Canlılarda Ortak Yaşam
En basit canlı topluluğunda bile yüzlerce tür birbiriyle ilişki içindedir. Bu ilişki genelde iki canlı türüne de fayda sağlar. Örneğin kartallarla bir çayırdaki otlar arasında ilişki kurmak zordur, ama bu iki canlı türü de dolaylı olarak birbirlerine bağımlıdır. Kartallar ot yiyen tavşanlarla beslenerek otlara yardim eder; bunun karşılığında otlar da tavşanları besleyerek kartallara doyurucu bir yiyecek hazırlar.
Eğer iki canlı türü arasındaki ilişki doğrudan doğruya iki türe de çıkar sağlıyorsa buna mutualist ilişki (ortak yasam) denir. Doğadaki canlılar her zaman birbirleri ile iyi geçinmezler. Bunu daha çok yırtıcı hayvanlarla avları arasında görürüz. Av yırtıcının yaşamını devam ettirmesine yardim ederken yırtıcı da avın yaşamını noktalamasına yardim eder. Bu tür bir ilişkide bir tür (avcı) diğerine doğrudan doğruya zarar verirken diğer tür (av) avcıya yabana atılmaz bir yarar sağlar.
Buna benzer bir ilişki de parazitler ve bunların üzerinde yaşadığı canlılar arasında görülür. Hayvanlar arasındaki belli başlı ilişkilerden biri de kommensalizmdir. Burada bir tür diğerinden fayda sağlarken diğer türe hiçbir zarar gelmez. Bu ilişkiye en güzel örnek ağaçlar ve üzerinde yuva yapan kuşlar arasında görülür. Kus ağacın üzerinde yavrularını büyütürken ağaç bundan hiçbir zarar görmez. Birçok hayvan aslında tek başına yasayan bir bireymiş gibi görünse de üzerinde barındırdığı onlarca canlı türü ile aslında yürüyen bir hayvanat bahçesidir. Beraber yasayan tüm canlılar hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde bir arada yasamak üzere evrim tarafından birleştirilmişlerdir.
İnsan mantığına göre, üstünde yaşadığı organizmayı öldüren bir parazit aslında kendisine zarar veriyordur. Bu yüzden bazı parazitlerin, üzerinde yaşadıkları organizma ile ortak bir şekilde olmasa da, taşıyıcının öyle zannedebileceği parazitlik bir yasam sekline sahip olmaları, bu yönde bir evrim geçirmiş olmaları çok yararlarına olmuştur.
Buna bir örnek vermek gerekirse; Tenya hiçbir hissedilir belirti göstermeyerek taşıyıcısının kendisini, yani yumurtalarını kolayca çevreye yayabilmesini ve diğer taşıyıcı adaylarına ulaşmak için hayli mesafe kat etmiş olur. Öte yandan, kolera, virütük kanser çeşitleri, frengi ve antibiyotiğe dayanıklı tüberküloz çeşitleri öldürücü olabilmektedir. Ayni soruyu tekrarlayacak olursak, yani bir parazitin kendi hayatini sürdürmesi için gereksinim duyduğu taşıyıcı organizmayı öldürmesinin ne derece mantıklı olduğunu; aslında eksik kalan bir şeyler olması gerektiğini anlayabiliriz.
Sunu hatırlatalım ki, evrim belli bir plana göre ilerlemez, evrimin temel taslarını oluşturan genetik varyasyonlar düzenli değil rastlantısal mutasyonlara dayanırlar. Ama sonunda bu rastlantısal birikimler doğal seleksiyonun süzgecinden geçerek En iyi adapte olan sıfatıyla hayatta kalmayı başarırlar ve devamlarını sağlarlar. Parazitin yaşadığı ortam taşıyıcısı olduğu için yani bir fiziksel çevreden çok bir canlı çevre olduğu için girdiği evrim süreci kendini olduğu kadar, taşıyıcısını da etkileyecektir. Ama daha da önemlisi, taşıyıcı onun doğal çevresini oluşturduğu için, taşıyıcıda meydana gelecek değişimler parazitin evrimsel sürecini belirleyen etmenler olacaktır.
Bazı parazitler kolera bakterisi gibi taşıyıcıları ölmeden kısa bir süre içinde ishale sebep olarak taşıyıcının aşırı su ve tuz kaybetmesini ve böylece hayati tehlikeye girmesini sağlar, ama bir yandan da bu, parazitin yayılması için bir yoldur. Kirlenmiş suyun başka bir insan tarafından kullanılması parazite yeni bir ev sağlar.
Savaş ve yoksulluk gibi faktörler su temizleme sistemlerinin kurulması engelleyerek, koleranın bu döngüsüne islerlik kazandırırlar. Hindistanda su temizleme sistemleri kurulduktan sonra öldürücü V.cholerae nin yerini az zararlı V.cholerae almıştır. Doğal seleksiyon olgusunun yani sıra, insanin başrolü oynadığı yapay seleksiyon vardır. Günümüzde canlının evrim sürecinde ana etmen insandır.
