• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Divan-ı Lügat'it Türk nedir? İncelemesi

Suskun

V.I.P
V.I.P
Divanü Lügati't-Türkte bulunan harita (11. yy.)

Günümüz Türkçesi ile: Türk Diyalektleri Sözlüğü
Kaşgarlı Mahmud tarafından Bağdat'ta 1072 - 1074 yılları arasında yazılan Türkçe - Arapça bir sözlüktür.
Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olup, batı Asya yazı Türkçesiyle ilgili var olan en kapsamlı ve önemli dil yapıtıdır.

gGZebfP.webp

Kökleşik Arap sözlük bilgisi ilkelerine göre hazırlanmış olan sözlük, Kaşgarlı Mahmud'un Türk boylarıyla ilgili ayrıntılı bilgisinin yanı sıra, Arap dil bilimi konusunda da esaslı bir eğitim görmüş olduğunu gösterir.

Yapıtın Genel Özellikleri

11. yüzyılda yazılmıştır.
Türkçenin ilk sözlüğü, antolojisi, ansiklopedisi ve dil bilgisi kitabıdır.
Araplara Türkçe öğretmek, Türkçenin yaygınlığını göstermek için yazılmıştır.
Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmıştır.
Yazarı, birçok Türk boyunu gezerek derlemeler yapmıştır.
Sözcükleri güzel örnekleyen atasözleri ve şiirler kullanmıştır. (Bu özelliği, onun, kendinden sonraki Türk yazını için çok önemli bir kaynak olmasını sağlamıştır.)
Toplam 7500 Türkçe sözcük içerir.
Dönemin özelliklerini yansıtan kelimeleri barındırır.


Yapıt


Türk dilinin en eski ve değerli sözlüğünün, elde bulunan tek yazma nüshası, 1266 yılında Şam'da yaşayan müstensih[1] Muhammed bin Ebû Bekir ibn Ebi'l-Feth es-Sâvî ed-Dimaşki (Muḥammad bīn Abū Bakr ībn Abū'l-Fath aṣ-Ṣāvī ad-Dimaqī) tarafından temize çekilip 1 Ağustos 1266 (Hicri 27 Şevval 664) Pazar günü tamamlanmıştır.

El yazma nüshası 638 sayfadır ve yaklaşık 9000 Türkçe kelimenin ve cümlenin oldukça ayrıntılı Arapça ve başka dillerde açıklamasını içerir. Ayrıca Türklerin tarihine, coğrafi yayılımına, boylarına, lehçelerine ve yaşam yöntemlerine ilişkin kısa bir ön söz ve metin içine serpiştirilmiş bilgiler içerir.

Ali Emiri Yazması


1915 yılında İstanbulda tesadüfen Ali Emiri Efendi (1857-1923) tarafından eski maliye nazırlarından Nafiz Beyin akrabası yaşlı bir hanım tarafından Sahaflar Çarşısında satılması için Burhan Beyin sahaf dükkânına bırakılan bu Divanü Lugâtit-Türkün birinci nüshası eseri üç lira da bahşiş verip toplam otuzüç liraya satın almıştır. Bir söylentiye göre de, yanında para olmadığı için eve gidip parayı alana dek kitabın başkasına satılmaması için, dükkan sahibini dükkâna kilitlemiştir. (Ancak daha önceki yüzyıllarda Antepli Aynî ve Kâtip Çelebi de Divan'dan söz ederler.)

Ali Emiri yazması, Sadrazam Talat Paşa'nın (1874-1921) araya girmesi ile Kilisli Rıfat Bilge Bey'in (1873-1953) denetimi altında 1915 - 1917 yılları arasında üç cilt hâlinde basılmış hemen bütün dünya Türkologlarının ilgisini çekmiştir.

Breslav Üniversitesi Sâmi dilleri Profesörü Carl Brockelmann 1928 yılında, atasözlerini, halk edebiyatı örneklerini ve Türk edebiyatı ve dili ile ilgili bulunan bütün kısımları ayrıntılı notlarla sözlüğün Almanca çevirisini yayımlamıştır. Besim Atalay'ın modern Türkçe çevirisi 1940 yılında Türk Dil Kurumu tarafından basılmıştır.

1982 1985 yılları arasında Robert Dankoff ve James Kelly tarafından yayına hazırlanan ve çevirisi yapılan önsöz ve fihrist (gösterge) içerikli İngilizce çevirisi, Harvard Üniversitesi basımevi tarafından yayınlanmıştır.

Kaşgarlı Mahmudun eserinin keşfedilmesi ve yayımlanması Türkoloji tarihinde yeni bir devir açan olağanüstü bir olaydır. Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lügatit Türk kitabı döneminde yazdığı ve o döneme ışık tutan başka bir kitabı (Kitabu Cevahirün-Nahv fi Lugatit-Türk) kayıptır.

İçerik


Önsöz

Kaşgarlı Mahmud, Divânü Lügati't-Türk'e şöyle başlar;

Esirgeyen, koruyan Tanrı'nın adıyla


"Allah'ın, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Allah onlara Türk adını verdi. Ve yeryüzüne hâkim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türklerin eline verildi. Türkler Allah tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler, Allah tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.. "

Bölümler

"Ben bu kitabı hikmet, seci', atalar sözü, şiir, recez, nesir gibi şeylerle süsleyerek hece harfleri sırasında tertip ettim. ... Bu lûgat kitabını baştan sonuna dek sekiz ayırımda topladım."

Hemze kitabı,
Salim kitabı,
Muzaaf kitabı,
Misal kitabı,
Üçlüler kitabı,
Dörtlüler kitabı,
Gunne kitabı,
İki harekesiz harfin birleşmesi kitabı.

Harita


Kaşgarlı Mahmud'un 11. yüzyılda Balasagun'u merkez alarak çizdiği Dünya haritası o dönem Türklerinin yaşadıkları bölgeleri ve dağılımlarını göstermesi bakımından dikkate şayandır.

Harita, Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla çizilmiştir. Daire şeklinde olan haritanın çevresinde Doğu, Batı, Kuzey, Güney yönleri belirtilmiş, bazı deniz ve ırmaklar gösterilmiştir. Batıda işaret edilen yerler İdil boylarına, yani Kıpçakların ve Frenklerin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Güney-Batıda Habeşistan'a, Güneyde Hint, Sint, Doğuda Çin ve Japonya'ya işaret edilmiştir.

Şehirler ve Seyahat Güzergâhı


Ortada Balasagun, solda sırası ile İsbicâb, Taraz, Nzl (Näzäl), Yafınç, İkiöküz ve Kumi Talas, sağda ilk başta Barsgan, sonra aynı sırada üç şehir daha işaretlenmiş fakat isimleri yazılmamıştır, ikinci sırada sırası ile Koçnğar başı, Uç, Barman ve Koçu, üçüncü sırada başta Kaşgar, Yarkent, Hotan, Çurçan ve Şançu.

