Evlenip mutlu bir yuva kurmak, sevgiye kanılan huzurlu bir aile ortamında çoluğa çocuğa karışmak, bu çocukları vatana, millete, dine devlete, hayırlı bir birey olarak yetiştirmek onurlu bir hayat süren her Türk erkeğinin hayalidir…
Fakat mutlaka ifade etmem gerekir ki bu hedeflerin hepsi mutlu bir yuvadan geçmektedir…
Evliliğin, mutluluğa dönüşmesi ise, eşler arasında ki kalbi frekansların birbirini tutmasına, gönül iletişiminin sağlam olmasına bağlıdır. Türk’ün Aksakallı Kocaları bu esası; ‘’kalbine mukabil bir kalp bulmak’’olarak özetlemişlerdir.
Türk erkekleri açısından da ana sorun da bu…
Yani, evlenmeye niyetli Türk erkekleri, Nasrettin Hoca’nın tabiri ile bir evliliği ‘’gündüz çifte hırlama, geceleri çifte horlama’’olmaktan çıkaracak bir eşi nasıl ve hangi kısaslar ile bulacaklardır?
Tam bu konuda tarih biliminin objektiflerini Türk’ün büyük atası Dedem Korkut’a çeviriyoruz, bakın O Bilge Oğuz, bu konuda Türk gençlerine hangi öğütlerde bulunuyor…
Söz, Dedem Korkut’ta…
Dinle Oğul…
Evlenecek kadın dört türlüdür…
Birinci türden kadınlar,’’solduran soptur’’…
Bu kadınlar; sabahleyin yataklarından kalkarlar ve elini yüzünü bile yıkamadan, eşlerinden dokuz bazlama ile bir külek (tahta kova) yoğurt beklerler. Tüm bunları doyuncaya kadar tıka basa yedikten sonra da elini böğrüne koyarak, feryat ederler;’’bu evi harap olası kocaya vardığımdan beri, daha karnım hiç doymadı, yüzüm hiç gülmedi, ne ayağım pabuç gördü, nede yüzüm yaşmak… Ah! Ne olaydı da bu herif öleydi bende başka birine varaydım da daha mutlu olaydım’’…
Oğul demem o ki, solduran sop, tipinde ki kadınlardan uzak dur. Onlarla evlenme ki bebeklerin böyle kadınların elinde yetişmesin…
İkinci türde kadınlar ise;’’dolduran toptur’’…
Bu kadınlar, ancak kendilerini dürtünce yataktan kalkarlar…
Ve kalkar kalkmaz, bir hışım ile elini yüzünü bile yıkamadan, obanın bir ucundan bir ucuna, adeta çırpınarak dedikodu yapar, kapı dinler ve öğle vaktine kadar gezerler. Ancak öğlenden sonra evlerine gelirler. Eve gelince birde bakarlar ki hırsız köpek ile koca dana evi barkı birbirine katmış…
Ev, ev değil, tavuk kümesi ile sığır damına dönmüş. Birde bu manzara sonrası sanki bütün suç kendinin değilmiş gibi feryat ederler;’’kız Zeliha, Zübeyde, Üreveyde, Çan Kız, Çan Paşa, Ayna Melek, Kutlu Melek, ölmeye yitmeğe gitmemiştim kız! Dönecek, yatacak yerim yine bu harap olası ev idi. Ne olaydı da benim evime de biraz bakaydınız! Komşu hakkı Tanrı hakkıdır, kızzz!
Oğul, sen, sen ol ocağına böyle kadın da getirme! Ondan da bebeklerin yetişmesin!
Üçüncü türde kadınlar ise bu ilk iki kadının bileşimidir. Ne kadar desem de ‘’bayağıdır’’ yani, ancak dördüncü türde kadınlar ise ‘’evin dayağıdır.’’
Evin dayağı, yani direği olan bu kadınlar, kocası evde olmasa bile erkek gibidir. O’nun yokluğunu, eksikliğini hiç belli etmezler! Yabandan, kırdan, civardan bir misafir gelse, evleri derli toplu, elleri ekmeklidir. O misafiri, sanki eri, kocası evdeymiş gibi O’nu aratmadan yedirirler, içirirler, ağırlayıp gönderirler. Namusuna, evine, erine bağlıdırlar.
Bu kadınlar, Hazreti Fatma, Hz. Ayşe soyundandırlar, sana hiçbir konuda laf getirmezler…
Oğul, sen sen ol! Bu kadınlarla evlen! Ocağın bunlarla şenlenir, bebeklerin bunların elinde yetişir…
Evet, kıssadan hisseyi, verdik efendim…
Neymiş?
