Biz Nerede Hata Yaptık
Tahir Bey, sabah namazından sonra, Eyüp Sultan hazretlerini ziyarete gitmişti. Gözyaşları içinde dua ediyor, ya Rabbi diyor, boyun büküp, hüngür hüngür ağlıyordu. Hemen arkasındaki adamın ve etrafındakilerin kendisine bakmalarına aldırış etmeden, duasına ve yalvarmalarına devam ediyordu. Tahir Bey, duasını bitirip âmin dedikten sonra, bitkin elleri iki yanına düşmüş bir şekilde, Eyüp Sultan hazretlerinin huzurundan ayrıldı. Yavaş adımlarla Eyüp mezarlığının yokuşunu tırmanmaya başladı. Etraf sakindi, arkasından gelen ayak sesleri ile irkildi, geriye dönüp baktığında, kendi yaşlarında sakallı, temiz giyimli bir kişinin kendisine gülümsediğini görüp dedi ki:
—Tahir Bey, sizsiniz değil mi? Hayret, nasıl da, bir anda tanıyamadım.
—Kusura bakmayın efendim, ben çıkartamadım sizi.
—Estağfirullah efendim, uzun yıllar oldu haklısınız, ben de sizi güçlükle tanıyabildim. Bendeniz röntgenci Şakir, hani Malatya’da birlikte çalışmıştık.
Tahir Bey, Malatya’da devlet hastanesinde ortopedi doktoru olarak çalışmış, sonra tayini çıkmış ve İstanbul’a gelmişti. Şakir bey ise Malatya’da emekli olmuş, bir müddet sonra o da, İstanbul’a yerleşmişti. İki arkadaş yıllar sonra, aynı büyüğü ziyarette karşılaşmışlardı. Şakir bey sordu:
—Hayrola Tahir Bey ne işiniz var buralarda?
Şakir beyin şaşırması boşuna değildi. Zira Tahir Bey, pek öyle dini vecibelerini yerine getiren birisi değildi. Ara sıra Cuma namazına gider, ramazanda oruç tutardı.
—Hiç… Sabah namazına kalkmıştım uyuyamadım, gelip mübareği ziyaret edeyim, dua edeyim, belki bu zatın hürmetine rabbim affeder diye düşündüm. Sen ne arıyorsun burada, ben seni Malatya’da zannediyordum.
—Sormayın efendim, emekli olduktan sonra İstanbul’a taşındık. Eyüp’te oturuyoruz, işte şuracığa bir dükkân açtık, küçük bir lokanta, bu saatlerde gelir, bizim oğlanla duamızı yapar dükkânı açarız. Çok şükür geçinip gidiyoruz. Siz de mi burada oturuyorsunuz Tahir Bey?
—Yok efendim, biz Sütlüce’de oturuyoruz. Ben arada sırada gelir ziyaret eder, şu tepedeki dergâhtan Haliç’i seyrederim. Öğlen namazını dergâhta kılıp eve dönerim, adet edinmişim işte.
—Evet, orası bana da çok huzur verir, ben de bazen giderim oraya. Kahvaltı yaptın mı Tahir Bey? Gel Piyer Loti’de çay içip kahvaltı yapalım hem biraz laflarız.
—Olur, gidelim.
Eski dostlar, Piyer Loti’ye doğru yürüdüler. Şakir bey, Tahir beyin çok çökmüş, beli bükülmüş, bitkin haline üzülmüş, bir o kadar da bunun sebebini merak etmişti. Eskiden böyle değildi, bakımlı, dimdik ayakta, neşeli, hareketli bir insandı, neyin onu bu hale getirdiğini merak etti. Bir taraftan yürüyor bir taraftan da eskileri yâd ediyorlardı.
—Tahir Bey çok değişmişsin, doğrusu sen misin, değil misin, bir türlü karar veremedim, o yüzden de uzun süre yanına yaklaşamadım.
—Sen şuna çökmüşsün, ihtiyarlamışsın desene, ne lafı geveliyorsun. Ama sen hiç değişmemişsin, bu sakalda pek yakışmış tonton dedelere benzemişsin.
—Eee öyle de diye biliriz, torun torba sahibi adamız, o kadar olsun değil mi efendim?
Piyer Loti tepesine geldiklerinde bir iki kişiden başka kimse yoktu. Garsona iki çay ve sıcak poğaça söyleyip bir masaya oturdular.
