Atatürk'le birlikte yada O'nun düşündüğü biçimiyle çağdaş-ulusal-evrensel (çoksesli) boyutlu bir kimlik temeline oturtulan Türk müziğinin, birbirlerini bütünleyen bu üç temel vazgeçilmez ölçütün ve Atatürk dinamizminin ve (kültür-müzik) düşüncesinin yapılanması altında geleceği belirlenmiştir.
"Mustafa Kemal'in amacı, yüzyıllardır horlanmış, dışlanmış, zorla ezilip sindirilmiş Anadolu Türk halkını bin an önce ulus bilincine ve kişiliğine kavuşturmaktır. Bunun için de, Türkçülük düşüncesinin, öncelikle Osmanlıcılık gibi, İslamcı Türkçülük gibi, Turancılık gibi çağdışı niteliklerinden arındırılması gerektiğini düşünmektedir.
Gökalp, "halk müziğini Batı müziğiyle birleştirmek"ten söz ederken; Atatürk, "Ulusal müziğimizi... işlemek" der.
Atatürk, Batı'nın "müziğinin" değil, "müzikçiliğinin alınması üzerinde durur.
Diğer bir deyişle dışarıdan "yol, yönetim, teknik araç-gereç" almaktadır. Çünkü "ürün" içeride kendi yurdumuzda oluşacaktır.
Dolayısıyla Atatürk'ün, bilimsel olarak da izlenebileceği üzere, "Ziya Gökalp'la fikir birliğinde olduğunu" söylemek, "güçtür, gereksizdir".
Atatürk'e özgü dinamik hamleler, Türkiye Cumhuriyeti kurulur kurulmaz, Türk ulusunun kurallaşmış durağanlığından bir an önce sıyrılıp çıkabilmesi yolunda temel ilkeleri ortaya koymuş; bilimde, kültürde ve sanatta ulaşılmak istenen hedeflerin belirleyicisi olmuştur.
Atatürk'ün düşünce ve eylemlerinde, Fransız devriminin büyük etkisi vardır. O'nun düşüncelerinde ve gerçekleştirdiği Türk devriminin temellerinde, bir Descartes akılcılığının (rasyonalizm) ve bir Auguste Comte olguculuğunun (pozitivizm) izleri görülmektedir. Özgürlük anlayışının temelinde ise, doğal haklar kavramına dayanan Jean-Jacques Rousseau bulunmaktadır.
Toplumsal yapıdaki değişikliklerin ancak düşüncede devrimle birlikte yürüyeceğine inanan ve 1 Kasım 1937'de TBMM Beşinci Dönem Üçüncü Toplanma Yılını Açış Konuşması'nda:
Büyük davamız, en medeni (uygar) ve en müreffeh (varlıklı) millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılap yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve hareketi, beraber yürütmek mecburiyetindeyiz.
diyen Atatürk, ulusal değerlere ama çağdaş ilkelere dayanan bir Türkiye'nin kurulmasında Türk müziğini de önemsemiştir.
Atatürk'ün devrimci düşünceleri, Jean-Jacques Rousseau'nun devrimci düşünceleriyle benzeşir ve Atatürk'e esinlik eder. J.J. Rausseau şöyle der: "... İyi bir yapı yükseltebilmek için, Ispartalı Lycurgue'ün yaptığı gibi havayı temizlemekle, bütün eski malzemeyi ortadan kaldırmakla işe başlamak gerekli".
Ne var ki, sonradan gelen başta şiir olmak üzere kimi yasaklar, O'nun döneminde görülmemiştir. Atatürk dönemindeki ölçülü, dengeli özgürlük, örneğin 1950'den sonra düşün ve yazını bir yasak çemberi içinde tutan anlayışsızlık içinde eriyip gitmiştir.
1914'te yeniden kurulan mehteran, 1935 yılında kapatılıp, 1952'de yeniden kuruluyor. Bugün de (artırılarak) yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Bunun yanında Türk müzik devrimindeki hedef de, Türk ulusunu başka uluslar yanında temsil edebilme niteliğine sahip çağdaş-ulusal Türk müziğinin oluşturulabilmesiydi.
Atatürk'ün 1 Kasım 1934'te TBMM'nin Dördüncü Dönem Dördüncü Toplanma Yılı'nı açarken söyledikleri, Türk devriminin müzik görüşüdür.
Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.
Bugün dinletmeye yeltenilen musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal; ince duyguları düşünceleri anlatan; yüksek değişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak, bu güzeyde Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musiki de yerini alabilir.
Kültür İşleri Bakanlığı'nın buna değerince özen vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim.
Atatürk'ün önerdiği yol-yöntem, çok yönlü, çok boyutlu, geniş kapsamlı, ileri ve gelişkindir. Gökalp "Batılılaşmayı", Atatürk ise "Çağdaşlaşmayı" temel alır. Dolayısıyla Atatürk'ün söylemi, ilerici devinin süreci içinde, yol-yönetim-teknikte hep çağın ve çağdaş bilimin yakalanması üzerine kuruludur. Bu bakımdan Atatürk'ün önerisi, Türk müzik devriminde hep daha ileri aşamanın yakalanmasını yansıtır.
