Cami Mimarisinin Gelişimi
CAMİ,
—1. Müslümanların ibadet için toplandıkları yer.
—2. Cami yıkılmış ama mihrabı yerinde, yaşlanmasına karşın güzelliğini yitirmeyen kadınların bu durumunu belirtmek için söylenir.
Cami sözcüğü, cuma namazı kılınan büyük mescit anlamındaki "mescid-i cami"den kısaltılmıştır.
Cami müziği, camide icra edilen teksesli ya da birsesli, eşliksiz vokal müzik. (Başlıca formlar ezan, kıraat, salât [cuma salâtı, bayram salâtı, sabah salâtı, cenaze salâtı], mevlüt, miraciye, tespih, münacaat ve tehlil'dir. Çeşitli durumlarda camilerde sık sık okunan Salât-ı ümmiye ve Tekbir [Bayram tekbiri] ile mevlüdün "bahir"leri arasında okunan ilahiler sayılmazsa, tüm cami müziği, bir doğaçlama müziğidir. Dindışı müzikte kullanılan tüm makamlar, cami müziğinde de kullanılır.)
Divan edebiyatında insanları birleştiren bir yer olarak tanımlanır; sevgi ve iyilik kaynağı olduğu anlatılır,
— Müslümanlıkta cuma ve bayram namazlarının camilerde, topluca kılınması zorunludur. Öteki namazlar, istenilen uygun yerlerde, topluca ya da tek olarak kılınabilir. Bununla birlikte, Hz. Muhammet, camilerde cemaatla namaz kılmayı özendirmiş, böyle davranmanın tek başına kılınan namazdan daha çok sevap olduğunu belirtmiştir. Müslümanlıkta camilerin en belirgin ve başta gelen özelliği, içinde Allah'a ibadet edilen özel mekân olmalarıdır. Bu durum Kuran'ın, "Kuşkusuz mescitler Allah için kurulur; öyleyse Allah ile birlikte başka birine kulluk etmeyiniz" (LXXII,18) ayetinde gösterilmiş; başka bir ayette ise, "Allahın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe inananlar, namazlarını kılanlar, zekâtını verenler ve Allah' tan başkasından korkmayanlar yaparlar" (IX, 18) denilmiştir. Camilerin ibadet dışında başka işlevleri de vardır; bunların başında, müslümanların birbirleriyle görüşüp kaynaşmaları, toplumsal sorunların cemaat arasında konuşulup tartışılması, hutbe, vaaz ve cami dersleri gibi yollarla eğitim ve öğretim gelir. Müslümanlığın ilk dönemlerinde, camiler ibadet işlevinin yanı sıra, bir türlü halk meclisi niteliğindeydi. Hz. Muhammet ve dört halife dinsel, toplumsal ve siyasal sorunları çoğunlukla camide halkla tartışır ve çözümlerlerdi. İslamda ilk eğitim ve öğrenim faaliyetleri de camilerde başladı. Mahalle mektepleri, medreseler kurulup geliştikten sonra bile, camilerde özellikle hadis, tefsir gibi din bilimleri alanında öğretim yakın zamanlara kadar sürdürüldü.
Müslümanlıkta camilerin "beytullah" (Allah'ın evi) sayılması, bu mekânlara karşı saygılı olma zorunluluğunu doğurdu; bu nedenle "cami âdabı" denilen saygı kuralları gelişti. Kuran'ın emrettiği gibi (VII,31), camilere güzel ve temiz giysilerle gitmek, aptessiz girmemek, girince, "salât-ı mescit" (cami namazı) adı verilen iki rekât saygı namazı kılmak, din ve dünya işleri için yararlı olmayan sözler etmemek, alçak sesle konuşmak, derli toplu oturmak, temiz tutmak, soğan-sarmısak gibi kötü kokulu yiyecekler yiyerek cemaatı rahatsız etmemek, belli bir düzen içinde ve başkalarına da yer kalabilecek biçimde oturmak, oturanların omuzlarından atlayarak ileri saflara gitmeye çalışmamak, dilencilik, alışveriş gibi davranışlardan kaçınmak, cami âdabındandır.
Mimarlıkta. Müslümanlığın ilk yıllarında Tanrı'ya ibadet yerlerine "secde edilen yer, namaz kılınan yer" anlamına gelen "Mescid ül-cami" deniliyordu, ancak giderek bu tür yapılara kısaca cami denir oldu. Cami sözcüğünden daha geniş bir anlamı olan mescit, türkçede mahalle aralarında bulunan küçük ibadet mekânları için kullanılır olmuş, müslümanlığın yayılmasıyla birlikte yapılan büyük ibadet yerlerine ise "cami" denilmiştir. Kentlerdeki büyük ve önemli ibadet yerlerine "ulu cami", sultanların yaptırdıklarına da "selatin cami" adı verilmiştir.
