Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)'in dünyaya teşrif ettikleri [20 Nisan 571 Pazartesi] Rabiülevvel ayının 12. gecesidir ki buna Mevlidi Nebi [Kutlu Doğum] denir. Kâinat ve beşeriyetin yüzyıllardır yolunu gözlediği o Peygamberler Peygamberi'nin doğum günüdür bugün.
Hz. İbrahim'in duası, Hz. İsâ'nın müjdesi ve dedesi Abdülmuttalip ve annesi Âmine'nin rüyasıdır. Fil vak'ası onu haber verdi. Doğduğu gece irhasât denilen bir takım olağanüstü hâdiseler cereyan etti.
Dünyanın doğusunu ve batısını aydınlatan bir nur görüldü. Sâve Gölünün suları bir anda çekiliverdi. Ateşe tapanların bin yıldır aralıksız yanmakta olan ateşleri hiç sebepsiz sönüverdi.
Asırlardır kupkuru olan Semâve Vadisi, seller altında kaldı. Gökyüzünden onlarca yıldız kaydı. Kisrâ'nın saraylarından ondört burc kendiliğinden yıkıldı. Kâbe'deki putların pek çoğu baş aşağı devrildi.
Şeytân, ölesiye çığlık kopardı. Daha ne gizemli olaylar iç içe ve peş peşe yaşandı. Nasıl yaşanmasındı ki Kâinatın Efendisi, İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Ahmedi Mahmudu Muhammed Mustafa (s.a.v) dünyaya teşrif ediyorlardı. Bütün varlık O'nu ayakta karşılamıştı.
Doğum ânı öncesi hanei saadetleri nurla doldu, yıldızlar evin üzerine salkım salkım dökülecekmiş gibi aktı. 96 Seher vaktiydi. Bir ara Âmine validemizin kulağına müthiş bir ses geldi. Korkudan eriyecek gibi oldu. Bir de ne görsün? Bembeyaz bir kuş peydahlandı ve yanına geldi; sonra da kanatlarıyla Âmine'nin sırtını sıvazladı. Ne korku kaldı, ne kaygı. Yine doğum öncesi başka bir nur gözüktü. Âmine'ye bu nur ile Şam'ın saray ve köşkleri gösterildi. Kendisine ak bir kâse içinde şerbet sunuldu. İçer içmez de muhteşem bir nur bulutu kendisini sardı.
Tam o esnada mukaddes doğum gerçekleşti. O sıra ebesi Şifa Hatun gizemli bir ses duydu: Allah'ın rahmeti, Onun üzerine olsun! diye. Hattâ Rum diyarının bazı sarayları bile görünmüştü kendisine. Maşrık ile mağrib arası nurlara boğulmuştu. Annesinin anlattığına göre: Doğuda, batıda ve Kâbe"nin üzerinde bir bayrak gördüm. Doğum tamamlanmıştı. Yavruma baktım, secdedeydi. Parmağını da göğe kaldırmıştı. Hemen bir ak bulut inip onu kapladı. Şöyle bir ses işittim: "Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin. Tâ ki mahlukât Muhammed"i ismiyle, sıfatıyla, sûretiyle tanısınlar!" Biraz sonra da bulut gözden kaybolup gitti.
Hz. Âdem'den başlayarak devirlerden devirlere, aileden aileye intikal ede ede gelen o Biricik Nur, artık vücud sahnesinde varlık bulmuştu.
Efendimiz'in Allah'ın ilk yarattığı şey, benim nûrumdur. dediği kendi Nur'u, beden giymiş, görünür hâle gelmişti. Her çocuk doğunca yere düşerken, o ise ellerini yere dayamış, önce secde edip sonra da başını ve parmağını semaya kaldırmıştı.
Doğduğunda sünnetli ve göbek bağı kesilmiş vaziyetteydi. Sırtında, iki kürek kemiği arasında, tam kalbinin hizasında peygamberlik mührü Hâtemi Nübüvvet vardı. Dedesi Abdülmuttalip adını Muhammed koymuştu. Övülen demekti. Zira onu Allah övmüştü; melekler, insanlar ve cinler de övecekti.
Sonra o Nur topunu alarak Kâbe"ye götürdü ve Allah'a duada bulundu: Bana bu temiz çocuğu ihsan eden Allah'a hamdolsun! dedi. Nasıl ki insanlara ve cinlere sonsuz mutluluğun yollarını gösterecek Nebi dünyaya teşrif edince bütün varlık ayağa kalkmıştı. Teşrifinden asırlar sonra da Doğdu ol saatte ol Sultânı Dîl / Nûra gark oldu semâvât ü zemîn S.Çelebi deyince mevlidhânlar, benzeri bir heyecanla Mü'minler Hoş geldin ey Kutlu Nebi! mânâsına ayağa kalkmaya devam ediyorlar. Bir edep anlayış ve göstergesi olan bu hürmet ve tazimlerini, O'na arz etmeye çalışıyorlar.
