Bugün Türk tarihçisi, yakın tarihe ilişkin konularda duygusal bir açmazla karşı karşıya bulunuyor. Bu yüzden tarafsız ve analizler yapılamıyor Hemen her teşebbüs soruşturmayla sonuçlanıyor.
Bu açmaz yüzünden, ister istemez, yakın tarihe ilişkin tüm olaylar ve yakın tarihi yapan tüm isimler bir “Alaca Karanlık Kuşağı” içinde kalıyor.
Alaca karanlık kuşağında kalan olaylardan biri de Çerkez Edhem ve “Çerkez Edhem Olayı”dır. (29 Aralık itibariyle 84. yıldönümüydü, araya bayram girdiğinden yorumumuz bugüne kaldı)
Olaya dalmadan önce şunu belirteyim ki, Kurtuluş Savaşı'nın en zor dönemleri aşılır aşılmaz, ‘Ankara ekibi’ olarak isimlendirebileceğimiz ekip, zaferden sonra kendilerine alternatif olabilecek, ya da kafalarındaki Türkiye’yi engelleyebilecek dirayette gördükleri (Kuva-yı Milliye’ye katılmak için Anadolu’ya geçmek isteyen bazı şehzadelerle meşhur Enver Paşa dahil) Laz İpsiz Recep, Demirci Mehmed Efe, (zaman içinde de) Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Fethi Okyar, Ali Şükrü, Topal Osman gibi) isimleri tasfiyeye çalışmıştır.
Soru şu: Resmi tarihi yapanların ve yazanların müştereken “vatana ihanet”le suçladıkları Çerkez Edhem de acaba bunlardan biri midir?
Böyle durumlarda önce “aile”ye bakılır. Bu ailede hiç “hain” yok. Yani Ethem’in ailesi Kafkas kökenli sapa sağlam, tertemiz bir aile. Bağrından kahramanlar, şehitler çıkarmış. Edhem’in iki ağabeyi İlyas ve Nuri Beyler, Rum eşkıyalarıyla çarpışırken şehit olmuşlar.
Diğer ağabeyleri Reşit ve Tevfik Beyler ise 1901-1902 yıllarında Harbiye'yi bitirerek subay çıkmışlar. Reşit Bey çeşitli cephelerde çarpışmış, canıyla, malıyla Türkiye’ye hizmet etmiş.
Hizmetleri dikkate alındığı için 1919'da Meclisi Mebusan'a Saruhan Milletvekili olarak girmiş. Meclisi Mebusan İngiliz işgalcilerinin baskısı sonucu kapatılınca da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne geçmiş.
Yani Edhem’in ailesinin geçmişinde “hıyanet” yok, yan gelip keyfe keder yaşamak da yok; tam tersine, vaktiyle Bandırma'nın Emre Köyü’ne yerleşmiş Şapsığ Çerkez Boyu’na mensup bu aile, tüm varlığıyla “vatana hizmet” için yanan yüreklere sahip bir aile…
Zaten Ethem de “düşmanla savaşma” geleneğinin etkisiyle evinden kaçarak Bakırköy’deki “Süvari Küçük Zabit Mektebi”ne girdi. Çünkü, “vatan için” iki oğlunu şehit, diğer ikisini “kurban” veren babası Ali Bey, en küçük oğlu Edhem’i asker yapmak istemiyordu.
Okulu bitiren Edhem önce Balkan Savaşı'na katıldı. Bulgar cephesinde savaşırken yaralandı. Madalya aldı. I. Dünya Savaşı'nda Eşref Kuşçubaşı'nın yönettiği Teşkilat-ı Mahsusa (Bir nevi gizli istihbarat teşkilâtı) ile birlikte İran, Afganistan ve Irak'a yapılan akınlara katıldı. Defalarca yaralandı. Fakat Çerkez Edhem’i “Çerkez Edhem” yapan süreç Kurtuluş Savaşı döneminde başladı. Bu süreçteki mücadelesiyle efsanevi bir kişilik halini aldı.
1919-1920 arasında Anadolu'da tek vurucu güç olan Kuva-yı Seyyare'yi (Seyyar kuvvetler) kurdu ve yönetti. O tarihte ülkenin her köşesinde mevzii direnişler vardı. Efeler, hatta eşkıyalar güçlerini “vatana hizmet” için bütünlemişti. Ankara ekibi bunların arasındaki koordinasyonu ve iletişimi sağlıyor, dolayısıyla da öne çıkıyordu.