Farklı dönem ve yörelerde, farklı mimari ve estetik özellikler göstermekle birlikte cami, ana çizgileriyle kendisini oluşturan amaca yönelik bir biçim taşır. Temel tasarım olarak bu biçim, Mekke'den gelen çizgiyi dik açı ile kesen bir duvardır. Kıble yönünün göstergesi olan bu duvar üzerinde yer alan mihrap, namaz kılan topluluğun (cemaat) nereye dönük olmaları gerektiğini vurgulayan mimari bir öğedir. Camilerin tarihsel gelişimini irdelemeden önce, başlıca bölümlerini incelemek gerekir. Gelişmiş bir osmanlı camisinde, namaz kılınan kapalı cami hacmine "sahn, şahın ya da haremsaray", yanlarda ve giriş duvarında bulunan kimi zaman biraz yüksek tutulan sekilere "sofa", kıble yönünü gösteren mihrap önündeki yüksekliğe "seki" denilir. Kimi büyük camilerde galeriler bulunur. "Kadınlar mahfili" denilen bu mekânlar, kadınların namaz kılabilmeleri için ayrılmış bölümlerdir. Kimi camilerdeyse padişahın namaz kılabilmesi için ayrılmış, "hünkâr mahfili" denilen özel bir bölüm vardır. Genellikle ayrı bir girişi olan ve cami zemininden yüksek yapılan bu bölüm, cami içinden görülemeyecek biçimde kafesle ayrılmıştır. Namaz kılanların hareketlerinde birlik oluşturabilmek için müezzinlerin üzerine çıktığı ve imamın tekbirlerini yineledikleri platforma "müezzin mahfili" denir. Camilerde genellikle fazla eşya bulunmaz. Zemin çoğu kez taştır ve üzeri önce hasır, sonra halı ve kilimlerle örtülüdür. Hocaların vaaz vermek için üzerine çıktıkları "kürsü", mihrabın her iki yanında bulunan büyük "şamdanlar", kubbeye asılı olan "kandiller", ayakkabıların konulduğu "pabuçluklar", üzerinde Kuran okunulan "rahleler" başlıca eşyalardır.
Dış mimari öğeler ise şu bölümlerden oluşur: genellikle revaklı olarak tasarımlanmış olan giriş bölümüne "son cemaat yeri" denilir. Bu bölüm gecikenlerin namaz kılabilmeleri için ayrılmıştır, buradakilerin imamın tekbirini duyabilmeleri için, müezzin mahfili gibi bir işlevi olan ve "mükebbire" denilen küçük balkonlar vardır. Son cemaat yeri aynı zamanda, büyük camilerde revaklarla çevrili "harem*" de denilen iç avlunun kıble yönünü belirler. Bu avlunun ortasında aptes almak için yapılmış bir "şadırvan" bulunur. Kimi zaman ağaçlarla süslenen bu avlunun çevresindeyse, duvarlarla sınırlanmış bir dış avlu ( harim) yer alır. Caminin en önemli dış öğelerinden biri, "minare"dir. Minare "kürsü" denilen bir kaide üzerinde yükselir, kürsü ile minarenin asıl "gövde"si arasındaki geçiş bölümüne "pabuç", ezan okunan balkona "şerefe", onun üzerinde yer alan daha ince gövdeye "petek", koni biçimindeki örtüye "külah", onu taçlandıran madeni motife de "alem" denilir.
Caminin avlusunda, cenaze namazının kılındığı yer olan "musalla", tabutların üzerine konulduğu "musalla taşı", tuvaletler, imam ve müezzinler için odalar, namaz saatlerinin doğru saptanabilmesi için bir "muvakkithane" bulunur.
ilk caminin Hz. Muhammet'in Medine' deki evi olduğu, bu yapının ilerdeki cami planlarına ön tip oluşturduğu öne sürülür. Bu yapının bir kıble duvarı boyunca dizilmiş ahşap direklerin taşıdığı yalın bir örtü düzeni vardı. O yıllarda kıble, henüz Kudüs yönündeydi. Kabe'nin kıble olarak benimsenmesi, Mekke'nin geri alınışından sonradır. Aslında mihrap nişi de oldukça geç bir dönemde ortaya çıkmıştır.
İlk cami örneklerinde bu öğeye rastlanmaz (Küfe camisi). İlk cami, yalnızca namaz kılınan bir mekân değildi. O günkü toplumsal yapı gereği, önemli kararlar alınan, mahkeme işlevi gören, öğretim yapılan ve giderek konuklan barındıran çok işlevli bir yapı olma niteliğini taşıyordu. Ancak zamanla gelişen ve çeşitlenen yapılar, camilerin işlevlerini yalnızca namaz kılınan mekân olarak sınırlamıştır.
Cami mimarisinin gelişiminde, VIII. yy.'dan başlayarak ülkelere ve toplumlara göre değişen ve oldukça büyük ayrımlar gösteren sürekli bir arayışın çabası gözlenir. Buna bağlı olarak camiler, tarih içinde çok değişik biçimlerde planlanmıştır. XII. yy.'da İran'da "dört eyvan'lı" bir avlu türünün geliştirildiği, gene aynı yüzyılda K.-B. Afrika ve Endülüs emevi sanatı çerçevesinde belirgin ve standart bir cami tasarımına ulaşıldığı görülür. Bu tasarım, mihrap yönü bir şahınla vurgulanmış, çok sütunlu bir hol ve bir hypostylos salondan oluşur. Buna karşılık Anadolu' da cami mimarisinin tipleme gelişimi, XIX. yy. sonuna değin sürmüştür. Anadolu'da, çok ayaklı plan türünden başlayarak klasik osmanlı döneminin sonuna değin, özellikle yapısal gelişim sorunuyla ilgilenilmiştir.