Atatürk, kendisi eski müzikle yetiştiği halde, müzikte de devrim anlayışını uygulamış; bugün bile kesin sınırı çizilemeyen "alaturka" müziği Türk ulusuna uygun görmeyerek, müziğimizin kökünü Anadolu ezgilerine bağlamıştır.
"Atatürk; ulusu, dil, kültür ve ülkü birliği olarak kabul etmektedir. O'na göre aslolan uygarlıktır. "Gazi'nin tarihçiliğinde ırkçılık değil, kökçülük vardır". Atatürk'e göre "atalarımız bir zamanlar Orta Asya'da yaşamış ve oradan Anadolu'ya göçmüş olabilirler, ama Türklerin bugünkü anayurdu Anadolu'dur. Misakı milli sınırları içinde kalan topraklardır. Orta Asya, sadece atalarımızın geçmişte yaşadıkları yurttur. Tarihimiz de, ancak bu açıdan Orta Asya ile ilgilenebilir. Artık asıl tarihimiz, bu toprakların tarihidir. Bu topraklardaki bütün uygarlıkların sahibi ve mirasçısı biziz.
... Mustafa Kemal ırkla değil, uygarlıkla ilgilidir ve 1930'lu yılların ortalarından itibaren de çalışmalar artık Anadolu tarihi ve uygarlıklar üzerine yoğunlaştırılmıştır.
Atatürk'ün, 1 Kasım 1936'da TBMM'nin 5. Dönem 2. Toplanma Yılı Açılışı'ndaki söylemi, üzerinde yaşadığımız topraklardaki uygarlıkların zenginliğine dikkat çekerek, Türk tarihi olarak Anadolu tarihinin benimsendiğini ve Anadolu topraklarından çıkacak her maddi uygarlık ürününün artık Türk tarihinin maddi belgeleri olduğunu çarpıcı bir biçimde açıklamaktadır:
Bir yerlerden alıntıdır.
Tarih Kurumu'nun, Alacahöyük'te yaptığı kazılar neticesinde meydana çıkardığı 5500 senelik maddi Türk tarih belgeleri cihan (dünya) kültür tarihini yeni baştan tetkik ve tamîk ettirecek (derinliğine incelettirecek) mahiyettedir (niteliktedir).
Atatürk, "Batıcı", öykünmeci (taklitçi) değil, "Batılı"dır. Kaldı ki, daha o yıllarda temel ilkesini ortaya koyan Atatürk, müzikte de, öykünmecilikten uzak, tam bağımsız bir anlayışı benimser:
"Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve saygın bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar toplumlar karşısında uşak durumunda olmaktan öteye gidemez.
Atatürk'ün, bir gün Vasfi Rıza Zobu'nun köşkte söylediği, "Ah o güzel gözlerine hayran olayım" yürük semai şarkıdan sonraki sözleri, müzikteki amacının Batı öykünmeciliği değil, Batı'nın müzik-bilgi tekniğinden yararlanıp, Türk müzik yaşamında ve kültüründe ulusal özü koruyup geliştirerek, genellikle Doğu uygarlığına temellenmiş ve ona göre yapılanmış teksesli durumdan, çağdaş uygarlığa temellenen çoğulcu-çoksesli bir duruma ulaşmaya çalışmak olduğunun göstergesidir.
Bir yerlerden alıntıdır.
Şu okunan ne güzel bir eser. Ben zevkle dinledim. Sizler de öyle. Ama bir Avrupalıya bu eseri böyle okuyup da bir zevk vermeye imkân var mı? Ben demek istedim ki, bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini onlara da dinletmek çaresi bulunsun. Onların tekniği, onların ilmiyle, onların sazları, onların orkestraları ile çaresi her ne ise... Biz de Türk musikisinin milletlerarası bir sanat haline getirelim. Türk'ün nağmelerini kaldırıp atalım da sadece Batı milletlerinin hazırdan musikisini alıp kendimize mal edelim, yalnız onları dinleyelim demedim...
Atatürk'ün özgürlük mücadelesinin ve savaşımının amacı da, kültürde, toplumsal yaşayışta ve ekonomide Türk halkını kul / köle olmaktan kurtarmaya yönelikti. Dolayısıyla, "Özgürlük ve Bağımsızlık Benim Karakterimdir" diyen Atatürk'ün, müzikte de ortaya koymaya çalıştığı "özgür ve bağımsız" kimliği, alaturkalığa ya da alafrangalığa sığdırmaya - sıkıştırmaya çalışmak, Atatürk'ü anlayamamak demektir.
Osmanlı devleti, Batı kültürünün beşiğinde 600 yıl yaşamış, fakat üzerinde yaşadığı hazineyi değerlendirme bilincine erişemeden tarih sahnesinden silinmiştir.
Atatürk ve Cumhuriyetin "Kemalist" aydını asla "alaturka" yada "alafranga" olmamıştır. Kemalizm, çağdaş ve ulusallık sentezi üzerine kuruludur. Yani, kültür - sanat (müzikte) hedef, çağdaş bir ulusallıktır.
