Her insan doğduğu evde ya da ortamda konuşulan dile önce sesler şeklinde muhatap olur, sonra hecelemeye başlar. Nihayet dilinde kelimeler ve cümleler hayat bulur…Diğer bir anlatımla dilimizi doğuştan getirmeyiz. Soy doğuştan gelir ama o soyun/milletin lisanı kişinin doğduğu evde öğrenilir. Şair Yahya Kemal’in dediği gibi “Türkçe ağzımda annemin sütü” ifadesi bu gerçeği çok güzel ifade eder. Aile, konuşulan lisanın kültürüyle var olur. Lisan kültürün taşıyıcısıdır. Ses bayrağımız dilimizdir. Dilini kaybeden bir toplum/millet varlığını yitirir, asimile olur.
Türk Milleti olarak zengin bir dil olan Türkçe’mize sahip çıkmalıyız. Bunun ilk yolu da onu güzel konuşmaya özen göstermektir. Yoksa Türkçe konuşurken hele de Türkçesi varken yabancı dilden ve Türkçe ‘ye mâl olmamış bir kelime ya da kavram kullanmamalıyız. Örneğin “Relaks oldum” dememeliyiz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ülkesini ve yüksek istiklalini kurtarmasını bilen Türk Milleti dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır” sözünü unutmamalıyız.
Millet olarak dilimize yeterince özen gösterdiğimiz söylenemez. Selçuklular döneminde Farsça ’ya, Osmanlı döneminde bilhassa Arapça ’ya gösterilen ihtimamın Anadolu insanının ekmeği, aşı gibi olan güzel dilimize yeterince gösterilmediği bir gerçektir. Bunun nedenleri elbette araştırılmalıdır.
Şüphesiz Türkçe ‘ye sahip çıkmak sadece Türk dili uzmanlarının, edebiyatçıların işi değildir. Her Türk insanı ana dilini öz varlığının bir parçası olarak görmeli ve özen göstermelidir. Bu özeni hem yazı, hem konuşma hem de sosyal medya yazışmalarında göstermeliyiz. Özellikle de eğitimli insanımızın bu konuda duyarlı olması çok önemlidir. Akademisyenlerimizin alanları ne olursa olsun, Türkçe’yi özenli kullanmaya çalışması da ayrı bir önem arz etmektedir.
Bu bağlamda öğretmenlik yıllarımda çalıştığım okullarda “Türk Dili, Kültürü ve Tarihi Çalışmaları” adı altında yaptığım, öğrenci kulüplerinin dışında özel bir çalışmam vardı. Söz konusu çalışmamdan burada söz etmek istiyorum: Anadolu’muzun güzel bir şehrinde bir lisede Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni iken ‘dilin dinin anlaşılmasında ve anlatılmasında’ ne kadar önemli olduğunu kavramış bir eğitimci olarak bir çalışma yapmam gerektiğini düşündüm. Bunu idare ile ve bazı öğretmen arkadaşlarla da paylaştım. Onlar da böyle bir çalışmaya başlamam konusunda destek verdiler. Ardından öğrencilerime böyle bir çalışma yapacağımı duyurdum. Beklediğimin üzerinde bir ilgi oldu. Hemen hemen her hafta ders dışında toplanarak bir taraftan yapacağımız çalışmaları planlarken, diğer taraftan da yaptığımız çalışmaları değerlendiriyorduk. Bu yıllarda yaptığımız faaliyetlerden bazılarını örnek olur ümidiyle paylaşmayı arzu ediyorum:
Bazılarını ifade ettiğim bu çalışmaları okul idaresinin ve bazı öğretmenlerimizin desteği ile gerçekleştirdik. Bu çalışmalar o dönemdeki yerel TV ve gazetelerde haber yapıldı. Ancak üzücü olan benim o okuldan ayrılmamdan sonra arkadaşlarımıza ısrarla bu çalışmayı emanet etmeme rağmen ne yazık ki devam ettirilmedi.