• Emeviler dönemi.
Emeviler Fustat, Basra ve Kûfe'de bulunan camileri onarıp eklemeler yapmış ve bunlara yenilerini eklemiştir. Ancak, gene de halife Abdülmelik'in, 691'de Kudüs'te yaptırdığı Kubbetüssahra* bu aşamada bir cami niteliği taşımaz. Burası Kabe'de olduğu gibi, daha çok bir ziyaret ve tavaf yeri olarak tanımlanabilir. Öte yandan, Abdülmelik'in 702'de yaptırdığı Mescidi Aksa ise, kıble duvarına dik olarak uzanan sahın-larıyla, daha çok bir hıristiyan bazilikasını andırır.
Cami mimarisi için en erken örnek olarak Şam'daki Ümeyye camisi gösterilebilir. Bu yapının yerinde daha önce Roma-lılar'a ait Jüpiter tapınağı bulunuyordu. Bizans döneminde ioannes kilisesi olarak kullanılan yapı (IV. yy.), müslümanların Şam'ı almaları üzerine yıktırılmış, yerine halife Velit I döneminde kilisenin planına benzeyen Medine camisi yaptırılmıştı. Bu yapıda, kıble duvarına koşut olarak uzanan üç şahın, dikey bir orta şahınla kesiliyordu. Sahınların kesiştikleri yerde, dört sütun üzerinde kemerlerle taşınan bir kubbe bulunuyordu. Taş ve tuğla kullanılan yapıda, çatı ahşaptı ve avlu iki katlı reyaklarla çevriliydi.
Öte yandan, Tunus'un Kayrevan yöresinde, 670'te yaptırılan Seydiukba camisi, 724 ve 836 yıllarında olmak üzere iki kez genişletildi. Ukba bin Nafia tarafından bir ordugâh camisi olarak yaptırılan bu yapıda, mihraba dikey olarak uzanan on yedi şahın bulunur. Bu sahınlar geniş bir orta şahınla kesilir. Çatı K. Afrika'da ilk kez görülen at nalı biçimindeki kemerlerle taşınır. Ortada, biri mihrap önüne, ötekisi son cemaat yeri üzerine gelecek biçimde iki kubbe bulunur. Dilimli mihrap önü kubbesine tonoz bingilerle geçilmekte, kubbe bu biçimiyle istiridye kabuğunu andırmaktadır. Yapı genel olarak süslü nişleri, tonoz bingileri ve dilimli kemerleriyle iran etkisi taşır. Endülüs'te bulunan Kurtuba camisi ise revaklı bir avlu ile kıble duvarına dik olarak uzanan on bir şahından oluşan planıyla, emevi camilerinin planını sürdürür. Kurtuba camisi'nde görülen bu özellikler, K.-B. Afrika'daki Mu-rabıtlar'ın ve Muvahhitler'in dinsel yapılarını da etkilemiştir. Murabıtlar döneminden Cezayir Ulu camisi, Fas'taki El -Karaviyn camisi ile Tlemsen camisi, Mu-vahhitler döneminden Tinmel, Kutubiye, Sevilla ve Rabat'taki Hasan camileri bu etkileri taşıyan örneklerdir.
• Abbasiler dönemi.