Atatürk, Türk müziğini doğru temeller üzerine oturtmaya çalışmakta, şairleri, edebiyatçıları, müzik - bilimcileri ve sanatçıları, düşündüğü temel üzerinde ve çağdaş dinamik değerler üzerinde yönlendirmekte ve müzikte sosyallik işlevi aramaktadır:
Eski musikiyi, Batı musikisine üstün çıkarmak için çalışanlar bir ufak hakikati fark edemez görünürler. Bu hakikati kısaca ifade etmek lazım gelirse diyebiliriz ki, bütün bu canlandırma işinde ele alınan musiki parçaları Türklerin herhangi bir ayinde, şenlikte bütün maddi ve hissi kabiliyetlerini yüksek derecede kullanarak oynamalarına yarayan nağmelerdir. Bu fasıldan olan musikiyi bugünün dans parçaları gibi saymakta hata yoktur. Ancak, bugünkü Türk kafası musikiyi düşündüğü zaman, yalnız basit oyunlara yarayacak, insanlara basit ve geçici heyecan verecek musiki aramıyor. Musiki dendiği zaman, yüksek duygularımızın, hayat ve hatıralarımızın ifadesini bulan bir musiki istiyoruz."
"Bugünkü Türkler, musikiden diğer yüksek ve hassas cemiyetlerin beklediği hizmeti bekliyor.
İşte bu bakımdan klasik Osmanlı musikisini canlandırmaya çalışanların çok dikkatli bulunmaları gerekir.
Biz, bir Türk bestesini dinlediğimiz zaman, ondan geçmişin uyanma bırakması lazım gelen hikâyesini kalbimize giren oklar gibi duymak isteriz. Acı olsun, tatlı olsun biz bir beste dinlerken ve farkında olmaksızın hislerimizin incelir olduğunu duymak isteriz.
Bütün bunlardan başka, musikiden beklediğimizin maddi, fikri ve hissi uyanıklık ve çevikliğin takviyesi olduğuna şüphe yoktur. Yeni şairlerimizden, ediplerimizden, musiki bilginlerimizden ve bilhassa ses sanatkârlarından istediğimiz ve aradığımız budur.
Çağdaş düşünebildiği, dahası kimi konularda kendi çağını aşabildiği içindir ki Atatürk, özgürlük ve bağımsızlığa kavuşturduğu Türk toplumunun çağdaşlaşmasını amaç edinmiştir. Buna giden yolun, düşünce ve davranışlarda değişiklik yapmayla başlayabileceğini görmüş" ve bu değişimin adımlarıyla ilgili olarak 27 Ocak 1923 günü, İzmirlilere Hükümet Konağı'nda şunları söylemiştir:
"Daha kurtulmuş değiliz. Atılan adımlar, bundan sonra atılacak adımların ancak başlangıcıdır. Bu adımları doğru ve yerinde atabilmek için, kendi geleceğimize, kendimiz sahip olmalıyız.
Türk müziğinde gidilmesi gereken kaynağı da, "Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir" sözüyle Anadolu olarak gösterir.
Düşüncesini, ülküsünü ve hedefini daha askeri öğrencilik yıllarında oluşturmaya başlayan ve "1904 Aralık ayında Harp Akademisi'ni bitirerek Kurmay Yüzbaşı diplomasını alan Mustafa Kemal, arkadaşlarına:
Çocuklar, şimdi her birimiz bir Osmanlı paşasının yanına gideceğiz. Hepsi İslam âlemi gafleti içindedirler. Olanca kaynaklarımızı Türk Anadolu ortasında toplamalıyız"
Diyen Atatürk'ün "Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir" sözüyle, kültürel oluşumun yönünü de Anadolu olarak gösterip kaynağı yine orada toplaması çok doğaldır.
Anadolu halkının bağlamasını ve müziğini "milli gelenek", "milli kültür" olarak nitelendiren Atatürk, bağlama için de şöyle der:
Beyler, şu gördüğünüz küçük sazın bağrında bir milletin kültürü dile geliyor. Bir milletin kültür ve sanat hareketlerini ve seviyesini, milli geleneklerine bağlı kalarak, medeni dünyanın kendisine ayak uydurmaya mecbur olduğumuzu unutmamalıyız. bu küçük sazın bağrından kopan nağmeleri, bu istikamette geliştirmeye ve değerlendirmeye ehemmiyet ve kıymet verilmelidir.
Atatürk, çağdaş bir atılım yaparak, ulusal Türk müziğiyle evrenselliği yakalamak ister:
"Biz, Batı'nınkini hürmetle dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada hürmetle dinlenecek bir halde olmalıdır."