Konunun anlam ve önemini daha iyi açıklaması ümidiyle “Annemizin sütü” kadar kutsal olan dilimiz ile ilgili tarihimizden ibret alınması gereken bir örnek aktarmak isabetli olur: Yavuz Sultan Selim Han dönemidir. Sultan Arapça’yı resmî yazışma dili yapmak ister ve bunun için Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’den fetva ister. Şeyhülislam, Rum sûresinin 30. âyetine işaret ederek; “Dillerinizin ve renklerinizin farklılığı Allah’ın varlığının delillerindendir.” der ve ekler: Türkî dil de Allah’ın varlığının delillerindendir. Devam etmelidir.” şeklinde cevap verir. Hakikaten Zenbilli Ali Efendi’nin ufkumuzu açan ve gönüllerimize hikmet saçan bu değerlendirmesi bugün de hepimize örnek olmalıdır.
Türkçe’mizin bilim dili olması yolunda da gayret etmeliyiz. Türkçe’nin bilim dili olmadığını söylemek dilimize ve milletimize bir hakarettir. Bilim dünyasında ne kadar nitelikli yayın olursa Türkçe de bilim dili olma yolunda ilerleyecektir. Bunun için genç araştırmacıları teşvik etmeliyiz.
Millî şuurun uyandırılmasında ve dinî metinlerin iyi anlaşılması ve anlatılması için hem ana dilimiz olan hem de İslam medeniyetinin üç büyük dilinden (Arapça, Farsça, Türkçe) biri olan Türkçe’mize önem vermeli, özen göstermeli, Türkçe ile ilgili yapılan çalışmalara destek vermeliyiz. Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarını da takip ederek gerekirse katkı vermeliyiz. Bu vesile ile Türk Dil Kurumu’nun Türkçe ile ilgili yaptığı hem matbu hem de çevrimiçi sözlüklere başvurmalıyız. İlave olarak Türk Dil Kurumu’nun yabancı kelimelere bulduğu karşılıkları da kullanıp benimsemek önemli bir ödevdir diye düşünüyorum.
Diğer taraftan basın dilinin ve yazı dilinin Türkçe açısından denetlenmesi, devlet görevlilerinin Türkçe’yi hitaplarında ve yazılarında özenli kullanmaları da önem arz etmektedir. Bunlar tüm halkın dikkatini çekecek ve daha özenli bir dil konuşma yolunda mesafe alacağız diye düşünüyorum.
Daha berrak ve akıcı bir konuşma dili hem bizden beklenen hem de bizim beklediğimiz bir güzelliktir. Vaizlerimizin kürsülerden hitaplarında kullanacakları üslup kadar dilin akıcılığı da şüphesiz çok önemli ve değerlidir. Peygamberimiz fasih konuşurdu. Yani Arapça’yı açık ve düzgün diğer bir ifade ile dilbilgisi ve telaffuz hatası olmadan konuşurdu.
Hepimizin ve özellikle de sosyal medyada örselenen dilimizin yeniden ihyası için gençlerimizi duyarlı olmaya davet ediyorum.
Şairimizin dediği gibi;
“Avâzeyi bu âleme Dâvud gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede hoş bir sada imiş.”
(Bâkî)
Türk Milleti olarak zengin bir dil olan Türkçe’mize sahip çıkmalıyız. Bunun ilk yolu da onu güzel konuşmaya özen göstermektir. Yoksa Türkçe konuşurken hele de Türkçesi varken yabancı dilden ve Türkçe ‘ye mâl olmamış bir kelime ya da kavram kullanmamalıyız. Örneğin “Relaks oldum” dememeliyiz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ülkesini ve yüksek istiklalini kurtarmasını bilen Türk Milleti dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır” sözünü unutmamalıyız.
Millet olarak dilimize yeterince özen gösterdiğimiz söylenemez. Selçuklular döneminde Farsça ’ya, Osmanlı döneminde bilhassa Arapça ’ya gösterilen ihtimamın Anadolu insanının ekmeği, aşı gibi olan güzel dilimize yeterince gösterilmediği bir gerçektir. Bunun nedenleri elbette araştırılmalıdır.