Emeviler, 750'de egemenliklerini Abbasiler'e kaptırınca, halifelik Hz. Muhammet'in amcası Abbas bin Abdülmuttalip'in soyundan olan Ebul-abbas'a geçti. Dolayısıyla siyasal ve kültürel merkez de Şam'dan Bağdat'a taşındı, sanatta iran etkisi görülmeye başlandı. Bu dönemden günümüze yalnızca iki cami ulaştı. Mezopotamya'da bulunan bu yapılar, Samerra Ulu camisi ile Ebudülef camisi'dir. Halife Mutasım'ın, Bağdat'ın K.'inde kurdurduğu (836) ve 838-892 arasında Abbasiler'e başkentlik yapan Samerra kentinde bulunan Ulu cami 848-852 tarihleri arasında tamamlanmıştır. Mimarisiyle, önceki dönemin camile-riyle benzerlikler gösteren yapı, kıble duvarına dikey uzanan yirmi beş şahından oluşur, avlusu birkaç sıra revakla çevrilidir. Caminin emevi mimarlığından ayrılan özelliği ise, kullanılan gerecin tuğla olmasıdır. "Malviye" denilen ve caminin dışında yer alan minarenin, Mezopotamya zig-guratlarından etkilenilerek yapıldığı öne sürülür. Samerra'nın 15 km kadar K.'indeki Caferiye kentinde bulunan Ebudülef camisi (860-861), planı ve dış görünüşüyle Samerra Ulu camisi ile benzerlikler gösterir. Bu yapıda da tuğla kullanılmıştır. Ancak bu camide görülen sivri kemerler Abbasi dönemi mimarlığının getirdiği bir yeniliktir. Bu dönemin cami mimarlığının etkileri Kahire'de ibni Tolun'un yaptırdığı (877-879) İbnitolun camisi'nde görülür. Genel özellikleriyle Samerra Ulu camisi ve Caferiye Ebudülef camisi'ne benzeyen bu yapıda önemli yeniliklerle de karşılaşılır. Abbasi camilerinde görülen kalemsi izlenim, yapının dış duvarlarına açılan pencerelerle hafifletilmiş, tuğla duvarlar alçıyla sıvanmıştır. Yapının harim bölümü, türk üslubundaki sivri kemerlerle, kıble duvarına koşut olarak uzanan beş şahına ayrılmıştır. Türklerin, Abbasiler döneminde Samerra'ya getirdikleri alçı süslemelerin benzerlerine bu yapıda da rastlanır. Bu dönemde İran'ın çeşitli bölgelerinde meydana getirilen yapılarda da tuğla ve kerpiç kullanıldığından, bugüne çok az örnek ulaşabilmiştir. Bunların en eskisi Damgan'daki Tarıhane camisi'dir. Samerra Ulu camisi ve Caferiye Ebudülef camisi'ne benzeyen bu yapının yanı sıra Nayin camisi de (960), aynı örneğe uygun olarak yapılmış, ancak sonradan eklenen bölümlerle ilk biçimi bozularak günümüze ulaşmıştır. Yapının sütunları ve mihrabı geometrik ve bitkisel motifli alçı süslemelerle kaplıdır. Hazar denizi kıyısındaki Demavent camisi de (XI. yy.), aynı özelliklere sahiptir. Nişapur'daki ilk Mescidi Cuma'nın da bu dönemden kaldığı sanılır. Kimilerine göre Ebu Müslim el -Horasani tarafından 750'de, kimilerine göreyse Amr bin Leys tarafından IX. yy.'da yaptırılan bu caminin harim bölümünün ahşap direkli olduğu ve önünde bir avlusu bulunduğu öne sürülür.
• Fatımiler dönemi.
Abbasiler'in Emevi-ler'den aldıkları halifelik kurumunun Bağdat'taki yetkesi sarsılmaya ve zayıflamaya başlayınca, ortaya iki yeni devlet çıktı. Bunlardan biri siyasal ve kültürel merkez olarak Kurtuba'yı (Cordoba) ilan eden, Şam'daki Emevi soyundan gelen ispanya Emevileri, ötekiyse Mısır'da Hz. Muhammet'in kızı Fatma'nın soyundan gelen ve Ebu Muhammet Ubeydullah tarafından kurulan Fatımi devletidir. Egemenlikleri 200 yıl süren Fatımiler, islam sanatına berberi olmalarından ötürü K. Afrika, şii olmalarından ötürü de iran etkilerini getirmişlerdir, ilk kentleri olan Mehdiye'de-ki Mehdiye camisi, kıbleye dik olarak uzanan dokuz şahından oluşur. Yapıdan günümüze yalnızca mihrap bölümünün kalıntılarıyla, avluya girişi sağlayan kapı re-vağı kalmıştır. Dışarıya doğru taşkın olan at nalı biçimindeki taçkapı, Sasani eyvanlarıyla, Roma zafer taklarının etkilerini taşır. Sfaks Ulu camisi'ndeyse (998), derinliğine uzanan on dokuz sanının üzeri geçme tonozlarla örtülmüştür. Üst üste üç kuleden oluşan minaresi, Kayrevan camisi' nin minaresine benzer. 964'te Mısır'ı ele geçirerek Fustat yakınlarındaki Kahire kentini kuran Fatımi kölelerinden Cevher bin Abdullah da Camiülezher*'i yaptırdı (970-972). Planıyla Umeyye camisi'ne benzeyen yapının, tonoz bingili kubbelerinde İran etkisi görülür. Birçok açıdan ibnitolun camisi'ne ve Camiülezher'e benzeyen El-Hakim camisi 990-1003 tarihleri arasında yaptırılmıştır. Dış cephesindeki nitelikli taş işçiliğinden, yapımında Suriyeli ya da G.-D. anadolulu ustaların çalışmış oldukları anlaşılır. 1125'e tarihlenen El -Akmer camisi ise tümüyle taştan yapılmıştır. Cephesinde yer alan ve içleri istiridye biçiminde motifli sivri kemerli nişleri, kufi yazı frizleri, madalyonları ve mu-kamas süslemeleriyle oldukça zengin bir mimarisi vardır. Talayi bin Ruzzik tarafından yaptırılan Salihtalayi camisi (1160), plan ve düzenlemesiyle geleneksel özellikleri yansıtır. Halife El-Muntansır'ın başkomutanı Emirülcuyuş'un yaptırdığı El -Cuyuşi camisi (1085), her açıdan yeniliklerle dolu olup daha sonraki dönemlerde geliştirilecek olan bir düzenleme anlayışına sahiptir. Yapı, öndeki giriş bölümünün sağında yer alan merdiven, solda aptest almaya ayrılmış bir salon ve ortada kare biçimindeki giriş dehliziyle üç bölümlü olarak tasarlanmıştır. Orta bölüm, bir avlu ile, bunun sağında ve solunda yer alan tonoz örtülü birer odadan oluşur. Mihrabın önünde elipsoit* bir kubbe bulunur. Mihrabın da bulunduğu harim bölümüne çifte sütunlara dayanan üç kemerli bir kapıdan girilir. Harimin solundaki kubbeli türbe, Mısır islam mimarlığında ilk kez karşılaşılan bir örnektir. Türbenin sivri kemerlerinde yer alan ve Mısır'daki ilk örneği oluşturan tuğla mukarnaslar ile mihraptaki alçı süslemeler açık bir biçimde Asya etkisi gösterir.
