Bir Osmanlı Kitabı "Acâib'ül-Mahlukât"

Sentinus

Tengri biz menen!
Özel üye
عجائب المخلوقات
Not: Bu makalede bilgi yanlışları bulunabilir. Ayrıntılı ve sağlıklı bilgi için Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nin "Acaibü'l Mahlukât" maddesine bakılması tavsiye olunur.(Admin)

Acâib'ül-Mahlukât ve Garâib'ül-Mevcudât, İslâmî edebiyatta coğrafya ve kozmoğrafya ile ilgili ansiklopedik bilgileri derleyen yapıt.[1] İstanbul, 16. yüzyılın son çeyreği. Türkçe, nesih hatla yazılmıştır. Sayfalar, cetvelli ve 19 satırdır. Eser, 176 sayfa olup içinde 145 adet minyatür, 9 adet çizim vardır. Acaibü'l Mahlûkat, yazıldığı devrin coğrafya ve kozmoğrafya görüşüne göre hazırlanmış ansiklopedik bilgiler içeren İslam edebiyatının ortak eserlerinden biridir. Acaibü'l Mahlûkat, Kazvinî tarafından (ö. 1283) Arapça olarak yazılmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzâde Mustafa'nın isteği ile hocası Surûrî tarafından Türkçe'ye tercüme edilmeye başlanan eser, şehzâdenin 1553 yılında öldürülmesi üzerine yarım kalmış; ancak daha sonra Rodosizâde tarafından tamamlanmıştır.

Surûrî tarafından başlanıp 1553 yılında yarım bırakılan, Rodosizâde tarafından hicrî 996 Şaban (Haziran 1588) tarihinde tamamlanan eser, yazılma hikâyesinin girişiyle başlar. Konulara belinden aşağısı bir yukarısı iki insanın hikayesiyle girilir ve gökyüzündeki yıldızlar ve bunların hareketleriyle devam edilir. Dönemin gezegenleri olarak bilinen Ay, Utarit, Zühre, Şems, Merih, Müşteri ve Zühâl'in resimlerle tanıtımından sonra kuzey ve güney kutbunda yer alan yıldızlar, burçlar tanıtılır.

Eserin belki de en özenli minyatürlerinin yer aldığı "Gökyüzünde Yaşayan Melekler" bölümünde ibadet eden Hz. Muhammed'i Miraç yolculuğuna hazırlayan Cebrail ve Burak ile birlikte İnsan, Öküz, Aslan ve Kuş melekler betimlenerek anlatılır. Rüzgarlarla devam eden gökyüzü olaylarının anlatıldığı bölüm ayın halesi ile son bulur. Dünya ile ilgili olayların anlatıldığı bölüm Çin Denizi ve Fars Denizi'ndeki canlılar, adalar, bu adalarda yaşayan insan ve hayvanların yine minyatürlerle anlatımı devam eder. Tüm bunların sonunda da kitap "Arzın Hâmileri" olarak adlandırılan, Dünya'yı öküz üzerinde onun üstünde yer alan balığın su içinde olduğu ve bu tanımlanmalarında havada durduğu bir betimle ile sona erer.

Ortaçağ'da coğrafya ve seyahatle ilgili kitap isimlerinin genellikle "Acaibü'l Hind, Acaibü'l Buldan, Acaibü'l Mahlukât" gibi öncelikli olarak "acâip" ile başlamasının nedeni, bu kelimenin harikalar, görülmemiş ve duyulmamış garip şeyler manasında kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bu ismi taşıyan eserler, sadece birer seyahat ve coğrafya kitapları olmayıp mitolojik bilgileri de içermektedirler. Acâibü'l Mahlukât tercümesi, 16. yüzyıl sonunda Osmanlı saray üslubunda yapılmış145 adet minyatürü ve içerdiği bilgilerle Osmanlı kitap sanatının en seçkin örneklerinden birisidir. Eserin minyatürlü diğer örnekleri, Topkapı Sarayı Müzesi, Süleymaniye Kütüphanesi, Londra British Library, Berlin Devlet Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.[2]

İran edebiyatında Ebu'l-Hüseyin Abdurrahman ve Ahmet Tûsî vb. gibi yazarların işlediği konuyu, Arap edebiyatında da Kazvinî ele alarak bu yapıtı yazdı. Yapıtın Farsça'ya ve Türkçe'ye pek çok çevirisi vardır. Türk edebiyatında, ekleme ve kısaltmalarla Ahmet Bican'ın (öl. 1455) çevirdiği metin öteki çevirilerden daha çok bilinir.

