Doğum tarihi: 12 Aralık 1916, Reyhanlı
Ölüm tarihi ve yeri: 13 Haziran 1987, İstanbul
Eş: Fevziye Menteşoğlu (e. 1942–1983)
Defnedildiği yer: Karacaahmet Mezarlığı, İstanbul
Çocuklar: Ümit Meric
İnsanı diğer mahkûkattan ayıran, düşünme ve idrak edebilme kabiliyetidir. Bunun dışında, canlılardan fazlaca bir farklılığımız ve üstünlüğümüz yoktur. Hatta bazı hususlarda diğer canlılardan daha dirençsiz bir yapıya sahibiz. Durum bu iken aklımızı öncelikli fikrî meselelerimizde yoğunlaştırmazsak insanlığımız nerde kalır? Tek dayanağımız düşünce ve idraktir.
Düşünmeyi ve fikir üretmeyi amaç olarak gören ve ömrünü bu işe adayan yerli ideologların başında gelir Cemil Meriç… O, insan olmanın manasını düşünce üretmeyle ilişkilendirir. Hayatı boyunca düşüncenin zehrini damarlarına enjekte eder. Fakat bu zehir bizce baldan tatlıdır. Tefekkürün beyni zonklattığı demlerde, düşünce, muhatabına zehir etkisi yapabilir; onu sarhoş ve bitap düşürebilir. Zihnî bünyenin buna hazır olması elzemdir. Bu da belli bir süreci gerekli kılar.
Çocukluğumdan beri Cemil Meriç’le olan kitabî dostluğum hep devam etmiştir. Zihnimi yormuş, tabir caizse beni yaşlandırmıştır. Özellikle “Bu Ülke” zihni dağınıklığımı düzene koymuş, fakat bu sefer de iç huzuruma müdahale etmiştir. Çünkü artık dünyaya bakışım değişmiş ve yeni mana yükü belleğimi zorlamıştır. Muazzam derinliğe vakıf olabilmek için söz konusu eseri bir kez daha okuma ihtiyacı duymuşumdur. Son okuyuşum beni, Orhan Veli’nin ifade ettiği “Düşünme hayal et, bak böcekler de öyle yapıyor” noktasından uzaklaştırmış, gayeli insan dimağına kavuşturmuştur.
Cemil Meriç geceli gündüzlü okuyan ve hayatın manasını tefekkür eden bir fikir işçisiydi. Başlıca işi düşünmek ve düşündüklerini cemiyete iletmekti. Bunu büyük bir sorumluluk duygusu içerisinde ve istekle yerine getiriyordu. Tek arzusu ve beklentisi kendini bilen ve sorgulayan bir nesil ortaya koymaktı. Çünkü bu alanda büyük eksiklikler ve boşluklar olduğunu biliyordu. Fakat genç yaşında gözlerini kaybederek bu hevesi kursağında kalmıştır. Gerçi âmâ haliyle de okuma ve hakikatleri terennüm etme faaliyetine devam etmiştir. Fakat bu sefer okunanları dinlemek zorunda kalmıştır. Yani kitapla arasına ikinci bir kişi girmiştir. Ömrünün baharında yardımcıya ihtiyaç duyması onu çok üzse de kutsal çilesinden alıkoyamamıştır. Fakat kendini yalnız hissetmiştir. Âmâlığıyla ve yalnızlığıyla ilgili olarak şu sözleri sarfetmiştir:
“Görenin yalnızlıktan şikâyete hakkı yoktur: mevsimler, renkler, çiçekler, şehrin bütün kadınları, bütün çocuklar gören içindir. Görmeyen bir insan bozuk bir ampul gibi, manasız, bıraktığınız yerde kalan bir paket; içinde eski hatıralar olduğu için arada bir karıştırılmaya layık….Çocukken oynadığımız bir taşbebek gibi, atmaya kıyamadığımız acayip bir külçe.”