• Gazneliler dönemi.
Gazneliler döneminden (X.-XI. yy.'lar), günümüze hiçbir cami yapısı ulaşmamıştır. Kimi tarihsel kaynaktan ve yapılan kazılardan anlaşıldığı kadarıyla, Mesut III ve Sultan Mahmut'un saraylarında camiler de vardı. Öte yandan Leşkeribazar camisi'nde (XI. yy.) yer alan mihrap önü kubbesi, ilk örnek oluşturması açısından önemli bir yapıdır. Ayrıca Sultan Mahmut tarafından yaptırıldığı sanılan ve ilk ahşap cami olduğu öne sürülen bir camiden de söz edilir.
• Karahanlılar dönemi.
X. yy.'da Samaniler'i yenerek güçlenen Karahanlılar'ın, Orta Asya'dan Maveraünnehir'e değin uzanan çok geniş bir alanda gerçekleştirdikleri yapılar, tuğla gerecin kullanılması yüzünden bugüne gelememiştir. Bu dönemden çok az örnek bulunmaktadır. XV. yy.'da Şeybaniler'in Buhara'nın Şehristan mahallesinde yaptırdıkları Kalyan camisi' nin, daha önce karahanlı hükümdarı Ars-lan Han (1087-1130) tarafından aynı yerde yaptırılmış olan caminin eşi olduğu biliniyor. Eski yapının geleneğe uygun avlulu ve payeli bir planı vardı. Karahanlılar döneminden kalma minarenin gövdesi on üç kuşakla süslüdür, şerefenin altını çini yazı frizi dolanır. Şirkebir camisi'nin (X. yy.) mihrabında görülen alçı bezemeler, daha sonraki tüm yapılarda kullanılarak Karahanlı mimarlığında geleneksel bir öğe olmuştur. Merv yakınlarındaki Talkatanbaba camisi ise (XI. yy.), mihrap önü kubbesi ve enine gelişen mekân anlayışıyla, daha sonra yapılacak olan türk camilerine örnek oluşturmuş önemli bir yapıdır. Buhara yakınlarındaki Hazerdega-ron camisi (XI. yy.), planı ve mimarisiyle gelişmiş bir örnektir, kubbesi tonozlarla çevrilidir. Sütunlu bir planı olan Mugahat-tari camisi (XII. yy.), bezemelerinin zenginliğiyle dikkati çeker.
• Büyük Selçuklular dönemi.
Oldukça geniş bir alana yayılan Büyük Selçuklu devleti, ele geçirdiği topraklarda pek çok mimarlık ürünü vermiş, ancak bunların çoğu harap olmuştur. Dönemin en önemli yapılarından biri, büyük selçuklu sanatının tüm özelliklerini yansıtan İsfahan'daki Mescidi Cuma'dır. İlk olarak 755'te Abbasiler döneminde El-Mansur tarafından ağaç direkli, on dokuz sahınlı ve kerpiç sıvalı olarak yaptırılan cami, 1080'de selçuklu sultanı Melikşah'ın veziri Nizamül-mülk tarafından onartılmış ve G.'deki eyvana bitişik kubbeli bir mekân eklettirilmiş-tir. Bu ek bölüm, görünümüyle gotik üslubu andırır. Caminin K.'indeki kubbeli bölüm, 1088'de Terken Hatun adına veziri Tacimülk tarafından yaptırılmıştır. 1121'de batıniler bu camiyi yakmış ve dört eyvanlı olarak yenilemişlerdir. Bu yapı İlhanlılar (1310), Muzafferiler (1366), Timurlular (1447), Akkoyunlular (1475) ve Safeviler'in (1531) eklemeleri ve onarım-larıyla bugünkü görünümünü kazanmıştır. Yapı, anıtsal selçuklu camilerinin ilk örneği olarak, iran ve Türkistan'daki öteki camileri de etkilemiştir. Türkler, ortaya koydukları yapıtlarla Iran cami üslubunu da etkilemiş ve ona yeni biçim kazandırmışlardır. Tek kubbeli ve köşk biçiminde Gülpayegan camisi (1105-1118), Kaçarlar döneminde (XVIII. yy.) dört eyvanlı bir yapıya dönüştürülmüştür. İsfahan'daki Mescidi Cuma ile benzerlikler gösteren kubbesi, tonoz bingilere oturur. Mihrap, frizi örgülü kufi yazıdan oluşur, ilk yapıldığında tek kubbeli plan Kazvin'deki Mescidi Cuma (1119), ilhanlılar döneminde değişikliğe uğramıştır. Yapı gereci olarak tuğlanın kullanıldığı cami, zengin alçı ve çini bezemeleriyle