Çocuğunuz bilgisayarda oyun oynarken hiç motivasyon sıkıntısı yaşıyor mu?
“Haydi oğlum kalk, artık bilgisayar oyunu zamanı geldi, biraz zorla kendini, hep ders hep ödev nereye kadar?” dediğinizi düşünebiliyor musunuz?
“Anne ya, oynamak istemiyorum, ne olur izin ver biraz kitap okuyayım” gibi cümleler duyuyor musunuz?
Duyuyorsanız gaipten sesler duyuyor olabilirsiniz, çünkü bugünün dünyasında bu çok ender rastladığımız bir durum.
İçsel motivasyonun en saf halini çocuklar oyun başındayken görüyoruz. İtekleme yok, zorlama yok, sıkılma yok, kaçma yok.
Bilgisayar oyunlarını düşman bellemiş olabilirsiniz, ama insan en iyi hayat derslerini düşmanlarından öğrenmez mi? Oyunu cazip kılan unsurları anlar ve bunları çocukların eğitim sürecine uygularsak, belki yukarıda duyduğumuz cümleler hayal olmaktan çıkabilir.
Dijital oyunları çocuklar için bu kadar cazip kılan nedir?
1. Oyunlarda aktif bir deneyimleme ve keşif süreci var. Bir oyunu anlamadan önce kurcalayıp kurallarını öğrenmeniz gerekiyor.
Okulda aktif keşfe ayrılan süre ne kadar? Genellikle öğretmen odaklı, ezbere dayalı bir öğrenim var. Keşif ezberin neresinde?
2. Oyunda anında geri bildirim var. Aşamayı geçtin mi ya da yandın mı hemen görebiliyorsun; Facebook’ta yayınladığın bir habere, bir resme gelen beğeni ve yorumları anında görebiliyorsun.
Okulda sınav olunca sonuçları ne zaman geliyor? Nerede hata yaptığını ne zaman görüyorsun? Öğretmen kağıdını ne zaman okursa.
3. Oyunda adım adım zorlaşan aşamalar var. Herkes kendi seviyesine göre ilerleyebiliyor. Oyuncunun beceri düzeyine göre giderek daha zorlaşan bir sistem.
Sınıfta ise, beceri düzeyin ne olursa olsun herkesle aynı düzeyde ilerlemek zorundasın. Sınıfta konuyu zaten bildiği için sıkıntıdan patlayan çocuğun halini anlamak için, Candy Crush Saga oyununda 120. düzeye gelmişseniz tekrar birinci düzeyi oynamayı deneyin. Çocukların duygularını daha iyi anlarsınız. O yüzden ders ne çocuğu vazgeçirecek kadar zor ne de sıkacak kadar kolay olmalı. Seviyesine göre biraz daha zorlayacak kadar zor olmalı ki motivasyon duygusu olsun.
4. Oyunda hata yapınca hemen tekrar deniyorsun. Oyun, deneme yanılma ve tekrar deneme döngüsü üzerine kurulu. Başarısız olduğunda anında geri bildirim alıyorsun.
Okulda sınava giriyorsun ve sonuçlarını kim bilir ne zaman alıyorsun. Hata yapsan da neden yaptığını ve nasıl düzelteceğini görmeme şansın çok yüksek.
Oyunda ise her başarısızlıkta yeni bir şey keşfediyorsun ve risk düşük, çünkü kimse sana dönem sonunda karne verip “bu oyunu bir yıl daha aynı seviyede oynayacaksın” diye ceza vermiyor.
Okulda düşük not aldın mı riskler büyük. Tekrar deneme imkanı oyundaki gibi hızlı ve sık değil. Sınav sayısını düşünün. Sonuç zevk ve heyecan yerine korku ve gerginlik duygusu. Oyunda korku yok. Zevk var.
5. Oyunda eğlenceli bir rekabet var. “Bak Ayten’in oğlu Angry Birds’e kaç puan yapmış sen hala yerinde say demiyor” kimse (Çocuğunuz oyuna çok düşkünse, bu etkili yöntemi bir deneyin, anında oyundan soğusun).
Okulda sürekli bir karşılaştırma ortamı var ama ne kadar eğlenceli? Çocuğa öz değerlendirme fırsatı ne kadar tanınıyor? Oyunda ise kendi kendini değerlendirip, hatalarını görüp, bir dahaki sefere ona göre strateji belirliyorsun.
6. Oyunda hayal gücü var. Başka bir kimliğe bürünebiliyorsun. Bir hikayenin baş kahramanı olabiliyorsun. Normal hayatta asla olmayacağın bir karakter olabiliyorsun.
Okulda ise hayal gücüne fazla yer yok.
Aktif deneyimleme, keşif, hata yapma özgürlüğü, öz değerlendirme, anında geri bildirim, kişiselleştirilmiş müfredat, eğlenceli rekabet, hayal gücü...
Kısacası, eğitim sisteminin oyunlardan öğrenecek çok şeyi var. Oyunu hem çocuklar hem yetişkinler için vazgeçilmez kılan bu özellikleri eğitime başarıyla ve samimiyetle uygulayabildiğimiz gün, çocuklar okula koşarak gidebilir.