En basit canlı topluluğunda bile yüzlerce tür birbiriyle ilişki içindedir. Bu ilişki genelde iki canlı türüne de fayda sağlar. Örneğin kartallarla bir çayırdaki otlar arasında ilişki kurmak zordur, ama bu iki canlı türü de dolaylı olarak birbirlerine bağımlıdır. Kartallar ot yiyen tavşanlarla beslenerek otlara yardim eder; bunun karşılığında otlar da tavşanları besleyerek kartallara doyurucu bir yiyecek hazırlar.
Eğer iki canlı türü arasındaki ilişki doğrudan doğruya iki türe de çıkar sağlıyorsa buna mutualist ilişki (ortak yasam) denir. Doğadaki canlılar her zaman birbirleri ile iyi geçinmezler. Bunu daha çok yırtıcı hayvanlarla avları arasında görürüz. Av yırtıcının yaşamını devam ettirmesine yardim ederken yırtıcı da avın yaşamını noktalamasına yardim eder. Bu tür bir ilişkide bir tür (avcı) diğerine doğrudan doğruya zarar verirken diğer tür (av) avcıya yabana atılmaz bir yarar sağlar.
Buna benzer bir ilişki de parazitler ve bunların üzerinde yaşadığı canlılar arasında görülür. Hayvanlar arasındaki belli başlı ilişkilerden biri de kommensalizmdir. Burada bir tür diğerinden fayda sağlarken diğer türe hiçbir zarar gelmez. Bu ilişkiye en güzel örnek ağaçlar ve üzerinde yuva yapan kuşlar arasında görülür. Kus ağacın üzerinde yavrularını büyütürken ağaç bundan hiçbir zarar görmez. Birçok hayvan aslında tek başına yasayan bir bireymiş gibi görünse de üzerinde barındırdığı onlarca canlı türü ile aslında yürüyen bir hayvanat bahçesidir. Beraber yasayan tüm canlılar hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde bir arada yasamak üzere evrim tarafından birleştirilmişlerdir.
İnsan mantığına göre, üstünde yaşadığı organizmayı öldüren bir parazit aslında kendisine zarar veriyordur. Bu yüzden bazı parazitlerin, üzerinde yaşadıkları organizma ile ortak bir şekilde olmasa da, taşıyıcının öyle zannedebileceği parazitlik bir yasam sekline sahip olmaları, bu yönde bir evrim geçirmiş olmaları çok yararlarına olmuştur.
Buna bir örnek vermek gerekirse; Tenya hiçbir hissedilir belirti göstermeyerek taşıyıcısının kendisini, yani yumurtalarını kolayca çevreye yayabilmesini ve diğer taşıyıcı adaylarına ulaşmak için hayli mesafe kat etmiş olur. Öte yandan, kolera, virütük kanser çeşitleri, frengi ve antibiyotiğe dayanıklı tüberküloz çeşitleri öldürücü olabilmektedir. Ayni soruyu tekrarlayacak olursak, yani bir parazitin kendi hayatini sürdürmesi için gereksinim duyduğu taşıyıcı organizmayı öldürmesinin ne derece mantıklı olduğunu; aslında eksik kalan bir şeyler olması gerektiğini anlayabiliriz.
Sunu hatırlatalım ki, evrim belli bir plana göre ilerlemez, evrimin temel taslarını oluşturan genetik varyasyonlar düzenli değil rastlantısal mutasyonlara dayanırlar. Ama sonunda bu rastlantısal birikimler doğal seleksiyonun süzgecinden geçerek En iyi adapte olan sıfatıyla hayatta kalmayı başarırlar ve devamlarını sağlarlar. Parazitin yaşadığı ortam taşıyıcısı olduğu için yani bir fiziksel çevreden çok bir canlı çevre olduğu için girdiği evrim süreci kendini olduğu kadar, taşıyıcısını da etkileyecektir. Ama daha da önemlisi, taşıyıcı onun doğal çevresini oluşturduğu için, taşıyıcıda meydana gelecek değişimler parazitin evrimsel sürecini belirleyen etmenler olacaktır.
Bazı parazitler kolera bakterisi gibi taşıyıcıları ölmeden kısa bir süre içinde ishale sebep olarak taşıyıcının aşırı su ve tuz kaybetmesini ve böylece hayati tehlikeye girmesini sağlar, ama bir yandan da bu, parazitin yayılması için bir yoldur. Kirlenmiş suyun başka bir insan tarafından kullanılması parazite yeni bir ev sağlar.
Savaş ve yoksulluk gibi faktörler su temizleme sistemlerinin kurulması engelleyerek, koleranın bu döngüsüne islerlik kazandırırlar. Hindistanda su temizleme sistemleri kurulduktan sonra öldürücü V.cholerae nin yerini az zararlı V.cholerae almıştır. Doğal seleksiyon olgusunun yani sıra, insanin başrolü oynadığı yapay seleksiyon vardır. Günümüzde canlının evrim sürecinde ana etmen insandır.