Tarih 1096 -1099 Bölge Yakın Doğu (Anadolu, Levant, Filistin) Sonuç Kesin Haçlı Zaferi Hristiyan krallıklarının kuruluşu
Birinci Haçlı seferi sonrası Bizans İmparatorluğu
Birinci Haçlı seferi 1096-1099 tarihleri arasında gerçekleşen tarihteki ilk haçlı seferidir. Katılan orduların miktarı ve sonuçları bakımından en önemli olan Haçlı seferidir.
Birinci Haçlı seferi diğerler Haçlı seferleri gibi dalga dalga çoğunluğu dinsel heyecana kapılmış fakat önemli bir kısmı ise şahsi icin macera ve avantaj arayan sürüler halindeki Avrupalı Hristiyanlar'ın o zaman Hıristiyan olan Avrupa üzerinden ve Balkanlardan yürüyerek oradan Müslüman arazilere girmeleri Anadolu'da Anadolu Selçuklu Devleti ve hükümdari Kılıç Arslan elinde bulunan arazilere geçerek savaşıp Antakya'ya varmaları; bir büyük Antioch (Antakya) kuşatmasından sonra oradan Suriye ve Lübnan üzerinden sonra Filistin'e ve Kudüs'e varmaları ve 1099 yılında Kudüs kuşatması, ele gecirilmesi ve katliamı şeklinde gerçekleşmiştir.
Birinci Haçlı Seferi'nin jeopolitik nedenleri
Filistin'de her üç dinin mensupları barış ve huzur içinde yaşarken, Avrupa'daki Hıristiyanlar bir "Haçlı" seferi organize etmeye karar verdiler. Papa II. Urban 25 Kasım 1095 günü Clermont Konsili'nde "Kutsal Toprakları Müslümanlardan kurtarmak" çağrısı yaptı.
Clermont Konsili
Papa II. Urbanus Clermont Konsili toplantisinda. Kaynak Livre des Passages d'Outre-mer yak. 1490 (Bibliothèque National)
Birinci Haçlı Seferi'nin başlatılmasının stratejik ve jeopolitik nedenleri ne olurlarsa olsunlar, seferi başlatan ana faktör Bizans imparatoru I. Aleksios Komnenos'un Avrupa'dan destek yardım istemesi oldu. Aleksius Selçuklu Türklerinin ta Nikaia (gubünkü İznik) kadar batıya gelip yerleşmelerinden Konstantinopolis'in böylece tehdit altında kalmasından dolayısıyla endişeliydi. Mart 1095'de Piacenze Konsili'ne elçiler göndererek Papa II. Urbanus'tan Selçuklu Turklere karşı yardım talep etti. II. Urbanus bu talebi pozitif tutumla karşıladı. Buna neden belki 40 yil önce Ortodoks ve Katolik Kliselerinin birbirinden tamamen ayrılıp Hıristiyanlık alemini ikiye bölmelerini engellemek ve Doğu'da Ortodoks Kilisesine yardım elini uzatarak Papa'ya öncelik tanınması prensibine uygun olarak Hiristiyan alemini birleştirmek idi.
Temmuz 1095'de bir askeri sefere gitmek için asker toplamak nedeniyle Papa II. Urban kendi doğduğu ülke olan Fransa'ya döndü. Fransa'daki gezileri sonunda Kasım'da bir Clermont Konsili toplandı. Bu konsilin açış konuşmasında II. Urbanus Fransız soylular ve kilise rahiplerinden oluşan bir seyirci kalabalığına; Doğulu Hıristiyanlara, Kutsal Ülkelere giden Hıristiyan hacı adaylarına yapılan inanılmaz zülumlar hakkında dehşet verici ayrıntılarla birlikte önemli bir dinsel nutuk (vaaz) verdi. Bu konuşmanın birçok değişik ayrı versiyonu bulunmaktadır. Bunlardan besi orada bulunan din adamları tarafından ve diğerleri ise bu vaazı doğrudan doğruya duymayan kişiler tarafından eserlerine konmuştur. Ama bunların hepsi Birinci Haçlı Seferi'nden sonra Haçlılar tarafından Kudüs'un ele gecirilmesinden sonra yazılmıştır. Bu nedenle II. Urbanus'un eksiksiz ve ekli olan parçalardan arındırılmış olarak bu dinsel vaazda gerçekten ne dediğini bilmek imkânsizdir.
Bütün versiyonlar ayrıntılara göre birbirlerinden değişiktir. Fakat genel olarak II. Urbanus Avrupa'daki cemiyetin şiddet hareketleri ile dolu olduğunu ve Allah'ın Barışının korunması gerektiğini; yardım isteyen Dogu'da Bizanslılara destek sağlanması gerektiğini; doğuda Hıristiyanlara karşı işlenen suçlar bulundugunu ve yeni bir çeşit savaşın, silahlı olarak yapılan bir haccın, gerekli olduğunu ve böyle bir haccı yerine getirirken ölenlerin günahlarından arınıp cennete gideceklerini ve bu haccı yerine getirip dönenlerin de cennette yerleri bulunduğunu bildirmiştir.
Fakat hiçbiri bu haccın son hedefinin Kudüs'e gitmek olduğunun açıkca belirtildiğini ifade etmemektedir. Fakat II. Urbanus'un sonraki vaazlarından son hedefin Kudüs'e doğru bir askeri sefer olduğu tekrar tekrar açıklanmıştır.
Haçlı ordusunun kurulması
Urbanus'un verdiği dinsel konuşma çok güzel planlanmıştı. Haçlı seferi kavramını ortaya atmak için güney Fransa'nın iki önemli lideri olan "Toulouse'lu Raymondo IV" ve "Puy Başpiskoposu Adhemar" ile konuşmuştu. Adhemar Clermont Konsilinde şahsen bulunmuş ve bu konsilde "haç takma"ya, yani Haçlı Seferine gitmeye, başta talip olmuştu. Bundan sonra 1095'de ve 1096'nin sonlarına kadar II. Urbanus bu mesajını ülkeyi gezerek Fransa'ya yaymaya uğraştı ve kendinin Fransa'da varamadığı yerlerine kendine vekil olan piskoposlara ve papazlar gönderek bu Urban'ın fikirlerinin yayılmasını ve herkesce kabul görmesini sağladı. Yine Papa vekilleri papazlar bu fikirlerin Fransa, Almanya ve İtalya'da yayılmasına neden oldular. Bu konuşmaya gelen yanıt Bizans imparatoru Aleksius'un, hatta II. Urbanus'un, beklediğinden çok daha pozitif oldu. II. Urbanus Fransa'da yaptığı gezilerde Haçlı Seferine bazı kişilerin (kadınların, keşişlerin ve hastalarin) katılmasını yasaklamak istediğin açıkladı ama bu istekleri Hristiyan ahali tarafından kabul edilmediği hemen aşikar oldu. Sonunda bu silahlı haç seferine gitmeye gönüllü olanlar yüksek tabaka askerlik bilir şövalyeler değil; hiçbir savaş yapma yeteneği olmayan ve çok az serveti olan veya hiç serveti olmayan köylüler oldu. Kilise veya sivil bürokrasi tarafından kontrol edilemeyen yeni bir Hıristiyan inanç sistemi coşkusu Avrupa'nin her yanına yayıldı. Bu çoşkuyu ortaya çıkaran tipik bir âyinde önce II. Urbanus'un ortaya attığı fikirler açıklanmakta idi; sonra Haçlı Seferi gönüllüleri ortaya çıkıp Kudüs'teki "Kutsal Kabir Kilisesi" (Kıyamet Kilisesi) ne gidip kutsal hacı olmaya yemin etme töreni yapılmakta ve bu gönüllülere bezden bir kırmızı istavroz (haç) verilmekte ve bunu elbiseleri üstüne dikmeleri istenmekte idi.
Neden bu kişisel dinsel coşkunun Avrupa'yı sardığını ve neden beklenenden çok daha büyük sayıda kişinin gönüllü olarak buna iştirak ettiğini açıklamak istenmektedir. Buna verilecek en uygun cevabı Asbridge şöyle ifade etmiştir: “ Haçlı seferine gitmek idealine açıkca katılan binlerce kişinin tam sayısını bulma imkânı elimizde olmadığı gibi, günümüzde elimize geçmiş olan kaynak ve delilleri kullanarak, buna katılanların psikolojik yapılarına, içgüdülerine, maksatlarına, bilinçli veya bilinçsiz kararlarına delillere dayanan bir açıklama göstermek imkânı da çok sınırlıdır. ”
Yine de bazı hipotezler ve açıklamalar yapılmıştır:
* Orta çağlarda, dinsel olmayan sektörlerde bile şahsî dinî inanç, hayatın her köşesine girmiş olduğu çağlarda, Haçlı idealine katılanların da bu sosyal çalkantıya, şahsî dinsel coşkuyla iştirak etmeleri, derin şahsî inanç yüzünden olabildiği düşünülebilir. Fakat elimizde bulunan kaynaklar şahsî kayıtlardan gelmediği için ve okuryazarlığı hiç olmayan köylülerden değil papazlar ve keşişlerin elinden çıktığı için, bu fikri doğrulamak veya yalanlamak için elimizde inanılır birincil kaynak olmadığı açıktır.
