Apancene
Aktif
Genç kız usulca yazıya dokunuyor. Bir çiçeğe dokunur gibi. Portakal kokuyor yazı. Güzellik kokuyor. Sükûnete, sadeliğe, huzura ve uyuma davet ediyor. Kim yazmış acaba? Niye yazmış? Çantasından bir defter çıkarıyor, gördüğü yazıyı aynen defterine geçiriyor: EDEP YA HU EDEP BUGÜN BİR İYİLİK YAP
Şehrin kalabalık bir semtinde, trafiğin yoğun olduğu bir saatteyiz. Yağmur çiseliyor hafiften. Yağmur hem ince ince yağıyor hem her damlada bütün şehri altüst etmeyi başarıyor. Bir otobüs yanaşıyor durağa. Yolcularını alıyor, yolcularını bırakıyor. Otobüsün arka tarafında camdan dışarı bakan bir adam var. Orta yaşlı bir adam. Ne şişman ne zayıf. Ne esmer ne sarışın. Belki bir devlet kurumunda çalışıyor ya da özel bir şirkette. Dalgın, durgun bakıyor etrafa. Koşturan insanlara, renklere, desenlere, insanlığın hallerine... Derken aniden bir şey dikkatini çekiyor. İleride bir apartmanın yan cephesinde mor boyayla yazılmış bir yazı duruyor: EDEP YA HU EDEP, BUGÜN BİR İYİLİK YAP
Adam gözlerini kırpıştırarak bakıyor yazıya, tekrar bakıyor. Öylesine alışkın ki başka türlü duvar yazıları görmeye, bunu yadırgıyor. Halbuki çöp dökmemeyle ilgili bir yazı görse yadırgamazdı. Ya da siyasi içerikli bir yazı olsaydı. Filanca partiyi tutanların ya da falanca partiye kızanların yazdığı bir yazı. Veya bir aşk ilanı olsaydı... "Zeynep seni seviyorum..." gibi bir şey mesela. Ya da "kömür gözlüm... " Onları da yadırgamazdı. Her şehirli insan gibi adamın da gözleri alışkın orda burda bu tür yazılar görmeye. Ama bu seferki yazı farklı. Kim yazmış acaba? Niye yazmış? İnip bakmak istiyor bir an. Yakından görmek. Dokunmak harflere. Ama otobüs tam o an hareket ediyor. Adam hiç düşünmeden yerinden kalkıp otobüsün arka tarafına gidiyor ve yüzünü cama yapıştırıp, oradan bakıyor duvar yazısına. Bakabildiği kadar bakıyor. Ta ki harfler ufukta minnacık birer nokta oluncaya dek.
Genç kız üniversite öğrencisi. Henüz ikinci sınıfta. İdealist, girişken, azıcık romantik, deli dolu, okumayı seviyor, müziği ve sinemayı da. İsmi önemli değil. Yeliz ya da Ayşegül, fark etmez. Sosyal Bilimler okuyor ya da mühendislik. Sınavı var bugün, üstelik geç kalmak üzere, koşturuyor yollarda. Kampustan içeri girerken gözü bir an için yan tarafta duran satıcıya takılıyor. Satıcının tezgâhının üzerinde elmalar, armutlar, portakallar dizili. Her bir meyva öbeğinin üzerinde fiyatının yazılı olduğu bir karton var. Ve el arabasının kenarında bir kağıt, üzerinde mor harflerle yazılmış bir yazı duruyor. Genç kız hayretle bakıyor yazıya. İnanamıyor gözlerine. Sınavı filan unutuyor bir an. Yaklaşıyor.
"Sen mi yazdın bu yazıyı?" diye soruyor satıcıya.