Edhem büyük hizmetler yaptı. Bizzat Atatürk tarafından Ankara’ya çağrılıp ağırlandı. Sanırım o sırada bir de “niyet imtihanı”na tabi tutuldu. Ve sanırım “tasfiye edilecekler” listesine yazıldı.
Biga civarında kuvvetlerimizi bozmayı başaran Anzavur Ahmed kuvvetleriyle ölümüne çarpışıp bozguna uğrattı. Oradan Düzce’deki isyanın üzerine gönderildi. Onu da başarıyla bastırdı.
Edhem’in yıldızı bu başarılardan sonra büsbütün parlamıştı. Ama Ankara’nın kafasındaki “acaba”lar da artmıştı. İyice güçlenen, adeta efsaneleşen Edhem Bey acaba Ankara’ya kayıtsız şartsız boyun eğecek miydi, yoksa iktidardan pay mı isteyecekti?
Edhem tartışmasız iyi bir komutan ve kahraman bir askerdi, ne var ki diplomasiyi Ankara’dakiler kadar bilmiyor, zaman zaman Ankara’ya kafa tutuyordu…
Üstelik İsmet Paşa’ya güvenmiyor, ilişkilerini Mustafa Kemal Paşa ile sınırlı tutmak istiyordu. Defalarca Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istedi, ancak bu arzusu sürekli geri çevrildi. Bu durumda ya tam anlamıyla “itaat” edecekti, ya da “isyan”; isyan etti. Nedense itaat etmesi halinde bir şekilde öldürüleceğine inanmıştı.
Git gide sıkıştırıldı. Kuva-yı Milliye ile savaşmak istemiyordu. Çekilebildiği kadar çekildi. Çıkar yol kalmayınca, milli kuvvetlere katılmalarını tavsiye ederek emrindeki kuvvetleri serbest bıraktı. Silahını, orduya ait malzeme ve parayı bıraktı. Yunan kuvvetlerinden geçiş izni istedi. Bu izni alınca da, tam 86 yıl önce, (6-7 Ocak 1921) Yunan işgali altındaki bölgeye geçti.
“Yunan tarafına geçeceğine öldürülmeyi bekleseydi” de diyebilirsiniz, “Normal olarak canını kurtarmaya çalıştı” da diyebilirsiniz…Ben ise “keşke” diyorum, “keşke başka bir yolu olsaydı.”
Yavuz BAHADIROĞLU
Bu açmaz yüzünden, ister istemez, yakın tarihe ilişkin tüm olaylar ve yakın tarihi yapan tüm isimler bir “Alaca Karanlık Kuşağı” içinde kalıyor.
Alaca karanlık kuşağında kalan olaylardan biri de Çerkez Edhem ve “Çerkez Edhem Olayı”dır. (29 Aralık itibariyle 84. yıldönümüydü, araya bayram girdiğinden yorumumuz bugüne kaldı)
Olaya dalmadan önce şunu belirteyim ki, Kurtuluş Savaşı'nın en zor dönemleri aşılır aşılmaz, ‘Ankara ekibi’ olarak isimlendirebileceğimiz ekip, zaferden sonra kendilerine alternatif olabilecek, ya da kafalarındaki Türkiye’yi engelleyebilecek dirayette gördükleri (Kuva-yı Milliye’ye katılmak için Anadolu’ya geçmek isteyen bazı şehzadelerle meşhur Enver Paşa dahil) Laz İpsiz Recep, Demirci Mehmed Efe, (zaman içinde de) Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Fethi Okyar, Ali Şükrü, Topal Osman gibi) isimleri tasfiyeye çalışmıştır.
Soru şu: Resmi tarihi yapanların ve yazanların müştereken “vatana ihanet”le suçladıkları Çerkez Edhem de acaba bunlardan biri midir?
Böyle durumlarda önce “aile”ye bakılır. Bu ailede hiç “hain” yok. Yani Ethem’in ailesi Kafkas kökenli sapa sağlam, tertemiz bir aile. Bağrından kahramanlar, şehitler çıkarmış. Edhem’in iki ağabeyi İlyas ve Nuri Beyler, Rum eşkıyalarıyla çarpışırken şehit olmuşlar.
Diğer ağabeyleri Reşit ve Tevfik Beyler ise 1901-1902 yıllarında Harbiye'yi bitirerek subay çıkmışlar. Reşit Bey çeşitli cephelerde çarpışmış, canıyla, malıyla Türkiye’ye hizmet etmiş.
