün ötesinde bir kabir hayatı yaşıyor gibidir, etrafta müthiş bir sessizlik, derin bir sükûnet var. Şimdi sanki sevdiklerimizden çok uzakta, kendi başımıza, kendi yalnızlığımızı yaşıyoruz.
Bir kabir hayatı yani.
Evet, yatsı namazı insana yalnızlığı ve kabir hayatını hatırlatır. İşte böyle bir vakitte kılınan namaz; ölümün bir son olmadığını, önemli olan hususun ölüme hazırlık olduğunu gösterir. Bu ihtarı hatırlayan insan, karanlık kabir hayatını aydınlatacak yegâne nurun ibadet olduğunu bilir. Kabir yalnızlığını şenlikli bir beklemeye çevirecek mutlak iradenin ancak Allah'a ait olduğunu görür. Rükûuyla O'nun karşısında saygısını ifade eder, secdesiyle o yegâne Nur'a yaklaşmaya çalışır ve karanlık âlemini şenlendirmeye çalışır. Ve bilir ki, burada yaptığı her bir secde, durduğu her bir kıyam, sonsuz merhamet sahibi Rabb'i tarafından hanesine kaydedilecektir. Bunun rahatlığıyla kendini ölüme hazır hisseder ve hattâ ölümü bir şeb-i arus, yani Rabb'ine kavuşma gecesi olarak görür. Namaz bu huzur iklimi olmasa, insanları karanlıklardan gerçek mânâda ne kurtarabilir ki?
Genç bu sorunun anlattığı hakikati düşünürken, Osman Dede devam etti:
Yatsı namazı günün sonuna vurulan iman mührüdür. Güne sabah namazıyla imanla başlayan insan, günü yatsı namazıyla mühürleyerek imanla bitirir. Umulur ki, bu imanla vefat eden, bu imanla dirilir.
Bu ders ışığında eda edilen bereketli bir yatsı namazından sonra ayrıldılar. Salih, işi bitene kadar namazlarını hep Osman Dede'nin yanında kılmaya çalıştı. Artık bundan sonraki endişesi, namazlarını bu hakikatlerin ışığında eda edip edemeyeceği idi. Bunun için Rabb'ine dua etti.
Zübeyir SELİM [/COLOR]