Eğer evlenecek Türk erkekleri, evinin dayağı, direği olacak kadını bulur ise, evleri samanlık dahi olsa, gönlü seyran olurmuş, yok, bulamayıp, diğerleri ile evlenirse; evleri saray olsa dahi zindan olurmuş…
KAYNAK: Haberiniz.com
Fakat mutlaka ifade etmem gerekir ki bu hedeflerin hepsi mutlu bir yuvadan geçmektedir…
Evliliğin, mutluluğa dönüşmesi ise, eşler arasında ki kalbi frekansların birbirini tutmasına, gönül iletişiminin sağlam olmasına bağlıdır. Türk’ün Aksakallı Kocaları bu esası; ‘’kalbine mukabil bir kalp bulmak’’olarak özetlemişlerdir.
Türk erkekleri açısından da ana sorun da bu…
Yani, evlenmeye niyetli Türk erkekleri, Nasrettin Hoca’nın tabiri ile bir evliliği ‘’gündüz çifte hırlama, geceleri çifte horlama’’olmaktan çıkaracak bir eşi nasıl ve hangi kısaslar ile bulacaklardır?
Tam bu konuda tarih biliminin objektiflerini Türk’ün büyük atası Dedem Korkut’a çeviriyoruz, bakın O Bilge Oğuz, bu konuda Türk gençlerine hangi öğütlerde bulunuyor…
Söz, Dedem Korkut’ta…
Dinle Oğul…
Evlenecek kadın dört türlüdür…
Birinci türden kadınlar,’’solduran soptur’’…
Bu kadınlar; sabahleyin yataklarından kalkarlar ve elini yüzünü bile yıkamadan, eşlerinden dokuz bazlama ile bir külek (tahta kova) yoğurt beklerler. Tüm bunları doyuncaya kadar tıka basa yedikten sonra da elini böğrüne koyarak, feryat ederler;’’bu evi harap olası kocaya vardığımdan beri, daha karnım hiç doymadı, yüzüm hiç gülmedi, ne ayağım pabuç gördü, nede yüzüm yaşmak… Ah! Ne olaydı da bu herif öleydi bende başka birine varaydım da daha mutlu olaydım’’…
Oğul demem o ki, solduran sop, tipinde ki kadınlardan uzak dur. Onlarla evlenme ki bebeklerin böyle kadınların elinde yetişmesin…
İkinci türde kadınlar ise;’’dolduran toptur’’…
Bu kadınlar, ancak kendilerini dürtünce yataktan kalkarlar…
Ve kalkar kalkmaz, bir hışım ile elini yüzünü bile yıkamadan, obanın bir ucundan bir ucuna, adeta çırpınarak dedikodu yapar, kapı dinler ve öğle vaktine kadar gezerler. Ancak öğlenden sonra evlerine gelirler. Eve gelince birde bakarlar ki hırsız köpek ile koca dana evi barkı birbirine katmış…
Ev, ev değil, tavuk kümesi ile sığır damına dönmüş. Birde bu manzara sonrası sanki bütün suç kendinin değilmiş gibi feryat ederler;’’kız Zeliha, Zübeyde, Üreveyde, Çan Kız, Çan Paşa, Ayna Melek, Kutlu Melek, ölmeye yitmeğe gitmemiştim kız! Dönecek, yatacak yerim yine bu harap olası ev idi. Ne olaydı da benim evime de biraz bakaydınız! Komşu hakkı Tanrı hakkıdır, kızzz!
Oğul, sen, sen ol ocağına böyle kadın da getirme! Ondan da bebeklerin yetişmesin!
Üçüncü türde kadınlar ise bu ilk iki kadının bileşimidir. Ne kadar desem de ‘’bayağıdır’’ yani, ancak dördüncü türde kadınlar ise ‘’evin dayağıdır.’’
Evin dayağı, yani direği olan bu kadınlar, kocası evde olmasa bile erkek gibidir. O’nun yokluğunu, eksikliğini hiç belli etmezler! Yabandan, kırdan, civardan bir misafir gelse, evleri derli toplu, elleri ekmeklidir. O misafiri, sanki eri, kocası evdeymiş gibi O’nu aratmadan yedirirler, içirirler, ağırlayıp gönderirler. Namusuna, evine, erine bağlıdırlar.
Bu kadınlar, Hazreti Fatma, Hz. Ayşe soyundandırlar, sana hiçbir konuda laf getirmezler…
Oğul, sen sen ol! Bu kadınlarla evlen! Ocağın bunlarla şenlenir, bebeklerin bunların elinde yetişir…
Evet, kıssadan hisseyi, verdik efendim…
Neymiş?
Eğer evlenecek Türk erkekleri, evinin dayağı, direği olacak kadını bulur ise, evleri samanlık dahi olsa, gönlü seyran olurmuş, yok, bulamayıp, diğerleri ile evlenirse; evleri saray olsa dahi zindan olurmuş…
KAYNAK: Haberiniz.com