Hz. İbrahim'in duası, Hz. İsâ'nın müjdesi ve dedesi Abdülmuttalip ve annesi Âmine'nin rüyasıdır. Fil vak'ası onu haber verdi. Doğduğu gece irhasât denilen bir takım olağanüstü hâdiseler cereyan etti.
Dünyanın doğusunu ve batısını aydınlatan bir nur görüldü. Sâve Gölünün suları bir anda çekiliverdi. Ateşe tapanların bin yıldır aralıksız yanmakta olan ateşleri hiç sebepsiz sönüverdi.
Asırlardır kupkuru olan Semâve Vadisi, seller altında kaldı. Gökyüzünden onlarca yıldız kaydı. Kisrâ'nın saraylarından ondört burc kendiliğinden yıkıldı. Kâbe'deki putların pek çoğu baş aşağı devrildi.
Şeytân, ölesiye çığlık kopardı. Daha ne gizemli olaylar iç içe ve peş peşe yaşandı. Nasıl yaşanmasındı ki Kâinatın Efendisi, İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Ahmedi Mahmudu Muhammed Mustafa (s.a.v) dünyaya teşrif ediyorlardı. Bütün varlık O'nu ayakta karşılamıştı.
Doğum ânı öncesi hanei saadetleri nurla doldu, yıldızlar evin üzerine salkım salkım dökülecekmiş gibi aktı. 96 Seher vaktiydi. Bir ara Âmine validemizin kulağına müthiş bir ses geldi. Korkudan eriyecek gibi oldu. Bir de ne görsün? Bembeyaz bir kuş peydahlandı ve yanına geldi; sonra da kanatlarıyla Âmine'nin sırtını sıvazladı. Ne korku kaldı, ne kaygı. Yine doğum öncesi başka bir nur gözüktü. Âmine'ye bu nur ile Şam'ın saray ve köşkleri gösterildi. Kendisine ak bir kâse içinde şerbet sunuldu. İçer içmez de muhteşem bir nur bulutu kendisini sardı.
Tam o esnada mukaddes doğum gerçekleşti. O sıra ebesi Şifa Hatun gizemli bir ses duydu: Allah'ın rahmeti, Onun üzerine olsun! diye. Hattâ Rum diyarının bazı sarayları bile görünmüştü kendisine. Maşrık ile mağrib arası nurlara boğulmuştu. Annesinin anlattığına göre: Doğuda, batıda ve Kâbe"nin üzerinde bir bayrak gördüm. Doğum tamamlanmıştı. Yavruma baktım, secdedeydi. Parmağını da göğe kaldırmıştı. Hemen bir ak bulut inip onu kapladı. Şöyle bir ses işittim: "Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin. Tâ ki mahlukât Muhammed"i ismiyle, sıfatıyla, sûretiyle tanısınlar!" Biraz sonra da bulut gözden kaybolup gitti.
Hz. Âdem'den başlayarak devirlerden devirlere, aileden aileye intikal ede ede gelen o Biricik Nur, artık vücud sahnesinde varlık bulmuştu.
Efendimiz'in Allah'ın ilk yarattığı şey, benim nûrumdur. dediği kendi Nur'u, beden giymiş, görünür hâle gelmişti. Her çocuk doğunca yere düşerken, o ise ellerini yere dayamış, önce secde edip sonra da başını ve parmağını semaya kaldırmıştı.
Doğduğunda sünnetli ve göbek bağı kesilmiş vaziyetteydi. Sırtında, iki kürek kemiği arasında, tam kalbinin hizasında peygamberlik mührü Hâtemi Nübüvvet vardı. Dedesi Abdülmuttalip adını Muhammed koymuştu. Övülen demekti. Zira onu Allah övmüştü; melekler, insanlar ve cinler de övecekti.
Sonra o Nur topunu alarak Kâbe"ye götürdü ve Allah'a duada bulundu: Bana bu temiz çocuğu ihsan eden Allah'a hamdolsun! dedi. Nasıl ki insanlara ve cinlere sonsuz mutluluğun yollarını gösterecek Nebi dünyaya teşrif edince bütün varlık ayağa kalkmıştı. Teşrifinden asırlar sonra da Doğdu ol saatte ol Sultânı Dîl / Nûra gark oldu semâvât ü zemîn S.Çelebi deyince mevlidhânlar, benzeri bir heyecanla Mü'minler Hoş geldin ey Kutlu Nebi! mânâsına ayağa kalkmaya devam ediyorlar. Bir edep anlayış ve göstergesi olan bu hürmet ve tazimlerini, O'na arz etmeye çalışıyorlar.