DİVANÜ LUGATİ’T TÜRK’TE
KADIN VE ONUN DÜNYASI
KADIN VE ONUN DÜNYASI
Orta Asya Türk dünyasının en parlak dönemlerinden biri olan Karahanlı döneminde ve Türk-İslam kaynaşmasının yaşandığı XI. yüzyılda büyük Türk düşünürü Kaşgarlı Mahmut, çok değerli bir hazineyi, dil, edebiyat, toplum ve sosyoloji tarihimizin en önemli belgelerini içinde barındıran Divanü Lugati’t-Türk’ü bizlere bırakmıştır. Öyle ki bu eser, Türk Dili’nin ve kültürünün üstünlüğünün ortaya konulması ve geliştirilmesi amacına yönelik hazırlanmış olup dönemin Türk-İslam karşılaşması içinde kimliğini ve hafızasını kaybetmek istemeyen bir milletin hayatta kalmasını ve devamını sağlayacak unsurları unutturmamak gibi kutsal bir görevi de üstlenmektedir.
Türklerle Araplar arasındaki yoğun ilişkilerin Nihavend savaşından sonra (MS 642) artarak devam ettiği görülmektedir. Sasanilerin yıkılmasından sonra uzun yıllar süren çarpışmaların ardından Talas savaşı ile (MS 751) Türklerin hilafetteki rolü artmaktaydı. IX. yüzyılın başlarında Halife Me’mûn devrinden itibaren Türklerin orduda ve idarî kadroda yönetimi ele geçirmesi ve Selçukluların Abbasî halifelerini Büveyhilerin baskısından kurtarmasından sonra (1072–1092) Bağdat’ın Moğollar tarafından işgali, (MS 1258) İslam-Arap dünyasının doğu kısmına Türklerin sahip olmasını sağlayan belli başlı gelişmelerdi. İşte Barsganlı Hüseyin’in oğlu Kaşgarlı Mahmut, İran topraklarının Selçuklu hâkimiyeti altında olduğu 1072–1077 yıllarında Bağdat’ta bulunuyordu. Bu dönemde Budist ve Maniheist Uygurlar dışında kalan Türk topluluklarının hemen hemen hepsi İslamiyet’i kabul etmişlerdi. Böyle bir ortamda o, her fırsatta Türklüğü ve Türkçeyi övmekte; Türklerin Araplardan, Acemlerden üstünlüğünü dile getirmektedir. Arap ve Fars dili ile kültürünün kendisini iyice hissettirdiği, Türk kültürü ve dilini etkisi altına aldığı bir dönemde o, bilinçli olarak bu eseri yazmış; çağın egemen ideolojisi olan ümmetçiliği benimsemekle birlikte Türklüğe ait unsurları koruyup, onları adı geçen diğer iki ulustan üstün tutmayı bilmiştir.
