Toplum ve kullandığı dil arasında da karşılıklı bir etkileşim vardır. Yani toplumda bir değişiklik meydana geldiği zaman dilde de bir değişim yaşanır.
Bunun gibi dilde meydana gelen bir değişiklik de toplumu etkiler ve onu değiştirir. Bu değişimden ev hayatımız da ciddi şekilde etkilenir.
Dil, bir medeniyetin meydana gelmesinde çok önemli bir unsur ve toplumların kültürü, yaşayışı, inanç ve ahlâkıyla son derece irtibatlı. Yani bir toplumun konuşurken, kendini ifade ederken kullandığı dil o toplumun nelere sahip olduğu ya da olmadığı hakkında oldukça bilgi vericidir. Bu durum bireyler için de geçerli.
Teknolojinin Evimize Taşıdıkları Bilhassa son dönemde teknolojide ulaşılan düzey, kitle iletişim araçlarının, televizyon ve internetin neredeyse her eve girmesiyle dilimiz yoğun bir etki altında kaldı. Konuştuğumuz dil, ifade tarzımız değişmeye başladı. Bu durum yalnızca toplumun bir kesiminde değil en ücra köşelerinde dahi görülebiliyor artık.
Biz bu değişimin olumlu olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü değişen şey, her devirde görülebilen dede ile torun arasındaki lisan farkından ibaret değil. Bir gelişmeye yol açmıyor. Aksine, bir bozulma yaşıyoruz ve artık elimizde ne kaldıysa sahip olduğumuz değerleri de kaybettirme riskine sahip. Bu nedenle dilin yozlaşmaması için, kullandığımız kelimelere, hitap tarzlarımıza dikkat etmek hepimizin sorumluluğu. Bu noktada en azından bize düşen görev aile içinde, yakın çevremizde doğru bir dille iletişim kurmak. Bunu basit görmemek gerekiyor. Göl damlalardan oluşur. Artık gölün temiz, güzel bir göl olup olmayacağı bizim bırakacağımız damlalara bağlı olacak. Uzun zamandır izini kaybettiğim bir arkadaşımın telefon numarası geçenlerde tesadüfen elime geçti.
Yılların özlemiyle ona sürpriz yapayım istedim. Heyecanla telefonun numaralarını tuşladım. Az sonra arkadaşımın telefonu “Seni çok çok özledim arkadaşım eşek” melodisi eşliğinde çalmaya başladı. Ne hissetmiş olabilirim? Aslında o ezgi benim de hoşuma giderdi. Ama bir konuşmaya başlarken kullanılacağı aklıma gelmemişti.
Doğrusu telefonumun diğer ucundaki gerçekten bir eşek bile olsa ben yine onu böyle karşılamak istemezdim. Aslında çok iyi niyetli biridir, bundan eminim. Sadece muziplik yaptığını zannediyordur. Fakat insanlara nasıl hitap ediyorsanız onlardan size dönecek olan da aynı türden bir şeydir. Gariptir ki başlatılan eğer işe yaramaz, kötü bir şey ise kısa sürede salgına dönüşüyor.
Çocuğa Seslenirken Annelerin hitap dağarcığında sıklıkla rastlanır oldu, çocuklarına “erkeğim, sevgilim, aşkım” gibi sözlerle hitap ediyorlar. Babalar da güzel kızım demek yerine kısaca “güzelim” diyorlar. Ve ben merak ediyorum: Dede Korkut Masalları’nda yer alan ak pürçekli hatun kişi, evladını az mı seviyordu ki ona “Oğul! Oğul! Can oğul!” diye sesleniyordu. Bu hatun kişilerin yetiştirdiği nesiller eğlence olsun diye mi türkü yakarken bile “İki büyük nimetim var / Biri anam biri yarim / İkisine de hürmetim var / Biri anam biri yarim” diyerek saza-söze düzen vermişler. Eşlerin Arasına Giren Kelimeler Topluca bir özeleştiri yapmamız gerekse, bugün eşler arasındaki hitap şekilleri de muhabbet ve saygıdan yana körelmiş bir intiba uyandırıyor. Bunun için köylü-kentli, okumuş-okumamış ayırımı yapmak yersiz olur. Ziyadesiyle manevi eğitimle, dinî terbiyeyle ilgili bir mevzudur bu. Görünen manzaramız, ruhsuzlaştığımızı, bir takım erdem ve incelikleri bozuk para gibi harcadığımızı, hassasiyetlerimizi yitirdiğimizi veya önemsemediğimizi ele veriyor.