Şüphesiz Türkçe ‘ye sahip çıkmak sadece Türk dili uzmanlarının, edebiyatçıların işi değildir. Her Türk insanı ana dilini öz varlığının bir parçası olarak görmeli ve özen göstermelidir. Bu özeni hem yazı, hem konuşma hem de sosyal medya yazışmalarında göstermeliyiz. Özellikle de eğitimli insanımızın bu konuda duyarlı olması çok önemlidir. Akademisyenlerimizin alanları ne olursa olsun, Türkçe’yi özenli kullanmaya çalışması da ayrı bir önem arz etmektedir.
Bu bağlamda öğretmenlik yıllarımda çalıştığım okullarda “Türk Dili, Kültürü ve Tarihi Çalışmaları” adı altında yaptığım, öğrenci kulüplerinin dışında özel bir çalışmam vardı. Söz konusu çalışmamdan burada söz etmek istiyorum: Anadolu’muzun güzel bir şehrinde bir lisede Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni iken ‘dilin dinin anlaşılmasında ve anlatılmasında’ ne kadar önemli olduğunu kavramış bir eğitimci olarak bir çalışma yapmam gerektiğini düşündüm. Bunu idare ile ve bazı öğretmen arkadaşlarla da paylaştım. Onlar da böyle bir çalışmaya başlamam konusunda destek verdiler. Ardından öğrencilerime böyle bir çalışma yapacağımı duyurdum. Beklediğimin üzerinde bir ilgi oldu. Hemen hemen her hafta ders dışında toplanarak bir taraftan yapacağımız çalışmaları planlarken, diğer taraftan da yaptığımız çalışmaları değerlendiriyorduk. Bu yıllarda yaptığımız faaliyetlerden bazılarını örnek olur ümidiyle paylaşmayı arzu ediyorum:
- İşyerlerine yabancı isimler veren işyeri sahiplerini öğrencilerimle birlikte ziyaret ederek onlarla söyleşi yaptık. Olumlu dönütler aldık. Olumsuz bir tavırla karşılaşmadık.
- Yerel TV’lerde haber sunan sunucuların Türkçe’yi doğru kullanıp kullanmadıkları üzerine okulda kapalı oylama yaparak dereceye giren TV ve sunucuları belirledik. Bir aylık süre sonunda belirlenen sunucuları okulumuza davet ederek okul idaresinin onayı ile İl Milli Eğitim Müdürü ve ilgili yetkilileri davet ederek bir ödül töreni tertip ettik. Bu törende çalışmanın yürütücüsü olarak bizzat bir konuşma yaparak dilimize sahip çıkmamız için yaptığımız bu mütevazı çalışmanın artarak ve yayılarak devam etmesi gerektiğini vurguladım.
- Okulda Türk Dili köşesi yaptık. Bir anlamda duvar gazetesi diyebileceğimiz bu çalışmada yabancı isimler taşıyan ürünlerin isimlerini listeler halinde teşhir ettik. Öğrencilerimiz bu isimleri belirlemede oldukça istekli davrandılar.
- Türkçe’yi güzel kullanan Türk Dili ve Edebiyatı akademisyenlerini ve bazı yazarları okulumuzda ağırladık. Kitap hediyeli ve soru-cevaplı söyleşiler yaptık.
- Her yıl 13 Mayıs tarihinde düzenlenen “Türkçe’nin Resmi Dil Oluşu”nun yıldönümünde Karaman’a Türk Dil Bayramı Etkinlikleri’ne katıldık. Türkiye’de böyle bir etkinliğe katılan tek okulduk. Buradaki etkinliklere okulda görev yaptığım yıllarda beş defa katıldık. Bugün bile o dönemdeki öğrencilerim o günleri “çok güzel çalışmalar yapmışız” ifadeleriyle heyecanlı bir şekilde yâd etmektedirler. Bu öğrencilerimin çoğu halen öğretmen, akademisyen ya da başka görevlerde bulunmaktadırlar.
- Yerel gazetelerin Türkçe’yi doğru kullanmaları hususunu dile getirdiğimiz ziyaretler gerçekleştirdik.
- Okul kütüphanesindeki Türkçe ile ilgili eserlerin artması için kitap kampanyası düzenledik.