(بِلَدُ أويغور, Bilādū Uyghur) Uygur ilinde yedi tane şehir işaretlemiş, fakat bunlardan yalnız Beşbalık, Can-balık, Qočo ve Sulmi gibi şehirlerin isimlerini haritaya yazmıştır. Suyun çıktığı bozkırlar ve kumlar ise Lop Nur Gölü olabilir.

Tohsı ve Çiğil İlinde

Kuyas, Kayas (Saplığ Kayas, Ürünğ Kayas ve Kara Kayas).

Oğuz İlinde

Karnak, Sapran (Sepren), Sitgün, Karaçuk (Fârap), Cend, Yenkend (Dizruyin), Sugnak

Yağma İlinde

"ترتق Tartuk" "Yağma ilinde bir şehir." O dönemde Siri Derya havzasında konumlanmıştır.

Uygur İlinde

Aşçan (Aşıçan), Beşbalık, Can-balık, Çurçan, Koçu, Kinğüt (Künğüt), Qočo, Sulmî, Xotan (Udun), Yanğıbalık ve Yarkent.

Diğerleri

Barçuk, Buhara, Bulgar (Bolğar), Itlık, İnçkend, Katun sını, Kazvin, Kençek Señir, Keşmir, Kum, Mankent, Merv, Nişabur, Özçent (Özçend, Özkent), Özkend (Fergana), Sayram (İsbicâb), Semerkand (Semizkend), Suvar, Şaş (Taşkent, Terken), Şıknı, Tünkent, Türk, Yafgu ve Xoçand gibi daha birçok Türk kentleri yer almıştır.

Ülkeler ve Halklar


Asya'nın batısı, kuzeyi ve güneyi çizilmeden bırakılmış, bir plan olarak bile pek çok hatalarla dolu olmasına karşılık, Doğu bölgelerine ilişkin verdiği bilgiler gerçeğe uymaktadır. Haritasında Çin Seddi'ni göstermiş, bu seddin ayrıca yüksek dağların ve denizin Ye'cüc ve Me'cüc (Arapça: يأجوج و مأجوج ; Ya'jūja Wa Ma'jūja)lerin dillerinin öğrenilmesini engellediğini bildirmiştir. Japonya'ya gelince; onu haritasının doğusunda bir ada olarak göstermiş ve denizin onların dillerini öğrenilmesine olanak vermediğine işaret etmiştir.

İlk Japon haritası bir Japon tarafından 14. yüzyılda çizilmiş, bir Dünya haritasında yer alması ise 15. yüzyılda olmuştur. Bütün bu bilgilerin ışığı altında, bir plan biçiminde olsa da, yanlışlarla dolu da olsa ilk Japon haritası 11.yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından çizilmiştir.

Divanü Lügati't-Türk'ten Orta Asya ve Uzak Doğunun o zamanki coğrafi deyimlerini öğreniyoruz;


"Tawgaç: Maçin'in adıdır. Burası Çin'den dört ay uzaktadır. Çin, aslında üç bölüktür: Birincisi, Yukarı Çin'dir ki, doğudadır; buna "Tawgaç" derler. İkincisi, Orta Çin'dir; burası, "Xıtay" adını alır. Üçüncüsü, Aşağı Çin'dir, "Barxan" adı verilir; bu, Kaşgar'dadır. Lâkin şimdi "Maçin", "Tawgaç" diye tanınmıştır. "Xıtay" ülkesine de "Çin" denilmiştir."

Bütün uzmanların fikrine göre; Kaşgarlı Mahmudun Divanında tarihi coğrafya bakımından önemli bilgiler vardır. Yazarın verdiği bilgiler genellikle güvenmeğe değer, Orta Asyada yeni arkeoloji buluntuları da bunları sık sık teyit etmektedir

Türk Boyları


" ٱغُز Oğuz: Bir Türk boyudur. Oğuzlar Türkmendirler. Bunlar yirmi iki bölüktür; her bölüğün ayrı bir belgesi ve hayvanlarına vurulan bir alameti (tamgası) vardır. Birbirlerini bu belgelerle tanırlar. Birincisi ve başları: قنق Kınık "lardır. Zamanımızın Hakanları bunlardandır. Hayvanlarına vurdukları işaret şudur:
25px-Kinik.png
......, Bu saydığım bölükler köktür. Bu kökten bir takım oymaklar çıkmıştır; onları söylemedim, sözü kısa kestim. Bu bölüklerin adları onları kurmuş olan eski dedelerin adlarından alınmıştır. Araplarda dahi böyledir." Oğuzları tanımladıktan sonra;


"Yağma, Toxsı (Tukhs), Kıpçak, Yabaku, Tatar, Kay Çomul ve Oğuzlar, birbirlerine uygun olarak, (ذ Dāl; dh) harfini her zaman (ى‎‎ Yā; y) ye çevirirler ve hiçbir zaman (ذ‎) li söylemezler. "Kayınağacı"na bunlardan başkası "kadhınğ", bunlar "kayınğ" derler." ve "اراموت Aramut" "Uygur illerine yakın oturan bir Türk bölüğü." ve "Bir yer adı." ve "Rum ülkesine en yakın olan boy Beçenek'tir; sonra Kıpçak, Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay (Kayı), Yabaku, Tatar, Kırkız (Kırgız) gelir. Kırgızlar Çin ülkesine yakındırlar.". Ayrıca "Çomul boyunun kendilerinden bulunduğu çöl halkı ayrı bir dile sahiptir, Türkçeyi iyi bilirler. Kay, Yabaku, Tatar, Basmıl boyları da böyledir. Her boyun ayrı bir ağzı vardır; bununla beraber Türkçeyi de iyi konuşurlar. Kırgız, Kıpçak, Oğuz, Toxsı (Tukhs), Yağma, Çiğil, Oğrak, Çaruk boylarının öz Türkçe olarak yalnız bir dilleri vardır. Yemeklerle Başgırtların dilleri bunlara yakındır. .... Dillerin en yeğnisi Oğuzların, en doğrusu da Toxsı ile Yağmaların dilidir." şeklinde Türk boylarının yerlerini ve ağızlarını tanımlamıştır.

Soğdak, Kençek, Argu, Xotan, Tübüt ve Tenğüt halkları hakkında Kaşgarlı Mahmud, Divânu Lügati't-Türkde şu bilgileri de verir:


"En açık ve doğru dil - ancak bir dil bilip - Farslarla karışmayan ve yabancı ülkelere gidip gelmeyen kimselerin dilidir. İki dil bilen şehirlilerle düşüp kalkan kimselerin dilleri bozuktur. İki dil bilenler "سغداق Soğdak" , "كنجاك Kençek" , "ارغو Argu"boylarıdır. Gezginci olarak yabancılarla karışanlar "شْتَن Xotan" ve "تبت Tübüt" halkı ile "طَنغُت Tenğüt"lerin bir kısmıdır."

