'Neredeyse kusursuz güzelliğin simgesi, seks sembolü, pop ikonu Marilyn Monroe güzelliği ile dünyanın dilinde olduğu 35 yaşında çok ciddi yaşlanma korkusu yaşıyor ve dünya güzeli olduğunu tekrar tekrar hatırlatılmasını çevresinden istiyordu. Dillere destan bir güzel olsa da kendi küçük odasında için için beğenilmemekten korkuyordu. 36 yaşında öldüğünde, eski kocasına yazdığı bir mektup yanı başındaydı; “Artık ne yaparsam yapayım bir erkeği kendime tam olarak bağlayamıyorum… Hiçbir erkeğin gereksinimlerini tam olarak karşılayamıyorum…'
İnsanlık tarihi, karanlık süreçlerini, hayatta kalma becerileri ile atlatmasını bildi; var olmaya devam ederek, en büyük mucizesini gerçekleştirdi. Yok olmadık. Şehir devletler, ortaçağ, ulus devletler, savaşlar, lordlar, güçlü kiliseler, krallar, devrimler v.s hepsi geride kaldı…
Yaşadığımız çağda ise, tarih perdeleri, geçmişin güç odaklarına kapanırken, firmalar için tekrar açıldı. Biz, benzer yıllarda dünyaya yuvarlananlar ve gidecek olanlar, insanlık tarihimizin firmalar çağına denk gelenleriz. Tanıklık ettiğimiz bu yıllarda, doğal olduğu sanılan, ancak gerçekte, yaşadığımız çağa uygun olarak tasarlanmış bir yaşam formu önümüze serilir. İnsanlar, piyasalarda yaşar, şirketler tarihine daha iyi hizmet edebilmesi için, benzer eğitimden geçerek törpülenir. İnsan tasarımı bir hayat, sorgusuzca yaşanılır.
Çağımızda, mutluluk, ulaşılması gereken bir hedef olarak konumlandırılır. Sahip olunmazsa yaşayamayacak gibi hissettirilen sanal ihtiyaçlar yaratılır. Mal ve hizmetleri satın aldıkça, kişisel başarı peşinde koştukça (kendimizi ve ‘niçinimizi’ unuttukça), konfor dolu hayallere ulaşmayı daha fazla hayal ettikçe, insanlar mutlu olacaktır! Bu aldatan yalanlara, sürekli tekrar eden reklam ve türlü pazarlama faaliyetleri ile inandırılır. Ne gariptir ki bu işi kurgulayan çalışanlar da, bir başkasının yalanına inanmış halde yaşar.
Köpürtülmüş arzularının peşinde, katlanılmaz hayatlar yaşayan ve bu akıl almaz sürecin normal olduğuna aldanmış insanların sayesinde, çağımızın sisteminde süreklilik sağlanır. Bu noktada, çarkların dönmesini sağlayan önemli bir dayatmadan söz edebiliriz; kusursuz olma/görünme düşüncesi…
Doğuştan boşluklara sahip insan için (taktir edilme, güçlü-bilinir olma, saçma toplumsal düzende yer edinme arzuları gibi) kusursuz görünme fikri, uğruna aklını oynatabileceği bir arzudur ve şirketler eliyle bu düşüncenin tohumu ekilir ve arzusu kışkırtılır. Kusursuz görünmek ya da güzellik dayatması, önemsiz gibi gözükse de, farkedilmesi zor, sinsi bir fikirdir. Etrafımıza bir yabancı gibi baktığımızda, bu sinsi tohumun etrafında şekillenen bir dünyayı farkedebiliriz.
Kusursuz görünme dayatması, henüz çocuk yaşlarda türümüzün karşısına dikilen bir durum…Mesela İngiliz Daily Miror gazetesinin 2014’ün henüz başında yaptığı bir araştırma ile,10 yaş ve altındaki binlerce çocuğun depresyona girdiğini gösterdi. Araştırma sonucunda, bu kadar küçük yaşta depresyon yaşamalarının nedeni olarak mükemmel bir vücuda sahip olmaya zorlanmaları olduğu belirtildi.