* Birçok düşünür, özellikle Fransa'da ortaya çıkan kırsal açlık ve devamlı savaşlar nedeniyle birçok köylünun bu hedefsiz sonuçsuz hayattan bıkıp daha çekici bilinmedik ama çok hikâyelere konu olan ülkelere gitme ve orada kendini gösterme nedeni ile ortaya çıktığı iddia edilmiştir. Ama bunu eldeki belgelerle delillendirmek güçtür.
* Diğer taraftan yüksek sınıfın bir çeşit kazanç, parasal veya politik iktidar hırsı ile hareket ettiğini söylemek mümkündür. Özellikle Norman Otranto Kontu Boemondo'nun hikâyesi belki buna bir delil olarak alınabilir. 20. yüzyıl İngiliz tarihçisi Runciman'a göre, Birinci Haçlı Seferine katılan soyluların ve şövalyelerin genellikle ailelerinin en küçük çocuklarıdır ve ailerinden pek fazla miras beklememekte oldukları çok olasıdır. Bunların şanslarını Doğuda denemeye çalışmaları olası olduğu kabul edilebilir. Fakat Birinci Haçlı Seferine katılan soyluların çoğunun Kutsal Ülkede kalmayıp kendi ülkelerine dönmeleri gerçeği bu hipotezi biraz zayıflatmaktadır. Diğer taraftan Birinci Haçlı Seferine iştirak eden soylu ailelerin Haçlı Seferine katılmalarının aileye çok büyük bir maliyet yarattığı ve Doğudan gelen ganimet ve talanın bu masrafları hiç karşılamadığı da bilinmektedir. Örneğin Haçlı Seferine katılmak için "Normandiya'lı Robert" dükü olduğu Normandi'yi kardeşine satmıştır; Godfrey de Bouillon ailesinin büyük arazilerini kiliseye ipotek karşılığı olarak vermiştir
Toplanan Haçlıların Hristiyan ülkelerinden geçişi
Bizans'ın Hiristiyanlardan istediği yardım büyük sürüler gibi insan halinde değildi ve bu Bizanslıların özellikle Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos'un hiç beklemediği ve hiç istemediği şekildeydi ve bu I. Aleksios'da büyük şaşkınlık hatta korku yarattı. Özellikle bu güruhların iaşesi ve barınması eğer bir düzene konulmazsa Bizans topraklarının ve şehirlerinin talan edileceğini ve hem kırsal hem de şehirsel ahalisine çok büyük zararların doğucağını anlamıştı. Diğer taraftan düzenli Haçlı ordularının komutanlarının, çoğu bu sefere bir dinsel görevi yerine getirmek için değil, hükümdarlığını yapabilecekleri topraklar bulup, zaptetmek ve kendileri idaresinde özerk devlet kurmak için katıldıkları gayet açıkca bilinmekteydi.
Bu tehlikeleri karşılamak için I. Aleksios çok uygun bir plan yapmış ve genellikle Bizanslılar bu planı genellikle başarı ile uygulayabilmiştir. Bu plana göre Bizans elinde bulunan Balkan topraklarına giren Haçlı ordularına Bizans ordu birlikleri refakatçi verilecek ve Haçlı orduları bu refakatçilerin kılavuzluğu ve idaresi altında Balkanlarda kalıp geçecekti. Bu refakatçi ordu, Haçlı ordusunun yem yiyecek bulma araştırmalarını denetleyecekti. Belirli kamplarda iaşe ihtiyacının karşılanması için pazar bulunacak ve Haçlı güçleri bu pazarlardan kendi paraları ile iaşe ihtiyaçlarını karşılayacaklardı. Birinci Haçlı Seferinde bazı Bizans şehirleri (örneğin Niş) böyle pazarların kurulmasına karşı çıkmış; bu pazarlara iaşe tedarik etmeme kararı almışlardı. Diğer taraftan Haclılar bu pazarlarda istenen iaşe maddesi fiyatlarin çok yüksek olduğunu ve Haçlıların tacirler ve yerliler tarafından devamlı aldatıldıkları şikayetleri devamlı olarak çıkmıştı. Bu nedenle Haçlı seferi üyeleri ile Balkanlarda yerli halk arasında devamli potensiyel bir çatışma hali mevcut olmustu. Bu Bizans refakat orduları için Aleksios büyük sayıda paralı (Türkçe konuşan) Peçenek askerleri tutmuştu ve belirli kamp yerleşkelerindeki iaşe tacirlerinin bulunması tesvik edilmişti. Bu nedenle Haçlı orduları komutanları yanlarında altın ve gümüş para hazineleri ile sefere katılmışlardı; ama bu sefer de Avrupa'da basılmış altın ve gümüş sikkelerin Bizans topraklarında geçen paraya değiştirilmesi ve bu paraların rayici bir problem olmuştur. Bazı Haçlı komutanları, özellikle hemen sinirlendiği bilinen Tancred, Haçlı ordularının kendi paraları ile kendi iaşelerini karşılamalarına itiraz etmişti. Bu türlü şikayetleri önlemek için Bizans İmparatoru belirli Haçlı komutanlarına altın ve gümüş para bağışlarını hediye gibi dağıtmıştı.
Bir Haçlı ordusu kafilesi Konstantinopolis (bugünkü İstanbul)'e vardığında, Haçlı ordu kafilesi şehir dışında belirlenmiş ve Bizans ordusu tarafından savunan bir kampa geçecekti. Buna Haçlılar ordugah yakınında veya uzağında su, yiyecek ve yem araştırması yapmıyacaktı. Bu ordugahlardaki Haçlı ordusu mensupları küçük gruplar halinde Bizanslı kılavuzlar idaresinde, o zamanların en büyük, en zengin ve en şaşaalı şehrinin kiliselerini, yollarını , meydanlarını, anıtlarını, saraylarını gezip görebileceklerdi. Her Haçlı ordu komutanı ise Bizans İmparatoru'nun huzuruna çıkacak, ele etek öpecek; Bizans İmparatoru'nun vasalı olduğuna dair yemin edecek ve eline geçirdiği eski Bizans arazilerini Bizans'a devretmeyi kabul edecekti.
Bundan sonra Haçlı ordusu Bizans gemileri ile Anadolu'ya Selçukluların elindeki arazilere gireceklerdi. Burada ilerlemek ve yem, yiyecek ve su ihtiyacını karşılamak kendilerine kalmıştı. Fakat Bizans, kılavuzlar temin etmek ve askerî bilgi ve destek sağlamaya hazır olacaktı. Genellikle Anadolu'da, Suriye ve Filistin'de Haçlı orduları talan usulu iaşe tedarik şeklini uygulamakla beraber, güzergahların etrafındaki dost geçinen halkı yıldırmamak için yine de para ile satın alma usulleri kullanmaya devam etmişlerdir. Halk Haçlı Seferi
1096'da resmen başlayan Birinci Haçlı Seferi'ne katılan Haçlı orduları dalgalar halinde gelmeye başladı. 40.000 kişi kadar ilk dalga resmen Keşiş Piyer (Pierre L'Hermit) adlı bir halktan keşiş emri altında kuzey Fransız, Alman ve daha küçük sayıda kuzey İtalyan köylülerinden ve ailelerinden oluşmuştu; içinde çok az sayıda soylular bulunduğu için bu dalgaya Halk Haçlı Seferi denmiştir. Bu dalga Bizans arazisine Belgrad'da girmeden bu şehrin Sava Irmağı karşısında Macaristan'a ait bulunan Zemun (Semlin)'da bir ayakabbı yüzünden karışıklık çıkartıp iç kaleye hücum edip 4.000 Macarı öldürdüler ve sonra Belgrad'ı da talan edip yaktılar. Bu güruhun takip ettiği yolda Bizans halkının çeşitli şikayetlerine (hırsızlık, soygunculuk, kızlara kadınlara tecavüz vb.) maruz kaldı. Güruh Niş'e geldiği zaman da yeni bir isyan çıkardı, fakat bu sefer I. Aleksios'un Bulgaristan eyalet valisi süvari kuvveti gönderip bu Haçlı isyanını bastırdı. Bu güruh 1 Agustos 1096'da Konstantinopolis'e vardığında gücünün 1/4ini kaybetmişti. Hemen koruma altında 6 Ağustos'da Anadolu'ya çıkartılıp Nikomedia (bugünkü İzmit) üzerine yöneltildiler.