Kaşgarlı Mahmud, 1041 yılında Müslüman Türklerle müşrik Yabaku ve Basmıl Türkleri arasında cereyan eden büyük savaşa iştirak eden Türk gazilerini görmüş ve onlarla konuşmuş olması eserini yazdığı tarihten aşağı yukarı otuz yıl önce Türkistanda, Kâşgarda ve çevresinde bulunmuş olması gerektir. Kaşgarlı Mahmud, koyu bir Müslümandır. Müşrik Türklerle savaşan, Budistlerin tapınaklarını yıkıp putlara en ağır hakaret eden gazilerin destanlarından parçalar nakletmektedir.

Keldi maŋa Tat
Aydım emdi yat
Kuşka bolup et
Seni tiler us böri

Bana bir Tat geldi; ona: yat, kuşlara et ol, kuşlar, kurtlar seni bekler, dedim. Bu gibi şiirler naklederken Kaşgarlı mutaassıp bir Müslüman heyecanıyla izah ediyor. Fakat Müslüman Türklerin eski Şamanizm kalıntılarından olan kelimeleri ve terimleri izah ederken tam bir Şamanist Türk gibi konuşuyor.


Bazan, Şamanist kalıntısı olan inanışları ifade eden kelimeleri ve terimleri anlatırken Türkler böyle inanırlar, bu inanış çok yaygındır demekle yetinir. Kaşgarlının umay üzerine verdiği bilgiler dikkate değer. Bilindiği gibi Umay eski Türklerin dişi tanrılarından biridir (çocukları koruyan ruh). Mahmud Kaşgarlının bu ruh hakkında verdiği bilgi pek fazla İslamlaştırılmıştır. Bununla beraber umayka tabınsa ogul olur, kadınlar bunu uğur sayarlar diyerek eski inanışa da işaret etmiştir.

Çıvı cinlerden bir bölük. İslam'dan önce Göktanrı dinini (Tengricilik) benimseyen Türkler şuna inanırdı ki: iki bölük birbiriyle çarpıştığı zaman bu iki bölüğün vilayetlerinde oturan cinler dahi kendi vilayetlerinin halkını kollamak için çarpışırlar. Cinlerden hangi taraf yenerse onlardan yana çıktığı vilayet halkı da yener. Geceleyin bu cinlerden hangisi kaçarsa onların bulunduğu vilayetin hakanı da kaçar. Türk askerleri geceleyin cinlerin attıkları oktan korunmak için çadırlarında saklanırlar. Bu, Türkler arasında yaygındır, görenektir.

Divanü Lügati't-Türk'te ismi geçen yerleşim yerleri

Divânü Lügati't-Türk'te; "قُلباَق Kulbak" "Bir Türk tapganın, din ulusunun adıdır. Balasagun dağlarında bulunurdu. Anlattıklarına göre, bir gün sert bir kaya üzerine "تآنغرِ كُلِ كُلبَك Tengri kulı Kulbak" diye yazar, yazı apak meydana çıkar, bir de bir ak kaya üzerine bu yazıyı yazar, yazı kara olarak belirir. İzleri bugüne kadar durmakta imiş.".

Günümüzde Moğolistan Halk Cumhuriyetinin Bulgan Aymag (Moğolca: Булган Аймаг) bölgesinin sınırları içinde, Gurvanbulag (Moğolca: Гурванбулаг) Sum (Moğolca: сум, ok)'un 17 km güneydoğusundaki Gurvaljin Uulda (1176 m yükseklik) bulunmaktadır. Yazıt, 130-103 x 98-92 cm boyutundaki granitten bir kaya üzerine yazılmıştır. Yazıt başka bir yere (bir anıt mezara) götürülmek üzere burada hazırlanmıştır. Yazılı olduğu granit kaya parçası, üçgen şeklindeki bir dağın eteğinde bulunduğundan, Moğol bilginlerce Gurvaljin Uulın Türeg Biçes (Üçgen Dağın Türk yazıtı) diye adlandırılmıştır. Gurvaljin sözcüğü Moğolcada "üçgen", uul ise, "dağ" anlamına gelir. Yeri O. Namnandorj tarafından saptanan yazıt üzerinde ilk yayınlar Moğol ve Rus bilginlerce yapılmıştır. Türk bilginler ise, yazıtı "Gürbelçin Yazıtı", "Gürbelcin Yazıtı", "Gürbelçin Abidesi", "Gurbalcin Yazıtı", "Gurvaljin Yazıtı", "Gurvaljin Uul Yazıtı" biçiminde adlandırmışlardır. Fakat bu şekilde adlandırılmasıyla "üçgen yazıtı" anlamına gelmektedir. Oysa yazıtın adı, Moğolcada "Gurvaljin Uulın Türeg Biçes" sözcük kümesiyle karşılanmıştır. Bu sözcük kümesinin Türkçedeki karşılığı "Üçgen Dağın Türk Yazıtı" şeklindedir. Dolayısıyla, bu Eski Türk yazıtının Üçgen Dağın Türk Yazıtı diye adlandırılması daha uygundur.

Üçgen Dağın Türk Yazıtı'nda bulunan ibare şudur:


Tengri kulı, bitidim

Bu ibare, günümüz Türkçesi ile "(Ben) Tanrı kulu, yazdım." anlamına gelmektedir. Yazıttaki bu ibare, Kaşgarlı Mahmud'un anlatmış olduğu Kulbak adlı eski Türk erenini akla getirmektedir.
 
Divan-ı Lügati’t Türk İncelemesi



Çağının Türk dili, Türk kültürü, sosyal hayatî ve toplumun özellikleri bakımlarından eşsiz bir eseri olan Divanü Lügati’t-Türk: büyük ve çok yararlı bir sözlük niteliğindedir. Bu dil ve kültürkayanağının, bu Türklük bilgisi hazinesinin tanıtılmasına geçmeden önace, onun yazan hakkında, kısaca da olsa —eldeki bilgilerin verdiği imkân ölçüsünde açıklamada bulunmak yerinde ve gereklidir.

Divanü Lügati’t-Türk‘ü kendisine borçlu bulunduğumuz Kâşgarlı Mahmud, XI. Yüzyılda aşamış büyük düşünce adamı, dilci, bir bakıma çağının sosyal ve tarihî bilgilerine hakkıyla vâkıf, folklor ve edebiyatta üstad, geniş kültürlü ve ileri görüşlü, millî duyguları sağlam ve milletine bağlı bir aydındır.