Türk toplum hayatının her sahasına ait bilgiye ulaşmanın mümkün olduğu Divanü Lugati’t-Türk’te “kadın ve onun dünyası”na ait unsurlar dikkati çekmektedir. Biz bu bildirimizde Türk kadınının Kaşgarlı Dönemi toplumsal hayatındaki yerini belirlemeye, eski Türk aile yapısını, yazarın seçtiği kelime dünyasından hareketle çözümlemeye çalıştık. Günlük yaşam içinde kadının yeri neydi; kadın için kullanılan adlar, sıfatlar nasıldı; onu daha çok hangi eylemler içerisinde buluyorduk; ona ait eşyalar, giyimler nelerdi; dönemin evlenme âdetleri, karı-koca ve kadın-çocuk ilişkileri nasıldı; kadına bağlı olarak akrabalık adları hangi şekillerde ve çeşitlilikle karşımıza çıkıyordu; atasözlerinde ve nazım parçalarında kadının toplumdaki yeri ile ilgili olarak hangi bilgiler verilmekteydi. Tüm bu sorulara yanıt bulmak amacıyla Divanü Lugati’t Türk’ün Besim Atalay çevirisinden hareketle yaklaşık 8000 madde başı kelime arasından 310 tanesini kadın ve onun dünyası ile doğrudan ilgili bularak bir sözlük hazırladık. Ayrıca eserde konumuzu ilgilendiren 23 atasözü, 19 da nazım parçası tespit ettik. Bunlar arasında yaptığımız tasnif çalışması neticesinde konuyu şu başlıklar altında incelemenin uygun olduğunu düşündük:
1. Kadın ve onun için kullanılan adlar, sıfatlar, eylemler
2. Kadına ait süs eşyası, giyim adları ile sadece kadının yediği yiyecekler
3. Evlilik ve karı-koca ilişkisi
4. Kadın ve çocuk
5. Kadın ve akrabalık adları
1. Kadın ve onun için kullanılan adlar, sıfatlar, eylemler:
Sözlükte “kadın” için kullanılan 27 kelime bulunmaktadır. Fakat içlerinde en çok tekrarlanan, örneklerde en çok karşımıza çıkan kelime “uragut” tur. Kelimenin “urug” yani tohum, akraba ve “urı” oğul kelimeleriyle köken birliğini, kadın ile birlikte sahip olunan oğul ve akrabalık kurumuna bağlamak mümkündür. Yine Köktürk kitabelerinde de rastladığımız “işiler”, işler türeviyle birlikte 11 kez eserde kullanılmış bir kelimedir. “İşler” ile birlikte kullanılan sıfatların ve eylemlerin olumsuzluk bildirmesi de dikkati çekmektedir. 11 kelimenin 8’i kadın için olumsuzluk bildiren sıfat ve eylemlerle birlikte anılmıştır. Ekek “ortaya düşmüş”, ersek “erkek isteyen”, azgın, oynak, yaldruk “süslü”, yirük “güzelliği gitmiş” sıfatlarıyla birlikte “ol işler boş” cümlesi namuslu, faziletli, düzgün, evine bağlı kadın için “uragut”, aksi için ise “işler”in tercih edildiğini gösteriyor. Kaşgarlı, sözlüğünde kelimenin çoğul olduğunu, yeğnilik olsun diye sondaki “ye”nin atılarak “işler” dendiğini ve bu kelimenin büyük bir hikâyesi olduğunu belirtmekte ama o hikâyeyi anlatmamaktadır. Bunun dışında “katun” daha çok Afrasyab kızlarından olanlar için kullanılmaktadır. “Kis”, “kişi”, “tişi”, “evlük”, “kudhuz”, kadın anlamındaki diğer kelimelerdir. “Kırkın”, “as”, “avınçu”, “kırnak”, “küng”, “yalnguk”, “yinçü”, “yinçke kız”, “kaçaç” cariye anlamında kullanılırken; “karabaş”, “mamu” gelinle birlikte güveyi evine gönderilen hizmetçi kadın anlamına gelir. Ayrıca “kurtga”, “kançık”, “ohşagu”, “oynaş”, “kümüş”, “kosık” bir benzetme ilgisiyle; “sevük”, “tuzakı” ise sevgili anlamıyla kadına uygun görülen diğer adlardır.