dikkati çeker. Mihrapla kubbenin dış bezemeleri Kaçarlar dö-nemindendir. Gene Kazvin'deki Mescidi Haydariye de benzer türden bir yapıdır. Cami, Kaçarlar döneminde yapılan eklemelerle medreseye dönüştürülmüştür. Mihrap'taki zengin alçı süslemeler, daha sonra Anadolu selçuklu sanatını etkileyecektir. Duvarlar, lacivert ve firuze renkli çinilerden oluşan bir frizle süslüdür. Zeva-re camisi (1135) ise dört eyvanlı olarak yapılan ilk camilerden biri olma özelliğini taşır. Eyvanlar tuğladandır ve duvarlarda yüzeysel kemerler bulunur. Kubbe, içerden baklava biçiminde bezemelidir. 1156'da yaptırılan mihrabı alçı süslemelidir. Eski bir abbasi camisinin yerine yapılan Ardistan'daki Mescidi Cuma tek kubbelidir, duvarları rumi, palmet motifleri ve nesih, kufi yazı frizleriyle bezelidir. Mihraplardan biri alçı bezemelidir, mavi zemin üzerine kırmızı renkte motifler işlenmiştir.
• Zengiler ve Eyyubiler dönemi.
Cami mimarisi, Büyük Selçuklu devletinin parçalanmasıyla ortaya çıkan devletlerde de gelişimini sürdürmüştür. Musul-Halep atabeyi Nurettin Zengi döneminden Musul Ulu camisi ile 1169'da yeniden yaptırılan Halep Ulu camisi, bu açıdan önem taşır. Şam
Ümeyye camisi'ne benzeyen Halep Ulu camisi, mermer kaplamaları ve mo-zaikleriyle dikkati çeker. Yapı on beş kemerle avluya açılır. Zengiler dönemi camileriyse avluya genellikle üç kemerle açılırlar. Medresenin Cindeki bir bölümün cami olarak kullanılması, bu dönemde, daha çok, medrese mimarisinin gelişimine neden olmuştur. Eyyubiler döneminde de sünni mezhebini yaymak amacıyla medrese yapımına önem verilmiştir. Dönemin en önemli camileri arasında Şam'daki Camiültövbe (1231), Camiülak-sab, Camiülcerrah ve Camiülyelboğa (1347) belirtilebilir.
• Memluklar dönemi.
Memluklar döneminde yeni bir cami üslubu geliştirilmiştir. Memluk sultanı Baybars I döneminden Kahire Baybars camisi'nde (1266) İbnito-lun ve El-Hakim camilerinin etkileri açıkça görülür. Ancak dörtte birlik bir bölümü kalmış olan yapı, kare planlı bir duvarla çevriliydi; dikdörtgen avlunun D., K. ve B.'sında çifte revaklar vardı. Bu cami dışa taşkın taçkapısı bezemeleriyle selçuklu dönemi örneklerini andırır. Ana mekân kıbleye koşut olarak uzanan altı şahından oluşur, bunları orta eksende üç dikey şahın keser. Bu sahınlar mihrap önündeki kubbeli mekânda son bulur. Melik Nasır Muhammet tarafından iç kalede yaptırılan cami (XIV. yy. başı), bir avlu çevresinde yer alan dört eyvanlı bir plana sahiptir. Sittimiska (1339), Mardani (1340), Aksungur (1346) ve Şeyhmüeyyet (1415-1420) camileri de avlulu ve sütun-lu cami geleneğini sürdüren daha yalın örneklerdir. Kahire'deki camileri en çok etkileyen şema, türk mimarlığında görülen medrese-cami örneğidir. Sultan Kalavun döneminden Kalavun külliyesi (1285), medrese, türbe, mescit ve maristan'dan oluşur; geniş bir geçidin sol yanında mescit ve medrese, sağındaysa türbe ve minare yer alır. K.'deki maristan, yıkıntı halindedir. G.'deki büyük eyvan üç sahınlıdır; orta şahın daha büyük tutulmuştur. İki eyvanlı ilmalak camisi'nde (1319), asıl ibadet yerini oluşturan eyvan, avludan daha büyüktür. Sultanhasan medrese camisi de (1356-1363) dört eyvanlıdır. Orta avluya açılan eyvanlardan G.'deki, camiyi oluşturur. Duvarlar mozaik bezemelidir, mihrap ise çokrenkli mermerdendir. Mihrabın iki yanında bulunan kapılardan, 55 m yüksekliğinde kubbeyle örtülü