Divanü Lügat-it Türk

wien06

V.I.P
V.I.P
Divanü Lügat-it Türk nasıl bir kitaptır?
Niçin Yazılmıştır?

Hicretin üçüncü asrından, onuncu asrın ortalarına değin, Türklüğün altın devri idi; bu devirde Türkler bir yandan Çin sınırlarından - Pekin yakınlarından- Macaristan’a ve Avrupa ortalarına, bir yandan da Kuzey Buze Denizleri’nden Hindin ve Arabistan’ın sıcak denizlerine, Südan’a ve Büyük Okyanus’a dek taşmışlar, hemen her yerde kuvvetli egemenlikler kurmuşlardı. Kendilerini her yerde saydırmışlar, her yerde efendi tanıtmışlardı.

Türklüğün hükmü yürüdüğü bu geniş bölgelerde Türk dilinin de üstün tutulacağına, kendileri gibi dillerinin dahi sayılacağına şüphe yoktur. Birçok kimselerin Türkçe öğrenmeye uğraştıkları içindir ki bu devirlerde bir hayli kitap yazılmıştır.

Her ne kadar Gaznelilerle Salçık Oğulları Türkçeye büyük bir önem vermeyerek Farsçaya daha çok düşkünlük göstermişlerse de öbür Türkler ve Türk büyükleri ulusal dile değer vermişlerdir.

Bizim gördüğümüz eserler arasında her yönden en önemli, her bakımdan en değerli eser Divan-u Lügati’t Türk‘tür. Bu dönemde yazılan eserlerin sahiplerinden bir takımlarının Divandan faydalanmış olmaları gerekir.


Divanü Lûgat-it Türk, Türk dilleri Kamusu demektir, bu kitap paha biçilemeyecek kadar değerlidir; bilgi dünyası bu kitaba çok önem vermekte ve kitabı çok beğenmektedir. Hemen her medeni milletin üniversitesinde ve Türkiyatçıları arasında bu kitap eşsiz sayılmaktadır. Eski eserlerden hiç biri bu eser kadar önem kazanmamıştır.

Divanü Lügatte, bugün ölmüş birçok güzel kelimeler bulunduğu gibi, o vakitki kültürün ve medeni varlığın yüksekliğini gösterir bir hayli tanık ta vardır.

Hele Türk fiillerinin yapısını gösteren kısımlar pek değerlidir; kitapta yer yer, dil üzerine önemli kurallar söylenmiş; ses değişimleri, gramer halleri, diyelek ayırdları açık olarak gösterilmiştir. Bundan başka saymış olduğum şeyleri tanıklamak için bol ve zengin örnekler dahi vermiştir.



İşbu örneklerin birçokları cümle halinde olduğu için büyük bir anlama, değerli bir çözümleme kolaylığı göstermektedir. Örnekler, kelime, cümle, sav, beyit, parça gibi şeylerdir. Biz bu örneklerden yalnız o vaktin dil durumunu öğrenmekle kalmıyoruz:; Türk‘ün eski tarihini, edebiyatını, yaşayışını, düşünüşünü de birlikte öğreniyoruz. Bu faydalardan başka o vakitki coğrafi durum üzerine de doğru bilgiler elde ediyoruz.

Şimdiye değin eski Türk Dili ve eski Türk varlığı üzerine bunun kadar işe yarar, bunun kadar elverişli bir eser görülmemşitir; bu eser, tektir, tek kalaxaktır. Türk dünyası Kaşgarlı Mahmud’un adını her zaman saygıyla anacaktır.

Biz bu eşsiz kitaptan eski Türklerin (900) yıl önceki dillerini, düşünüşlerini, durumlarını öğrendiğimiz gibi kitapta medeniyet dünyasına karşı her zaman göğsümüzü kabartacak olan birçok öğünç ve kıvanç kaynakları dahi buluyoruz; (900) yıl önce atalarımızın ipek mendil taşıdıklarını, elbise kırışıklıklarını yatıştırmak için ütü kullandıklarını da görüyoruz; hele yeryüzünün efendisi olan Türk askerlerinin o vakitler bile kuru bir derintiden ibaret olmayıp, her erin adını, sanını, aylık olgularını gösterir bir defterin bulunduğunu öğrenmemiz dünyaya değer bir faydadır.