Divan’da kadın ile birlikte anılan sıfatlara gelince; “kendisiyle avunulan”, “beşikli”, “emzikli”, “etekli”, “iştahlı”, “süslü”, “bakir”, “ipek kumaş giyinmiş”, “bedeni inci gibi”, “asil”, “ kısır”, “dul”, “boşanmış”, “ortaya düşmüş”, “oynak”, “azgın”, “çirkin” “kıval, çekme burunlu”, “kırmızı yanaklı ve parmaklı”, “yay kaşlı”, “dal boylu”, “benli”, “baygın bakışlı”, “esmer benizli”, “ay yüzlü” kadınların hepsini bu eserde bulmak mümkündür. Bezenen kozanan, nazlanan, bileziklenen, raks eden, kopuz çalan, şarkı söyleyen, bürünçük bürüyen, saraguç saran, yüzünün tüylerini alıp yüzüne bir çeşit krem olup parlaklık veren kirşen, yanağına allık süren, benzine renk veren, saçına zülüf, perçem kesen, boynuna boncuk kolye, kulağına inci küpe, parmağına yüzük, başına perûze, saçına takma örme saç takan, gebe kalıp doğuran, dokuyan, doyuran kadın; çikin çikniyor “nakış yapıyor”, küpe un tıkıyor; un eleyip ekmek yapıp ocağa yapıştırıyor, bazen de tencerenin dibini tutturuyor; karabiber dövüyor; keçe sırıştırıp ip eğiriyor, inci diziyor, çocuk emzirip, beşik sallıyordu. Ayrıca Divan’da erkeklerin de kadınların yaptığı bazı işleri yaptığına şahit oluyoruz. Örneğin; erkek çamaşır yıkıyor; elbisesini yamıyor; ekmek yapıyor; keçenin güvesini silkiyor.
2. Kadına ait süs eşyası, giyim adları ile sadece kadının yediği yiyecekler:
XI. yüzyıl Karahanlı Türk toplumunda kadınlar bilezik, küpe yüzük, taç, örgü saç gibi süs eşyalarını kullanıyor; saçlarını “targak” ile “közüngü” ye bakarak tarıyor ve ellerine kına yakıyorlardı. Cariyelerin taktığı misk ve râmekten yapılmış boncuklar; gerdek gecesi geline takılan altın, gümüş ve diğer değerli taşlardan yapılmış “bogmak” denilen gerdanlıklar ve yine bir çeşit gerdanlık olan “kılide”; “evlendiği gün geline takılan “didim” denilen taçlar; ökmek, tolgag da denilen küpeler, zenginlerin, mevki sahibi kişilerin oğul ve kızlarının alınlarındaki kesmelere taktıkları “but” denilen perûzeler, yüzükler, yanağa sürülen “englik” denilen allıklar, keçi kılından yapılan örme takma saçlar, hepsi, kadınların eşlerine ve diğer insanlara daha güzel görünmek için seçtiği yöntemler ve kadının fıtratı, yaradılışı gereği çok eskilerden beri yaptığı uygulamalardır.
“Bürüncük” ve “saraguç”, kadınların başlarına örttükleri örtü ve yaşmağın adıydı. “Engek” denilen bir iple boncuklu, pullu yazmalarını takan kadınlar; ayakları boğumlu, rengârenk, ipekli şalvarları, “büküm etük”, “mükim” denilen topuk kısmı yüksek yine renkli pabuçları, “terinçek” adlı iki parçadan oluşan giysileri ve “artıg”, “bagırdak” adlı göğüslükleriyle divanda karşımıza çıkmaktadır. Divan’da bir atasözünde güzel görünmek isteyenin kırmızıyı, nazlanmayı bilenin ise yeşil rengi tercih etmesi gerektiği belirtilir. “Kılnu bilse kızıl kedher, yaranu bilse yaşıl kedher.” Kaşgarlı, kadınların bu renkleri giyerek erkeğini daha iyi tutacağını, memnun edeceğini de söylemeden geçemez.
Kaşgarlı Mahmut, eserinde sadece kadınların yediği üç şeyden bahsetmektedir. Bunlar; “kagut”, “sıgun” ve “yung”dur. Kavut da denilen kagut, darıdan yapılan bir yiyecektir. Hatta Kaşgarlı bu yemeğin tarifini de verir: Darı kaynatılıp kurutulduktan sonra dövülür, un gibi inceltilir, yağ ve şeker ilavesiyle yeni doğum yapmış kadınlara yedirilir. Sıgunun, diğer adıyla yaban sığırının kökünün insana benzediğini söyleyen Kaşgarlı, otun dişisinin dişiye, erkeğinin de erkeğe yedirildiği bilgisini verir. Yung ise ciğere bitişik olan bezli bir ettir ve sadece kadınlar yer.