Mesela aile reisinin, babanın, eve getirdiği kazancına göre “bizim herif” veya “filan bey” muamelesi görmesi müslüman aileye hiç yakışmıyor. Yine erkeklerin kazançları arttıkça burunlarını havaya dikip, evdeki vefakâr eşine küçültücü davranmak ve aşağılayıcı hitaplar kullanmak hiç yakışık almıyor. Bilhassa öfke anlarda kullanılan sözlere değinmek bile istemem. “El yaresi geçer, dil yaresi geçmez” demişler. Peki, çocuklarımıza kızdığımızda dilimize geliveren sözlere ne demeli. Öfke ile o iflah olmaz intizar sözlerini, bedduaları hanımlar hemencecik su gibi dillerinden döktürüveriyorlar. İyi ki tevbe var, yoksa çocuklar da anaları da iflah olamazdı.
Kızarken bile edeplice sözlerle kendimizi ifade etmeye özen göstersek daha iyi olmaz mı? “Hayâ imandandır.” hadis-i şerifini hep hatırda tutmaya gayret edelim. “Hayâ”. Bu kısacık kelime öylesine bir derinliğe ve kapsama sahip ki, imanın bir göstergesi olduğu bize bizzat Rasulullah Efendimiz tarafından bildiriliyor. Kendine saygısı olan başkalarına da saygı gösterir. Başkalarından saygı bekleyen önce kendisi saygılı olabilmeyi başarmalıdır. Karşıdaki kişi takdir etsin veya etmesin, layık olsun veya olmasın, “eşref-i mahlukat” oluşuna binaen saygıda kusur etmemek, kendi özsaygımızın yansımasıdır. Hayâ ve edep müslüman kimliğinin temel vasıflarındandır.
Büyükleri Hitapla Küçültmek Parkta oynayan çocukları seyrediyordum. 5-6 yaşlarındaki erkek çocuk, annesine “Hey anne, dostum!” diye seslenerek su istedi. Belli ki çizgi film karakterlerinden etkileniyorlar. Abla ve ağabey sıfatlarını hiç kullanmayan çocuklar, büyüğe saygıyı küçüğe şefkati güç öğrenir. Bizim kültürümüzle geleneğimizle hiçbir münasebeti bulunmamasına rağmen, küçük çocukların aile büyüklerine adlarıyla hitap etmesi hoşa gidiyor ve göz yumuluyor. İşyerinde statüsü ne olursa olsun isimlere ilave edilen saygı ifadeleri vardır, “bey” “hanım” “efendi” gibi.. Ancak evden içeri girince, hanımlar kocalarına göbek adını kendisi koymuş gibi hitap ediyor.
Dahası, misafirlerinin yanında bile ona sadece adıyla hitap ederek sanki onu eleman konumuna düşürüyor ve aslında samimiyetini değil, seviyesizliğini ortaya döküyor. Osmanlı kadınının torunlarıyız ama tırnağı kadar olabiliyor muyuz? Onlar kocalarına adı ile seslendiğinde cennetten bir ağaç kuruduğuna inanırmış. Neden? Tabii ki dilini saygılı sevgili ifadelere alıştırabilmek için. Aynı hassasiyeti eşlerimizden beklemek elbette bizim de hakkımız. Tek taraflı yaklaşımdan yana olamayız. İnsan kendini hanesinde değerli hissedebilmeli. Aksi takdirde evine gelirken ya ayakları geri geri gider ya da evden kaçmak ister.