Bundan başka Türklerin kadınlara ve çocuklara ve düşkünlere gösterdikleri saygı izlerini de orada buluyoruz. Divan dikkatle gözden geçirilirse daha bu gibi birçok öğünmeye yarar şeyler görülecektir.

Divanın yazma nüshası bir tanedir; şimdiye değin bir ikincisi bulunmamıştır. Eldeki yazma nüsha büyük bir cilt ve (319) yapraklıdır. Kağıdı vaktiyle Doğu memleketlerinde yapılmış olan sağlam ve kalın bir kağıttır. Kibabın bazı yerleri yaşlık görerek kararmış ise de bozulmamış ve çürümemiştir. Birkaç kelime dış olmak üzere her tarafı iyice okunabilmekte, bundan kitabın iyi korunmuş olduğu anlaşılmaktadır.

İşte, basma nüshaya temel olan bu nüshadır; biz tercüme ederken bunu göz önünden ayırmadık.


Kitap Nerede Yazılmış?

Kitapta, bu eserin nerede yazıldığını gösterir hiçbir yazı, biçbir işaret yoksa da, Bağdat’ta Halife’ye sunulmuş olduğuna bakılırsa, Bağdat’ta yazılmış olması ihtimali kuvvetlidir. Kitabın Kaşgar’da veyahut başka bir yerde yazılarak Bağdat’a getirilmiş olması düşünülebilirse de burası çok zayıfır; çünkü Kaşgarlı Mahmut‘un birçok Türk boylarını, Türk şehirlerini ve köylerini gezip dolaştıktan ve birçok notlar aldıktan sonra yazmış olması şüphesiz bulunduğuna göre Divan-ü Lügat‘it Türk‘ü Bağdat’a yerleşerek orada yazıp bitirmiş olması daha kuvvetli görünür.

Bağdat’ta yazılmış olmasına kuvvetli bir tanık da o asırda Bağdat’ın bayağı bir Türk şehri hâline gelmiş bulunması, Irak’ta Türk nüfuzunun son derece ilerlemiş olmasıdır. Şurası muhakkaktır ki Mahmut kitabını geçici bir heves üzerine yazmış değildir. Bunu yazabilmek için bizim sayın Kaşgarlı çok emekler çekmiş, birçok üzüntülere katlanmıştır. Uzun bir hazırlama devresi geçirdikten sonra bu büyük eserin vücuda getirilmiş olduğunda şüphe yoktur. Çünkü böyle bir eseri yazmak kolay değildir.


Kitabın Yazıldığı Tarih

Kaşgarlının kitabının sonunda 464 senesinin Cemaziyülevvelinin gurresinde yazmaya başlandı: “Dört gözden geçirdikten ve iyice süzdükten sonra 466′da bitti.” demiş olmasına bakılırsa ve 464 Hicri ve 1068 Miladide başlanmış, iki sene üzerinde çalışıldıktan sonra 4566 Hicri ve 1072′de bitirmiş olduğu anlaşılıyor ise de, cilt 3, sahife 116 “biz bu kitabı yazdığımızda sene 690 idi” demesi işi karıştırıyor.

Bana kalırsa Divanın sonundaki yazı pek açıktır; bu, doğru olmalıdır. Gerek cilt 1, sahife 890′daki tarih ve gerek kırmızı mürekkeple yazma nüshanın kenarına yapılmış olan düzeltme yanlış olsa gerekir; tercümemiz okunacak olursa yazma nüshanın bu gibi hataları yaptığı çok görülecektir, hele kırmızı mürekkeple yapılmış olan düzeltmelere hiç güvenmemelidir; yine bunun gibi, cilt 3, sahife 116′daki tarih dahi yanlış olacaktır. Divan 466′da bitmiş olduğuna göre, 467′de Halife olan Muktedi’ye sunulmuş olabilir.