Hizmetleri dikkate alındığı için 1919'da Meclisi Mebusan'a Saruhan Milletvekili olarak girmiş. Meclisi Mebusan İngiliz işgalcilerinin baskısı sonucu kapatılınca da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne geçmiş.
Yani Edhem’in ailesinin geçmişinde “hıyanet” yok, yan gelip keyfe keder yaşamak da yok; tam tersine, vaktiyle Bandırma'nın Emre Köyü’ne yerleşmiş Şapsığ Çerkez Boyu’na mensup bu aile, tüm varlığıyla “vatana hizmet” için yanan yüreklere sahip bir aile…
Zaten Ethem de “düşmanla savaşma” geleneğinin etkisiyle evinden kaçarak Bakırköy’deki “Süvari Küçük Zabit Mektebi”ne girdi. Çünkü, “vatan için” iki oğlunu şehit, diğer ikisini “kurban” veren babası Ali Bey, en küçük oğlu Edhem’i asker yapmak istemiyordu.
Okulu bitiren Edhem önce Balkan Savaşı'na katıldı. Bulgar cephesinde savaşırken yaralandı. Madalya aldı. I. Dünya Savaşı'nda Eşref Kuşçubaşı'nın yönettiği Teşkilat-ı Mahsusa (Bir nevi gizli istihbarat teşkilâtı) ile birlikte İran, Afganistan ve Irak'a yapılan akınlara katıldı. Defalarca yaralandı. Fakat Çerkez Edhem’i “Çerkez Edhem” yapan süreç Kurtuluş Savaşı döneminde başladı. Bu süreçteki mücadelesiyle efsanevi bir kişilik halini aldı.
1919-1920 arasında Anadolu'da tek vurucu güç olan Kuva-yı Seyyare'yi (Seyyar kuvvetler) kurdu ve yönetti. O tarihte ülkenin her köşesinde mevzii direnişler vardı. Efeler, hatta eşkıyalar güçlerini “vatana hizmet” için bütünlemişti. Ankara ekibi bunların arasındaki koordinasyonu ve iletişimi sağlıyor, dolayısıyla da öne çıkıyordu.
Edhem büyük hizmetler yaptı. Bizzat Atatürk tarafından Ankara’ya çağrılıp ağırlandı. Sanırım o sırada bir de “niyet imtihanı”na tabi tutuldu. Ve sanırım “tasfiye edilecekler” listesine yazıldı.
Biga civarında kuvvetlerimizi bozmayı başaran Anzavur Ahmed kuvvetleriyle ölümüne çarpışıp bozguna uğrattı. Oradan Düzce’deki isyanın üzerine gönderildi. Onu da başarıyla bastırdı.
Edhem’in yıldızı bu başarılardan sonra büsbütün parlamıştı. Ama Ankara’nın kafasındaki “acaba”lar da artmıştı. İyice güçlenen, adeta efsaneleşen Edhem Bey acaba Ankara’ya kayıtsız şartsız boyun eğecek miydi, yoksa iktidardan pay mı isteyecekti?
Edhem tartışmasız iyi bir komutan ve kahraman bir askerdi, ne var ki diplomasiyi Ankara’dakiler kadar bilmiyor, zaman zaman Ankara’ya kafa tutuyordu…
Üstelik İsmet Paşa’ya güvenmiyor, ilişkilerini Mustafa Kemal Paşa ile sınırlı tutmak istiyordu. Defalarca Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istedi, ancak bu arzusu sürekli geri çevrildi. Bu durumda ya tam anlamıyla “itaat” edecekti, ya da “isyan”; isyan etti. Nedense itaat etmesi halinde bir şekilde öldürüleceğine inanmıştı.
Git gide sıkıştırıldı. Kuva-yı Milliye ile savaşmak istemiyordu. Çekilebildiği kadar çekildi. Çıkar yol kalmayınca, milli kuvvetlere katılmalarını tavsiye ederek emrindeki kuvvetleri serbest bıraktı. Silahını, orduya ait malzeme ve parayı bıraktı. Yunan kuvvetlerinden geçiş izni istedi. Bu izni alınca da, tam 86 yıl önce, (6-7 Ocak 1921) Yunan işgali altındaki bölgeye geçti.
“Yunan tarafına geçeceğine öldürülmeyi bekleseydi” de diyebilirsiniz, “Normal olarak canını kurtarmaya çalıştı” da diyebilirsiniz…Ben ise “keşke” diyorum, “keşke başka bir yolu olsaydı.”
Yavuz BAHADIROĞLU