Cemil Meriç kelimeleri yoran ve onlarla raks eden bir düşünce cambazıydı. Gözlerini kaybettiği zaman bile hayata aynı sıcaklıkta, yakınlıkta ve aydınlıkta bakabilen bu mütefekkir ruh, her geçen gün düşüncenin sıcağında biraz daha kavrulmuştur. Beynini yakan bu ateşi okuyucularına ustaca yansıtmıştır. İnsanı anlamanın ve anlatmanın mücadelesini vermiştir. 29 yılda tamamladığı hayata dair seyir defteri olan “Jurnal” inde insan beyninin düşünce tomografisini çekmiş ve şu şekilde yansıtmıştır:
“Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur. Kendisine ve çevresine ait hiçbir şey bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi. İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez. Sınırsız olan hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde kıvranan bir ruh. Vücut araba, akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden, atlar... Buda haklı: Varolmak için yok olmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin. Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı? Kader hep oynayamayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekârların...”(Jurnal’den)
Jurnal’den bahsetmişken söyleyeyim… Bence Jurnal onun “Bu Ülke” den sonra gelen ve derin düşünce kesitleri içeren bir şaheseridir. Onun dünyaya nazarı bu eserin satırlarına sinmiştir. Bu kitap bir çeşit iç muhasebe veya sessiz bir çığlıktır. Kendisi bu eseriyle ilgili olarak şu ilginç benzetmelerde bulunuyor: “ Jurnal benim kendimle diyaloğum, çevrem, dostum, sırdaşım. Tesellim aynı zamanda. Hafızam, yankım. Acılarımı da paylaşıyor. Jurnal’im kişisel deneyimlerimin deposu, psikolojik güzergâhım, düşüncelerimin paslanmasına karşı bir önlem. Yaşama bahanem, neredeyse benden sonrakilere bırakacağım tek yararlı şey…”
Cemil Meriç okumalarım düşünce yelpazemi hem zenginleştirmiş, hem de renklendirmiştir. Günümüz gençlerinin bu münzevi fikir işçisini çok iyi anlamaları ve tahlil etmeleri gerekir. Zira bugünkü sıkıntılarımızın çoğunun ilacı onun fikir heybesinde mevcuttur. Yeter ki önyargıyla yaklaşmayalım. Onun kitaplarına tutunarak, günümüzün modası olan, marazlı bohem hayatından kurtulabiliriz. Bu güzide eserler bizim için saadet adası hükmündedir. Bu münzevi fikir işçisini yalnızlığa terk etmeyelim. Hazine hükmündeki eserlerini okuyalım; her satırı üzerinde düşünelim. Çünkü o, ifadeleri ağdalı ve derin düşünceli bir mütefekkirdi. Allah rahmet eylesin.
M. Nihat Malkoç
Ölüm tarihi ve yeri: 13 Haziran 1987, İstanbul
Eş: Fevziye Menteşoğlu (e. 1942–1983)
Defnedildiği yer: Karacaahmet Mezarlığı, İstanbul
Çocuklar: Ümit Meric
İnsanı diğer mahkûkattan ayıran, düşünme ve idrak edebilme kabiliyetidir. Bunun dışında, canlılardan fazlaca bir farklılığımız ve üstünlüğümüz yoktur. Hatta bazı hususlarda diğer canlılardan daha dirençsiz bir yapıya sahibiz. Durum bu iken aklımızı öncelikli fikrî meselelerimizde yoğunlaştırmazsak insanlığımız nerde kalır? Tek dayanağımız düşünce ve idraktir.
Düşünmeyi ve fikir üretmeyi amaç olarak gören ve ömrünü bu işe adayan yerli ideologların başında gelir Cemil Meriç… O, insan olmanın manasını düşünce üretmeyle ilişkilendirir. Hayatı boyunca düşüncenin zehrini damarlarına enjekte eder. Fakat bu zehir bizce baldan tatlıdır. Tefekkürün beyni zonklattığı demlerde, düşünce, muhatabına zehir etkisi yapabilir; onu sarhoş ve bitap düşürebilir. Zihnî bünyenin buna hazır olması elzemdir. Bu da belli bir süreci gerekli kılar.
Çocukluğumdan beri Cemil Meriç’le olan kitabî dostluğum hep devam etmiştir. Zihnimi yormuş, tabir caizse beni yaşlandırmıştır. Özellikle “Bu Ülke” zihni dağınıklığımı düzene koymuş, fakat bu sefer de iç huzuruma müdahale etmiştir. Çünkü artık dünyaya bakışım değişmiş ve yeni mana yükü belleğimi zorlamıştır. Muazzam derinliğe vakıf olabilmek için söz konusu eseri bir kez daha okuma ihtiyacı duymuşumdur. Son okuyuşum beni, Orhan Veli’nin ifade ettiği “Düşünme hayal et, bak böcekler de öyle yapıyor” noktasından uzaklaştırmış, gayeli insan dimağına kavuşturmuştur.