Kısaltma İsimde mi Saygıda mı?
Bir de beyinin adını tam olarak söyleme zahmetinde bulunmayanlara bile rastlanıyor. Güzel isimlerle dalga geçercesine kısaltmalar yapılıyor veya hoş olmayan lakaplar takılıyor. Fatıma’yı Fatoş’a, Eda’yı Edoş’a, Abdullah’ı Aptuş’a, Mustafa’yı Musti’ye çevirmek art düşünce ile yapılmıyor olsa da nihayetinde seviye ve saygı sorununa işaret ediyor. Çocuklara de iki üç isim birden verip sonra kısaltma hastalığı var. Genç kız kendini şöyle tanıtıyor: Benim adım Rukiye, kısaca bana Rukiş diyebilirsiniz. Tam bir taklittir bu.
Bazı dizilerde, filmlerde kötülenen veya aşağılanan karakterler en yakın aile bireylerine lakap olarak reva görülebiliyor. Mesela Şaban, isim midir, lakap mıdır? Sözün özü, dilimize ve aile mahremiyetimize gösterdiğimiz itina, aslında dinî hassasiyetimizin bir yansımasıdır. Sohbetlerimizde birbirimize güzel örnekler sunalım.
Hanelerimizi şöyle bir gözden geçirerek hata ve eksiklerimiz var ise telafi etmeye çalışalım. İmkanlarımız sınırlı, kültürel alt yapımız farklı olabilir. Gerçekte bunların hiç biri aile içi muhabbetin kurulmasında ve güzel bir seviye tutturulmasında aşılmaz engeller değildir. Çok güzel örneklerimiz de var. Onlara sadece imrenmek yerine onlar gibi olmaya çabalayalım. Karşıdaki kişi takdir etsin veya etmesin, layık olsun veya olmasın, “eşref-i mahlukat” oluşuna binaen saygıda kusur etmemek, kendi özsaygımızın yansımasıdır.
Ayşe İZCİ • Nisan 2008
Bunun gibi dilde meydana gelen bir değişiklik de toplumu etkiler ve onu değiştirir. Bu değişimden ev hayatımız da ciddi şekilde etkilenir.
Dil, bir medeniyetin meydana gelmesinde çok önemli bir unsur ve toplumların kültürü, yaşayışı, inanç ve ahlâkıyla son derece irtibatlı. Yani bir toplumun konuşurken, kendini ifade ederken kullandığı dil o toplumun nelere sahip olduğu ya da olmadığı hakkında oldukça bilgi vericidir. Bu durum bireyler için de geçerli.
Teknolojinin Evimize Taşıdıkları Bilhassa son dönemde teknolojide ulaşılan düzey, kitle iletişim araçlarının, televizyon ve internetin neredeyse her eve girmesiyle dilimiz yoğun bir etki altında kaldı. Konuştuğumuz dil, ifade tarzımız değişmeye başladı. Bu durum yalnızca toplumun bir kesiminde değil en ücra köşelerinde dahi görülebiliyor artık.
Biz bu değişimin olumlu olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü değişen şey, her devirde görülebilen dede ile torun arasındaki lisan farkından ibaret değil. Bir gelişmeye yol açmıyor. Aksine, bir bozulma yaşıyoruz ve artık elimizde ne kaldıysa sahip olduğumuz değerleri de kaybettirme riskine sahip. Bu nedenle dilin yozlaşmaması için, kullandığımız kelimelere, hitap tarzlarımıza dikkat etmek hepimizin sorumluluğu. Bu noktada en azından bize düşen görev aile içinde, yakın çevremizde doğru bir dille iletişim kurmak. Bunu basit görmemek gerekiyor. Göl damlalardan oluşur. Artık gölün temiz, güzel bir göl olup olmayacağı bizim bırakacağımız damlalara bağlı olacak. Uzun zamandır izini kaybettiğim bir arkadaşımın telefon numarası geçenlerde tesadüfen elime geçti.