Atatürk, tüm bu düşünce oluşumlarını, "Musikisiz devrim olmaz" savına ve görüşüne yükleyerek, Türk ulusunun, çağdaşlık, uygarlık ve ileriye doğru değişim ve gelişim yolunda, düşünceye vurulmuş zincirleri devrimleriyle kırarak yürür:
"Memleketimizi asrileştirmek (çağdaşlaştırmak) istiyoruz. Bütün mesaimiz (çalışmamız) Türkiye'de asri (çağdaş), binaenaleyh (bununla birlikte) Garbi (Batılı) bir hükümet vücuda getirmektir (oluşturmaktır). Medeniyete (uygarlığa) girmek arzu edip de, Garba (Batı'ya) teveccüh etmemiş (yönelmemiş) millet (ulus) hangisidir? Bir istikamette (doğrultuda) yürümek azminde (kararında) olan ve hareketinin ayağında bağlı zincirlerle işkâl edildiğini (zorlandığını / engellendiğini) gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür."
Derdi, davası; Anadolu, Anadolu halkının gönenci, tam bağımsızlığı, tam özgürlüğü ve ezgileridir Atatürk'ün.
Kültür dinamizmine yönelik, tüm bu ideal teori, düşünce ve anlayışın, pratik uygulamalara dönüşmesiyle elde edilmiş olan yenilenmeler, Atatürk'le birlikte belirli hedeflere dönük, zengin ve renkli aksiyonlar dizisinin ve Cumhuriyet dönemi Türk müziğinin yeni oluşumunu sağlamıştır.
İlk olarak Ankara'da bir Musiki Muallim Mektebi (Müzik Öğretmen Okulu) kurulmuştur (1 Eylül 1924).
1934 yılında Milli Musiki ve Temsil Akademisi, 1935 yılında da Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
Ulusal kültürün tümüyle geliştirilmesi çalışmalarına hız verilmiş ve İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nın Veliaht dairesinde, Türkiye'nin ilk Resim ve Heykel Müzesi açılmıştır (1937).
Macar müzikologu ve bestecisi Bartok, 1936 yılında Ankara Halkevi'nin çağrılısı olarak Türkiye'ye gelmiş ve Adana civarında dolaşarak, derlemeler yapıp (18-25 Kasım 1936), 90 tane Türk halk ezgisini notaya almış, verdiği 3 konferansla da, Türk halk müziği ürünlerinin derlenmesinin önemine dikkatleri çekmiştir.
Atatürk, "Bizim hakiki musikimiz " dediği halk müziğimizin derlenmesine ve kompozitörler tarafından işlenmesine büyük önem vermiş, daha 1924 yılında halk müziği derlemelerini başlatmıştır.
19 Şubat 1932'de Atatürk'ün isteğiyle kurulan Halkevlerinde halk müziğimiz konusunda yaşatıcı çalışmalar yapılmıştır. Halkevlerinin 1. Döneminde (1932-1951), Türk folklorunun hemen hemen bütün dallarında derleme, araştırma, eğitim çalışmaları başarıyla yürütülmüştür.
XIX. yüzyıldan İtalyan operet topluluklarının İstanbul'daki gösterilerinin ilgi görmesi üzerine, bizde de kımıldamalar olmuş, Haydar Bey, Çuhacıyan, İsmail Hakkı, Muhlis Sabahattin gibi besteciler ve Vedat Örfi, operet türünde ilk denemeleri yapmışlardı.
Batı müziğine yakın kurallarla bestelenen ilk operet, sözleri Ekrem Reşit Rey'e, müziği Cemal Reşit Rey'e ait Saz-Caz, Delidolu, 1931'de sahnelenen Üç Saat ve 1933-1934'te sahnelenen Lüküs Hayat operetleridir.
Atatürk, opera sanatının da önemle üzerinde durmuştur. Daha 1934 yılında, Ankara'da henüz bir konservatuar yokken, opera sanatına dönük ilk çalışmaları, zamanın önde gelen iki bestecisi Ahmet Adnan Saygun ve Necil Kazım Akses'le başlatmış, opera metinlerinin (libretto) yazımını da yönlendirmiştir.
Ünlü koreograf ve bale yönetmeni Dame Ninette de Valois 1947 yılında Türk hükümetinin çağrısı üzerine gelerek, 1948'de İstanbul Yeşilköy'de bale okulu açmış, bu okul, 1950'de Ankara'ya taşınarak Devlet Konservatuarı’nın bir bölümü olmuştur.
Yeni kurulacak olanlarla; Türkiye genelinde 18 tane klasik Türk müziği koro ve (mehter) topluluğu, 9 tane de Türk halk müziği koro ve topluluğuna ulaşılacaktır. Toplumsal gelişimin en önemli göstergelerinden / ölçütlerinden olan çok sesli koro ve topluluk sayısı ise tümünden azdır.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından başlanarak Atatürk'le birlikte sürdürülen bu yenilikçi, ilerici ve dinamik atılımlar, Atatürk'ün, uzağı yakın gören ayrıcalığının da etkisiyle, Türkiye halkının yararına sosyal, kültürel ve ekonomik alanda "az zamanda çok işler" yapıldığının, ama özellikle 1946'dan sonra bir arpa boyu yol bile alınamadığının yada yolun farlık yönlere götürüldüğünün ve Atatürk'ün, "Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir" sözünden; ayrıca Türk çağdaş müziğinin oluşturulmasında "ehemmiyet ve kıymet" verilmesi istenen halk müziğinden ve çokseslilikten; dolayısıyla, Atatürk'ün Türk (kültür-müzik) devrimi düşüncesinden ne yazık ki uzaklaşıldığının somut-sayısal (bilimsel) göstergeleridir.