Fakat bütün bunaları, ancak onun eserine dayanarak söyleyebilmekteyiz. Hayatı ve şahsiyeti hakkında da, eserindeki bazı dağınık bilgi kırıntıları ve ipuçları dışında, fazla bir bilgimiz olduğu da ileri sürülemez. Gerçi Kâtip Çelebi (1609-1658) Keşfü’z-Zunûn (Keşf-el-Zunûn)’da bu eserden ve sahibinden birkaç kelime ile söz açmakta: Mahmud’un babasının Hüseyin ve dedesinin de Muhammed (İstanbul, 1941, C. St. 808) olduğunu kaydetmektedir. Ancak böyle işaretalerin yetersizliği apaçıktır. Kendisi, eserinde, Barsganlı olduğunu belirtir. Yine Kâşgarlı Mahmud: “Türklerin en fasih koanuşanlarından, en açık anlayanlarından ve nesepçe de en ileri buluananlardan biri” olduğuna da değinir.

Bunların doğruluğundan şüphe edilmemekle beraber, onu tanımak için yeterli olduklarını söylemek mümkün değildir. Yalnız gerek bu işaret, gerekse eserin kendisi Mahmud ‘un Türkçenin gramer yapısını iyi bildiğine, Türk ağızalarım rahatça ayırt ederek kolayca onları anladığına bir delil deağerindedir. Onun soyca da tanınmış bir aileden gelmiş olması, çağıana göre ayrı bir anlam ve önem taşır. Her halde bunu demekle, kendisinin Karahanlılar Devletinde sayılı ve soylu bir aileye mensup olamakla iftihar eylediğini de imâ etmiş olmaktadır. Ama yazar, devalet hizmetinde bulunup bulunmadığı, siyasî görüşlerinin ne olduğu hakkında bize herhangi bir açıklamada bulunmamaktadır. Yalnız miljî duygularının sağlamlığı, Türkçülük ruhunu derinden ve sevgi ile taşıdığı eserinde hissolunur.

Kâşgarlı Mahmud, hemen hemen bütün Türk illerini, bölgelerini, bozkırları obaları, adetâ birer birer dolaşmıştır. Nerede ve ne zaman Türk dili, Türk kültürü, Türk’ün günlük hayatı, halk şiiri ile ilgili bir malzemeye tesadüf eylemişse, onu almış, toplamış, sonra da inceden inceye işlemiştir. Kendisi de, bu hususta, şu anlamada konuşmaktadır: “Türklerin hemen bütün illerini, bozkırlarını boydan boya gezdim, dolaştım. Türk‘ün, Türkmen’in, Oğuz’un, Çigil’in, Yağma’mn, Kırgız’ın boylarının dillerini, kafiyelerini öğrenip faydalandım. Zihnime nakşettim. Öylesine ki: her Türk taifesinin şivesi, en iyi şekilde öğrenilmiş, ortaya çıkmış oldu”.

Kâşgarlı Mahmud’u Türk dilinin henüz kollara, lehçealere ayrılmaığı bir dönemde, onun mukayeseli bir gramer denemeasine girişen, çağının büyük bir doğu dilbilim bilgini olarak tarif etamek uygun olur. Günümüzden dokuz yüzyıl önce, Türkçenin resmî devlet dili, yaıı dili vasıflarına sahip olduğunu da, bize, ifade eden Mahmud ‘tur.

Kâşgarlı Mahmud ‘un hayat ve şahsiyeti bakımından önemli ve dikkat çeken bir husus ta, onun, Bağdat’a gidişi ve kitaabını çağının halifesine El-Muktedî Bi-Emrillah (1075-1094)’a takdim edişidir. Kendi zamanının Karahanlı Hükümdan’na eserini sunmayıp Abbasî Halifesi’ni tercih etmesinin sebepleri araasında: Halife’nin bütün îslâm dünyasının başı olması, Türklüğün yüksek bir itibara sahip olduğu o devirlerde Türk dilinin de Arapaça ile atbaşı yürümeğe elverişli ve güçlü bir dil olduğunun belirtilamek istenmesi başta gelir, denebilir. Mahmud ‘un, Divan’Azn önace —biraz da Araplara Türk dilini öğretmek amaciyla — Kitabü Ceva-hiri’n-Nahv…’ ı yazdığını belirtmesi bu görüşümüzü, bir bakıma, teyid edebilir. Fakat bu güne kadar bu eserin bir nüshası ele geçmeadiğinden, açık bir şekilde mütalaa da yürütülemez.

Kâşgarlı Mahmud‘ un ilk vasfı güçlü bir filolog olduğuadur. Bununla beraber o aynı zamanda bir lügatçı, bir etnolog, bir folklorcu ve bir coğrafyacı hususiyetlerini de muhafaza etmektedir. Topladığı malzeme değer biçilemiyecek önemdedir. Hülâsa Kâşagarlı Mahmud, Türk dilini yaymak, yerleştirmek, incelemek konusunda, XI. Yüzyılın büyük bir düşünürü, dilcisi ve Türk-Arap kültürleri arasında sıkça bir bağlılık kurmaya emek harcayan usta bir dil ve millet severdir.

Şimdi artık Mahmud ‘un asıl eserini tanıtmaya geçebiliriz. Divanü Lügati’t-Türk (Divanü Lûgat-it-Türk), en güçlü ihtimal ile yazılışı 1072 tarihinde tamamlanmış büyük bir sözlüktür. Eserin elimizde bir tek yazma nüshası bulunduğu ve bunun müstensihinin adından başkaca da hakkında bilgimiz olmadığı için Kilisli Riiat tarafından Ali Emirı Kütüphanesindeki biricik yazmadan kop-ye edilmek suretiyle —üç cilt halinde— yapılan yayımının (İstanabul, 1333) bazı istinsah hataları taşımış olması tabiîdir. Dı’van’ın nerede kaleme alındığı, Kâş gar it mn onu yazarken hangi şehirde oturmakta olduğu hususunda da kesinlik yoktur. Yalnız Kâşgar Türkçesinin hâkim olduğu bir alanda vücûde getirilmiş olduğu ileri .sürülebilir.