Yılların özlemiyle ona sürpriz yapayım istedim. Heyecanla telefonun numaralarını tuşladım. Az sonra arkadaşımın telefonu “Seni çok çok özledim arkadaşım eşek” melodisi eşliğinde çalmaya başladı. Ne hissetmiş olabilirim? Aslında o ezgi benim de hoşuma giderdi. Ama bir konuşmaya başlarken kullanılacağı aklıma gelmemişti.
Doğrusu telefonumun diğer ucundaki gerçekten bir eşek bile olsa ben yine onu böyle karşılamak istemezdim. Aslında çok iyi niyetli biridir, bundan eminim. Sadece muziplik yaptığını zannediyordur. Fakat insanlara nasıl hitap ediyorsanız onlardan size dönecek olan da aynı türden bir şeydir. Gariptir ki başlatılan eğer işe yaramaz, kötü bir şey ise kısa sürede salgına dönüşüyor.
Çocuğa Seslenirken Annelerin hitap dağarcığında sıklıkla rastlanır oldu, çocuklarına “erkeğim, sevgilim, aşkım” gibi sözlerle hitap ediyorlar. Babalar da güzel kızım demek yerine kısaca “güzelim” diyorlar. Ve ben merak ediyorum: Dede Korkut Masalları’nda yer alan ak pürçekli hatun kişi, evladını az mı seviyordu ki ona “Oğul! Oğul! Can oğul!” diye sesleniyordu. Bu hatun kişilerin yetiştirdiği nesiller eğlence olsun diye mi türkü yakarken bile “İki büyük nimetim var / Biri anam biri yarim / İkisine de hürmetim var / Biri anam biri yarim” diyerek saza-söze düzen vermişler. Eşlerin Arasına Giren Kelimeler Topluca bir özeleştiri yapmamız gerekse, bugün eşler arasındaki hitap şekilleri de muhabbet ve saygıdan yana körelmiş bir intiba uyandırıyor. Bunun için köylü-kentli, okumuş-okumamış ayırımı yapmak yersiz olur. Ziyadesiyle manevi eğitimle, dinî terbiyeyle ilgili bir mevzudur bu. Görünen manzaramız, ruhsuzlaştığımızı, bir takım erdem ve incelikleri bozuk para gibi harcadığımızı, hassasiyetlerimizi yitirdiğimizi veya önemsemediğimizi ele veriyor.
Mesela aile reisinin, babanın, eve getirdiği kazancına göre “bizim herif” veya “filan bey” muamelesi görmesi müslüman aileye hiç yakışmıyor. Yine erkeklerin kazançları arttıkça burunlarını havaya dikip, evdeki vefakâr eşine küçültücü davranmak ve aşağılayıcı hitaplar kullanmak hiç yakışık almıyor. Bilhassa öfke anlarda kullanılan sözlere değinmek bile istemem. “El yaresi geçer, dil yaresi geçmez” demişler. Peki, çocuklarımıza kızdığımızda dilimize geliveren sözlere ne demeli. Öfke ile o iflah olmaz intizar sözlerini, bedduaları hanımlar hemencecik su gibi dillerinden döktürüveriyorlar. İyi ki tevbe var, yoksa çocuklar da anaları da iflah olamazdı.
Kızarken bile edeplice sözlerle kendimizi ifade etmeye özen göstersek daha iyi olmaz mı? “Hayâ imandandır.” hadis-i şerifini hep hatırda tutmaya gayret edelim. “Hayâ”. Bu kısacık kelime öylesine bir derinliğe ve kapsama sahip ki, imanın bir göstergesi olduğu bize bizzat Rasulullah Efendimiz tarafından bildiriliyor. Kendine saygısı olan başkalarına da saygı gösterir. Başkalarından saygı bekleyen önce kendisi saygılı olabilmeyi başarmalıdır. Karşıdaki kişi takdir etsin veya etmesin, layık olsun veya olmasın, “eşref-i mahlukat” oluşuna binaen saygıda kusur etmemek, kendi özsaygımızın yansımasıdır. Hayâ ve edep müslüman kimliğinin temel vasıflarındandır.