türbeye geçilir. Yapının selçuklu sanatından etkilendiğini gösteren en önemli özelliği, taçkapının ana eksenden yana doğru kaydırılmış olmasıdır. Anıtsal görünüşlü cephe, kesme taştandır. Bu yapının planı, kimi küçük ayrılıklarla Emirülyusufi (1373) ve Berkuk Medrese-camisi'nde de uygulanmıştır. Cami ve türbeden oluşan Sultanberkuk camisi (1400'e doğru), taçkapının yanlarında yer alan iki minaresi, geniş boyuttaki avlusu, ana ibadet mekânının iki yanına yerleştirilmiş yüksek kubbeli türbe-leriyle bakışık planlı bir yapıdır. Cami -medrese yapılarını birleştiren Kayıtbay camisi (1472-1474), kubbesinin ve minaresinin bezemeleri, kırmızı-beyaz taşlardan örülmüş duvarlarıyla görkemli bir örnektir. Bu yapıda taçkapıyı izleyen bir koridorla kare planlı avluya geçilir. Daha önce kubbeyle örtülü olan bu mekân günümüzde açıktır. Haç biçimi planlı yapıda, K. ve G. eyvanları küçük tutulmuştur, iki yan hücre ile büyütülen B. eyvanı ise avlu genişliğindedir. Mescit olarak değerlendirilen D. eyvanı at nalı biçimindeki bir kemerle avluya açılır. Elishaki (1481) ve Ganibey (1427) camilerinde de aynı özelliklerle karşılaşılır. Çerkez Memlukları döneminde yan eyvanların küçük tutulması özelliği, önceki dönemde görülen cami -medrese işlevli yapıların yerini, artık yalnızca cami işlevli olanların almasından ileri gelmektedir.
• İlhanlılar ve Umurlular dönemi.
Büyük Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra İran'da egemenlik kuran ilhanlılar ve Ti-murlular, burada çeşitli mimari yapıtlar ortaya koydular. İlhanlılar döneminde Tebriz, Sultaniye, Meraga ve Herat kentlerinde, Gazan Han, Olcaytu, Ebu Sait Bahadır Han zamanında birçok cami, medrese, türbe, darüşşifa ve kervansaray yapılmıştır. Bu dönemden kalma camilerde, selçuklu camilerinin etkisi belirgindir. Ebu Sait Bahadır Han döneminden Veramin Ulu camisi (1322) dört eyvanlıdır, tonoz bingili kubbesi galeriyle çevrilidir. Yüksek tutulan iç ve dış taçkapılar çini bezemelidir. Yezd Mescidi Cuması da (1375-1442) revaklı ve eyvanlı bir yapıdır. Rizaiye'de-ki Mescidi Cuma (XIII), paye"li, üç sahınlı ve mihrap önü kubbesiyle derinlemesine gelişen planıyla Anadolu camilerini anımsatır. Vezir Tacettin Ali'nin Tebriz'de yaptırdığı Mescidi Alişah camisi (1312-1322) anıtsal boyutlarda dört eyvanlı bir örnektir. Dönemin öteki önemli yapıtları arasında Natanz Mescidi Cuma'sı (1304-1309), Kirman Mescidi Cuma'sı (1349), Yezd'deki Vaktüssaat sayılabilir. Timurlular döneminde ise daha çok medrese yapımına önem verilmiştir. Meşhed kentindeki Gevherşad camisi (1418), dört eyvanlı, avlusu iki katlı revaklarla çevrili bir yapıdır. Cami olarak değerlendirilen uç eyvanı soğan biçiminde kubbeyle örtülüdür.Bu eyvanın yanlarında yer alan minarelerle cephe mimarisine özen gösterilmiştir. Bu dönemden bir başka yapı da Tebriz'deki, 1465/1466'ya tarihlendirilen ve Karakoyunlular'dan Cihan Şah'ın kızı Saliha Hatun'un yaptırdığı Mavi cami ya da Gök mescit'tir. Değişik bir planı olan yapıda kubbe tüm orta mekâna egemen olacak biçimde tasarlanmıştır. Bu bölümün selçuklu camilerindeki avlunun karşılığı olduğu, çevresini üç yönden dolanan küçük kubbeli galerilerin de avlu çevresindeki revakların yerine geçtiği öne sürülür. Köşelerde yer alan minareler ön cepheye zengin bir görünüm kazandırır. Çok yıkık olan yapının mavi-yeşil çinili süslemeleri de önemlidir.
• Safeviler dönemi.