Cemil Meriç geceli gündüzlü okuyan ve hayatın manasını tefekkür eden bir fikir işçisiydi. Başlıca işi düşünmek ve düşündüklerini cemiyete iletmekti. Bunu büyük bir sorumluluk duygusu içerisinde ve istekle yerine getiriyordu. Tek arzusu ve beklentisi kendini bilen ve sorgulayan bir nesil ortaya koymaktı. Çünkü bu alanda büyük eksiklikler ve boşluklar olduğunu biliyordu. Fakat genç yaşında gözlerini kaybederek bu hevesi kursağında kalmıştır. Gerçi âmâ haliyle de okuma ve hakikatleri terennüm etme faaliyetine devam etmiştir. Fakat bu sefer okunanları dinlemek zorunda kalmıştır. Yani kitapla arasına ikinci bir kişi girmiştir. Ömrünün baharında yardımcıya ihtiyaç duyması onu çok üzse de kutsal çilesinden alıkoyamamıştır. Fakat kendini yalnız hissetmiştir. Âmâlığıyla ve yalnızlığıyla ilgili olarak şu sözleri sarfetmiştir:
“Görenin yalnızlıktan şikâyete hakkı yoktur: mevsimler, renkler, çiçekler, şehrin bütün kadınları, bütün çocuklar gören içindir. Görmeyen bir insan bozuk bir ampul gibi, manasız, bıraktığınız yerde kalan bir paket; içinde eski hatıralar olduğu için arada bir karıştırılmaya layık….Çocukken oynadığımız bir taşbebek gibi, atmaya kıyamadığımız acayip bir külçe.”
Cemil Meriç kelimeleri yoran ve onlarla raks eden bir düşünce cambazıydı. Gözlerini kaybettiği zaman bile hayata aynı sıcaklıkta, yakınlıkta ve aydınlıkta bakabilen bu mütefekkir ruh, her geçen gün düşüncenin sıcağında biraz daha kavrulmuştur. Beynini yakan bu ateşi okuyucularına ustaca yansıtmıştır. İnsanı anlamanın ve anlatmanın mücadelesini vermiştir. 29 yılda tamamladığı hayata dair seyir defteri olan “Jurnal” inde insan beyninin düşünce tomografisini çekmiş ve şu şekilde yansıtmıştır:
“Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur. Kendisine ve çevresine ait hiçbir şey bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi. İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez. Sınırsız olan hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde kıvranan bir ruh. Vücut araba, akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden, atlar... Buda haklı: Varolmak için yok olmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin. Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı? Kader hep oynayamayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekârların...”(Jurnal’den)
Jurnal’den bahsetmişken söyleyeyim… Bence Jurnal onun “Bu Ülke” den sonra gelen ve derin düşünce kesitleri içeren bir şaheseridir. Onun dünyaya nazarı bu eserin satırlarına sinmiştir. Bu kitap bir çeşit iç muhasebe veya sessiz bir çığlıktır. Kendisi bu eseriyle ilgili olarak şu ilginç benzetmelerde bulunuyor: “ Jurnal benim kendimle diyaloğum, çevrem, dostum, sırdaşım. Tesellim aynı zamanda. Hafızam, yankım. Acılarımı da paylaşıyor. Jurnal’im kişisel deneyimlerimin deposu, psikolojik güzergâhım, düşüncelerimin paslanmasına karşı bir önlem. Yaşama bahanem, neredeyse benden sonrakilere bırakacağım tek yararlı şey…”
Cemil Meriç okumalarım düşünce yelpazemi hem zenginleştirmiş, hem de renklendirmiştir. Günümüz gençlerinin bu münzevi fikir işçisini çok iyi anlamaları ve tahlil etmeleri gerekir. Zira bugünkü sıkıntılarımızın çoğunun ilacı onun fikir heybesinde mevcuttur. Yeter ki önyargıyla yaklaşmayalım. Onun kitaplarına tutunarak, günümüzün modası olan, marazlı bohem hayatından kurtulabiliriz. Bu güzide eserler bizim için saadet adası hükmündedir. Bu münzevi fikir işçisini yalnızlığa terk etmeyelim. Hazine hükmündeki eserlerini okuyalım; her satırı üzerinde düşünelim. Çünkü o, ifadeleri ağdalı ve derin düşünceli bir mütefekkirdi. Allah rahmet eylesin.
M. Nihat Malkoç