Büyükleri Hitapla Küçültmek Parkta oynayan çocukları seyrediyordum. 5-6 yaşlarındaki erkek çocuk, annesine “Hey anne, dostum!” diye seslenerek su istedi. Belli ki çizgi film karakterlerinden etkileniyorlar. Abla ve ağabey sıfatlarını hiç kullanmayan çocuklar, büyüğe saygıyı küçüğe şefkati güç öğrenir. Bizim kültürümüzle geleneğimizle hiçbir münasebeti bulunmamasına rağmen, küçük çocukların aile büyüklerine adlarıyla hitap etmesi hoşa gidiyor ve göz yumuluyor. İşyerinde statüsü ne olursa olsun isimlere ilave edilen saygı ifadeleri vardır, “bey” “hanım” “efendi” gibi.. Ancak evden içeri girince, hanımlar kocalarına göbek adını kendisi koymuş gibi hitap ediyor.
Dahası, misafirlerinin yanında bile ona sadece adıyla hitap ederek sanki onu eleman konumuna düşürüyor ve aslında samimiyetini değil, seviyesizliğini ortaya döküyor. Osmanlı kadınının torunlarıyız ama tırnağı kadar olabiliyor muyuz? Onlar kocalarına adı ile seslendiğinde cennetten bir ağaç kuruduğuna inanırmış. Neden? Tabii ki dilini saygılı sevgili ifadelere alıştırabilmek için. Aynı hassasiyeti eşlerimizden beklemek elbette bizim de hakkımız. Tek taraflı yaklaşımdan yana olamayız. İnsan kendini hanesinde değerli hissedebilmeli. Aksi takdirde evine gelirken ya ayakları geri geri gider ya da evden kaçmak ister.
Kısaltma İsimde mi Saygıda mı?
Bir de beyinin adını tam olarak söyleme zahmetinde bulunmayanlara bile rastlanıyor. Güzel isimlerle dalga geçercesine kısaltmalar yapılıyor veya hoş olmayan lakaplar takılıyor. Fatıma’yı Fatoş’a, Eda’yı Edoş’a, Abdullah’ı Aptuş’a, Mustafa’yı Musti’ye çevirmek art düşünce ile yapılmıyor olsa da nihayetinde seviye ve saygı sorununa işaret ediyor. Çocuklara de iki üç isim birden verip sonra kısaltma hastalığı var. Genç kız kendini şöyle tanıtıyor: Benim adım Rukiye, kısaca bana Rukiş diyebilirsiniz. Tam bir taklittir bu.
Bazı dizilerde, filmlerde kötülenen veya aşağılanan karakterler en yakın aile bireylerine lakap olarak reva görülebiliyor. Mesela Şaban, isim midir, lakap mıdır? Sözün özü, dilimize ve aile mahremiyetimize gösterdiğimiz itina, aslında dinî hassasiyetimizin bir yansımasıdır. Sohbetlerimizde birbirimize güzel örnekler sunalım.
Hanelerimizi şöyle bir gözden geçirerek hata ve eksiklerimiz var ise telafi etmeye çalışalım. İmkanlarımız sınırlı, kültürel alt yapımız farklı olabilir. Gerçekte bunların hiç biri aile içi muhabbetin kurulmasında ve güzel bir seviye tutturulmasında aşılmaz engeller değildir. Çok güzel örneklerimiz de var. Onlara sadece imrenmek yerine onlar gibi olmaya çabalayalım. Karşıdaki kişi takdir etsin veya etmesin, layık olsun veya olmasın, “eşref-i mahlukat” oluşuna binaen saygıda kusur etmemek, kendi özsaygımızın yansımasıdır.
Ayşe İZCİ • Nisan 2008