Neredeyse kusursuz güzelliğin simgesi, seks sembolü, pop ikonu Marilyn Monroe güzelliği ile dünyanın dilinde olduğu 35 yaşında çok ciddi yaşlanma korkusu yaşıyor ve dünya güzeli olduğunu tekrar tekrar hatırlatılmasını çevresinden istiyordu. Dillere destan bir güzel olsa da kendi küçük odasında için için beğenilmemekten korkuyordu. 36 yaşında öldüğünde, eski kocasına yazdığı bir mektup yanı başındaydı; “Artık ne yaparsam yapayım bir erkeği kendime tam olarak bağlayamıyorum… Hiçbir erkeğin gereksinimlerini tam olarak karşılayamıyorum…”
Şirketler çağında, kusursuz olma/güzellik pazarlaması ile sistemin devamlılığını sağlayan fikirler pompalanır; hayattaki en önemli şey nasıl göründüğünüzdür ve sizde hep değişmesi gereken bir şeyler vardır! Kilonuz, saçınız, boyunuz, burnunuz, arabanız, eviniz, kıyafetleriniz v.s . Kendinizi güzel değil, biraz da çirkin hissetmeli ve dünyanın size sunduğu güzellik imkanları ile hayatınızı değiştirmelisiniz!
Yazar Tansy Hoskins şöyle der; ‘’ Kapitalizmin temel özelliklerinden biri sürekli olarak kendine yeni pazarlar yaratmasıdır. Bu yeni pazarlar için, sürekli olarak kendimizde bir ‘yanlışlık’ hissetmeliyiz ki kendimizi ‘daha iyi’ yapmak için ürünler, kıyafetler ve estetik ameliyat hizmetleri satın almaya devam edelim.’’
Bu yıllarda, içerik ya da derinlikten öte, satın alınabilir olduğundan ‘görüntüler’ önemlidir. Estetikli vücut, bindiğiniz araba, gömleğin hayvanlı simgesi, gittiğiniz ‘mekanlar’ v.s… Herşeyin görüntüdeki önemine bayılan insan, şöyle derinlemesine dinleyecek, konuşacak birilerini bulamaz hale gelir. Yılışık bir yüzeysellik bulaşıcıdır. Yavşak erkek, hırsından tutuşan kadın modeller her yerde artış gösterir. Çağımız insanı, birbirine hem hava atar hem de birbirinin gözüne girmek için çocuk gibi uğraşır durur.
Şirketler çağı, ‘kusursuz görünme, güzel olma’ fikri etrafında, birgün mutlu olacağını düşünen ‘aklı bir dünya’ bireyi yaratır.
Ona makyaj yapar, sanal podyumlarda dolaştırır, kendini gösterebilme şehveti yaşatır ve buna zahmetsizce ulaşabileceğine inandırır.
Ve nihayet kişinin gerçeklikle ilişiği kesilir. ‘Br kamera olsa da kafayı uzatsam’ derdindeki çağımızın ürünü ‘görüntü’ hayranı insan, yavaş yavaş ‘komik’ diyebileceğimiz şeyler düşünmeye başlar; reklamda kaplan gibi yürüyerek saatine bakan adam, o olacaktır. Katalog çekiminde 70 model bir klasiğin mavi kaputuna uzanıp, şapkasını havaya atan model odur. Arkadaşının paylaştığı fotoğraf gibi, o da Santorini’ de sevgilisinin parmağındaki çikolatayı ısırma oyunları oynayacak, masajlardan gevşemiş, şımarmayı hak eden eşsiz öpülesi teni Akdeniz güneşi ile buluşarak bir başka doğa mucizesini yaşatacaktır! Anlamsızlık melankolisinden para kazanan bir yazarın kumsal kitabını göğsünün üstünde tutarak, aynı karede bacaklarını ve denizin fotoğrafını çekip, paylaşacak, sonra da ilgi beklemek en büyük telaşı olacaktır!