Divandaki bu tarih karışıklığı hakkında sayın bilgin Bay Zeki Velidi’nin “Adsız” mecmuasının 16. sayısında bir yazısı vardır; bu yolda genişçe bilgi elde etmek isteyenler oraya baksınlar. Yine bu iş üzerine Bay Kilisli’nin Türkiyat Mecmuası’nda bir yazısı çıkmıştır.


Kitabı Yazan Zat

Kitabı yazan zatın adının Mahmut, babasının adının Hüseyin, büyük babasının da Mehemet olduğunu kendi kitabından öğreniyoruz. Kaşgarlı olduğu anlaşılıyorsa da Barsgan şehrini anlatırken “(…)” demesi kendisinin Kaşgar’da doğmuş olduğunu, babasının Barsganlı bulunduğunu gösteriyor.

Kitap sahibi her zaman, kendisinden bahsederken Mahmut demektedir: Bunun içindir ki Mahmudun babasının Barsganlı olduğuna hükmediyoruz.

Kaşgarlı Mahmut eserini Irak’ta yazmış olması ihtimaline göre Kaşgar’dan Irak’a göç etmiş olmalıdır.

O sıralarda Irak bölgesi İslam dünyasının özeği idi; siyasal işlere karışmak ve bir külah kapmak isteyenlerin Bağdat’a ve Mısır’a koştukları gibi, bilgi işleriyle uğraşmak dileyenlerin dahi buralara geldikleri bellidir.

Bağdat’tan başka Buhara, Kaşgar, Kahire, Şam gibi daha bir takım yerler var idise de bunlar Bağdat kadar önemli değildir. Türk ülkelerinin her bucağından birçok bilginlerin tâli aramak arzusiyle Bağdat’a ve Mısır’a akın akın geldikleri sıralarda bir hayli bilgi adamlarının Bağdat’ta toplanmış olduklarını biliyoruz.

Türklüğün bu altın devirlerinde İslam dünyasının hemen her yanında Türkler’in sözü geçer, hatırları sayılır olmuştu; bu hâl kendilerine bir durum yaratıyordu.

Bağdat’taki Arap makamları, Bağdat’taki halife sarayı Türklerin nüfuzları altına girmişti. Yıkılmak üzere bulunan halifeliği Türkler tutuyor, halifeleri kendi dilekleri uğrunda kukla gibi kullanıyorlardı. Büsbütün gevşeyen Arap alemine yeni bir hız, yeni bir kudret veriyorlar, İslam medeniyetini yeni baştan diriltiyorlar ve ayakta tutuyorlardı.

Bundan başka bütün siyasal işler hep Türklerin elinde idi. Vilayetlere ancak Türk olan valiler gönderilebiliyordu; böylelikle Türklere yanaşmak, Türklerle iyi geçinmek isteyenlerin Türkçe öğrenmeleri bir ihtiyaç halini almıştı. İşte, Divanü Lügat-it Türk bu ihtiyaçtan doğmuş olmalıdır.

Türkçeyi öğrenmek isteyenlere bu dili öğretmen için yazılan işbu eserin, o asırda bilgi ve siyaset dili olmuş bulunan Arapçanın Türkçeden yüksek bir dil olmadığı, Türkçenin Arapça ile atbaşı beraber yürüdüğü gösterilmek ve tanıklanmak üzere meydana getirildiği de anlaşılmaktadır .

Türkçeyi ve Türkçenin diyeleklerini pek iyi bilen Mahmut Arapçayı da çok iyi biliyormuş; yalnız eski Türkçeyi değil, Arapçayı da öğrenmek isteyenler için bu kitap güzel bir kılavuzdur. Bu kadar büyük bir bilginin nasıl olup da İslam dünyasında ün almadığına şaşmamak elde değildir.

İşte derin bir bilgin, iyi gören bir dilci olan bizim Kaşgarlı Mahmud‘un Türkistan Beyleri neslinden olduğunu yine kendi eserinden öğreniyoruz. Cilt 1, sahife 102′de “Bizim atalarımız olan Beyler emir kelimesine Xamir derler. Çünkü Oğuzlar emir diyemezler Xamir derler; Saman Oğullarından Türkistan’ı almış olan atalarımız Beye Xamir tekin adı verirler.” demekte olduğuna bakılırsa Mahmud’un Beylerden ve asker neslinden gelmiş olduğu meydana çıkar.