Nikomedia'yı ele geçiren Haçlılar bu şehri Bizanslılara teslim ettiler; fakat Almanlar ve Fransızlar birbiriyle kavga edip ayrıldılar. İki ayrı güruh halinde Haçlılar İzmit Körfezini dolanıp Yalova yakınlarında iki ordugah kurdular. Fransızlar hemen Selçuklu başkenti olan Nikaia'ya karşı hücuma başlayıp, yoldaki yerleşkeleri talana, yerli ahaliye (Müslüman ve Hıristiyan ayrılığı yapmadan) tecavüz edip onları öldürmeye başladılar. Buna karşılık Almanlar ise Nikaia'nın kenarından geçip Xerigordon adlı bir kaleyi zaptedip o kaleye yerleşdiler. Burada Eylül sonunda Selçuk ordusunun hücumuna uğrayıp nerede ise tümüyle yok edildiler. Bu haberi alan Yalova'da bulunan 20.000 kişilik diğer Haçlı ordusu 21 Ekim'de yürüyüşe başladı. Bu güruh da bir Selçuklu ordusu tuzağına yakalandı ve tamamen elimine edildi. Selçuklular sonra da Yalova'daki kampta kalan artçılar ve Haçlı ordusunu takip eden sivillerin hepsini elimine edilip Halkın Haçlı Seferini sona erdirdi. Fakat bu güruha güya komuta eden Keşiş Piyer Selçuk ordusunun artçılara hücumu sırasında orada bulunmadığı için kendi canını kurtardı ve Konstantinopolis'e geri döndü.
Baronların Haçlı seferi
Godfrey de Bouillon: Fransız soylu şövalye. Kudüs Krallığı kurucusu
Katılan baronlar
Papa II. Urbanus'un Haçlı Seferi çağrısına Avrupa'daki hükümdarların hiçbiri karşılık vermemişler ve tek bir hükümdar bile Birinci Haçli Seferine katılmamıştır. Ancak şu önemli feodal baronlar Birinci Haçlı Seferi'ne katılmışlardır:
* Toulouse Kontu Raymond IV veya Raymond de Saint-Gilles;
* Bau'lu Giyom ve oğlu Bau'lu Raymond;
* Tranta Kontu Boemondo ve yeğeni Tancred Güney İtalya'da Norman hükümdarlar ailesinden;
* Vermandois'lı Hugh, Fransız Kralı I. Filip'in kardeşi
* Corteheuse'lı Robert, Normandi Dükü ve (sonradan İngiltere Kralı olan) Fatih William'in kardeşi ve onun sancak taşıyıcı şövalyesi Landes'li.
* Flandra Kontu II. Robert.
* Godefroi de Bouillon, Aşağı Loren Dükü; kardeşi Boulogne'lu Baudouin ve kuzenleri Bourg'lu Baudouin
* Blois Kontu Blois'lu II. Einne
* Amiens Kontu I. Enguerrand ve oğlu Marle'li Thomas
* Saint-Pol Kontu II. Hugues de Campdavaine ve oğlu Enguerrand.
Haçlı ordusu. kaynaklandığı ülke ve bölgeye uygun olmak üzere 4 esas orduya ayrıldı ve bu orduların değişik yollardan ve zamanlarda Balkanlara ve Konstantinopolis'e gitmeleri planlandı. Bunlar:
* Loren kaynaklı ordu: Godefroi de Bouillon ve Boulogne'lu Baudouin. Almanya'yı geçip Balkanlara kuzeyden girecek ordu; * Italya Normanlar ordusu: Tranta Kontu Boemondo ve Tancerd de Hauteville idaresinde. İtalya'dan Balkanlarda Epir'e çıkacak ve Balkanları doğu yönünde geçecek ordu; * Güney Fransalılar ordusu: Raymond de Saint-Gilles idaresinde. Kuzey İtalya'dan Balkanlara girip Sırbistan ve Makedonya üzerinden gidecek ordu; * Fransızlar ordusu: Hugue le Grand, Robert Courteheuse ve Flandralı Robert. Loren kaynakli orduyu gecikmeyle takip edecek ordu.
Konstantinopolis'e varma
Birinci Haçlı seferinde prenslerin takip ettikleri yollar.
Daha önceden kabul edilmiş tarih olan Ağustos 1096da 4 esas Haçlı ordusu Avrupa'dan yola çıktı. Bu değişik ordular değişik yollarla Avrupa ve Balkanları geçerek Kasım 1096 ile Nisan 1097 arasında Konstantinopolis surlarına eriştiler. İlk gelen orduya komutan Vermandois'lu Hugh idi ve sonraki ordular Godefroi, Raymondo ve Boemando'nun idaresi altındaydı. Bu sefere Bizanslılar ve imparator I. Aleksios daha iyi hazırlanmıştı, Haçlı orduları da daha disiplinli idi. Bu nedenle Haçlı ordularının yollarında çok daha az sayıda olay çıktı.
Bu Haçlı ordusunun sayısını tahmin etmek çok zordur ve modern tarihçiler değişik kaynaklar değişik usuller kullanarak değişik sayılara varmışlardır. Yetkili bir askerî tarihçiye göre toplam Haçlı ordusu 30.000-35.000 askerden oluşmaktaydı ve bunlardan 1.200u süvari idi. Raymond St. Gilles 8.500 piyade ve 1.200 süvariden oluşan en büyük Haçlı ordu grubuna komuta ediyordu.
Bu prensler ve Haçlı orduları Konstantinopolis'e hiç iaşeden yoksun olarak gelmişlerdi ve I. Aleksios'dan yiyecek ve hayvan yemi vermesini beklemekteydiler. Aleksios bu Haçlı ordusundan çok kuşkuluydu. Bu kuşkuya bir neden Halkın Haçlı Ordusu ile olan felaketli ilişkiler ve feci sonuçtu. Aleksios'da diğer bir kuşku yaratan neden ise bu ordu içinde Norman şövalyeleri ile Boemondo'nun bulunması idi; Normanlar, Boemondo ve babası Robert Guiscard, Balkanlara çıkartma yapmış ta Konstantinopolis yakınlarına kadar ilerlemiş ve Aleksios tarafından imparator olmadan önce ve impratorluğu ele geçirdikten sonra büyük bir savaşla zorlukla Balkanlardan atılmışlardı. Bu nedenle Boemondo'nun şehir dışındaki orduları kullanarak bir komplo ile şehri ele geçirmesinden korkuluyordu.
Haçlılar ise I. Aleksios'un bu sefere katılmasını istemekteydiler, ama imparator bu acayip disiplinsiz orduyu komuta etmeye hiç taraflı olmadı ve onları kendi arazilerinden biran önce ayrılmalarını sağlamakla meşgul oldu. Bu orduya yiyecek ve hayvan iaşesi vermek için önce ordunun komutanlarının huzuruna çıkıp kendine vasal olduklarına ve Asya'da ellerine geçirdikleri toprakları Bizans'a vereceklerine dair yemin etmeleri gereğinde israr etti. Godefroi ilk defa bu yemini verdi ve diğerleri biraz isteksiz olmakla sadakat yemini verdiler. Ancak Raymond kendinin Haç üzerinde yemin ettiği icin bu sadakat yemini vermek için zorluk çıkardı ama Bizans diplomasisi bir uygun formül buldu ve sadece levazım bulmak için talan yapmayacağına yemin etti. Aleksius bu orduları Boğaz'dan karşıya geçirmeden önce görüşüp Selçuklu ordularına karşı nasıl taktikler ve strateji uygulamaları gerektiği hakkında bilgiler verdi.