Kim bilir şans bir gün onu bulacaktır, aslında ne kadar da farklı olduğunu bir gün herkes anlayacaktır! Belki bir yarışma programına katılacaktır, belki de onu gören ressam resmini çizmek isteyecek, fotoğrafçı portre çekimleri için ricada bulunacaktır! Akıllı bir iş girişimi ile parayı bulacak ve ne kadar da akıllı olduğu dilden dile dolaşacaktır. İnternette bir cümle yazacak binlerce insan onu tanıyacaktır. Belki bir resimdeki bir bakışı herşeyi değiştirecektir. Yeteneklerini dünya iyisi insanlar görecek ve ona el uzatacaklardır. Onu bu güzel kıyafetlerle gören biri, bir an durup ‘senin gibi birinin buralarda ne işi var’ diyecektir. Bir an gelecek tüm ışıklar sönecek ve tek bir ışık onun üzerinde dolaşacaktır. Herkes onu alkışlarken o parmaklarını ısıracaktır. Bir gün bir şey olacaktır; yat, kat, lüks, şöhret onu hiç bırakmayacak ve nihayet kusursuz görünecektir!
Kusursuz görünme, öylesine güçlü bir arzudur ki, bir yandan şirketler çağının endüstrilerini ayakta tutarken, kişinin gerçeklikle olan tüm bağını koparıverir. Karıncayı dahi incitmemeye çalışan birinin üzerinde kürk görebilirsiniz. Lüks bir caddede, vitrinleri süsleyen Avrupalı tekstil ürünlerinin büyüsüne kapılan moda düşkününün aklına, o ürünlerin üretildiği, ayda 38 dolara çalışılan, yıkılıp giden çürük bir binada ölen 1.200 kişi (Rana Plaza felaketi) gelmez.
Ya da karşınıza ‘gerçeklik bağı kopuk’, enkazın önünde, havalı bir fotoğraf çekip, paylaşma telaşı ile yanan tutuşan bir gazeteci çıkabilir.
Filistin’de savunmasız binlerce kadın, çocuk ölürken, facebookta açılan ‘İsrail Savunma Güçlerinin yanındayız’ adlı bir grupta, dünyanın dört bir yanından kadınlar, seksi fotoğraflarını savaşa destek mesajları ile birlikte yayınlayabilir.
Modern zaman, şirketler çağı, piyasası ile insanların üzerine düş pompalar. Göz gözü görmeyecek kadar her yanımızı sarmalamış sabun düşler, bizleri rüya halinde tutar.
Biz şirketler çağına, tarihimiz ise kafası karışık, rüya aleminde, büyü içinde kalmış insan türümüze şahitlik ediyor. Kılıktan kılığa girerken bir tek kendi olamayan, anlamsız bir kusursuzluk peşinde koşan, boşluklarını örtme hevesinde, aklı bir dünya nesli temsil ediyoruz. Sistem için ise tükettiği kadar var olan, bir başka tüketen gelene kadar varlığına katlanılabilinen bir nesil…
Fırat Devecioğlu
İnsanlık tarihi, karanlık süreçlerini, hayatta kalma becerileri ile atlatmasını bildi; var olmaya devam ederek, en büyük mucizesini gerçekleştirdi. Yok olmadık. Şehir devletler, ortaçağ, ulus devletler, savaşlar, lordlar, güçlü kiliseler, krallar, devrimler v.s hepsi geride kaldı…
Yaşadığımız çağda ise, tarih perdeleri, geçmişin güç odaklarına kapanırken, firmalar için tekrar açıldı. Biz, benzer yıllarda dünyaya yuvarlananlar ve gidecek olanlar, insanlık tarihimizin firmalar çağına denk gelenleriz. Tanıklık ettiğimiz bu yıllarda, doğal olduğu sanılan, ancak gerçekte, yaşadığımız çağa uygun olarak tasarlanmış bir yaşam formu önümüze serilir. İnsanlar, piyasalarda yaşar, şirketler tarihine daha iyi hizmet edebilmesi için, benzer eğitimden geçerek törpülenir. İnsan tasarımı bir hayat, sorgusuzca yaşanılır.
Çağımızda, mutluluk, ulaşılması gereken bir hedef olarak konumlandırılır. Sahip olunmazsa yaşayamayacak gibi hissettirilen sanal ihtiyaçlar yaratılır. Mal ve hizmetleri satın aldıkça, kişisel başarı peşinde koştukça (kendimizi ve ‘niçinimizi’ unuttukça), konfor dolu hayallere ulaşmayı daha fazla hayal ettikçe, insanlar mutlu olacaktır! Bu aldatan yalanlara, sürekli tekrar eden reklam ve türlü pazarlama faaliyetleri ile inandırılır. Ne gariptir ki bu işi kurgulayan çalışanlar da, bir başkasının yalanına inanmış halde yaşar.