Kazvini'nin yapıtı dört önsöz (mukaddeme)ve iki bölümden (makale)oluşmuştur. Birinci bölümde gök cisimleri Ay, Güneş, gezegenler, melekler vb. ilişkin bilgiler, ikinci bölümde gökkuşağı, gök gür-lemesi, rüzgâr ve şimşek, dünyanın yedi bölgesi (iklim); bu bölgelerdeki ülke, şehir ve dağlar abecesel bir sırayla anlatılmaktadır. Bunları denizler, adalar, madenler, bitki ve hayvanlara ilişkin bilgiler izler. Daha sonra, insanın yaradılışı, anatomi ve fizyolojisi, sinir sistemi yanında cinler, şeytanlar gibi doğaüstü yaratıklardan da söz edilir. Sonuçta (hatime) ise, canavar ve meleklere ilişkin bilgiler yer alır. Türk edebiyatındaki çevirilerin kimileri doğrudan doğruya Kazvini'nin yapıtına dayanır; kimileri de iran edebiyatında yazılmış Acaibül mahlukat'ları örnek alır.
 
Sanatta Acaibü'l Mahlukât
“Acaibül Mahlukat”, basit bir cennet tasviri ve farklı bir yaratılış hikayesi gibi görünse de “öteki” olmak, başlıca sorundur. Öteki olmaki bu yapıtta kadın ve/veya doğulu olmak üzerine kurgulanır.

Bu basit yaratılış hikayesinde üç büyük dinin aksine yaratılan sadece kadındır.

Bir şeyin parçası olmayıp kendi başına bir bütünlük ifade eder. ”Acâibü'l Mahlukât”ta cennette “yasak meyve”, “günaha teşvik” ya da “günah” söz konusu değildir. Beklenti içine giren izleyicinin aksine, bir elma yeme süresi boyunca, ne elmanın sunulacağı bir erkek vardır ne de yılan günaha teşvikte rol oynar. İzleyici sadece bir cennet tasviri ve acayip mahlukatlarla baş başadır artık. Kendi doğaları gereği uçarlar, sürünürler, koşarlar ya da yürürler. Kadın, diğer yaratıklar gibi bir acayip mahlukât olarak inat ve ısrarla yaşamını idame ettirmek için yemeğe devam eder.

Yapıt, ismini Kazvini'nin "Acaib'ül Mahlukat ve Garaib'ül mevcudat" adlı eserinden alıp, sadece anlamsal olarak bu yapıta göndermede bulunur.

Yapıtta günlük hayatta karşılaştığımız bilinen hayvanlar olduğu kadar masal hayvanları da vardır. Bunlardan en önemlisi, Simurg'tur.

Simurg, kendilerini arayan 30 kuş demektir. Kafdağında yaşar, hiç yere konmaz. Yılda bir kez yemek yer, 100 yıl yaşar, bir fili pençesiyle kaldırabilen Simurg'un yumurtası, bir dağ büyüklüğündedir. Bilgi ve becerinin kaynağıdır. "Şehnâme", "Kısas-ı Enbiyâ" ve Kurân'da "Anka","Zümrüt-ü Anka", "Hüma", "Hüthüt" gibi çeşitli masal kuşlarından bahsedilir. Simurg'un pek çok öyküsü içinde ilginç olanı şöyledir:

Simurg, Çin ülkesinde iken kanadından bir tüy düşer. Herkes, o tüy'den başka çeşit bir nakış, bir resim elde eder. O nakışlardan birini gören, bir çeşit iş tutar, bir çeşit işe girişir. O tüy şimdi Çin Nigaristan'ındadır. Bunun için "Bilgiyi Çin'de bile olsa arayın, elde edin." diye söylenir. Bütün eserler, o tüyün parlaklığından meydana geldi, bütün ışıklar kanadının bir tek tüyündeki nakıştan oluştu.

Yapıt, çeşitli minyatürlerden alıntılar yapılarak bir bütünlüğüne ulaşmıştır. “Falnâme”den “Hz. Adem ve Havva'nın cennetten kovuluşu” tasvirinden yılan ve tavus kuşu alıntılanırken, yine aynı eserin “Hz Süleyman ve Seba Kraliçesi Belkıs” tasvirinden Simurg ve bir kısım hayvanlar tasvir edilmiştir.





 
Geri
Top