Nikaia kuşatması ve fethi
1097'de Baronların Haçlı ordusu Anadolu'ya geçti ve burada Keşiş Piyer'in "Halk Haçlı Seferi" ufak kalıntıları ile birleştiler. Haçlılara kılavuzluk ve destek sağlamak için iki Bizans generali, Manuel Boutoumides ve Taticius, idaresindeki Bizans ordusu da onlara refakat ediyordu. Bu Haçlı ordusunun ilk hedefi bir eski ve ünlü Bizans şehri olan fakat Sultan Kılıç Arslan'ın Selçuklu başkenti olan (bugünkü İznik) idi. Kılıç Arslan Anadolu'da Danişmendoğulları ile savaşmakta idi ama devlet hazinesi ve ailesi Nikaia'da kalmıştı. Haçlı ordusu Nikaia'yı kuşatma altına aldı.Fakat şehir İznik Gölü yoluyla kayıkla gelen yiyecek ile iaşe edilebilmekte idi. Kılıç Arslan alelacele geri donüp 16 Mayıs'ta kuşatan orduya hücum ettiyse de kuşatmayı yarmayı başaramadı. Her iki tarafda da büyük telefat olduğu için geri çekilmek zorunda kaldı. Sonunda Haçlılar Bizans İmparatorunun sağladığı kayıkları kara üzerinden kesilmiş ağaç gövdeleri üzerinden kaydırarak İznik Gölü'ne getirdiler ve göl üzerinden yapılan tedariki önlediler. Bunun üzerine kalenin Selçuklu komutanı 18 Haziran'da Bizans kuvvetleri komutanına şehri teslim etti. Şehri Bizanslılar aldığı için o zamanın savaş kurallarına göre Haçlı orduları şehri talan edemediler. Bu Haçlı orduları içinde, Bizanslılar aleyhinde büyük bir hoşnutsuzluk yarattı. Ama zaten Haçlıların verdikleri sadakat yeminine göre Nikaia'nın Bizans idaresine geçmesi gerekmekteydi ve I. Aleksios Haçlılara epeyce hediyeler verip gönüllerini almaya çalıştı. Nikaia böylece tekrar Bizans eline geçti.
Birinci Dorileon Muharebesi
Haziran ayının sonunda Haçlı ordusu Anadolu'yu geçip Kudüs'e gitmek için yürüyüşe başladı. Fransız soylu asillerinden biri (Blois'lı Stephen) karısına gönderebildiği nadir bir mektupta bu geçişin 5 hafta süreceğini belirtmişti. Gerçekte bu geçiş 2 yıl sürdü.
Bizanslılar kılavuzluk yapmak ve destek sağlamak için Taticius komutasında bir Bizans birliğini Haçlı ordusuna bağlamışlardı. Haçlı ordusu, ordunun idaresini ve iaşe toplamayı kolaylaştırma nedeniyle, ikiye bölundu: birisi Boemondo idaresinde Normanlardan oluşmakta ve diğeri Godefroi ve Papa temsilcisi Adhemar idaresinde olup Fransızları ihtiva etmekteydi. İki ordu grubu Eskişehir yakınlarında Dorileon ovasında birleşmek kararlıydılar. 1 Temmuz'da önde yürüyen Normanlardan oluşan grup Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan tarafından karşılandı. Kılıç Arslan Nikaia'nın düşmesinden sonra ordusunu büyütmüştü. Selçuklu ordusunun çok oynak okçu süvarileri Normanlardan oluşan öndeki Haçlı ordu grubunu sardı. Normanlar hemen askerlerini birbirine sıkıca yaklaştırıp sanki birbirlerine kenetlendiler ve asker olmayanlar ve ağırlıklar çevresinde onları korumak üzere toplandılar. Selçukluların hücmunun ve baskınının haberini arkadan gelen Fransızlardan oluşan ikinci gruba bir atlı haberci gönderdiler. İkinci grubun başındaki Godefroi Fransız zırhlı ağır süvarileri başında birinci grubu çembere almış olan Selçuklu güçlerine karşı bir zırhlı süvari hücumuna geçti. Selçuklu okları Haçlı zırhlarına çok zor geçtiği için, bu Haçlı süvari hücumu Kılıç Arslan'ın çemberini yarmayı başardı ve iki Haçlı ordu grubu birleşti. İkinci gruptan bir ayrı birlik başında bulunan Adhemar ise savaşanların kenarından geçti ve Selçukluları arkadan vurdu. İkinci ordu grubunun bu kadar çabuk bir araya gelecebileğini, bu kadar ağır bir darbe indirebileceğini beklemeyen ve birleşen Haçlı ordusuna çıkışamayacağını anlayan Sultan Kılıç Arslan Selçuk ordusunu epeyce zayiat vererek geri çekmek zorunda kaldı.
Anadolu'dan geçiş
Bundan sonra Haçlı ordusunun Anadolu'dan geçişinde Haçlı ordusunun doğrudan doğruya karşısına çıkan Selçuklu ordusu bulunmadı. Kılıç Arslan Dorileon Muharebesinden sonra Haçlı ordusunu uzaktan gözleme stratejisi uyguladı ve Haçlı ordularının en çabuk bir şekilde Anadolu'dan geçmesine izin vermeyi ve onlarla doğrudan doğruya çatışmaya girişmeme stratejisini tercih etti.
Dorileon'dan sonra Haçlı ordusunun I. Aleksios'un tavsiye ettiği gibi ve bu orduya refakat eden Bizans generali Tatakios'un kılavuzluğuna uyarak eski Hristiyan hacıların Ankara'dan geçen yolları yerine, daha güneyde ve Bizans yerleşkeleri yakınlarından geçtiği için daha güvenceli olan bir güney güzergah takip etti. Bu inanılır modern kaynağa göre Haçlı ordusunun Anadolu'da takip ettiği yol şöyledir: Uluborlu (Polybotus), Yalvaç (Antioch-Pisidia), Akşehir (Philomelium), Ladik (Laodicea), Konya (Iconium), Ereğli(Hereclea), Kemerhisar (Tyana), Niğde (Augustapolis). Burada Haçlı ordusunun genelikle güney İtalyanlardan oluşan bir kısmı Boemondo ve Tancred komutası altında Gülek Boğazı'na yönelerek Çukurova'ya ve Tarsus'a girdiler. Bu yolun Toroslarda ve özellikle Gülek Boğazı'nda pusuya uygun olduğu görüşü ile Haçlı ordusunun büyük bir kısmı Kayseri (Mazacha), Kahramanmaraş (Marash) yoluyla Çukurova'ya inmistir.
Anadolu sıcağı altında Haçlı ordusu yarı aç ve susuz ilerledi. Birçok asker ve sivil Haçlı ordu mensubu ve hayvanları bu yolda telef oldu. Su, iaşe ve hayvan yemi için yoldan uzak alanları talan etmek zorunda kaldılar. Anadolu'da bulunan Hiristiyanlar bu ordulara yiyecek ve para yardımında bulunmakla beraber bu Haçlı ordusunun fecaatine pek katkı yapmadı. Diğer taraftan katolik Frank Haçlılar ortodoks Anadolu hıristiyanlarını devamlı olarak küçük görmekte ve eğer imkân varsa Hıristiyan, Müslüman ayırt etmeden talana devam etmekteydiler.
Anadolu'yu geçmekte iken Haçlı ordusu liderleri birbirleriyle başkomutan olmak için devamlı mücadele ettiler. Papa'nın temsilcisi Adhemar'ın dinsel lider olduğu kabul edilmekle beraber; hiçbir prens/komutan bu görevi almayı başaramadı.
Antakya önünde de Haçlı ordusunun bir kısmı ana ordudan ayrıldı. Boulogne'lu Baudouin kendi ordusu ile Fırat Nehri civarında bulunan Ermeni arazilerine yürüdü. Baudouin, karısının ailesi dolayısıyle Avrupa'da araziler ve servet veraseti beklemekteydi; fakat kendine refakat eden karısı Anadolu'da öldü. Bunun üzerine Boulogne'lu Baudouin Avrupa'ya dönüp bu arazileri eline geçiremiyecini anladı ve kendinin tek başına hüküm süreceği bir ülkeyi Anadolu'da bulmak hevesine düştü. 1098 başlarında o zamanki Edessa'da, (şimdi Şanlıurfa) Ortodoks Hristiyan olan Rum halkı tarafından beğenilmeyen bir Ermeni Katolik Kilisesi mensubu olan Ermeni Kralı Thoros, Baudouin'den yardım istedi. Baudouin kendine bağlı atlı şövalyeler birliği ile Urfa'ya ulaşınca onu özel bir törenle evlat edinerek kendine varis yaptı. Birkaç hafta geçmeden Thoros bir suikastla öldürüldü. Böylece Baudouin kendisine Edessa Kontu ünvanı vererek idareyi ele alıp ilk Haçlı Devleti olarak Edessa Kontluğu devletini kurdu.
Antioch kuşatması
Boemondo'nun Firuz'un açık bıraktığı kule penceresine tek başına çıkması. Ressam Gustave Doré tarafından hazırlanan gravür.