3. Evlilik ve karı-koca ilişkisi:
Eserde bu konuyla ilgili zengin bir malzeme bulunmaktadır. Kaşgarlı “beg” maddesini açıklarken, kadının kocasına böyle hitap ettiğini, çünkü onun evde tıpkı bir kabilenin, topluluğun başındaki “Bey”ler gibi olduğunu söylemektedir. Evde sözü geçen, sözü bir emir olarak görülen kocalar için böyle bir benzetme yapılmıştır. Ev kurmak, yeni bir ev açmak, ana baba ocağının dışında bir başka ocakta ev yurt sahibi olmak anlamlarıyla “evlen-“ fiilinin dışında kadın söylemiyle “erlen-“ “beglen-“; erkek söylemiyle de “kişi al-“ ve “kuthuzlan-“ aynı anlamlarda kullanılan kelimelerdir. Yalnız “kuthuzlan-“ dul kadınla evlenmek anlamında kullanılmaktadır. “katunlan-“ ise han karısı olmak demektir. Yine “Erkek tışıka kavuşdı.” cümlesi “erkek kadına, yaklaştı, ona nikâh kıydı” şeklinde açıklanmıştır. Evlenmek kadar boşanmak da doğaldır. Karı-koca ayrılırsa “begi kişi üzlüşdi” denir. Kadının erkeği boşaması ile ilgili örneklere de rastlanmaktadır. Kadınla erkek arasında “tok bolır”sa yani geçimsizlik baş gösterirse boşanılır. Çünkü “yavlak tıllıg begden kerü yalngus,” yani kötü dilli kocadansa yalnız dul olmak iyidir.
Evlenme âdetlerine de divanda pek çok maddede yer verilmiştir. İki kişi arasında aracı olan, dünürler arasında gidip gelen kişiler “arkuçı”lardır. Bekâret önemlidir, “kapaklıg kız” kızoğlan kız demektir. “Kizlençü kelindedir” O kendisini kocasına saklar. Gelin baba evinden koca evine giderken bir tahtırevana bindirilir ve yabancılara görünmemesi için bu tahtırevanda “didek” denilen gözlerden, nazardan koruyan bir perde bulunur. Geline gerdek gecesi “didim” denilen bir taç ve “bogmak” yani gerdanlık takılır. Gelin, attan inerken güveyi, omzuna dayanıp rahat inebilsin diye ona cariye yahut köle verir. Bu cariye ya da köle gelinin olur, onun hizmetine girer. Kaşgarlı bu “tayak verme” geleneğinin bir zengin geleneği olduğunu söylemektedir. Gelinle birlikte ona yardımcı olması için baba evinden “egetlig karabaş” ya da “mamu” yani hizmetçi kadınlar cariyeler gönderilir. “Sep” gelinin getirdiği çeyizdir. Gelinin çeyizinin hazırlanması için akrabalar bir araya gelir, elbise ve daha başka mal yardımında bulunurlar ki buna “yüfüş” denir. “Yüfüşlüg kelin küdhegü yafaş bulur” atasözü; gelinin eli dolu gelirse, güveyin bundan mutluluk duyup hoşnut kalıp geline daha yumuşak ve saygılı davranacağını anlatmaktadır. “Kalıng” ise kadına mihir olarak verilen çeyizdir, başlık parasıdır. “Kalıng veren kız alır, gelini bakire alır” “değerli olan şey, çok istenen şey pahalıya alınır” anlamında Divan’da geçen bir atasözüdür. Bir nazım parçasında da büyük sıkıntılarla, çabalarla kalıng parasını bir araya getiren damadın kayınpederine seslenişine şahit oluruz. Geceleyin “mendiri” de toplanılıp gelin ile güveyinin başına saçı saçılır, para atılır. Daha sonra gelin ipekle süslenmiş “münderü”ye, gelin odasına getirilir. Gelin odasının “tülvir denilen tülleri vardır. Gelin ve güveyin akrabalarına armağan olarak elbiseler göndermek âdettir. Bu bir saygı ifadesidir, bir çeşit ağırlık vermektir.