Divanü Lügati’t-Türk, Türk dilini özellikle Araplara öğretmek amacını gütmektedir. Eserin Arapça olarak telif edilmiş bulunması •da bunun bir delilidir. Burada —her halde Arapların ve Arapça okuayup yazanların kendi usullerinde daha kolay anlayıp, daha- rahat öğarenmeleri düşünülerek— Türkçe kelimeler Arap dilindeki gibi, kökalerinin taşıdıkları harf sayısına göre gruplandırılmıştır. Eserdeki Türkçe kelime sayısı 7500'den daha fazla olarak tesbit edilmiştir. Bu kadar kabarık bir yekûnda Türkçe kelimenin - daha XI. Yüzyılda— konuşulup yazıldığı bir dilin artık bir kültür ve medeniyet dili oladuğundan şüphe edilemez. Kaldı ki Mahmud, “Terk edilmiş kealimelerle dile sonradan girmiş sözleri de eserine almadığına” işaretate bulunmuştur. Ancak eserde başka komşu dillerden (Hintçe, Sogd-ça, v.s.) Türkçeleşmiş gözüken bazı yabancı asıllı sözlerin de bulunaduğunu gözden ırak tutmamak gereklidir. Bununla beraber Kaşgarlı Mahmud ‘un bütün Türkçe kelimeleri eksiksiz, kitabına .almış olduğu da söylenemez. Bu bakımdan, daha o çağlarda bile, Türkçe söz toplamının, yaklaşık olarak, 10.000 civarında olduğunu düşünmek ve söylemek de hata olmasa gerek. Yazarın, ayrıca, Türkaçe kelimeleri Arapçadaki bablar ve kalıplar kategorisinde seslendiramesinin dilin bünyesine uygunluğunu iddia etmek güçtür. Bu konuada olsa olsa bunun Araplara, bir dereceye kadar, belki okuma koalaylığı sağlamaya yarar olduğunu düşünmek kabildir.

Mahmud Türkçe kelimelerin ne anlama geldiğini ve nasıl kullanıldığını gösterebilmek arzusuyla birçok Türkçe cümle ve ibaareyi eserine geçirmiştir. Sonra eserdeki atasözleri, deyimler, şiir parçaları da, bu söylediğimiz hususun anlaşılmasında yardımcı olamak amacını taşır, gözükmektedir. Ayrıca Divan’da kavim ve topaluluk adlarının açıklanışında, bazan bunlar hakkında, çok değerli bilgiler verilmek suretiyle hareket edilmiştir ki, bu da, araştırıcılar için çok yararlı olmaktadır.

Divanü Lügati’t-Türk, önce Kilisli Muallim Rifat (Bilge) tarafından Türkçeye çevrilmişse de, bu tercüme basılma-mıştır. Kitabın tercümesini başkaları da denemiştir. Sonunda B e-sim Atalay ve Türk Dil Kurumu uzmanlarınca —Üç cilt halinade— Türkçeye çevrilmiş ve T.D.K. tarafından yayımlanmıştır (I.C. 1939, II. C. 1940 ve III. C. 1941, Tıpkı basım, Ankara, 1941). Bundan başka Besim Atalay’m mesaisi ile gün ışığına çıkmış olan bir de Divanü Lügati’t-Türk Dizini-Endeks cildi (1943) vardır ki tercüamedeki kelimeleri alfabetik sıra dahilinde kapsamaktadır. Bu inadekste kelimelerin Divan’da bulunduğu cilt ve yer gösterilmiş, analamları kısaca belirtilmiş ve bazan diğer Türk dili kaynakları ile karşılaştırmalar da yapılmıştır. 3u Dizin cildi, Divanü Lûgati’t-Türk‘ün 900. yazılış yıldönümü vesilesiyle yeniden bazı ekleme ve metin üzerindeki ufak tefek değiştirmelerle Türk Dil Kurumunca bastırılmıştır (Ankara, 1972).

Divanü Lügati’t-Türk, yayınlandığı tarihten başlayarak (İstanabul, Hicrî 1333-1335) türkologlarca büyük ilgi ile karşılanmış ve bu konuda bir hayli inceleme ve araştırma da yayınlanmıştır. Bunlar arasmda Cari Brockelmann, Martin Hartman, S. Ahali ı, S. Muttalibov, Martti Rasanen dış ülkelerade bilimsel çalışmalarda bulunanlar arasında zikredilebilir. Divanü Lügati’t-Türk’teki çeşitli konular üzerinde yayınlarda bulunan Türk bilginleri arasında da: Fuat Köprülü, Necip Âsim (Yazıksız), Besim Atalay ve daha birçok tarihçi ve türkolog hatırlatılabilir. Sonuç olarak diyebiliriz ki: Kâşgarlı Mahamud ‘un Türk dili, Türk kültürü, Türk dünyası bakımlarından eşasiz bir değere sahip bulunan ve tükenmez bir inceleme kaynağı niateliğini korumakta olan Divanü Lügati’t-Türk eseri üzerinde daha birçok araştırma yapılabilir. Ve bu dil ve kültür hazinesi, türkoloji ilmine, daha uzun yıllar ışık tutabilme gücüne ve imkânına sahiptir.

DİVANÜ LÛGATİ’T-TÜRK’TEN



A. Atasözleri


1. Alplar birle uruşma — Begler birle turuşma.
2. Sınmasa arıksar —Sakmmasa utkusar.
3. Kız kişi savı yonğı bolmas.
4. Korkmuş kişige koy başı koş körünür.
5. Han işi bolsa katun işi kalır.
6. Kanıg kan bile yumas.
7. Koş kılıç kınka sığmas.

A. Atasözleri (Bugünkü Türkçe ile)


1. Alplarla vuruşma — Beğlerle de duruşma (Onlara karşı gelame).
2. Kişi sınamazsa aldanır. —Sakınmayacak olsa yutulur.
3. Pinti kişinin sözü, geçerli olmaz.
4. Korkmuş kişiye koyunun başı çift görünür.
5. Hanın işi olunca, hatunun işi geri kalır.
6. Kanı, kanla yıkamazlar.
7. Çift kılıç bir kına sığmaz.


ALP ER-TONGA AĞITI’NDAN

1. Alp Er-Tonga öldi mi
Issız ajun kaldı mı
Ödlek öçin aldı mı
Emdi yürek yırtilur.
2. Begler atın argurup
Kadgu anı turgurup
Mengzi yüzi sargarup
Körküm angar türtülür.
3. Vlışıp eren börleyü
Yırtıp yaka ırlayu
Sıkırıp üni yurlayu
Sığtap közi örtülür.
4. Könglüm içün örtedi
Yitmiş yaşığ kartadt
Kiçmiş ödük irtedi
Tün kün kiçip irtelür.
5. Bardı közüm yarukı
Aldı özüm kunukı
Kanda erinç kanıkı
Emdi udin udgarur.