Haçlı orduları aç perişan Ekim 1097de Antakya kalesi önüne geldiler. O zaman kale Selçuklu komutanı Turk Yagı Siyan'dı. Arap tarihci İbn al-Athir'in çok ayrıntılı olarak verdiği gibi, Haçlı ordularının gelişini önceden haber alan Yagı Siyan şehirde yaşayan Hristiyanların dindaşlarına yardım etmesinden korktuğu için bütün Hristiyan erkekleri kale dışına çıkarttı. Kalede emrinde 6.000 veya 7.000 askeri bulunuyordu; buna karşılık Haçlı ordusu yaklaşık 30.000 kişi idi. Fakat Antakya kalesi surları taş ve tuğladan yapılmış yaklaşık 12.000 metre uzunlukta ve 3 kademede 360 kulesi bulunan çok tahkimli bir kale idi ve doğuda Habib el-Najjar Dağında bir iç kale bulunmaktaydı. Şehirde çok yiyecek saklı bulunuyordu ve şehir surları içinde bahçeler, bostanlar hatta tarlalar bulunmaktaydı. Buna karşılık Haçlı ordusu devamlı yiyecek ve hayvan yemi sıkıntısı çekmekteydi ve iaşe bulma birlikleri çok geniş alanlara, hatta Halep civarlarına, yayılmışlardı. Haçlılar beklemedikleri durumlarla karşılaşmışlardı: Geç mevsim dolayısıyla hava devamlı yağışlıydı; şehrin etrafı çamur deryasına dönmüş; şehir batı duvarı kenarından geçen Asi Nehri yükselmişti; ve sanki doğanın bu aksilikleri yeterli değilmiş gibi Haçlıların hiç alışmadığı bir buna alışmayanları çok korkutan bir doğal olay zaman zaman hissedilmekteydi. Antakya bir deprem hattı üzerinde olup hiç beklenmedik anlarda hafif depremler olmaktaydı.
Yagı Siyan önce Şam'daki emir Tutuşoğlu Dukak'dan yardım istedi ve bu emir Aralık 1097de ordusuyla harekete geçmekle beraber bir Haçlı iaşe arama birliği ile çatışmaya giriştikten sonra yardımdan vazgeçti. Bu sefer Ocak 1098de Yagı Siyan Halep emiri Tutuşoğlu Rıdvan'dan yardım istedi. Rıdvan'ın gönderdiği birkaç bin süvariden oluşan ordu, komutanlarının yeteneksizliği dolayısıyla, Antakya kalesi yakınlarında Haclılar tarafından yenildi. Bu sefer Yagı Siyan iki haftalık yürüyüş yolunda bulunan Musul Atabeyi Kerboğa'dan yardım istedi. Kerboğa Nisan 1097 sonunda yaklaşık 30.000 kişilik ordusuyla Antakya'ya yardım için yola cıktı. Fakat önce Urfa'da Edessa Haçlı Krallığı kuran Bouduin üzerine yürüdü ve Urfa'yı 3 hafta başarısız olarak kuşattı. Ondan sonra yine Antakya üzerine yürümeye başladı.
2 Haziran aksamı Firuz adında Ermeni'den dönme bir zırh tamircisi Yagı Siyan'in kendisini karaborsa faaliyetlerinden dolayı cezalandırmasının öcünü almak için ve Haçlıların kendine vaad ettikleri altın ve toprak bağışlarından gözü kararak şehrin büyük kulelerinden olan İki Kızkardeş Kulesi'nde bir pencereden Haçlıların şehre girmesini sağladı. Şehrinde Haçlıların bulunduğunu anlayan Yagı Sayan ailesini geride bırakarak şehirden kaçmayı başardı, ama bir Hristiyan Ermeni tarafından şehrin uzaklarında bulunarak kafası kesildi ve şehri ele geçiren Haçlılara gönderildi. Komutansız kalan şehirdeki Müslüman güçler çok geçmeden Haçlılar tarafından alt edildiler ve ancak küçük bir kuvvet Yagı Siyan'ın oğlu Şems-ül Devle komutasında iç kaleye kapanmayı başardı. 3 Haziran günü iç kale hariç şehri ele geçiren Haçlı ordusu bir katliam ve talan hareketine girişti; bütün orduya dahil askerleri ve sivil Müslümanları, kadınlar ve çocuklar dahil, kılıçtan geçirip öldürdüler. Bütün Müslümanlara ait yapıları ve özellikle camileri yıkıp yerle bir ettiler. Şehrin her yanını talan ettiler
Birinci Haçlı Seferi'nde Kerboga'ya karşı Antioch'dan çıkış hücumu. Piskopos şapkalı Puy Baspiskoposu Adhémar de Monteil "Kutsal Mızrak" taşımakta
İç kale daha Şems-ul Devle'nin elinde idi. Haçlı orduları bu kaleyi almak için hücumlar yaptılar. Ama kale çok korunaklı olduğu için ele geçiremediler. Bu hücumların birinde Haçlı komutanlarından Boemondo yaralandı. Şems Haçlıların içkaleyi terk etmesi için yaptıkları para tekliflerini de kabul etmedi. Haclı ordusu içkale etrafına güvenlik karakolları ile bir kordon hattı kurarak şehir içine yerleşti.
Tam bu sırada, Antakya kalesinin düşüşünden üç gün sonra, çeşitli diğer ordularla takviye edilmiş Musul Atabeyi Kerboğa'nın ordusu Antakya önünde göründü. Bu ordu kale içinde bulunan Haçlı ordusunu kuşatmaya aldı.
Haçlılar kaleyi ele geçirdikleri zaman Yagı Siyan'ın iaşe stoklarının çok düşük seviyelerde olduğunu görmüşlerdi. Haçlılar daha önce de açlık çekmişlerdi ama o zamanlar etrafa bazan çok uzak taraflara iaşe toplama birlikleri gönderip az da olsa yiyecek bulabiliyorlardı. Ama Kerboğa'nın kuşatması dolayısıyla Antakya kalesi içinde kalınca bunu yapmalarına imkân kalmamıştı. Arap tarihçisi İbn-i Athir'e göre “ Antioch'u zaptettikten sonra 12 gün Frenkler yiyeceksiz kale içinde kapalı kaldılar. Asil şövalyeler kendi atlarını yediler. Daha fakir olanlar ise ölü hayvanları, ağaç kabukları ve otları yediler. ”
Bazı kaynaklar Haçlılar arasında yamyamlık, yani insan olüsü yeme, alışkanlığı başladığını bildirirler.
Bu sırada Musul Atabey'inin kampında da askerler arasında büyük hoşnutsuzluk çıkmıştı. Kerboğa'nın hemen hucüma geçmemesi birçok asker, subay ve komutanı tedirgin etmekteydi. Birçok emir Kerboğa'nın muharebeyi kazanırsa kendini büyuk emir ilan edip diğer emirleri hükümü altına almasından korkmaktaydı. Bunların başında sonradan Kerboğa'ya katılmış olan Şam Emiri Dükak geliyordu. Askerinin bu hoşnutsuzluğunu hisseden Kerboğa Haçlı ordusundan ateşkes için müzakereler istemeye kadar gitmişti. Bunu Kerboğa'nın korkak davranış ve komutasının son bir emaresi olarak gören emirler başta Dükak olmak üzere askerleriyle orduyu terke hazırlanmakta idiler.
Diğer taraftan Antakya kalesi içinde beklenmedik bir mucize ortaya çıkmıştı. Haçlılar arasında bulunan, Marsilya'li Pierre Barthelemy adlı bir keşiş bir sıra dinsel hayaller görmeye başladı; St Andreas ona İsa'nin çarmıha gerildikten sonra öldürülmesi için kullanılan Kutsal Mızrakın Antakya'da Katedralinin zemininde gömülü olduğunu ve bu mızrağı kullanarak Müslümanlara karşı galip geleceğini söylemişti. Antakya Katedrali'nde Berthalamy'nin hayalinde görmüş olduğu yerde zeminde kazı yapıldı ve burada bir mızrak bulunup çıkartıldı. Birçok kişi bunun bir mucize olduğundan şüpheliydi, ama Haçlı ordusu morali birden yükseldi. Arap tarihçisi İbn'i Athir Haçlı ordularında Papa'nın temsilcisi olan Le Puy Başpiskoposu Adhemar'in bir mızrağı Kusyatta saklayıp sonradan bulduğunu söyler. Fakat diğer kaynaklar Le Puy'lu Adhemar'ın bu mucizeden şüphesi olan kişiler arasında bulunduğunu belirtirler.