“Haydi oğlum kalk, artık bilgisayar oyunu zamanı geldi, biraz zorla kendini, hep ders hep ödev nereye kadar?” dediğinizi düşünebiliyor musunuz?
“Anne ya, oynamak istemiyorum, ne olur izin ver biraz kitap okuyayım” gibi cümleler duyuyor musunuz?
Duyuyorsanız gaipten sesler duyuyor olabilirsiniz, çünkü bugünün dünyasında bu çok ender rastladığımız bir durum.
İçsel motivasyonun en saf halini çocuklar oyun başındayken görüyoruz. İtekleme yok, zorlama yok, sıkılma yok, kaçma yok.
Bilgisayar oyunlarını düşman bellemiş olabilirsiniz, ama insan en iyi hayat derslerini düşmanlarından öğrenmez mi? Oyunu cazip kılan unsurları anlar ve bunları çocukların eğitim sürecine uygularsak, belki yukarıda duyduğumuz cümleler hayal olmaktan çıkabilir.
Dijital oyunları çocuklar için bu kadar cazip kılan nedir?
1. Oyunlarda aktif bir deneyimleme ve keşif süreci var. Bir oyunu anlamadan önce kurcalayıp kurallarını öğrenmeniz gerekiyor.
Okulda aktif keşfe ayrılan süre ne kadar? Genellikle öğretmen odaklı, ezbere dayalı bir öğrenim var. Keşif ezberin neresinde?
2. Oyunda anında geri bildirim var. Aşamayı geçtin mi ya da yandın mı hemen görebiliyorsun; Facebook’ta yayınladığın bir habere, bir resme gelen beğeni ve yorumları anında görebiliyorsun.
Okulda sınav olunca sonuçları ne zaman geliyor? Nerede hata yaptığını ne zaman görüyorsun? Öğretmen kağıdını ne zaman okursa.
3. Oyunda adım adım zorlaşan aşamalar var. Herkes kendi seviyesine göre ilerleyebiliyor. Oyuncunun beceri düzeyine göre giderek daha zorlaşan bir sistem.
Sınıfta ise, beceri düzeyin ne olursa olsun herkesle aynı düzeyde ilerlemek zorundasın. Sınıfta konuyu zaten bildiği için sıkıntıdan patlayan çocuğun halini anlamak için, Candy Crush Saga oyununda 120. düzeye gelmişseniz tekrar birinci düzeyi oynamayı deneyin. Çocukların duygularını daha iyi anlarsınız. O yüzden ders ne çocuğu vazgeçirecek kadar zor ne de sıkacak kadar kolay olmalı. Seviyesine göre biraz daha zorlayacak kadar zor olmalı ki motivasyon duygusu olsun.
4. Oyunda hata yapınca hemen tekrar deniyorsun. Oyun, deneme yanılma ve tekrar deneme döngüsü üzerine kurulu. Başarısız olduğunda anında geri bildirim alıyorsun.
Okulda sınava giriyorsun ve sonuçlarını kim bilir ne zaman alıyorsun. Hata yapsan da neden yaptığını ve nasıl düzelteceğini görmeme şansın çok yüksek.
Oyunda ise her başarısızlıkta yeni bir şey keşfediyorsun ve risk düşük, çünkü kimse sana dönem sonunda karne verip “bu oyunu bir yıl daha aynı seviyede oynayacaksın” diye ceza vermiyor.
Okulda düşük not aldın mı riskler büyük. Tekrar deneme imkanı oyundaki gibi hızlı ve sık değil. Sınav sayısını düşünün. Sonuç zevk ve heyecan yerine korku ve gerginlik duygusu. Oyunda korku yok. Zevk var.
5. Oyunda eğlenceli bir rekabet var. “Bak Ayten’in oğlu Angry Birds’e kaç puan yapmış sen hala yerinde say demiyor” kimse (Çocuğunuz oyuna çok düşkünse, bu etkili yöntemi bir deneyin, anında oyundan soğusun).
Okulda sürekli bir karşılaştırma ortamı var ama ne kadar eğlenceli? Çocuğa öz değerlendirme fırsatı ne kadar tanınıyor? Oyunda ise kendi kendini değerlendirip, hatalarını görüp, bir dahaki sefere ona göre strateji belirliyorsun.
6. Oyunda hayal gücü var. Başka bir kimliğe bürünebiliyorsun. Bir hikayenin baş kahramanı olabiliyorsun. Normal hayatta asla olmayacağın bir karakter olabiliyorsun.
Okulda ise hayal gücüne fazla yer yok.
Aktif deneyimleme, keşif, hata yapma özgürlüğü, öz değerlendirme, anında geri bildirim, kişiselleştirilmiş müfredat, eğlenceli rekabet, hayal gücü...
Kısacası, eğitim sisteminin oyunlardan öğrenecek çok şeyi var. Oyunu hem çocuklar hem yetişkinler için vazgeçilmez kılan bu özellikleri eğitime başarıyla ve samimiyetle uygulayabildiğimiz gün, çocuklar okula koşarak gidebilir.
Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Bahar Eriş