ALP ER-TONGA AĞITI’NDAN


1. Alp Er-Tonga öldü mü?Kalımsız dünya kaldı mı? Zaman öcünü aldı mı? Şimdi yürek parçalanır, yırtılır.
2. Beyler, atlarıyla, geldiler. Keder onları durdurdu. Benizleri sarardı; yüzlerine safran sürülmüş gibi oldular.
3. Erenler kurt gibi uluşuyor, haykırışıyorlar. Yaka yırtarca-sına bağrışıyorlar. Seslerinin bütün gücüyle ağlıyarak, göz yaşlarıyla örtülen gözleri bir şey görmüyor.
4. Gönlümün içini —ölümü— yandırdı. Yetmiş yaşmdaymışım gibi kocalttı. O gönül, şimdi, geçmiş zamanı arıyor. Günler ve geceler geçse de arayacak.
5. Gözümün ışığı söndü. Onunla beraber ruhum da gitti. Şimdi —kim bilsin— o, nerelerdedir? O, şimdi, uykudan uyandırıayor.

B. I. Metin hakkında açıklama ve inceleme



Açıklama :
Alp Er-Tonga, çok eski destan menkıbelerinaden birinin kahramanı olan bir Türk başbuğudur. Gerek Kâşagarlı Mahmud ve gerekse çağdaşı Balasagunlu Yusuf Has Hacip, onun, iranlıların Efrâsiyab dedikleri Türk kahramaniyle aynı kişi olduğu görüşündedirler.

Firdevsî, Şehanamede, Efrâsiyab’ın Turan Hükümdarı olarak İranlılarla yaptığı birçok savaşları hikâye eder.

Divanü Lügati’t-Türk’teki bu Alp Er-Tonga Ağıtı dörtlüklerden kurulmuş bir mersiyedir. Orhun Âbidelerinde Tonga-Tigin adlı bir kahraman yuğ’undan sözedilir. Bunun Alp Er-Tonga olması ihtimali üzerinde durulmuştur.

Ağıt: Bir ölünün erdemlerini, yiğitliğini, değerini, geride kaalanların acılarını belirten ve çoğu zaman matem meclislerinde okuanan halk şiiri türüdür. Bunlar ozanların sagusu, klâsik şairlerin mersiye’si ile aynı anlamdadır. Göktürk ve Uygurlar’da ağıtların özelliği ve önemi bilinmektedir. Ağıt törenleri Anadolu’da da gelenek durumuna gelmiştir.

Kelime ve Deyimler:

Issız: Kötü, arsız, kalımsız.
Ajun: Dünya, âlem.
Ödlek: Zaman, felek.
Emdi: şimdi.
Argurmak: Yormak.
Kad-gn: Kaygı.
Turgurmak: Durdurmak.
Mengiz: Beniz, yüz.
Sargar-raak: Sararmak.
Türtülmek: Sürülmek.
Börleyü: Kurt gibi.
Eren: Er kelimesinin —kural dışı— çoğulu.
Yurlamak: Haykırmak.
Sığta-mak: Ağlamak.
Örtemek: Yakmak.
Ödük: Sevgi, hasret.
Tün: Gece. Gündüz.
îrtemek: İstemek, aramak.
Yaruk: Işık.
Kanuk: Ruh,
Erinç: Belki, olur ki.
Kanda: Nerede.
Udgarmak: Uyandırmak.







Divan-ı Lügatit Türkün Yazılış Sebebi
Divanu Lûgati't-Türk, adından ve Arap dilinin kurallarına göre düzenlenmiş olmasından da anlaşılacağı üzere, aslında Araplara Türkçe öğretmek üzere kaleme alınmış bir eserdir. Ancak, onun yazılışını böyle tek bir sebebe bağlamak da doğru değildir. Çünkü, Kâşgarlı Mahmud bu görevi yerine getirirken hem Türk dili ile Arap dilinin karşılaştırmasını, daha doğrusu bir muhakemesini yapmış, hem de Türk dili ve kültürü ile ilgili geniş ve çok yönlü bilgiler vermiştir. Böylece, o, Türkçenin ve Türk kültürünün o çağın îslâm topluluğu içindeki yerini belirtmeye çalışmıştır.

Bu noktaya biraz daha açıklık verebilmek için, öncelikle o devir Türk dünyası ile İslâm ve Arap dünyası arasındaki karşılıklı bağlantılara şöyle bir göz atmak yerinde olur sanıyoruz.

XI. yüzyıl Türk dünyası, ta Çin sınırlanndan Bizans sınırlarına kadar uzanan bir genişlikte idi. Asya'yı bir başından öteki başına kadar kaplayan bu geniş alanın doğu kesimi Uygur ve Karahanlıların, batı kesimi de Selçukluların elinde bulunuyordu. Bu siyasi sınırlar içinde, Uygur, Karahanlı ve Selçuklu Türkleri dışında Oğuz, Türkmen, Türkiş, Karluk, Yağma, Toxsı, Çigil, Kırgız, Kıpçak, Uğrak, Çaruk, Suwar, Bulgar gibi adlar almış, birbirinden ayrı ağız ve lehçeler konuşan çeşitli boylar ve unsurlar yaşamakta idi. Böylece, XI. yüzyılın ikinci yarısında bir yandan ta Bizans sınırlarına bir yandan da Irak'ta Abbasî halifesinin oturduğu Bağdat şehrine varıncaya kadar Türk üstünlük ve hâkimiyeti yayılmış bulunuyordu. Öte yandan, Türkler Budizmi ve Manihaizmi bırakıp toplu olarak İslâm dinini kabûl ettiklerinden, artık İslâm medeniyeti alanına da girmiş bulunuyorlardı. Ayrıca, bu yeni medeniyet dolayısıyla, Orta Asyada bilim ve kültür dili olarak Arapça da hâkim duruma geçme savaşı veriyordu. Maveraünnehir bölgesi ile Buhara, Semerkant ve Kâşgar gibi Türk illeri İslâm kültürünün de önemli merkezleri durumuna yükselmişti. Türk ülkelerinde, Türkçe eserler yanında Arapça ve Farsça eserler de yazılıyordu. Öyle ki, Türk kültürü ile İslâm kültürü, Türk dili ile Arap dili karşı karşıya geçerek birbirlerini yenme savaşı veriyorlardı. Dinî bakımdan Abbasî halifesine bağlı olan İslâm âlemi, o günün tarihî ve sosyal şartları dolayısıyla Türk'ün üstünlüğünü, maddî ve manevî gücünü de kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu bakımdan İslâm-Arap âlemi Türkleri tanımak ve dillerini öğrenmek gereğini duymuştu. İşte Kâşgarlı Mahmud bu gereği karşılamak üzere bir yandan Araplara Türk dilini öğretmek isterken bir yandan da Türkçenin Arapça ile atbaşı beraber gittiğini ispatlamak istemiştir. Bu işi yaparken de dolayısıyla Türk kültürünün değer biçilmez bir hazinesini ortaya koymuş oluyordu. O, eserini yazıp bitirdikten sonra Bağdat'ta devrin halifesi Ebü' l-Kasım Abdullah'a sunarken, Arapçanın bütün İslâm dünyasında, kültür dili olarak hâkim olduğu bir çağda: "Tanrı yeryüzündeki erki (gücü) Türklere vermiştir. Bunların dilini öğrenmekte yarar vardır. Bu kitabı Araplara Türkçe öğretmek için ve Türk dili ile Arap dilinin atbaşı beraber yürüdükleri bilinsin diye yazdım" diyebilecek kadar üstün bir Türklük sevgisine, üstün bir ana dil şuuruna sahip bulunuyordu. Bu konu ile ilgili bazı satırları eserin tercümesinden olduğu gibi aktaralım:
"İmdi bundan sonra Muhammed oğlu Hüseyn, Hüseyn oğlu Mahmud der ki: Tanrı'nın devlet güneşini Türk burçlarından doğdurmuş olduğunu ve onların mülkleri üzerinde göklerin bütün teğrelerini döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi; onları herkese üstün eyledi; kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi; bu kimseleri kötülerin -ayak takımının- şerrinden korudu. Okları dokunmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gönlünü almak için onların dilleri ile konuşmaktan başka yol yoktur".