Böylece gayet üstün moral kazanan, başlarında Kutsal Mızrakla Le Puy Başpiskoposu bulunan Haçlı ordusu 18 Haziran 1098de Antakya'dan bir büyük huruç hareketi yaparak Kerboğa'nin ordusu üzerine büyük bir hücuma geçti. Tam bu sırada Şam Emiri Dükak ve eğer muharebeyi kazanırsa Kerboğa'nin kendilerine hüküm edeceğinden korkan diğer emirler Kerboğa ordusundan ayrıldılar. Kalan ordu büyük bir mağlubiyete uğradı. Kerboğa kendini zor kurtarıp ordusuz Musul'a dönebildi. Antakya'da iç kalede sarılmış bulunan Şems-i Devle de bundan sonra Haçlılarla müzakerelerden sonra kendisini ve askerlerine serbest geçiş hakkı kazandı ve iç kale de Haçlılar eline gecti. Bu galibiyet bir Hristiyan efsanesine dönüştürülmüş ve Hristiyan evliyalarının Haçlı ordusunun başına geçerek Kerboğa'nın ordusunu kırarak galibiyeti sağladığı söylenegelmiştir.
Bu beklenmedik galibiyetten sonra Haçlı ordusu bir müddet daha Antakya'da kaldı. Ordunun soylu idarecileri arasında büyük bir anlaşmazlığın çözümlenmesi gerekti. Haçlı ordu komutanları Konstantinopolis'te iken Bizans İmparatoru'na sadakat yemin etmişler ve ellerine geçirecekleri eski Bizans arazilerini tekrar Bizans'a terk etmeyi kabul etmişlerdi. Antakya önemli eski bir Bizans şehri idi ve hala büyük bir Rumca konuşan Hristiyan nüfus orada bulunmaktaydı. Kuzey Fransız Haçlılar, Güney Fransa'dan gelen Haçlılar ve Güney İtalya'dan gelen Norman Haçlılar birbirlerine düştüler. Güney İtalyalı Norman Boemondo Bizans İmparatoru'nun kendilerine katılmaması dolayısıyla verdikleri yeminin geçersiz olduğu iddiasındaydı ve Antakya kalesinin ele geçirilmesinde gösterdiği şahsi üstün başarı dolayısıyla Antakya ve civarının şahsi hükumdarlığı olarak kendine verilmesini savunmaktaydı. Toulouse'lu Raymondo ise buna tamamen karşısındaydı.
Bu sırada Temmuz, Ağustos aylarında Haçlı ordusu ve şehir nüfusu arasında bir veba salgını çıktı ve birçok kişi, bunlar arasında 1 Ağustos'da Papalık temsilcisi Le Puy Başpiskoposu Adhemar, öldü.
Kuşatma sırasında öldürülup yendiği için, Haçlı şövalyelerin hiç atları kalmamıştı ve devamlı olarak Haçlılara ve şehir halkına iaşe bulmak gerekmekteydi. Ama önceleri bölgedeki Müslümanlar bunları tedarik etmekten kaçınmaktaydılar. Bunun için Haçlılar Antakya yakınlarındaki köy, kasaba ve şehirlere hücumlar düzenleyip zorla at ve iaşe toplamaya başladılar ve bu zorbalığa karşı duran şehirleri kuşatıp talan ettiler. Bunlar arasında en ünlüsü "Ma'arrat al-Numan" adlı kaleye Aralık'ta yaptıkları hücumdur. Müslüman ve çok inanılır Hristiyan tarihçiler bir Haçlı ordusu tarafından kuşatılmış bu şehir kalesinin ele geçirilmesinden sonra Haçlılariın Müslümanları öldürüp kazanlarda ölülerin etlerini kaynatıp yediklerini bildirirler.Abd'l-Ala şehri ise 13 Ocak 1099da yapılan hücumdan sonra tamamıyle yakılıp yıkıldı; kalesinin taşları bile teker teker sökülüp şehir ortadan kaldırıldı. Birçok Arap şehri ise elçiler ve hediyeler göndererek Haçlıların her isteklerini yerine getireceklerini belirttiler.
Fakat özellikle asil olmayan Haçlılar kendilerini Kudüs'e asker hacı olarak gitme hedefleri olduğu için bu geçikmeden gittikçe dedirgin olmaktaydılar. En sonunda 1099'da Haçlı ordusu tekrar Kudüs üzerine yürümek için Antakya'dan ayrıldı. Ama şehir Bizans'a geri verilmedi ve burada Antakya Prensiliği devletini kurup başına Beomondo'yu geçirdiler.
Antakya'dan Kudüs'e geçiş
Haçlı ordusunun Antakya'dan Kudüs'e geçişinin ve yaptığı çarpışmaların kronolojik bir özeti şöyle verilebilir:
- 13 Ocak: Toulouse'lu Raymond'un Haçlı ordusu başında Antakya'dan güneye doğru yürüyüşe başlaması.
- 16 Ocak: Haçlı ordusu Saycar şehrine hücum etmeden şehrin kenarından geçmesi.
- 28 Ocak: Toulouse'lu Raymond'un Hisn-el-Akrad kalesini eline geçirmesi.
- 14 Şubat - 13 Mayıs: Toulouse'lu Raymond'un Haçlı ordusunun Akka kalesini başarısız şekilde kuşatması
- 17 Şubat: Haçlı ordusunun Tartus şehrini eline geçirip talan etmesi.
- 2 Mart: Godefroi de Bouillon'un Jabala kalesine başarısız hücumu.
- 16 Mayıs: Haçlı ordusu hücum etmeden Trablusşam şehri etrafından geçmesi.
- 26-29 Mayıs: Haçlı ordusunun Kasariya önünde yürüyüşüne 3 gün mola verip dinlenmesi.
- 1 Haziran: Haçlı ordusunun Arsuf şehrini eline geçirmesi. Haçlı ordusunun doğuya dönerek Ramalah ve Kudüs yönüne yönelmesi.
- 1 Haziran: Kudüs'e liman olan Yafa şehrinin Fatimî askerî güçleri tarafından yıkılıp terk edilmesi.
- 2 Haziran: Haçlı ordusunun Ramallah şehrini ele geçirmesi ve bu şehir önünde Kudüs'e varmak için yeniden teşkilatlanması.
- 6 - 7 Haziran: Tancred ve Bourg'lu Baudouin komutasında bir Haçlı ordusunun Beytüllahim şehrini ele geçirmesi.
- 7 Temmuz: Haçlı ordusunun Kudüs kalesi önüne gelmesi ve Kudüs Kuşatması'nın başlaması.
Fatimilerin tutumu
Kahire'de iktidar gucunu elinde bulunduran Fatimiler başveziri El-Afdal Sahinsah bir Şii olarak ve Ermeni asilli bir donme olarak Sunniler ve Selcuklu Turklerden hic hoslanmamakta idi. Selcuklularin eski Fatimi arazileri olan Suriye, Filistin ve Kudus'un ellerine gecirip buralari idareleri altina almalari Fatimilerin hosuna gitmemekteydi. Zamaninin Arap tarihcileri, ornegin Ibni Esir, Birinci Hacli seferinin basarisini ve sonunda Dogu Akdeniz'in muslumanlar elinden cikmasini Muslumanlar arasindaki ayrimin bas nedeni olmasina baglaralare
Daha Nisan 1097de El-Afdal Kahire'ye gelen Bizans elcileri tarafindan Kudus'u ele gecirmek hedefli buyuk zirhli suvarilerle Hristiyan ordularinin Konstantinopolis'e vardigindan haberdar edilmisti. Bundan sonra Hacli'larin Anadolu'da ilerlemeleri hakkinda haberler de Misir'a Bizanslilar yoluyla gelmekteydi. Haclilar Antakya'yi kusatmalari sirasinda El-Afdal Haclilara buyuk hediyelerle bir Fatimi elcisi gonderip onlara zafer dilemisti. Suriye'nin iki taraf arasinda bolunmesini Beyrut'un hemen kuzeyindeki bulunan Nerh-ul-Kelp (Kopek Nehiri)'ni Fatimi Devleti'nin yeni kuzey siniri olarak tayin edilmesini onermisti. Buna Antakya Kusatmasi ile mesgul olan Haclilar pozitif bir yanit vermemislerdi. Ama El-Afdal bu sinirin kabul edilecegini beklemekteydi.