"Mustafa Kemal'in amacı, yüzyıllardır horlanmış, dışlanmış, zorla ezilip sindirilmiş Anadolu Türk halkını bin an önce ulus bilincine ve kişiliğine kavuşturmaktır. Bunun için de, Türkçülük düşüncesinin, öncelikle Osmanlıcılık gibi, İslamcı Türkçülük gibi, Turancılık gibi çağdışı niteliklerinden arındırılması gerektiğini düşünmektedir.
Gökalp, "halk müziğini Batı müziğiyle birleştirmek"ten söz ederken; Atatürk, "Ulusal müziğimizi... işlemek" der.
Atatürk, Batı'nın "müziğinin" değil, "müzikçiliğinin alınması üzerinde durur.
Diğer bir deyişle dışarıdan "yol, yönetim, teknik araç-gereç" almaktadır. Çünkü "ürün" içeride kendi yurdumuzda oluşacaktır.
Dolayısıyla Atatürk'ün, bilimsel olarak da izlenebileceği üzere, "Ziya Gökalp'la fikir birliğinde olduğunu" söylemek, "güçtür, gereksizdir".
Atatürk'e özgü dinamik hamleler, Türkiye Cumhuriyeti kurulur kurulmaz, Türk ulusunun kurallaşmış durağanlığından bir an önce sıyrılıp çıkabilmesi yolunda temel ilkeleri ortaya koymuş; bilimde, kültürde ve sanatta ulaşılmak istenen hedeflerin belirleyicisi olmuştur.
Atatürk'ün düşünce ve eylemlerinde, Fransız devriminin büyük etkisi vardır. O'nun düşüncelerinde ve gerçekleştirdiği Türk devriminin temellerinde, bir Descartes akılcılığının (rasyonalizm) ve bir Auguste Comte olguculuğunun (pozitivizm) izleri görülmektedir. Özgürlük anlayışının temelinde ise, doğal haklar kavramına dayanan Jean-Jacques Rousseau bulunmaktadır.
Toplumsal yapıdaki değişikliklerin ancak düşüncede devrimle birlikte yürüyeceğine inanan ve 1 Kasım 1937'de TBMM Beşinci Dönem Üçüncü Toplanma Yılını Açış Konuşması'nda:
Büyük davamız, en medeni (uygar) ve en müreffeh (varlıklı) millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılap yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve hareketi, beraber yürütmek mecburiyetindeyiz.
diyen Atatürk, ulusal değerlere ama çağdaş ilkelere dayanan bir Türkiye'nin kurulmasında Türk müziğini de önemsemiştir.
Atatürk'ün devrimci düşünceleri, Jean-Jacques Rousseau'nun devrimci düşünceleriyle benzeşir ve Atatürk'e esinlik eder. J.J. Rausseau şöyle der: "... İyi bir yapı yükseltebilmek için, Ispartalı Lycurgue'ün yaptığı gibi havayı temizlemekle, bütün eski malzemeyi ortadan kaldırmakla işe başlamak gerekli".
Ne var ki, sonradan gelen başta şiir olmak üzere kimi yasaklar, O'nun döneminde görülmemiştir. Atatürk dönemindeki ölçülü, dengeli özgürlük, örneğin 1950'den sonra düşün ve yazını bir yasak çemberi içinde tutan anlayışsızlık içinde eriyip gitmiştir.
1914'te yeniden kurulan mehteran, 1935 yılında kapatılıp, 1952'de yeniden kuruluyor. Bugün de (artırılarak) yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Bunun yanında Türk müzik devrimindeki hedef de, Türk ulusunu başka uluslar yanında temsil edebilme niteliğine sahip çağdaş-ulusal Türk müziğinin oluşturulabilmesiydi.
Atatürk'ün 1 Kasım 1934'te TBMM'nin Dördüncü Dönem Dördüncü Toplanma Yılı'nı açarken söyledikleri, Türk devriminin müzik görüşüdür.
Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.
Bugün dinletmeye yeltenilen musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal; ince duyguları düşünceleri anlatan; yüksek değişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak, bu güzeyde Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musiki de yerini alabilir.
Kültür İşleri Bakanlığı'nın buna değerince özen vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim.
Atatürk'ün önerdiği yol-yöntem, çok yönlü, çok boyutlu, geniş kapsamlı, ileri ve gelişkindir. Gökalp "Batılılaşmayı", Atatürk ise "Çağdaşlaşmayı" temel alır. Dolayısıyla Atatürk'ün söylemi, ilerici devinin süreci içinde, yol-yönetim-teknikte hep çağın ve çağdaş bilimin yakalanması üzerine kuruludur. Bu bakımdan Atatürk'ün önerisi, Türk müzik devriminde hep daha ileri aşamanın yakalanmasını yansıtır.