—Anlat bakalım Tahir Bey, ne var ne yok, ne yapıyorsun, çalışıyor musun, haa senin bir oğlan vardı galiba o ne yapıyor?
Derin bir iç çeken Tahir Bey yavaş yavaş anlatmaya başladı. İyi ki arkadaşı karşısına çıkmıştı, yaşadıklarını birileri ile paylaşmaya, konuşmaya öyle çok ihtiyacı vardı ki…
—Benimki çok uzun hikâye… Kendi dertlerimi anlatarak seni sıkmak istemem.
—Hiç olur mu Tahirciğim, biz arkadaşız, ne günler için varız, elbette dertlerimizi paylaşacak, sıkıntılarımızı söyleyeceğiz. Seni Eyüp Sultan hazretleri’nde ilk gördüğümde öyle içten, öyle kırık bir kalple dua ediyor ve ağlıyordun ki, ister istemez dikkatimi çekti, kim acaba diye, sonra daha dikkatli bakınca tanıdım seni, ne idi seni böyle dua ettiren bilmiyorum; ama elimden bir şey gelirse seve seve yapacağımı bilmeni istiyorum.
—Sağ ol kardeşim, Allahü teala razı olsun, sen eskiden de, herkesin yardımına koşardın, hiç değişmemişsin, sağ ol.
—Efendim mademki kuluz, eksik ve muhtacız öyle değil mi? Çaylar da geldi, poğaça da mis gibi koktu mübarek. Bismillah, başlayalım bakalım.
İki eski arkadaş hem çay içip, hem sohbet ediyorlardı. Şakir bey, sözü döndürüp dolaştırıp, Tahir beyin sıkıntısına getirdi. Onu konuşturarak rahatlatmak istiyordu:
—Anlat bakalım arkadaşım, nedir seni üzen, böyle sıkıntıya sokan şey?
—Aman efendim, ne sen sor, ne ben söyleyeyim.
—Sen anlat hele!
—Bizim bir tane, evladımız vardı biliyorsun, olmadı başka, tek evlat dedik yemedik yedirdik, giymedik giydirdik, rahat büyüdü velhasıl. Aman okusun dedik özel kolejlere gönderdik, yetmedi paralı üniversitelerde okuttuk, o da yetmedi mastıra yurt dışına gönderdik. Lafını kesti Şakir Bey
—Okumadı mı yoksa?
—Keşke okumasa idi. Okudu da, iyi halt etti sanki. Geçen yaz tatile geldi, karşımızda görünce, hanım da, ben de şok olduk. Eski çocuğumuz gitmiş, yerine gâvurlara benzeyen biri gelmiş, yanına da bi gâvur kızı almış. Biz, arkadaşı falan diye düşündük, soramadık da… Hanım, yatakları hazırlarken, ayrı odalara hazırlayınca, bizim küçük bey, ‘‘Yatakları niye ayrı serdiniz ki? Biz hep beraber yatarız, o benim eşim’’ demez mi! Ne diyeceğimizi şaşırdık.
En çok ağırıma giden de, ne oldu biliyor musun; düğünlerini kameraya çekmişler onu izlettiler bize, düğünleri kilisede olmuş, rahip onları kutsamış, tabii bunları izlemeye kalbi dayanamadı bizim hanımın, kalp krizi geçirdi, arkasından sol tarafına felç geldi. Hastaneye zor yetiştirdik, annesi hastanede iken, bizim oğlan, annesini ziyarete geldi, geçmiş olsun anne, tanrı seni korusun dedi. Hanım zaten konuşamıyordu baktım ağlıyor. Kahroldum Şakirciğim, kahroldum.