- Türkçe’nin doğru kullanımı üzerinde ısrarla çalışan merhum Prof. Dr. Nihat Sami Banarlı, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu ve diğer önemli bilim insanlarının kitaplarını temin ederek öğrencilerimize okuttuk ve bu kitapların müzakerelerini yaptık.
Bazılarını ifade ettiğim bu çalışmaları okul idaresinin ve bazı öğretmenlerimizin desteği ile gerçekleştirdik. Bu çalışmalar o dönemdeki yerel TV ve gazetelerde haber yapıldı. Ancak üzücü olan benim o okuldan ayrılmamdan sonra arkadaşlarımıza ısrarla bu çalışmayı emanet etmeme rağmen ne yazık ki devam ettirilmedi.
Konunun anlam ve önemini daha iyi açıklaması ümidiyle “Annemizin sütü” kadar kutsal olan dilimiz ile ilgili tarihimizden ibret alınması gereken bir örnek aktarmak isabetli olur: Yavuz Sultan Selim Han dönemidir. Sultan Arapça’yı resmî yazışma dili yapmak ister ve bunun için Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’den fetva ister. Şeyhülislam, Rum sûresinin 30. âyetine işaret ederek; “Dillerinizin ve renklerinizin farklılığı Allah’ın varlığının delillerindendir.” der ve ekler: Türkî dil de Allah’ın varlığının delillerindendir. Devam etmelidir.” şeklinde cevap verir. Hakikaten Zenbilli Ali Efendi’nin ufkumuzu açan ve gönüllerimize hikmet saçan bu değerlendirmesi bugün de hepimize örnek olmalıdır.
Türkçe’mizin bilim dili olması yolunda da gayret etmeliyiz. Türkçe’nin bilim dili olmadığını söylemek dilimize ve milletimize bir hakarettir. Bilim dünyasında ne kadar nitelikli yayın olursa Türkçe de bilim dili olma yolunda ilerleyecektir. Bunun için genç araştırmacıları teşvik etmeliyiz.
Millî şuurun uyandırılmasında ve dinî metinlerin iyi anlaşılması ve anlatılması için hem ana dilimiz olan hem de İslam medeniyetinin üç büyük dilinden (Arapça, Farsça, Türkçe) biri olan Türkçe’mize önem vermeli, özen göstermeli, Türkçe ile ilgili yapılan çalışmalara destek vermeliyiz. Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarını da takip ederek gerekirse katkı vermeliyiz. Bu vesile ile Türk Dil Kurumu’nun Türkçe ile ilgili yaptığı hem matbu hem de çevrimiçi sözlüklere başvurmalıyız. İlave olarak Türk Dil Kurumu’nun yabancı kelimelere bulduğu karşılıkları da kullanıp benimsemek önemli bir ödevdir diye düşünüyorum.
Diğer taraftan basın dilinin ve yazı dilinin Türkçe açısından denetlenmesi, devlet görevlilerinin Türkçe’yi hitaplarında ve yazılarında özenli kullanmaları da önem arz etmektedir. Bunlar tüm halkın dikkatini çekecek ve daha özenli bir dil konuşma yolunda mesafe alacağız diye düşünüyorum.
Daha berrak ve akıcı bir konuşma dili hem bizden beklenen hem de bizim beklediğimiz bir güzelliktir. Vaizlerimizin kürsülerden hitaplarında kullanacakları üslup kadar dilin akıcılığı da şüphesiz çok önemli ve değerlidir. Peygamberimiz fasih konuşurdu. Yani Arapça’yı açık ve düzgün diğer bir ifade ile dilbilgisi ve telaffuz hatası olmadan konuşurdu.
Hepimizin ve özellikle de sosyal medyada örselenen dilimizin yeniden ihyası için gençlerimizi duyarlı olmaya davet ediyorum.
Şairimizin dediği gibi;
“Avâzeyi bu âleme Dâvud gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede hoş bir sada imiş.”
(Bâkî)
Bilim dili, Türkçe, Zenbilli Ali Efendi, Din, Nihad Sami Banarlı, Oktay Sinanoğlu
Bağlantıyı görüntüleme izniniz yok, görüntülemek için:
Giriş yapın veya üye olun.