"And içerek söylüyorum, ben Buhara'mn sözüne güvenüir imamlarımn birinden ve başkaca Nasaburlu bir imamdan işittim, ikisi de senetleriyle bildiriyorlar ki, yalavacımız (Peygamberimiz S.A.) kıyamet belgelerini, ahir zaman kanşıkhklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklannı söylediği sırada Türk dilini öğreniniz; çünkü, onlar için uzun sürecek egemenlik vardır, buyurmuştur".

"Bu söz (hadis) doğru ise (sorgusu kendilerinin üzerine olsun) Tiirk dilini öğrennıek çok gerekli (vâcib) bir iş olur; yok bu söz doğru değilse akıl da bunu emreder"
"Türk dili ile Arap dilinin atbaşı beraber yürüdükleri bilinsin diye HaliFin Kitabü'l-ayn'ında yaptığı gibi, kullanılmakta olan kelimelerle bırakılmış bulunan kelimeleri bu kitapta birlikte yazmak ara sıra yüreğime doğar dururdu".


Divanu Lûgati't-Türk'ü, sıradan herhangi bir sözlük gibi kabul etmek doğru değildir. Çünkü, o, yazarının üstün şahsiyeti ve birçok alandaki geniş bilgisi dolayısıyla, XI. yüzyıl Türk kültür tarihini pek çok yönleri ile aydınlatabilen bir kaynak eser vasfı kazanmıştır.
Kâşgarlı Mahmud'un, XI. yüzyıl Türk dünyasına yayılmış bütün Türk boylarının yaşadıkları bölgelerden, oturdukları büyüklü küçüklü yerleşim merkezlerinden buraları bizzat dolaşarak malzeme toplamış olması; Karahanlı yazı dilindeki sözleri verirken, onları öteki Türk lehçe ve ağızlarından topladığı örneklerle karşılaştırması, gerekli yerlerde bunlar için ses bilgisi ve gramer açıklamaları yapmış olması, onun eserini, modern dilcilik metodlarına göre hazrrlanmış ansiklopedik bir sözlük; geniş çapta karşılaştırmalı bir gramer durumuna getirmiştir. Elimizde, Türkçenin eski devirlerini ele alan bu vasıfta, bu genişlik ve derinlikte başka bir eser bulunmadığından, Divanu Lûgat-it-Türk, Türk lehçe ve ağızları için değer biçilmez bir kaynak durumuna girmiştir.

Bunun dışında, Kâşgarlı Mahmud ele aldığı Türk boy ve kavimlerinin oturdukları yerleri uzun uzun anlatmış, kullandıkları alfabe sistemlerinden, dillerindeki ses ve yapı ayrılıklarından, boy teşkilâtlarından söz etmiş; onların etnografyalarından tutunuz da inançlarına, gelenek ve göreneklerine, edebiyat ve folkloruna varıncaya kadar ayrıntılı bilgiler vermiş, bu bilgileri gerektiğinde hadisler, atasözleri, şiir parçaları ve dörtlükler gibi canlı örnekler sıralayarak açıklamaya çalışmıştır. İlk Türk dünya haritası ve en eski Türk savları (atasözleri) onun kitabında yer almıştır.

Kâşgarlı Mahmud'un, eserinde oldukça geniş ölçülerle yer verdiği Türk kavimlerinden biri Uygurlardır. VIII. yüzyılda Moğolistan'da, IX. yüzyılda da Doğu Türkistan'da yüksek seviyede şehirli bir Türk kültürü geliştirmiş olan Uygurlar hakkında, Uygur devri metinlerinde tarihî bilgiler mevcut değildir. Bu kavim komşularınca da az tanınmış olduğundan, XI. yüzyılda Kâşgarlı Mahmud'un kendi eserinde Uygurlar için vermiş olduğu bilgiler hayli değerlidir. Ayrıca, Kâşgarlı Mahmud, Uygurlardan doğrudan doğruya kendi adları ile bahseden ve haklarında çok yönlü bilgi veren ilk Islâm dil tarihçisi vasfını da taşımaktadır. Bu konuda verilen bilgiler arasında, Kâşgarlı Mahmud'un mensup bulunduğu Karahanlı Devleti ile Uygurlar arasındaki savaşlara ait tarihî hatıraların izleri olarak bir destan parçası durumundaki bazı dörtlüklere rastlanmaktadır.

İşte bir örnek:
Kimi içre oldurup
Ilav suvın keçtimiz
Uygur tapa başlanıp
Mınğlak ilin açtımız
(Gemi içine oturarak Ila suyunu geçtik; Uygur memleketine yönelerek Manglak elini fethettik).

Uygur eline yapılan bir gece baskını anlatılırken de:
Tünle bile bastımız
Tegme yanğak bustumız
Kesmelehn kestimiz
Mınglak erin bıçtımız
(Geceleyin baskın yaptık, her yandaki pusuya girdik. Öyle ki, atalarının perçemlerini kestik ve Mınglak erlerini öldürdük) denmektedir.