Tahir Bey, bir anda hıçkırıklara boğuldu, koskoca adam, hüngür hüngür ağlıyordu. Şakir bey üzgün, ne yapacağını şaşırmış bir şekilde, Tahir beyi teselli etmeye çalışıyordu. Aradan zaman geçti, birkaç bardak çay içtiler, uzun süre Haliç’i seyrettiler, sonra sessizliği Tahir bey bozdu:
—Biz nerede yanlış yaptık Şakirciğim, biz nerede yanlış yaptık! Tek çocuğumuz dedik, elimizde imkânlarımız var, en iyisini verelim dedik, en iyi okullarda okuttuk, üniversitede altına araba aldık, başka çocuklar otobüsle, dolmuşla giderken, bizim çocuğumuz ezilmeden büzülmeden arabasıyla gidip geldi. Hiç sıkıp bunaltmadık, istediği saatte geldi, istediği saatte gitti, sıkıldım dedi, en iyi yerlere tatillere gönderdik. Yurt dışına göndermeyecektik aslında, annesi dayanamam ben oğluma dedi. Ama oğlanın kötü arkadaşları varmış, yanlış işlere bulaşmış, kumara içkiye falan… Az mı kumar borcu ödedim, neyim var neyim yok satıp tefecilere, kumarcılara verdim. Ama kötü arkadaşlardan kurtaramadım. Sonunda oğlanı yurt dışına gönderdik mastır bahanesiyle de, arkadaşları ile ilişkisini bitirdik. Her şey iyi gidiyordu, mastırını bitirip yurda dönecekti, döndü dönmesine ama, Hıristiyan olarak döndü, kendisi gibi Hıristiyan bir bayanla, boynunda taşıdığı haçıyla döndü. Ahhh! Şakirciğim, biz nerde hata ettik, her şeyi evladımız iyi olsun diye yaptık.
—Tahir Bey, hata aslında söylediklerinde gizli değil mi? Evlatlarımız bizlere Allahü teala tarafından verilen emanetlerdir. Biz emanete iyi bakmadık.
—Aman efendim ben sana ne anlatıyorum deminden beri, varımızı yoğumuzu verdik diyorum, sen emanete iyi bakmadın diyorsun, seninki de nasıl söz bu?
—Tabii iyi bakmadık, bize kimin emaneti? Allahü tealanın değil mi? Yani emanetin sahibi, Yüce Mevla, peki sen emanete, gerçek sahibini tanıttın mı? Oğluna dinini bildirdin mi, seni yaratan var ve onun senden istedikleri var diye söyledin mi?
—Önceleri derslerine çalışsın daha sonra öğrenir dedik, şimdi kafası karışmasın dedik, sonra da bu hale geldi işte…
—Desene biz hatayı; maddi ihtiyaçlarını karşılayıp doyurduk ama, ruhunu aç bıraktık, işte hatayı burada yaptık Tahirciğim, hatayı burada yaptık. Dinini öğretseydin bu hale gelmezdi belki.
Tahir Bey, sabah namazından sonra, Eyüp Sultan hazretlerini ziyarete gitmişti. Gözyaşları içinde dua ediyor, ya Rabbi diyor, boyun büküp, hüngür hüngür ağlıyordu. Hemen arkasındaki adamın ve etrafındakilerin kendisine bakmalarına aldırış etmeden, duasına ve yalvarmalarına devam ediyordu. Tahir Bey, duasını bitirip âmin dedikten sonra, bitkin elleri iki yanına düşmüş bir şekilde, Eyüp Sultan hazretlerinin huzurundan ayrıldı. Yavaş adımlarla Eyüp mezarlığının yokuşunu tırmanmaya başladı. Etraf sakindi, arkasından gelen ayak sesleri ile irkildi, geriye dönüp baktığında, kendi yaşlarında sakallı, temiz giyimli bir kişinin kendisine gülümsediğini görüp dedi ki:
—Tahir Bey, sizsiniz değil mi? Hayret, nasıl da, bir anda tanıyamadım.
—Kusura bakmayın efendim, ben çıkartamadım sizi.
—Estağfirullah efendim, uzun yıllar oldu haklısınız, ben de sizi güçlükle tanıyabildim. Bendeniz röntgenci Şakir, hani Malatya’da birlikte çalışmıştık.
Tahir Bey, Malatya’da devlet hastanesinde ortopedi doktoru olarak çalışmış, sonra tayini çıkmış ve İstanbul’a gelmişti. Şakir bey ise Malatya’da emekli olmuş, bir müddet sonra o da, İstanbul’a yerleşmişti. İki arkadaş yıllar sonra, aynı büyüğü ziyarette karşılaşmışlardı. Şakir bey sordu:
—Hayrola Tahir Bey ne işiniz var buralarda?
Şakir beyin şaşırması boşuna değildi. Zira Tahir Bey, pek öyle dini vecibelerini yerine getiren birisi değildi. Ara sıra Cuma namazına gider, ramazanda oruç tutardı.
—Hiç… Sabah namazına kalkmıştım uyuyamadım, gelip mübareği ziyaret edeyim, dua edeyim, belki bu zatın hürmetine rabbim affeder diye düşündüm. Sen ne arıyorsun burada, ben seni Malatya’da zannediyordum.