Kısrak maddesinde “Kız ile güreşme, kısrak ile yarışma” atasözüne yer veren Kaşgarlı, “çünkü kızlar kuvvetli olur seni alt eder, tıpkı kısrağın attan daha çevik olduğu gibi” diyerek bu atasözünün söylenme sebebini, ortaya çıkışını da açıklamaktadır. Gerdek gecesi, Hakanlılardan bir kızın ayağıyla kendisine dokunmasıyla Sultan Mesud yere yıkılmış ve bu sav bunun üzerine söylenmiştir.
4. Kadın ve çocuk:
Anaların çocuklarını “balu balu”larla, ninni söyleyerek uyuttuğunu, onlar yaramazlık yaptığında da “abaçı keldi” diyerek korkuttuğunu öğrendiğimiz eserde, umay, ısrık, avurta, tilkü, kap, tun, aştal, karındaş, kadaş, kangdaş, tüdeş, ikdiş, kamadı, kutuldı, kızlandı, ogulçuk, ohşadım, sırışdı, tapçurdum, ügridi, yenidi, yördi, yuvka, maddelerinde kadın ve çocuklarla ilgili önemli bilgiler verilmektedir. Kadın doğurduktan sonra karnından çıkan sonuna, çocuğun ana karnındaki eşine “umay” denir. “Umayka tapınsa ogul bolur.” atasözüyle Kaşgarlı, İslamiyet’in kabul edilmiş olmasına karşılık Türklerin eski inançlarını, Şamanizm’den gelen uygulamalarını hatırlatmakta, ama Umay’ın bir tanrıça olduğu bilgisini vermekten de sakınmaktadır. Yine çocukları perilere ve göz değmesine karşı efsunlamak için ilaç yapıldığı zaman “ısrık” kelimesinin tekrarlandığını öğreniyoruz ki bu da Türklerin eski diniyle Şamanizmle ilgilidir. Kadının ilk çocuğu için eğer kızsa “tun kız” denmektedir; son çocuk ise “aştal oğul” adını alır. Bir anadan doğan iki çocuğa bir karında beraber bulunmuş adında “karındaş” denir; ikisi bir kapta, zarfta yatmış anlamında “ka” kökünden türeyen “kadaş”, bir memeden emen iki çocuğu anlatan “emikdeş” de buraya eklenebilir. Babası bir kardeşlere “kangdaş”, anası bir olanlara ise ikdiş denilmektedir. “Kaplıg ogul” anne karnında içinde bulunduğu torba ile doğan çocuktur. Doğurmak anlamında “kutul-“, “yeni-“ kelimeleri de kullanılmaktadır. Doğum yapan kadın için “kutuldı” yani kut buldu denir. “Yeni-“ sadece kadınlar için kullanılır, hayvan doğurduğu zaman “yenidi” denilmez, doğan şeyin adına “-ladı” ek birleşimi getirilerek bu eylem karşılanır. Kaşgarlı yeni- fiilinin köken bilgisini de verir: “Sözün iştikakında iki yol vardır. Birincisi ‘yeni neng’ sözünden alınmış olmasıdır, ‘yeğni neng’ demektir. Kadın çocukladığı zaman yeğnilmiştir, onun için yenidi denir. İkincisi ‘yin’ sözünden alınmış olmasıdır. ‘Yin’ beden demektir. Kadın kendi vücudundan bir vücut çıkarmıştır. Bu yolun ikisi de güzeldir.”
“Tilkü” maddesinde Kaşgarlı, bu kelimenin kinayeli olarak kızlar için kullanıldığına dikkat çekmektedir. Bir kadın doğum yaptığında ebeden “tilkü mü togdı azu böri mü?” diye sorarlar. Yani kız mı doğdu, yoksa erkek mi? Kaşgarlı, kızlar aldattığı ve yaltaklandığı için tilkiye, erkekler ise yiğitliği dolayısıyla kurda benzetilir, demektedir.