Satıcı esmer zayıf bir adamcağız. Sigaradan sararmış dişlerini saklamaya çalışarak, yarı mahçup gülümsüyor. "Yok ben yazmadım. Az evvel yaşlı başlı bir adam geldi, bunu verdi. Ben de sevdim. Aldım koydum oraya." Genç kız usulca yazıya dokunuyor. Bir çiçeğe dokunur gibi. Portakal kokuyor yazı. Güzellik kokuyor. Sükûnete, sadeliğe, huzura ve uyuma davet ediyor. Kim yazmış acaba? Niye yazmış? Çantasından bir defter çıkarıyor, gördüğü yazıyı aynen defterine geçiriyor: EDEP YA HU EDEP, BUGÜN BİR İYİLİK YAP
Gecenin bir saati, şehrin bıçkın yüzü, kenar semti. Pavyonların önünde taksiler bekliyor, sokak aralarında alacaklılar kavga ediyor, sarhoş bir adam ağaç altına kusuyor, tam şu anda birileri birilerini dolandırıyor, yalanlar söyleniyor, sahte kahkahalar atılıyor, hüznün üstü örtülüyor, makyaj makyaj üstüne. Şehir bu saatte hiç olmadığı kadar hırçın ve kızgın. Ve tüm bu keşmekeşin ortasında bir hayat kadını yürüyor tek başına. Rimeli akmış ağlamaktan. Hırpalanmış. Yaşamak istemiyor. Bu gece intiharı düşünüyor.
Rastgele bir taksiye biniyor. "Anadolu yakasına geçeceğiz" diyor. Halbuki geçmeyecek. Boğaz Köprüsü'nde inecek. Oraya kadar taksimetre ne yazmışsa kuruşu kuruşuna ödeyecek ama. Herkes onu aldattı hayatta ama o kimseyi dolandırmadan gidecek ölüme. Planı böyle. Taksici güngörmüş adam, dikiz aynasından bakıyor, bir şey söylemiyor. Anladı mı acaba yolcusunun intihara gittiğini?
Köprünün ortasında yavaşlıyor taksi. "Abla," diyor taksici. "Bak bana bugün ne geldi?" Kadın evvela anlamıyor söyleneni. Taksici ısrarla ona bir yirmi lira uzatıyor. Minnacık bir yazı yazılı üzerinde, mor harflerle. "Sende kalsın" diyor taksici. "Çantanda taşı. Moral verir. Yüreğini ferah tutarsın."
Kadın başını eğiyor. Bütün gece bastırdığı hüzün balon gibi kaçıyor elinden. Tutamıyor. "Ağlama be abla," diyor taksici. "Ağlama bak beni de ağlatacaksın."
Sabaha karşı İstanbul. Taksici ve hayat kadını deniz kenarında köfte ekmek satan seyyar satıcının önünde duruyorlar. Sessizce denize bakıyorlar. Ödeme zamanı gelince kadın kendisine verilen yirmi lirayı uzatıyor. "Bana iyi geldi, belki başkasına da iyi gelir... "
Otobüsteki adam duvarda bir yazı gördü. Öyle bir yazı ki çıkmadı aklından. Aynı gün uğradığı bankada sıra numarası için makineden bir kağıt aldı. Duvarda gördüğü yazıyı oraya yazdı. Banka sırası kendisine gelince bu kağıt parçasını minik kutunun içine bıraktı. Bir sonraki banka müşterisi yaşlı bir adamdı, emekli öğretmen Muzaffer Bey. Tesadüfen aynı vezneye gelince yazıyı buldu, bir kağıda not etti. O gün bir üniversitenin yakınlarında işi vardı. Meyve satan satıcının yanından geçerken dayanamadı, yazıyı ona verdi. On dakika sonra oradan geçen üniversite öğrencisi genç kız yazıyı gördü, sevdi. Yirmi liranın üstüne yazdı. Aynı gün marketten alışveriş yapınca o yirmi lirayı kullandı. Para gün içinde elden ele dolaştı ve en nihayetinde bir taksi şoförüne ulaştı. Taksici baktı yazıya, sevdi. Gece arabasına binen hayat kadınına verdi.
Köfteci kendisine uzatılan parayı aldı. Üzerindeki yazıya bakakaldı. Yüreğinin bir yeri ışıldadı. Bir hayır yapmak istedi, tanımadığı bir cana yardım etmek, güzelliğe vesile olmak.... Yazıyı kağıda geçirip kamyonetinin duvarına astı. Orada köfte ekmek yiyen bütün müşteriler gördüler ve başka başka yerlere yazdılar. Bir fısıltı gibi yayıldı yazı. Rüzgâr gibi yayıldı.