—Sormayın efendim, emekli olduktan sonra İstanbul’a taşındık. Eyüp’te oturuyoruz, işte şuracığa bir dükkân açtık, küçük bir lokanta, bu saatlerde gelir, bizim oğlanla duamızı yapar dükkânı açarız. Çok şükür geçinip gidiyoruz. Siz de mi burada oturuyorsunuz Tahir Bey?
—Yok efendim, biz Sütlüce’de oturuyoruz. Ben arada sırada gelir ziyaret eder, şu tepedeki dergâhtan Haliç’i seyrederim. Öğlen namazını dergâhta kılıp eve dönerim, adet edinmişim işte.
—Evet, orası bana da çok huzur verir, ben de bazen giderim oraya. Kahvaltı yaptın mı Tahir Bey? Gel Piyer Loti’de çay içip kahvaltı yapalım hem biraz laflarız.
—Olur, gidelim.
Eski dostlar, Piyer Loti’ye doğru yürüdüler. Şakir bey, Tahir beyin çok çökmüş, beli bükülmüş, bitkin haline üzülmüş, bir o kadar da bunun sebebini merak etmişti. Eskiden böyle değildi, bakımlı, dimdik ayakta, neşeli, hareketli bir insandı, neyin onu bu hale getirdiğini merak etti. Bir taraftan yürüyor bir taraftan da eskileri yâd ediyorlardı.
—Tahir Bey çok değişmişsin, doğrusu sen misin, değil misin, bir türlü karar veremedim, o yüzden de uzun süre yanına yaklaşamadım.
—Sen şuna çökmüşsün, ihtiyarlamışsın desene, ne lafı geveliyorsun. Ama sen hiç değişmemişsin, bu sakalda pek yakışmış tonton dedelere benzemişsin.
—Eee öyle de diye biliriz, torun torba sahibi adamız, o kadar olsun değil mi efendim?
Piyer Loti tepesine geldiklerinde bir iki kişiden başka kimse yoktu. Garsona iki çay ve sıcak poğaça söyleyip bir masaya oturdular.
—Anlat bakalım Tahir Bey, ne var ne yok, ne yapıyorsun, çalışıyor musun, haa senin bir oğlan vardı galiba o ne yapıyor?
Derin bir iç çeken Tahir Bey yavaş yavaş anlatmaya başladı. İyi ki arkadaşı karşısına çıkmıştı, yaşadıklarını birileri ile paylaşmaya, konuşmaya öyle çok ihtiyacı vardı ki…
—Benimki çok uzun hikâye… Kendi dertlerimi anlatarak seni sıkmak istemem.
—Hiç olur mu Tahirciğim, biz arkadaşız, ne günler için varız, elbette dertlerimizi paylaşacak, sıkıntılarımızı söyleyeceğiz. Seni Eyüp Sultan hazretleri’nde ilk gördüğümde öyle içten, öyle kırık bir kalple dua ediyor ve ağlıyordun ki, ister istemez dikkatimi çekti, kim acaba diye, sonra daha dikkatli bakınca tanıdım seni, ne idi seni böyle dua ettiren bilmiyorum; ama elimden bir şey gelirse seve seve yapacağımı bilmeni istiyorum.
—Sağ ol kardeşim, Allahü teala razı olsun, sen eskiden de, herkesin yardımına koşardın, hiç değişmemişsin, sağ ol.
—Efendim mademki kuluz, eksik ve muhtacız öyle değil mi? Çaylar da geldi, poğaça da mis gibi koktu mübarek. Bismillah, başlayalım bakalım.
İki eski arkadaş hem çay içip, hem sohbet ediyorlardı. Şakir bey, sözü döndürüp dolaştırıp, Tahir beyin sıkıntısına getirdi. Onu konuşturarak rahatlatmak istiyordu:
—Anlat bakalım arkadaşım, nedir seni üzen, böyle sıkıntıya sokan şey?
—Aman efendim, ne sen sor, ne ben söyleyeyim.
—Sen anlat hele!
—Bizim bir tane, evladımız vardı biliyorsun, olmadı başka, tek evlat dedik yemedik yedirdik, giymedik giydirdik, rahat büyüdü velhasıl. Aman okusun dedik özel kolejlere gönderdik, yetmedi paralı üniversitelerde okuttuk, o da yetmedi mastıra yurt dışına gönderdik. Lafını kesti Şakir Bey
—Okumadı mı yoksa?