Atatürk, kendisi eski müzikle yetiştiği halde, müzikte de devrim anlayışını uygulamış; bugün bile kesin sınırı çizilemeyen "alaturka" müziği Türk ulusuna uygun görmeyerek, müziğimizin kökünü Anadolu ezgilerine bağlamıştır.
"Atatürk; ulusu, dil, kültür ve ülkü birliği olarak kabul etmektedir. O'na göre aslolan uygarlıktır. "Gazi'nin tarihçiliğinde ırkçılık değil, kökçülük vardır". Atatürk'e göre "atalarımız bir zamanlar Orta Asya'da yaşamış ve oradan Anadolu'ya göçmüş olabilirler, ama Türklerin bugünkü anayurdu Anadolu'dur. Misakı milli sınırları içinde kalan topraklardır. Orta Asya, sadece atalarımızın geçmişte yaşadıkları yurttur. Tarihimiz de, ancak bu açıdan Orta Asya ile ilgilenebilir. Artık asıl tarihimiz, bu toprakların tarihidir. Bu topraklardaki bütün uygarlıkların sahibi ve mirasçısı biziz.
... Mustafa Kemal ırkla değil, uygarlıkla ilgilidir ve 1930'lu yılların ortalarından itibaren de çalışmalar artık Anadolu tarihi ve uygarlıklar üzerine yoğunlaştırılmıştır.
Atatürk'ün, 1 Kasım 1936'da TBMM'nin 5. Dönem 2. Toplanma Yılı Açılışı'ndaki söylemi, üzerinde yaşadığımız topraklardaki uygarlıkların zenginliğine dikkat çekerek, Türk tarihi olarak Anadolu tarihinin benimsendiğini ve Anadolu topraklarından çıkacak her maddi uygarlık ürününün artık Türk tarihinin maddi belgeleri olduğunu çarpıcı bir biçimde açıklamaktadır:
Bir yerlerden alıntıdır.
Tarih Kurumu'nun, Alacahöyük'te yaptığı kazılar neticesinde meydana çıkardığı 5500 senelik maddi Türk tarih belgeleri cihan (dünya) kültür tarihini yeni baştan tetkik ve tamîk ettirecek (derinliğine incelettirecek) mahiyettedir (niteliktedir).
Atatürk, "Batıcı", öykünmeci (taklitçi) değil, "Batılı"dır. Kaldı ki, daha o yıllarda temel ilkesini ortaya koyan Atatürk, müzikte de, öykünmecilikten uzak, tam bağımsız bir anlayışı benimser:
"Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve saygın bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar toplumlar karşısında uşak durumunda olmaktan öteye gidemez.
Atatürk'ün, bir gün Vasfi Rıza Zobu'nun köşkte söylediği, "Ah o güzel gözlerine hayran olayım" yürük semai şarkıdan sonraki sözleri, müzikteki amacının Batı öykünmeciliği değil, Batı'nın müzik-bilgi tekniğinden yararlanıp, Türk müzik yaşamında ve kültüründe ulusal özü koruyup geliştirerek, genellikle Doğu uygarlığına temellenmiş ve ona göre yapılanmış teksesli durumdan, çağdaş uygarlığa temellenen çoğulcu-çoksesli bir duruma ulaşmaya çalışmak olduğunun göstergesidir.
Bir yerlerden alıntıdır.
Şu okunan ne güzel bir eser. Ben zevkle dinledim. Sizler de öyle. Ama bir Avrupalıya bu eseri böyle okuyup da bir zevk vermeye imkân var mı? Ben demek istedim ki, bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini onlara da dinletmek çaresi bulunsun. Onların tekniği, onların ilmiyle, onların sazları, onların orkestraları ile çaresi her ne ise... Biz de Türk musikisinin milletlerarası bir sanat haline getirelim. Türk'ün nağmelerini kaldırıp atalım da sadece Batı milletlerinin hazırdan musikisini alıp kendimize mal edelim, yalnız onları dinleyelim demedim...
Atatürk'ün özgürlük mücadelesinin ve savaşımının amacı da, kültürde, toplumsal yaşayışta ve ekonomide Türk halkını kul / köle olmaktan kurtarmaya yönelikti. Dolayısıyla, "Özgürlük ve Bağımsızlık Benim Karakterimdir" diyen Atatürk'ün, müzikte de ortaya koymaya çalıştığı "özgür ve bağımsız" kimliği, alaturkalığa ya da alafrangalığa sığdırmaya - sıkıştırmaya çalışmak, Atatürk'ü anlayamamak demektir.
Osmanlı devleti, Batı kültürünün beşiğinde 600 yıl yaşamış, fakat üzerinde yaşadığı hazineyi değerlendirme bilincine erişemeden tarih sahnesinden silinmiştir.
Atatürk ve Cumhuriyetin "Kemalist" aydını asla "alaturka" yada "alafranga" olmamıştır. Kemalizm, çağdaş ve ulusallık sentezi üzerine kuruludur. Yani, kültür - sanat (müzikte) hedef, çağdaş bir ulusallıktır.