Divanda kadınların, çocukların her türlü ihtiyacıyla, eğitimiyle ilgilendiklerini, günlük yaşam içerisinde yaptıkları işlere çocukların da yardımcı olduğunu görmekteyiz. Hem ev işleriyle hem hayvanlarla ilgilenen, ev ekonomisine katkıda bulunmak için dokuma yapan kadın; küçük çocuğunu, bebeğini düşmesin diye beşiğe bağlıyor, işlerini bitirdikten sonra beşikten çözüp onu emziriyor, okşuyor, onun altını temizliyordu. Kadının sütü olmadığında “avurta” yani sütanne tutuluyordu. Kızlar anneleriyle keçe sırıştırıyorlar, oğullar ekmek yapan annelerinin yanından ayrılmıyorlar. “Anası tevlük yuvka yapar, oglı tetik koşa kapar.” Anne kurnaz, yufkayı bereketli olsun diye ince yapar; ama oğlan da zeki, bunu anladığı için yufkaları ikişer ikişer kapar.
5. Kadın ve akrabalık adları:
Akrabalık adları bakımından Türkçenin çok zengin bir kelime kadrosuna sahip olduğunu biliyoruz. Divanü Lugati’t-Türk’te kadının içinde olduğu akrabalık adları da gerçekten hayranlık uyandıracak kadar ince ayrıntıları barındıran bir yapıya sahiptir. Aba, ana, apa, uma “anne”; açı, eçi “yaşlı kadın nene”; baldır kız “üvey kız”; baldız “kadının kendinden küçük kız kardeşi”; eçe, eke, eze “büyük kız kardeş”; ikdiş “anaları bir olan”; kelin “gelin”; kız, xız “kız çocuk”; kükü, küküy “hala”; namıja “kadının kız kardeşinin kocası, bacanak; singil “kocanın kendinden küçük kız kardeşi”; tüngür “dünür, kadının hısımları”; yenge “büyük kardeşin karısı”; kadhın “kayın, dünür, hısım”; karındaş, kadaş, emikdeş “kardeş” anlamıyla kullanılan akrabalık terimleridir.
Sonuç:
Türk kadını tarih boyunca yönetimde, orduda, evde, tarlada, toyda, yuğda, sanatta her zaman erkekle birlikte yan yana durmuş; saygı duyulan, sevgi beslenen, kutsallık atfedilen varlığını hep sürdürmüştür. Eski kavimler arasında Türk toplumu kadar kadınına geniş haklar tanımış, onu erkekle eş hatta erkekten üstün görmüş bir başka kavim yoktur. XI. yüzyılda kadın, mal sahibi olabiliyor, malını yönetebiliyor; erkeğini boşayıp miras hakkını elinde tutabiliyordu. Özellikle de halı dokumacılığı kadınların ekonomik hayattaki katkısını gösterdiği bir alan olarak bu yüzyılda göze çarpmaktadır. Divan’da “ip eğirmek” anlamına gelen kelimelerin çokluğu ve bu kelimelerin hep kadın ile birlikte anılması, ocağın dumanını tüttüren, çocuk doğuran ve at binip, ok atan Türk kadınının becerikliliğini ve çalışkanlığını da kanıtlar niteliktedir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; Türkler, İslamiyet’in kabulünden sonra kendi gelenek ve göreneklerine sonuna kadar sahip çıkmış, yeni dâhil olduğu kültür dairesinin unsurlarını, Türk muhayyilesinin, düşünce dünyasının süzgecinden geçirmiş, geleneksel Türk aile yapısını sarsmadan onun devamını sağlamayı bilmiştir.
Arife GÜLSÜN
(Ege Üniversitesi Türk Dili Bölümü Öğretim Elemanı)