—Keşke okumasa idi. Okudu da, iyi halt etti sanki. Geçen yaz tatile geldi, karşımızda görünce, hanım da, ben de şok olduk. Eski çocuğumuz gitmiş, yerine gâvurlara benzeyen biri gelmiş, yanına da bi gâvur kızı almış. Biz, arkadaşı falan diye düşündük, soramadık da… Hanım, yatakları hazırlarken, ayrı odalara hazırlayınca, bizim küçük bey, ‘‘Yatakları niye ayrı serdiniz ki? Biz hep beraber yatarız, o benim eşim’’ demez mi! Ne diyeceğimizi şaşırdık.
En çok ağırıma giden de, ne oldu biliyor musun; düğünlerini kameraya çekmişler onu izlettiler bize, düğünleri kilisede olmuş, rahip onları kutsamış, tabii bunları izlemeye kalbi dayanamadı bizim hanımın, kalp krizi geçirdi, arkasından sol tarafına felç geldi. Hastaneye zor yetiştirdik, annesi hastanede iken, bizim oğlan, annesini ziyarete geldi, geçmiş olsun anne, tanrı seni korusun dedi. Hanım zaten konuşamıyordu baktım ağlıyor. Kahroldum Şakirciğim, kahroldum.
Tahir Bey, bir anda hıçkırıklara boğuldu, koskoca adam, hüngür hüngür ağlıyordu. Şakir bey üzgün, ne yapacağını şaşırmış bir şekilde, Tahir beyi teselli etmeye çalışıyordu. Aradan zaman geçti, birkaç bardak çay içtiler, uzun süre Haliç’i seyrettiler, sonra sessizliği Tahir bey bozdu:
—Biz nerede yanlış yaptık Şakirciğim, biz nerede yanlış yaptık! Tek çocuğumuz dedik, elimizde imkânlarımız var, en iyisini verelim dedik, en iyi okullarda okuttuk, üniversitede altına araba aldık, başka çocuklar otobüsle, dolmuşla giderken, bizim çocuğumuz ezilmeden büzülmeden arabasıyla gidip geldi. Hiç sıkıp bunaltmadık, istediği saatte geldi, istediği saatte gitti, sıkıldım dedi, en iyi yerlere tatillere gönderdik. Yurt dışına göndermeyecektik aslında, annesi dayanamam ben oğluma dedi. Ama oğlanın kötü arkadaşları varmış, yanlış işlere bulaşmış, kumara içkiye falan… Az mı kumar borcu ödedim, neyim var neyim yok satıp tefecilere, kumarcılara verdim. Ama kötü arkadaşlardan kurtaramadım. Sonunda oğlanı yurt dışına gönderdik mastır bahanesiyle de, arkadaşları ile ilişkisini bitirdik. Her şey iyi gidiyordu, mastırını bitirip yurda dönecekti, döndü dönmesine ama, Hıristiyan olarak döndü, kendisi gibi Hıristiyan bir bayanla, boynunda taşıdığı haçıyla döndü. Ahhh! Şakirciğim, biz nerde hata ettik, her şeyi evladımız iyi olsun diye yaptık.
—Tahir Bey, hata aslında söylediklerinde gizli değil mi? Evlatlarımız bizlere Allahü teala tarafından verilen emanetlerdir. Biz emanete iyi bakmadık.
—Aman efendim ben sana ne anlatıyorum deminden beri, varımızı yoğumuzu verdik diyorum, sen emanete iyi bakmadın diyorsun, seninki de nasıl söz bu?
—Tabii iyi bakmadık, bize kimin emaneti? Allahü tealanın değil mi? Yani emanetin sahibi, Yüce Mevla, peki sen emanete, gerçek sahibini tanıttın mı? Oğluna dinini bildirdin mi, seni yaratan var ve onun senden istedikleri var diye söyledin mi?
—Önceleri derslerine çalışsın daha sonra öğrenir dedik, şimdi kafası karışmasın dedik, sonra da bu hale geldi işte…
—Desene biz hatayı; maddi ihtiyaçlarını karşılayıp doyurduk ama, ruhunu aç bıraktık, işte hatayı burada yaptık Tahirciğim, hatayı burada yaptık. Dinini öğretseydin bu hale gelmezdi belki.