Atatürk, Türk müziğini doğru temeller üzerine oturtmaya çalışmakta, şairleri, edebiyatçıları, müzik - bilimcileri ve sanatçıları, düşündüğü temel üzerinde ve çağdaş dinamik değerler üzerinde yönlendirmekte ve müzikte sosyallik işlevi aramaktadır:
Eski musikiyi, Batı musikisine üstün çıkarmak için çalışanlar bir ufak hakikati fark edemez görünürler. Bu hakikati kısaca ifade etmek lazım gelirse diyebiliriz ki, bütün bu canlandırma işinde ele alınan musiki parçaları Türklerin herhangi bir ayinde, şenlikte bütün maddi ve hissi kabiliyetlerini yüksek derecede kullanarak oynamalarına yarayan nağmelerdir. Bu fasıldan olan musikiyi bugünün dans parçaları gibi saymakta hata yoktur. Ancak, bugünkü Türk kafası musikiyi düşündüğü zaman, yalnız basit oyunlara yarayacak, insanlara basit ve geçici heyecan verecek musiki aramıyor. Musiki dendiği zaman, yüksek duygularımızın, hayat ve hatıralarımızın ifadesini bulan bir musiki istiyoruz."
"Bugünkü Türkler, musikiden diğer yüksek ve hassas cemiyetlerin beklediği hizmeti bekliyor.
İşte bu bakımdan klasik Osmanlı musikisini canlandırmaya çalışanların çok dikkatli bulunmaları gerekir.
Biz, bir Türk bestesini dinlediğimiz zaman, ondan geçmişin uyanma bırakması lazım gelen hikâyesini kalbimize giren oklar gibi duymak isteriz. Acı olsun, tatlı olsun biz bir beste dinlerken ve farkında olmaksızın hislerimizin incelir olduğunu duymak isteriz.
Bütün bunlardan başka, musikiden beklediğimizin maddi, fikri ve hissi uyanıklık ve çevikliğin takviyesi olduğuna şüphe yoktur. Yeni şairlerimizden, ediplerimizden, musiki bilginlerimizden ve bilhassa ses sanatkârlarından istediğimiz ve aradığımız budur.
Çağdaş düşünebildiği, dahası kimi konularda kendi çağını aşabildiği içindir ki Atatürk, özgürlük ve bağımsızlığa kavuşturduğu Türk toplumunun çağdaşlaşmasını amaç edinmiştir. Buna giden yolun, düşünce ve davranışlarda değişiklik yapmayla başlayabileceğini görmüş" ve bu değişimin adımlarıyla ilgili olarak 27 Ocak 1923 günü, İzmirlilere Hükümet Konağı'nda şunları söylemiştir:
"Daha kurtulmuş değiliz. Atılan adımlar, bundan sonra atılacak adımların ancak başlangıcıdır. Bu adımları doğru ve yerinde atabilmek için, kendi geleceğimize, kendimiz sahip olmalıyız.
Türk müziğinde gidilmesi gereken kaynağı da, "Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir" sözüyle Anadolu olarak gösterir.
Düşüncesini, ülküsünü ve hedefini daha askeri öğrencilik yıllarında oluşturmaya başlayan ve "1904 Aralık ayında Harp Akademisi'ni bitirerek Kurmay Yüzbaşı diplomasını alan Mustafa Kemal, arkadaşlarına:
Çocuklar, şimdi her birimiz bir Osmanlı paşasının yanına gideceğiz. Hepsi İslam âlemi gafleti içindedirler. Olanca kaynaklarımızı Türk Anadolu ortasında toplamalıyız"
Diyen Atatürk'ün "Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir" sözüyle, kültürel oluşumun yönünü de Anadolu olarak gösterip kaynağı yine orada toplaması çok doğaldır.
Anadolu halkının bağlamasını ve müziğini "milli gelenek", "milli kültür" olarak nitelendiren Atatürk, bağlama için de şöyle der:
Beyler, şu gördüğünüz küçük sazın bağrında bir milletin kültürü dile geliyor. Bir milletin kültür ve sanat hareketlerini ve seviyesini, milli geleneklerine bağlı kalarak, medeni dünyanın kendisine ayak uydurmaya mecbur olduğumuzu unutmamalıyız. bu küçük sazın bağrından kopan nağmeleri, bu istikamette geliştirmeye ve değerlendirmeye ehemmiyet ve kıymet verilmelidir.
Atatürk, çağdaş bir atılım yaparak, ulusal Türk müziğiyle evrenselliği yakalamak ister:
"Biz, Batı'nınkini hürmetle dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada hürmetle dinlenecek bir halde olmalıdır."
Atatürk, tüm bu düşünce oluşumlarını, "Musikisiz devrim olmaz" savına ve görüşüne yükleyerek, Türk ulusunun, çağdaşlık, uygarlık ve ileriye doğru değişim ve gelişim yolunda, düşünceye vurulmuş zincirleri devrimleriyle kırarak yürür:
"Memleketimizi asrileştirmek (çağdaşlaştırmak) istiyoruz. Bütün mesaimiz (çalışmamız) Türkiye'de asri (çağdaş), binaenaleyh (bununla birlikte) Garbi (Batılı) bir hükümet vücuda getirmektir (oluşturmaktır). Medeniyete (uygarlığa) girmek arzu edip de, Garba (Batı'ya) teveccüh etmemiş (yönelmemiş) millet (ulus) hangisidir? Bir istikamette (doğrultuda) yürümek azminde (kararında) olan ve hareketinin ayağında bağlı zincirlerle işkâl edildiğini (zorlandığını / engellendiğini) gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür."