Kâşgarlı'nın, eserinde sık sık söz konusu ettiği kavimlerden biri de Oğuzlardır. Oğuzların dili, yani Türkiye Türklerinin atalarının konuşmuş oldukları Eski Oğuzca da öteki Türk boylarının lehçelerine bakarak daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Eserde Oğuzlar, Oğuzeli ve Oğuzca üzerinde genişlemesine bilgi verilmiş olmasının sebebi, şüphesiz Oğuzların X, XI. yüzyıllar Orta Asya Türk dünyasındaki önemleri ile orantılıdır. Oğuz Türkmen boyları daha X. yüzyıldan ve Sirderya ırmağı kuzeyindeki steplerden başlayarak. Sirderya, Maveraünnehir, Harezm ve Horasan bölgelerinde önemli bir yer tutmuş bulunuyorlardı XI. yüzyılda Büyük Selçuklu Devleti'nin batıya yaptığı göçler ve fütuhatlar ile, Oğuz hakimiyeti Azerbaycan, Irak bölgelerine ve devrin büyük kültür merkezlerinden biri durumunda olan Bağdat'a kadar uzanmıştı. Orta Asya Türk dünyasında bu kadar önemli bir yer tutmuş olan Oğuzların Türk dili tarihi bakımından etkisiz kalmaları elbette söz konusu olamazdı. Kâşgarlı Mahmud'un eserinde Oğuzcaya çok sık yer vermiş olması, herhalde bu durumla ilgili olmalıdır. Kâşgarlı'nın Oğuzca hakkında verdiği bilgiler, dil tarihi açısından daha başka bir değer de taşımaktadır. Şöyle ki; VIII. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar değişik bölgelerde müstakil, fakat ayrı birer yazı dili hâlinde yol almış bulunan Türkçe, tek bir kol hâlinde ilerlemiştir. Oğuzcanın gerek Orta Asyada gerek Anadolu bölgesinde müstakil bir yazı dili hâlinde kuruluşu XIII. yüzyıldadır. Elimizde XIII. yüzyıldan önceye ait yazılış alanları belli metinler bulunmadığından bu gün için Oğuzcanın XIII. yüzyıl öncesi, sisli bir dönem durumundadır. İşte bundan dolayıdır ki, Kâşgarlı Mahmud'un Oğuzca için verdiği bilgiler bu lehçenin XI. yüzyıldan XIII. yüzyıl ortalarına kadar uzanan devresinin tayini bakımından çok değerlidir ve iki dönem arasında bir köprü vazifesi görmektedir.

Bütün konuşma ve yazı dilleri gibi, Oğuzca da sürekli bir değişme yolu izlediğinden, Divanu Lûgati' t-Türk vasıtasıyla Oğuzcanın tarihî gelişme durumu hakkında da değerli bilgiler alınabilmektedir. Ayrıca, bu eser sayesinde, Oğuzcanın, o devrin ortak yazı dili olan Karahanlı Türkçesi ile öteki ağız ve lehçeler arasındaki yerini, onlarla birleşen ve ayrılan yanlarını da az çok öğrenebilmekteyiz. Çünkü, Kâşgarlı Mahmud, eserinde herhangi bir kelime veya dil kuralı üzerinde dururken "Türklerce -yani Karahanlı Türklerince- böyle söylenir; Oğuzlarda karşılığı şudur; Oğuzlar bunu bilmezler; Çiğil, Yağma, Suvar ve Bulgar Türkleri ile Kıpçaklar bu söyleyişle ortaklaşırlar ya da ayrılırlar; onların başka bir diyaleği vardır" gibi ayrıntılı açıklamalara da girmiş; gerektiğinde bunlar için örnekler de sıralamıştır.

Divanu Lûgati't-Türk'ün dil ve kültür tarihindeki yeri üzerinde ne kadar dursak, ne kadar yazsak azdır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kâşgarlı Mahmud, bu değerli eseri ile Türk milletinin kalbinde olduğu kadar Türk dil ve kültür tarihine de adını altın harflerle yazdırmaya hak kazanmış üstün değerlerimizden biridir.

Sayın okuyucularımıza Türkçenin XI. yüzyılda nasıl bir dil yapısında olduğunu gösterebilmek ve günümüze gelinceye kadar ne gibi değişikliklere uğradığı hususunda bir fikir verebilmek için, yazımızı, aşağıda Divanu Lûgati' t-Türk'ten aktardığımız birkaç sav (atasözü) ve birkaç dörtlükle bitirmek istiyoruz:

SAVLAR :
Erdem başı tıl
'Erdemin, yani faziletin başı dildir.'

Ot tise ağız köymes
' Ateş demekle ağız yanmaz'

Közden yırasa köngülden yıne yırar
'Gözden ıraklaşan gönülden de ıraklaşır.'

Tağ tağka kavuşmas kişi kişike kavuşur
'Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur.'

Öd keçer kişi tuymaz, yalanğuk oğlı mengkü kalmas
'Zaman geçer kişi duymaz, insanoğlu baki kalmaz.'

Suv körmeginçe etük tartma
'Suyu görmeden pabuç çıkarma.'

Tüzün birle uruş utun birle üsterme
'Ağırbaşlı ile uğraş, yüzsüzle yarışma.'

Neçe munduz erse eş edgü, neçe egri erse yol edgü
'Ne kadar ahmak olursa olsun arkadaş yalnızlıktan iyidir;
ne kadar eğri olursa olsun, yol yolsuz kalmaktan daha iyidir.'


DÖRTLÜKLER :

Begler atın arğurup
Kadgu anı turgurup
Mengzi yüzi sarğarıp
Kürküm anğar türtülür
'Beyler atlarını yordular, kaygı onları durdurdu, yani sardı; benizleri sarardı; sanki safran sürülmüştü'

Tumlığ kelip kapsadı
Kutluğ yayığ tepsedi
Karlap ajun yapsadı
Et yin üşüp emrişür.
'Soğuk gelip kapladı, kutlu yazı çekemedi; kar yağarak dünyayı kapattı vücut üşüyerek titriyor'

Yığlap udu artadım
Bağrım başın kartadım
Kaçmış kutug irtedim
Yağmur küni kan saçar.
'Arkasından ağlayarak bozuldum, bağrımın yarasını deştim, giden saadeti aradım, gözüm yağmur gibi kan saçar.'

Tümen çeçek tizildi
Bükünden ol yazıldı
Öküş yatıp üzeldi
Yerde kopa adrışur
'Yazın gelişi dolayısıyla, tümen tümen çiçek dizildi, yer altında yatmaktan sıkılan bitkiler yerden fışkırıyor ve birbirinden ayrılıyor.'

Yaşın atıp yaşnadı
Tuman turup tuşnadı
Adğır kısır kişnedi
Ögür alıp okraşur
'Bahar dolayısıyla: bulut şimşek çaktırdı ve bulutlar coştu; kısrakla aygır baharın geldiğini görerek kişnediler, her aygır kısrağını aldı.'
 
ilk türkçe sözlüktür
türkçeyi araplara öğretmek,türkçenin arapçadan daha üstün bir dil olduğunu kanıtlamak için yazılmıştır
kaşgarlı mahmut tarafından yazılmıştır
 
Geri
Top