Kahire Haziran 1098de Antakya'nin dususu ve uc hafta sonra Kerboga'nin yenilisi haberini aldi. El-Afdal'in bu haberlere karsi reaksiyonu zamanin Arap tarihcisi El-Kalanisi tarafinda bir surpriz olarak anlatilmistir. Temmuz 1098de El_Efdal komutasinda bir buyuk Fatimi ordusu ile Filistin uzerine bir sefere cikti. Bu Fatimi ordusu Misir'dan hareketle Kudus'e geldi ve Kudus'e ele gecirmek hedefiyle bu kaleyi kusatti. Kudus'de hukumet suren Selcuk Emirleri Artukoglu Sokmen ve Il Gazi Antakya'ya yardim icin gitmisler; yenilen Kerboga'nin harekatina katilmislar ve yenilgiden sonra Kudus'e yeni donmuslerdi. Kirk gun kadar suren bir direnmeden sonra Kudus kalesi Fatimiler eline gecti. El-Afdal sehrin idarecisi olan Artukogullarina iyi davranip onlari ve maiyetlerini kuzey Suriye'ye gitmek uzeree serbest birakti. Sonra bu ordu ile Filistin ve Lubnan Akdeniz kiyi boylarindaki sehir ve kalelerin idarelerini ele aldilar. Bu yeni durumdan ozellikle Bizans Imparatorlugu ve Misir'la ticaret eden Avrupali tuccarin yakindan haberleri oldu. Fatimi Basveziri, Hacli ordularindan haberdardi ama daha once yakin iliskileri olan Bizanslilar gibi bu yeni Hristiyan ordularinin da diplomatik ve dis siyaset kurallarina uyacagini sanmaktaydi. Bu yanlis teshis dolayisiyla Fatimi Basveziri Kudus'te nisbeten kucuk bir ordu ile Iftikar el-Devla'yi kale komutani olarak birakip Misir'a geri cekildi.
El-Afdal Hacli ordusunun Ocak 1099da yeniden guney yuruyusu haberini alinca Fatimiler durumunun iyi olmadigini anladi. Haclilara karsi yeni bir ordu toplayamiyacakti. Bizans Imparatoru'na Haclilari durdurmak icin elinden geleni yapmasi icin bir mektup gonderdi ama Aleksius'un Haclilara Arka kalesini kusatirken Kudus'e gitmelerini geciktirme onerisine Hacli liderleri kulak asmadilar. El-Aftal'in Haclilara gonderdigi elcinin Nehr-el-Kalb kuzeyinde durmalarini ve guneydeki Fatimi arazilerine girmemeleri talebi de "Harp teskilinde mizraklarimiz dik, Kudus'e hepimiz gidecegiz" yanitiyla cok sert olarak cevaplandirildi. 19 Mayis 1099da Hacli ordularai Nehr-el-Kalb'i gecerek Fatimi arazilerine girdiler.
Kudus komutani Iftikar el-Devla deneyimli bir askerdi. Kale duvarlarinin El-Eftal kusatmasindan gordugu zarar hemen giderildi. Fatimiler eline gecmeden Kudus kalesi Selcuklu komutanlar tarafindan cok iyi bir sekilde stoklanmisti ve El-Eftal kusatmasinada kullanilan erzak ve edevat yenilendi ve kale uzun bir kusatmaya hazir hale getirildi. Sehir etrafindaki bolgedeki su kaynaklari ve kuyular zehirlendi. Antakya kusatmasinda deneyime uyularak Iftikar el-Devla Hrisiyanlari sehir disina cikartti.
Kudüs kuşatması
Kudus'e yonelen Hacli ordusu Raymond de Toulouse tarafından sevk ve idare edildi. Uzun ve yıpratıcı bir seferden ve Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri pek çok yağma ve katliamdan sonra gerçekten de 7 Temmuz 1099 Kudüs'e vardılar.
Hristiyan Hacli ordularinin ilk hareketlerinin Kudus'deki muslumanlari sasirttigi bildirilir. Hacli ordulari ve takipcileri buyuk gruplar halinde baslari acik dua eder sekilde onlerinde papazlari olarak sehrin etrafinda aglayarak ilahiler soyleyerek gezdikleri ve dini veche gelip kendilerini sehrin duvarlarina attiklari yazilmistir. Fakat cok gecmeden Hacli askerler duruma hakim olup kusatma ciddi olarak basladi. Kudüs'ün kuşatılması sırasında Haclı orduları şehrin surlarına bir çok başarısız saldırılarda bulundular ve geri püskürtüldüler.
Sehrin etrafinda tahta bulup kusatma icin mancinik ve kulelre yapmak imkâni olmadigi anlasilmisti. Ama Filistin'e gelmiş olan Genevizliler Yafa yakinlarinda karaya oturttukları gemilerini parçalayarak tahtalarını Kudüs önlerine getirdiler ve iki tane buyulk kuşatma kulesi yaptılar. Bunlar 14 Temmuz gecesi şehrin duvarları önune getirildi. Gasta adlı birincil kaynaga göre, 15 Temmuz günü bu kulelerden şehrin kuzeydoğu kapısı önünde bulunana Godefroi komuta etmekteydi; askerlerinden iki Flandralı sövalye ilk defa kuleden şehre girmeyi başardı. Bundan sonra Godefroi, kardeşi Boulogne'lu Eustace, Tancerd ve askerleri de şehre girdiler. Raymond komutasındaki ikinci kule bir hendek dolayısıyla ilerleyemedi.
Fakat şehre Haçlıların girdiği haberini öğrenen kapı savunma komutanı Iftikar el-Devle fazla direnis yapamayacagini anlamisti. Raymond Saint Gillies bir haberci gonderek Iftikar El-Devla teslim olursa kendisi ve ordusunun hic ziyan gormeden serbest Kudus'den ayrilmasina izin verilecegini bildirdi. Iftikar el-Devla pek fazla dusunmeden Raymond'un tekliflerini kabul edip teslim olup sehir kapılarini Haclilara açtı. Raymond bu sozunu tuttu ve Iftikar El-Devla ve ordusu aksam Kudus'den ayrilarak Eskalon kalesine gittiler. Kudus Haclilar eline gecti
Kudüs'ün işgali ve şehirdeki Müslüman ve Yahudilerin katliamı
15 Temmuz 1099 günü öğleden sonra, akşam üstü ve ertesi sabah Haçlı ordusu mensupları Kudüs'de bulunan bütün Müslümanları ve Yahudileri öldürmeye başlayıp dünya tarihinde eşine az rastlanır bir vahşet gerçekleştirdiler. Haçlı ordusu Kudüs'te iki gün içinde şehirdeki 70 binden fazla olmak üzere tüm Müslümanları ve Yahudileri kılıçtan geçirdiler.
Birçok Müslüman Kudüslü Mescid-i Aksa camiine ve aynı Hermi Serif-Tapınak Tepesinde Yahudiler de Batı Duvarı (Ağlama Duvarı) kenarında bulunan kendi sinagoglarına sığınmışlardı. Haremi serif-Süleyman Tapınak Tepesi üstünde kendi tapınaklarına sığınanların hepsi tek Müslüman ve Yahudi hayata bırakılmadan öldürüldü. Bu tarihi gerçek hem Batı Avrupalı Haçlılardan tarih yazanlar tarafından hem de zamanın tarihini yazan Arap kaynaklarında belgelenmektedir.
O zamanda yaşamış, ismi bilinmeyen bir Latince tarih yazarının "Gesta Francorum" adlı eserinde bu durum şöyle betimlenmektedir: “ ... bizim askerlerimiz Hazreti Süleyman Tapınağına kadar onları katlederek, öldürerek takip ettiler; burada katliamla o kadar çok kişi öldürülmüştü ki ölenlerin akan kanı katliama devam eden askerlerimizin ayak bileklerine kadar yükselmişti. ”
Yine durumu diğer bir birincil kaynak "Chartres'li Fulcher" tarihinde “ Bu tapınakta 10.000 kişi öldürüldü. Gerçekten orada olsaydınız ayaklarımızın ayak bileklerine kadar öldürülenlerin kanı ile kaplı olduğunu görürdünüz. Daha başka ne denilebilir? Buradaki hiç kimse hayatta bırakılmadı; ne kadınların ne çocukların hayatını bağışladılar. ”
Diğer Haçlı yazarlardan biri olan, Aguiles'li Raymund ("Historia Francorum qui ceperunt Iherusalem" eserinde) bu vahşeti "övünerek" şöyle anlatır: “ Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları - ki bunlar en merhametlileriydi - düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman Tapınağı'nda yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman Tapınağı'nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın bileklerinin boyunu aşıyordu. ”
İbn al-Kalanisi (1073-1160) Şam tarihini işleyen Zeyl Tarih Dimaşk adlı zamanının tarihinde "Ahaliden çoğu öldürüldü. Sinagoglarına sığınan Yahudileri Franklar kafalarının üstünden yaktılar" demekte ve bu yangından sonra hiçbir yaşayan Yahudi kalmadığını yazmaktadır. Bazı yazarlar Haçlı askerlerin Sinagog içinde Yahudiler yanmakta devam ederken "İsam, Sana Tapıyoruz." ilahisini iniltiler üzerine duyurmak için bağırarak söylüyerek sinagog etrafında eğlendiklerini yazarlar.