Köpürtülmüş arzularının peşinde, katlanılmaz hayatlar yaşayan ve bu akıl almaz sürecin normal olduğuna aldanmış insanların sayesinde, çağımızın sisteminde süreklilik sağlanır. Bu noktada, çarkların dönmesini sağlayan önemli bir dayatmadan söz edebiliriz; kusursuz olma/görünme düşüncesi…
Doğuştan boşluklara sahip insan için (taktir edilme, güçlü-bilinir olma, saçma toplumsal düzende yer edinme arzuları gibi) kusursuz görünme fikri, uğruna aklını oynatabileceği bir arzudur ve şirketler eliyle bu düşüncenin tohumu ekilir ve arzusu kışkırtılır. Kusursuz görünmek ya da güzellik dayatması, önemsiz gibi gözükse de, farkedilmesi zor, sinsi bir fikirdir. Etrafımıza bir yabancı gibi baktığımızda, bu sinsi tohumun etrafında şekillenen bir dünyayı farkedebiliriz.
Kusursuz görünme dayatması, henüz çocuk yaşlarda türümüzün karşısına dikilen bir durum…Mesela İngiliz Daily Miror gazetesinin 2014’ün henüz başında yaptığı bir araştırma ile,10 yaş ve altındaki binlerce çocuğun depresyona girdiğini gösterdi. Araştırma sonucunda, bu kadar küçük yaşta depresyon yaşamalarının nedeni olarak mükemmel bir vücuda sahip olmaya zorlanmaları olduğu belirtildi.
Neredeyse kusursuz güzelliğin simgesi, seks sembolü, pop ikonu Marilyn Monroe güzelliği ile dünyanın dilinde olduğu 35 yaşında çok ciddi yaşlanma korkusu yaşıyor ve dünya güzeli olduğunu tekrar tekrar hatırlatılmasını çevresinden istiyordu. Dillere destan bir güzel olsa da kendi küçük odasında için için beğenilmemekten korkuyordu. 36 yaşında öldüğünde, eski kocasına yazdığı bir mektup yanı başındaydı; “Artık ne yaparsam yapayım bir erkeği kendime tam olarak bağlayamıyorum… Hiçbir erkeğin gereksinimlerini tam olarak karşılayamıyorum…”
Şirketler çağında, kusursuz olma/güzellik pazarlaması ile sistemin devamlılığını sağlayan fikirler pompalanır; hayattaki en önemli şey nasıl göründüğünüzdür ve sizde hep değişmesi gereken bir şeyler vardır! Kilonuz, saçınız, boyunuz, burnunuz, arabanız, eviniz, kıyafetleriniz v.s . Kendinizi güzel değil, biraz da çirkin hissetmeli ve dünyanın size sunduğu güzellik imkanları ile hayatınızı değiştirmelisiniz!
Yazar Tansy Hoskins şöyle der; ‘’ Kapitalizmin temel özelliklerinden biri sürekli olarak kendine yeni pazarlar yaratmasıdır. Bu yeni pazarlar için, sürekli olarak kendimizde bir ‘yanlışlık’ hissetmeliyiz ki kendimizi ‘daha iyi’ yapmak için ürünler, kıyafetler ve estetik ameliyat hizmetleri satın almaya devam edelim.’’
Bu yıllarda, içerik ya da derinlikten öte, satın alınabilir olduğundan ‘görüntüler’ önemlidir. Estetikli vücut, bindiğiniz araba, gömleğin hayvanlı simgesi, gittiğiniz ‘mekanlar’ v.s… Herşeyin görüntüdeki önemine bayılan insan, şöyle derinlemesine dinleyecek, konuşacak birilerini bulamaz hale gelir. Yılışık bir yüzeysellik bulaşıcıdır. Yavşak erkek, hırsından tutuşan kadın modeller her yerde artış gösterir. Çağımız insanı, birbirine hem hava atar hem de birbirinin gözüne girmek için çocuk gibi uğraşır durur.
Şirketler çağı, ‘kusursuz görünme, güzel olma’ fikri etrafında, birgün mutlu olacağını düşünen ‘aklı bir dünya’ bireyi yaratır.