XVI. ve XVII. yy.'larda İran'a egemen olan Safeviler döneminde birçok cami yapılmıştır. Bu dönem camilerinin en önemli özelliği iç ve dış cephelerin renkli çinilerle bezenmiş olmasıdır. İsfahan'daki Şah Abbas döneminden Şeyhlütfullah camisi (1603), zengin bezemeli taçkapısı ve kubbesiyle dikkati çeker. Şah Abbas'ın mimar Ebul Kasım'a yaptırdığı (1612-1630) Mescidi Şah'ta avlulu ve dört eyvanlı şemanın, o güne değin görülmemiş yeni bir uygulamasıyla karşılaşılır. Yapı, kubbeli mekânın yanlarında yer alan ve her biri sekizer kubbeyle örtülü derinliğine salonları ve revaklı avlularıma, geleneksel plandaki örneklerden ayrılır. Çifte minareli taçkapı, yapıyla bulunduğu meydanın (Meydanı Şah) eksenlerinin aynı olmaması yüzünden eğiktir. Daha geniş olan ortadaki iç avlunun önünde kubbeli bir mekân bulunur. Aynı durum, yanlarda yer alan eyvanlarda da görülür. Bu dönemde iran'da meşhed yapımına da önem verilmiştir. Safevi hanedanı kurucusu Şeyh Safi için Erbil'de yaptırılan meşhedin bir bölümü olan cami, sekiz köşeli planıyla öteki örneklerden ayrılır. Bu yapıda da duvarlar, çiniler ve nişlerle süslüdür. 1855'e değin eklemelerle genişletilen, Şiilerin sekizinci imamı İmam Rıza için yaptırılmış olan Meşhed camisi' nin duvarları da içten ve dıştan çinilerle kaplıdır, kubbelerin dış yüzeyleri ise altın yaldızlıdır. Abbas I döneminden Hz. Fatma meşhedi de dönemin önemli örneklerindendir. Feth Ali Şah tarafından onartılan yapı, çok büyük bir avlu çevresine yerleştirilmiş dört eyvanlı camiler planın-dadır. Altın yaldızla kaplanmış ana kubbe Asya etkileri taşır. Minarelerin örtülü şerefeleri de değişik üsluptadır. Irak'ta yaşayan İran etkisi altındaki Şiiler de yaptıkları camilerde aynı özellikleri uygulamışlardır. Irak'taki önemli meşhedler arasında, Necef'teki Meşhedi Ali, Kerbela'daki Meşhedi Hüseyin, Samerra'da on ikinci imamın kaybolduğu yerde kurulan meşhed ve Bağdat'ta, yedinci ve dokuzuncu imamların mezarlarının üzerindeki Kazi-meyn camisi sayılabilir.
• Hindistan'da türk-islam dönemi.
Hindistan'daki islam sanatı örnekleri, türk-iran -hint etkileri taşıyan seçmeci bir üslubun ürünüdür. Ahmedabad'daki Rani Rupa-vati camisi, eyvanlarının türk-iran üslubu karışımı olan sivri kemerleri, dışa taşkın zengin bezemeleri ve hint sanatı etkisindeki minare kaideleriyle bu dönemin ilginç bir örneğini oluşturur. Benzer özellikler, Ahmet Şah döneminden Ahmeda-bad Mescidi Cuma'sıyla Muhafızhan Sipri camilerinde de gözlenir. XVI. yy.'atarih-lenen Seydiseyyit camisi'nin pencere şebekelerindeki bezemeler, hint-islam sanatının, mermer işçiliğinde yarattığı üst düzeyde örneklerdir. Hindistan'da görülen ve yan yana üç kubbenin örttüğü, enine gelişen bir mekân şeması, sütunlu büyük camilerin yanı sıra küçük camilerde de uygulanmıştır. Delhi'deki Baragumbat camisi (XV. yy.) ile Agra'daki Şah Cihan döneminden Moti mescidi (1648-1655), bu planda yapılardır. Delhi yakınlarındaki, Hümayan döneminde başlatılıp Serşah döneminde bitirilen Kilaikuhna camisi, enine gelişen dar bir plan gösterir, üç bölümlü ana mekânın her bir bölümü bir kubbeyle örtülüdür, yanlardaki küçük kubbeli bölümler ayrıca yarım kubbelerle desteklenmiştir. Yapının süslemelerinde türk-islam özellikleri görülmekle birlikte, kubbeye geçişi sağlayan konsollarda, balkon ve gömme sütunlarda hint etkisi belirgindir. Bir tepe yamacındaki geniş bir teras üzerine kurulu olan Fethpûr camisi de seçmeci üslupta bir yapıdır. Yüz elli basamakla çıkılan caminin revaklı avlusuna, görkemli bir taçkapıdan (Bülend Dervâza) geçilir. Avlunun B.'sında kıble yönünde namaz kılınan mekânlar bulunur. Büyük bir alana kurulmuş olan Bicapur camisi, Adil Şah I dönemindendir. Bitirilememiş olmakla birlikte, planı ve sütunlanyla seçmeci üslupta bir yapı olduğu belirgindir. Avlunun K.'inde, kıble yönündeki ana mekân, kırık sivri kemerler ve yalnızca içerden görülebilen küçük kubbelerle örtülü bölümlere ayrılmıştır. Kıble duvarının köşelerinde minareler yükselir. Luknov'daki imambara camisi (XVIII. yy.), çok büyük boyutlarda bir yapı olmasına karşılık.tekdüze izlenimi veren bir örnektir.