Derdi, davası; Anadolu, Anadolu halkının gönenci, tam bağımsızlığı, tam özgürlüğü ve ezgileridir Atatürk'ün.
Kültür dinamizmine yönelik, tüm bu ideal teori, düşünce ve anlayışın, pratik uygulamalara dönüşmesiyle elde edilmiş olan yenilenmeler, Atatürk'le birlikte belirli hedeflere dönük, zengin ve renkli aksiyonlar dizisinin ve Cumhuriyet dönemi Türk müziğinin yeni oluşumunu sağlamıştır.
İlk olarak Ankara'da bir Musiki Muallim Mektebi (Müzik Öğretmen Okulu) kurulmuştur (1 Eylül 1924).
1934 yılında Milli Musiki ve Temsil Akademisi, 1935 yılında da Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
Ulusal kültürün tümüyle geliştirilmesi çalışmalarına hız verilmiş ve İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nın Veliaht dairesinde, Türkiye'nin ilk Resim ve Heykel Müzesi açılmıştır (1937).
Macar müzikologu ve bestecisi Bartok, 1936 yılında Ankara Halkevi'nin çağrılısı olarak Türkiye'ye gelmiş ve Adana civarında dolaşarak, derlemeler yapıp (18-25 Kasım 1936), 90 tane Türk halk ezgisini notaya almış, verdiği 3 konferansla da, Türk halk müziği ürünlerinin derlenmesinin önemine dikkatleri çekmiştir.
Atatürk, "Bizim hakiki musikimiz " dediği halk müziğimizin derlenmesine ve kompozitörler tarafından işlenmesine büyük önem vermiş, daha 1924 yılında halk müziği derlemelerini başlatmıştır.
19 Şubat 1932'de Atatürk'ün isteğiyle kurulan Halkevlerinde halk müziğimiz konusunda yaşatıcı çalışmalar yapılmıştır. Halkevlerinin 1. Döneminde (1932-1951), Türk folklorunun hemen hemen bütün dallarında derleme, araştırma, eğitim çalışmaları başarıyla yürütülmüştür.
XIX. yüzyıldan İtalyan operet topluluklarının İstanbul'daki gösterilerinin ilgi görmesi üzerine, bizde de kımıldamalar olmuş, Haydar Bey, Çuhacıyan, İsmail Hakkı, Muhlis Sabahattin gibi besteciler ve Vedat Örfi, operet türünde ilk denemeleri yapmışlardı.
Batı müziğine yakın kurallarla bestelenen ilk operet, sözleri Ekrem Reşit Rey'e, müziği Cemal Reşit Rey'e ait Saz-Caz, Delidolu, 1931'de sahnelenen Üç Saat ve 1933-1934'te sahnelenen Lüküs Hayat operetleridir.
Atatürk, opera sanatının da önemle üzerinde durmuştur. Daha 1934 yılında, Ankara'da henüz bir konservatuar yokken, opera sanatına dönük ilk çalışmaları, zamanın önde gelen iki bestecisi Ahmet Adnan Saygun ve Necil Kazım Akses'le başlatmış, opera metinlerinin (libretto) yazımını da yönlendirmiştir.
Ünlü koreograf ve bale yönetmeni Dame Ninette de Valois 1947 yılında Türk hükümetinin çağrısı üzerine gelerek, 1948'de İstanbul Yeşilköy'de bale okulu açmış, bu okul, 1950'de Ankara'ya taşınarak Devlet Konservatuarı’nın bir bölümü olmuştur.
Yeni kurulacak olanlarla; Türkiye genelinde 18 tane klasik Türk müziği koro ve (mehter) topluluğu, 9 tane de Türk halk müziği koro ve topluluğuna ulaşılacaktır. Toplumsal gelişimin en önemli göstergelerinden / ölçütlerinden olan çok sesli koro ve topluluk sayısı ise tümünden azdır.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından başlanarak Atatürk'le birlikte sürdürülen bu yenilikçi, ilerici ve dinamik atılımlar, Atatürk'ün, uzağı yakın gören ayrıcalığının da etkisiyle, Türkiye halkının yararına sosyal, kültürel ve ekonomik alanda "az zamanda çok işler" yapıldığının, ama özellikle 1946'dan sonra bir arpa boyu yol bile alınamadığının yada yolun farlık yönlere götürüldüğünün ve Atatürk'ün, "Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir" sözünden; ayrıca Türk çağdaş müziğinin oluşturulmasında "ehemmiyet ve kıymet" verilmesi istenen halk müziğinden ve çokseslilikten; dolayısıyla, Atatürk'ün Türk (kültür-müzik) devrimi düşüncesinden ne yazık ki uzaklaşıldığının somut-sayısal (bilimsel) göstergeleridir.