EDEP YA HU EDEP, BUGÜN BİR İYİLİK YAP
Şehrin kalabalık bir semtinde, trafiğin yoğun olduğu bir saatteyiz. Yağmur çiseliyor hafiften. Yağmur hem ince ince yağıyor hem her damlada bütün şehri altüst etmeyi başarıyor. Bir otobüs yanaşıyor durağa. Yolcularını alıyor, yolcularını bırakıyor. Otobüsün arka tarafında camdan dışarı bakan bir adam var. Orta yaşlı bir adam. Ne şişman ne zayıf. Ne esmer ne sarışın. Belki bir devlet kurumunda çalışıyor ya da özel bir şirkette. Dalgın, durgun bakıyor etrafa. Koşturan insanlara, renklere, desenlere, insanlığın hallerine... Derken aniden bir şey dikkatini çekiyor. İleride bir apartmanın yan cephesinde mor boyayla yazılmış bir yazı duruyor: EDEP YA HU EDEP, BUGÜN BİR İYİLİK YAP
Adam gözlerini kırpıştırarak bakıyor yazıya, tekrar bakıyor. Öylesine alışkın ki başka türlü duvar yazıları görmeye, bunu yadırgıyor. Halbuki çöp dökmemeyle ilgili bir yazı görse yadırgamazdı. Ya da siyasi içerikli bir yazı olsaydı. Filanca partiyi tutanların ya da falanca partiye kızanların yazdığı bir yazı. Veya bir aşk ilanı olsaydı... "Zeynep seni seviyorum..." gibi bir şey mesela. Ya da "kömür gözlüm... " Onları da yadırgamazdı. Her şehirli insan gibi adamın da gözleri alışkın orda burda bu tür yazılar görmeye. Ama bu seferki yazı farklı. Kim yazmış acaba? Niye yazmış? İnip bakmak istiyor bir an. Yakından görmek. Dokunmak harflere. Ama otobüs tam o an hareket ediyor. Adam hiç düşünmeden yerinden kalkıp otobüsün arka tarafına gidiyor ve yüzünü cama yapıştırıp, oradan bakıyor duvar yazısına. Bakabildiği kadar bakıyor. Ta ki harfler ufukta minnacık birer nokta oluncaya dek.
Genç kız üniversite öğrencisi. Henüz ikinci sınıfta. İdealist, girişken, azıcık romantik, deli dolu, okumayı seviyor, müziği ve sinemayı da. İsmi önemli değil. Yeliz ya da Ayşegül, fark etmez. Sosyal Bilimler okuyor ya da mühendislik. Sınavı var bugün, üstelik geç kalmak üzere, koşturuyor yollarda. Kampustan içeri girerken gözü bir an için yan tarafta duran satıcıya takılıyor. Satıcının tezgâhının üzerinde elmalar, armutlar, portakallar dizili. Her bir meyva öbeğinin üzerinde fiyatının yazılı olduğu bir karton var. Ve el arabasının kenarında bir kağıt, üzerinde mor harflerle yazılmış bir yazı duruyor. Genç kız hayretle bakıyor yazıya. İnanamıyor gözlerine. Sınavı filan unutuyor bir an. Yaklaşıyor.
"Sen mi yazdın bu yazıyı?" diye soruyor satıcıya.