Arap tarihci Ibn-i al Athir (1160-1233) Al-Kamil fi'l Tarih (Mukkemmel Tarih)" adlı 13 ciltlik abide eserinde “ Kutsal şehrin nüfusu kılıçtan geçirildi ve Frenkler bir hafta süren bir Müslüman katilamına giriştiler. Mescid-i Aksa Camiinde yetmiş binden fazla kişiyi öldürdüler. ”demektedir.
Bazı yazarlar birkaç Müslüman'in bu katliamdan kurtulduklarını söyleyerek bu katliamın önemini azaltmaya yeltenirler. Örneğin, Haçlı komutanı Tancred Tapınak Dağı etrafının kendine verildiği için oraya sığınmış Müslümanlardan bazılarını öldürmekten kurtarmak istediğini; fakat diğer Haçlıların onu dinlemeyip katliama devam ettiklerini bildirler. Yine ismi bilinmiyen "Gesta Francorum" tarih yazarı “ Şehir inançsızlardan ele geçirilince, bizim askerlerimiz şehirde bulunan çok sayıda inancsızı, hem erkek hem kadın, ellerine geçirdiler, bunları ya öldürdüler ya da kul olarak aldılar. ”
diye yazması, şehirlilerinin bazılarının Haçlılar tarafından kul olarak alınmasını Haçlıların ne kadar insaflı davrandıklarına yormaktadırlar. Yine aynı yazarın “ [Liderlerimiz] bütün şehir ölü Arap cesetleri ile dolu olup bunların şehri fena kokuttuklari için bütün ölü [Arap] cesetlerinin şehirden dışarı atılmasını emrettiler ve böylece hayatta kalan Araplar bütün cesetleri şehrin çıkış kapılarına sürüklediler ve oralarda sanki yüksek evler gibi yığınlar yaptılar. İnançsız kişilerin bu kadar büyük katilamını hiç kimse görmüş duymuş değildi. Yakılan ölü cesetleri sanki piramidler gibi yığınlanmıştı. Kaç kişinin öldürülmüş olduğunu Allahtan başka kimse bilemez. ”
diye yazmasından, piramidler gibi ölü yığınları hiç önemsizmiş gibi, ölüleri sürükleyenlerin Arap olmasından (ki bunların Müslüman olup olmadığı işaret edilmemekte) her Müslümanın öldürülmediğine dair bir sonuç çıkarmaktadırlar.
Diğer taraftan bazı yazarlar Ortodoks Hristiyanların da öldürüldüğünü yazmaktadırlar. Buna karşılık Ortodoks Hristiyanların Kudüs fethinden sonra şehirde bulunduğuna dair belgeler bulunmaktadır. Haçlılar şehri ellerine geçirince baş hedefleri olan Kutsal Mezar Kilisesi (Kıyamet Kilisesi) içinde yüzyıllardır Kudüs'un kimin elinde olduğundan hiç etkilenmeden, dinsel görev sağlayan doğulu Hristiyan (Rum, Gürcü, Ermeni, Kopt, Suriyeli vb) papaz ve keşişleri oradan attılar. Bu aşırı fanatik Katolik Haçlı tutumuna direnmek isteyen Doğulu papazlar bu kilisede bulunan "Gerçek İstavroz"'un sakladığı yeri önce ifşa etmrediler. Ama bu bütün Hristiyanlar için kutsal olan eşyayı korumakla görevli papazlar Haçlılar tarafından işkenceye tabi tutuldu. Bu işkenceden sonra bu kutsal kalıntı da zorla Haçlı Hristiyanlar eline geçti.
Sonuç olarak tarafsızlık prensibine güya uyularak, Hristiyan katliamindan kurtulan Müslümanlar bulunduğunu göstererek Haçlı katiliamın aksini iddia edilmesine her ne kadar çalışırlarsa çalışılsın, Birinci Haçlı Seferinde Kudüs'ün Haçlılar tarafından fethinin sonucunun şehir Müslüman ve Yahudi halkının büyük bir vahşetle öldürüldüğü gerçeğini saklamak olanağı bulunmamaktadır. Kaç kişinin nasıl öldürüldüğü hakkında ve daha basitce sadece kaç kişinin öldürüldüğünü tahmin etmek için çok fazla birincil kaynak bulunmadığı; ama zaten 11. yüzyılın hiçbir olayı için de tümüyle inandırıcı birincil kaynak bulunmadığı da gerçektir.
Haçlılar tarafından kurulan devletler
Haçlılar Kudüs'ü zaptettikten sonra, Suriye ve Filistin'de bir Kudüs Krallığı kurdular.
1101 Haçlı seferleri
Bu Birinci Haçlı Seferi'nin üçüncü safhasında ise Filistin'de yerleşen Frank Haçlı'larına destek sağlamak için 1101'de Avrupa'dan ek Haçlı seferleri yapıldı. Bu sefer Konstantinopolis'ten birbiri arkasından yürüyüşe geçen üç değişik sefer ordusu halindeydi.
Baronlar Haçlı Seferi'nde nisbeten uzaktan takip stratejisi uygulayan I. Kılıç Arslan bu seferler için stratejisini değiştirdi. Haçlı ordusunun yolu üzerinde ve yakınlarında bulunan bütün yerleşkeleri ve yetiştirilen hububat ve yiyecekleri yakıp yıkmaya; Haçlı ordusuna iaşe ve hayvan yemi sağlanmasını önlemeye çalıştı. Önemli su, kuyu ve kaynaklarını battal etmeye veya zehirlemeye karar vererek Haçlıların suzuzluktan zayıf düşmelerini sağladı. Bu yeni strateji Selçuklulara göre daha başarılı sonuçlar verdi ve 1101 Haçlı seferlerine iştirak eden üç Haçlı değişik ordusu da, Anadolu içinde (Merzifon'da ve Ereğli'de) imha edildi.
Mayıs 1001de İtalya'dan Lombardlardan oluşan Konstantinopolis'e Milano Piskoposu Anselm idaresinde gelen ve Kudüs'ten Konstantinopolis'e dönmüş olan sefere deneyimli Raymond St Gilles komutası altına geçen 20.000 kişilik Haçlı ordusu beklenmedik bir şekilde Ankara'ya yöneldi; o şehri eline geçirip oradan Niksar'a doğru harekete geçti. Ağustos'da Merzifon'da Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ve Danişmendoğlu ordusu ile yapılan bir muharebe sonucunda bu Haçlı ordusunun 4/5u imha edildi ve kadınlar ve çocuklar esir olarak Türklerin eline geçti.
Haziran sonunda Nevers Kontu Giyom'un komutasında bulunan bir Fransız Haçlı sefer ordusu Ankara, Konya üzerinden Ereğli'ye ilerlemeye başladı. Bu Haçlı ordusu çok geçmeden bu yolu takip etmenin bir hata olduğunu anladı; çünkü önceki Baronlar Haçlı seferi yol etrafına sanki kıran getirmişti. Bu ordu iaşe ve hayvan yemi bulamamaktan bitik bir hale düştü. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ve Danişmend Gazi süvari ordularıyla Merzifon'dan Ağustos sonunda gelip Ereğli'de hemen hücuma geçerek bu orduyu da hemen imha etmek imkânını buldular. Bu ordunun komutanı Nevers'li Giyom bir Türk asıllı bir Bizans askerinden (Türkopol) kılavuz bularak Antakya'ya erişmeyi başardı.
Bu orduyu bir hafta zaman gecikmesiyle Akitanya'li Giyom idaresinde Fransızlar ve Baverya Dükü Wolf komutasında Almanlardan oluşan üçüncü bir Haçlı sefer ordusu takip etmekte idi. Bu Haçlı sefer ordusu askerleri ve asker olmayan kamp takipçileri de açlık ve özellikle susuzluktan tam harabe olarak yine Ereğli (Heraclea)'ya erişebildiler. Orada bulunduğunu gördükleri bir çaya kendilerin atıp susuzluklarini giderdiler. Ne yazık ki bu su Selçuklular tarafından zehirlenmişti ve I. Kılıç Arslan ordusuyla pusuda beklemekteydi. Böylece bu üçüncü Haçlı sefer ordusu da, askerlerinin çoğu ölüp, yaşayanlar da esir alınıp, elimine edildi. Bu ordu komutanları Akitenya'li Giyom ile Baverya Dükü Wolf şahsen Antakya'ya kaçabilmeyi başardılar . Bu 1101 ek Haçlı seferi öyle korkunç ve büyük bir fiyasko sonuçlu olmuştur ki, bu sonuç bu seferin Avrupa dünyası tarafından tümüyle hemen hemen unutulmasına yol açmıştır.