Ona makyaj yapar, sanal podyumlarda dolaştırır, kendini gösterebilme şehveti yaşatır ve buna zahmetsizce ulaşabileceğine inandırır.
Ve nihayet kişinin gerçeklikle ilişiği kesilir. ‘Br kamera olsa da kafayı uzatsam’ derdindeki çağımızın ürünü ‘görüntü’ hayranı insan, yavaş yavaş ‘komik’ diyebileceğimiz şeyler düşünmeye başlar; reklamda kaplan gibi yürüyerek saatine bakan adam, o olacaktır. Katalog çekiminde 70 model bir klasiğin mavi kaputuna uzanıp, şapkasını havaya atan model odur. Arkadaşının paylaştığı fotoğraf gibi, o da Santorini’ de sevgilisinin parmağındaki çikolatayı ısırma oyunları oynayacak, masajlardan gevşemiş, şımarmayı hak eden eşsiz öpülesi teni Akdeniz güneşi ile buluşarak bir başka doğa mucizesini yaşatacaktır! Anlamsızlık melankolisinden para kazanan bir yazarın kumsal kitabını göğsünün üstünde tutarak, aynı karede bacaklarını ve denizin fotoğrafını çekip, paylaşacak, sonra da ilgi beklemek en büyük telaşı olacaktır!
Kim bilir şans bir gün onu bulacaktır, aslında ne kadar da farklı olduğunu bir gün herkes anlayacaktır! Belki bir yarışma programına katılacaktır, belki de onu gören ressam resmini çizmek isteyecek, fotoğrafçı portre çekimleri için ricada bulunacaktır! Akıllı bir iş girişimi ile parayı bulacak ve ne kadar da akıllı olduğu dilden dile dolaşacaktır. İnternette bir cümle yazacak binlerce insan onu tanıyacaktır. Belki bir resimdeki bir bakışı herşeyi değiştirecektir. Yeteneklerini dünya iyisi insanlar görecek ve ona el uzatacaklardır. Onu bu güzel kıyafetlerle gören biri, bir an durup ‘senin gibi birinin buralarda ne işi var’ diyecektir. Bir an gelecek tüm ışıklar sönecek ve tek bir ışık onun üzerinde dolaşacaktır. Herkes onu alkışlarken o parmaklarını ısıracaktır. Bir gün bir şey olacaktır; yat, kat, lüks, şöhret onu hiç bırakmayacak ve nihayet kusursuz görünecektir!
Kusursuz görünme, öylesine güçlü bir arzudur ki, bir yandan şirketler çağının endüstrilerini ayakta tutarken, kişinin gerçeklikle olan tüm bağını koparıverir. Karıncayı dahi incitmemeye çalışan birinin üzerinde kürk görebilirsiniz. Lüks bir caddede, vitrinleri süsleyen Avrupalı tekstil ürünlerinin büyüsüne kapılan moda düşkününün aklına, o ürünlerin üretildiği, ayda 38 dolara çalışılan, yıkılıp giden çürük bir binada ölen 1.200 kişi (Rana Plaza felaketi) gelmez.
Ya da karşınıza ‘gerçeklik bağı kopuk’, enkazın önünde, havalı bir fotoğraf çekip, paylaşma telaşı ile yanan tutuşan bir gazeteci çıkabilir.
Filistin’de savunmasız binlerce kadın, çocuk ölürken, facebookta açılan ‘İsrail Savunma Güçlerinin yanındayız’ adlı bir grupta, dünyanın dört bir yanından kadınlar, seksi fotoğraflarını savaşa destek mesajları ile birlikte yayınlayabilir.
Modern zaman, şirketler çağı, piyasası ile insanların üzerine düş pompalar. Göz gözü görmeyecek kadar her yanımızı sarmalamış sabun düşler, bizleri rüya halinde tutar.
Biz şirketler çağına, tarihimiz ise kafası karışık, rüya aleminde, büyü içinde kalmış insan türümüze şahitlik ediyor. Kılıktan kılığa girerken bir tek kendi olamayan, anlamsız bir kusursuzluk peşinde koşan, boşluklarını örtme hevesinde, aklı bir dünya nesli temsil ediyoruz. Sistem için ise tükettiği kadar var olan, bir başka tüketen gelene kadar varlığına katlanılabilinen bir nesil…
Fırat Devecioğlu