Satıcı esmer zayıf bir adamcağız. Sigaradan sararmış dişlerini saklamaya çalışarak, yarı mahçup gülümsüyor. "Yok ben yazmadım. Az evvel yaşlı başlı bir adam geldi, bunu verdi. Ben de sevdim. Aldım koydum oraya." Genç kız usulca yazıya dokunuyor. Bir çiçeğe dokunur gibi. Portakal kokuyor yazı. Güzellik kokuyor. Sükûnete, sadeliğe, huzura ve uyuma davet ediyor. Kim yazmış acaba? Niye yazmış? Çantasından bir defter çıkarıyor, gördüğü yazıyı aynen defterine geçiriyor: EDEP YA HU EDEP, BUGÜN BİR İYİLİK YAP
Gecenin bir saati, şehrin bıçkın yüzü, kenar semti. Pavyonların önünde taksiler bekliyor, sokak aralarında alacaklılar kavga ediyor, sarhoş bir adam ağaç altına kusuyor, tam şu anda birileri birilerini dolandırıyor, yalanlar söyleniyor, sahte kahkahalar atılıyor, hüznün üstü örtülüyor, makyaj makyaj üstüne. Şehir bu saatte hiç olmadığı kadar hırçın ve kızgın. Ve tüm bu keşmekeşin ortasında bir hayat kadını yürüyor tek başına. Rimeli akmış ağlamaktan. Hırpalanmış. Yaşamak istemiyor. Bu gece intiharı düşünüyor.
Rastgele bir taksiye biniyor. "Anadolu yakasına geçeceğiz" diyor. Halbuki geçmeyecek. Boğaz Köprüsü'nde inecek. Oraya kadar taksimetre ne yazmışsa kuruşu kuruşuna ödeyecek ama. Herkes onu aldattı hayatta ama o kimseyi dolandırmadan gidecek ölüme. Planı böyle. Taksici güngörmüş adam, dikiz aynasından bakıyor, bir şey söylemiyor. Anladı mı acaba yolcusunun intihara gittiğini?
Köprünün ortasında yavaşlıyor taksi. "Abla," diyor taksici. "Bak bana bugün ne geldi?" Kadın evvela anlamıyor söyleneni. Taksici ısrarla ona bir yirmi lira uzatıyor. Minnacık bir yazı yazılı üzerinde, mor harflerle. "Sende kalsın" diyor taksici. "Çantanda taşı. Moral verir. Yüreğini ferah tutarsın."
Kadın başını eğiyor. Bütün gece bastırdığı hüzün balon gibi kaçıyor elinden. Tutamıyor. "Ağlama be abla," diyor taksici. "Ağlama bak beni de ağlatacaksın."
Sabaha karşı İstanbul. Taksici ve hayat kadını deniz kenarında köfte ekmek satan seyyar satıcının önünde duruyorlar. Sessizce denize bakıyorlar. Ödeme zamanı gelince kadın kendisine verilen yirmi lirayı uzatıyor. "Bana iyi geldi, belki başkasına da iyi gelir... "
Otobüsteki adam duvarda bir yazı gördü. Öyle bir yazı ki çıkmadı aklından. Aynı gün uğradığı bankada sıra numarası için makineden bir kağıt aldı. Duvarda gördüğü yazıyı oraya yazdı. Banka sırası kendisine gelince bu kağıt parçasını minik kutunun içine bıraktı. Bir sonraki banka müşterisi yaşlı bir adamdı, emekli öğretmen Muzaffer Bey. Tesadüfen aynı vezneye gelince yazıyı buldu, bir kağıda not etti. O gün bir üniversitenin yakınlarında işi vardı. Meyve satan satıcının yanından geçerken dayanamadı, yazıyı ona verdi. On dakika sonra oradan geçen üniversite öğrencisi genç kız yazıyı gördü, sevdi. Yirmi liranın üstüne yazdı. Aynı gün marketten alışveriş yapınca o yirmi lirayı kullandı. Para gün içinde elden ele dolaştı ve en nihayetinde bir taksi şoförüne ulaştı. Taksici baktı yazıya, sevdi. Gece arabasına binen hayat kadınına verdi.
Köfteci kendisine uzatılan parayı aldı. Üzerindeki yazıya bakakaldı. Yüreğinin bir yeri ışıldadı. Bir hayır yapmak istedi, tanımadığı bir cana yardım etmek, güzelliğe vesile olmak.... Yazıyı kağıda geçirip kamyonetinin duvarına astı. Orada köfte ekmek yiyen bütün müşteriler gördüler ve başka başka yerlere yazdılar. Bir fısıltı gibi yayıldı yazı. Rüzgâr gibi yayıldı.
EDEP YA HU EDEP, BUGÜN BİR İYİLİK YAP