Yalnız burada göz önüne alınacak bir şey vardır; Kaşgarlı her zaman Oğuzları Türklerden ayırır; burada “Atalarımız olan Beyler Emir kelimesini Xamir diye söylerler; çünkü Oğuzlar Emir diyemezler, Xamir derler.” demesini bilmem nasıl anlamalı? Mahmut burada Oğuzları kendi atalarıyla karıştırmış olmuyor mu?

Aşağıya doğru birçok yerlerde görüleceği üzere burada da Arapça ibarede bir eksiklik olmalıdır. “Atalarımız Emir kelimesini Xamir diye söylerler: Nasıl ki Oğuzlar da elifi “ﺥ” ya çevirerek Xamir derler.” demek istemiş olsa gerekir.

Her ne ise… Bizim Mahmut hem yüksek bir bilgin, hem de yiğit bir askermiş. “Ben iyi silah kullanırım” dediğinden anlaşılan da budur. Acınacak bir haldir ki Mahmud’un kaç yıl yaşadığını, nerede öldüğünü bilmek kabil olamadı.

İslam bilginlerinin (hal ve tercümesine) kütük bilgisine çok önem verdiklerini hepimiz biliriz; bununla beraber Kaşgarlı Mahmut hakkında bir şey yazmamaları şaşılacak şeydir.

Kaşgar’dan kalkarak Türk ülkelerini birer birer dolaşmış olması, oralarını iyice incelemiş bulunması, bu büyük eserini yazması gibi şeyler bize gösteriyor ki Mahmut hem yaşça, hem bilgice olgun bir zatmış; her halde genç yaşında ölmemiş.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Divan-ı Lügati’t Türk’teki Atasözleri

Bilinen en eski Türk lûgatı Dîvân ü Lûgât-it Türk‘de külliyetli miktarda ata sözü … bulunduğu, bunların ise türlerinin günümüze ulaşmış belki en eski numûneleri olduğu malûmdur. Dîvan’daki bu ata sözlerinin … misâl getirilmek üzere kullanıldıkları da bilinen bir gerçektir.

Dîvân ü Lûgât-it Türk‘de Türkçe, kelime olarak lûgatte, müellifince kurulan cümleler içinde ve misâlen getirilen ata sözlerinde, dörtlüklerde ve beytlerde kullanılmıştır. Türkçe kelimeleri lûgat yapmak, eser müellifinin zâten asıl maksadıdır. Yine müellifin bu lûgatleri açıklamak için kurduğu alelâde cümlelerde kullanılan Türkçe ise kendisine âittir. Bu kelimeler ve alelâde cümleler kelime morfolojisi veyâ gramer kâidexleri açısından ehemmiyeti hâiz olabilirlerse de yine misâl getirmek için Kaşgarlı Mahmud Beğ’in eserinde kullandığı ata sözleri, …, Türkçe’nin anoxnim kültür, san’at ve edebîyât ürünleridirler. Bu bakımdan bu önemli edebiyat unsuxrunu bir arada görebilmek maksadıyla, daha önce derlenmiş olmalarına rağmen, bu ata sözlerini bir kere daha derlemeyi uygun bulduk. Burada şunu da belirtelim ki bu derlemeyi yapan kişinin görüşü, bâzı Türk ata sözlerindeki açık veyâ kapalı anlatımlar, sanki Türk Töresi’nin maddelerini muhtevîdirler.

Dîvân ü Lûgât-it Türk‘de 1. ciltte 163, 2. ciltte 51 ve 3. ciltte 104 adet olmak üzere toplam 318 adet “Sab” denilen ata sözü vardır. Bunların 3 adedi, kendilerine “ata sözü” denilmesine rağmen, lûgatte geçen bâzı kelimelerin cümle içindeki kullanılışını göstermek için kurulmuş basit misâl cümleleridir. 1. cilt, 369’daki “0l keçişni sub iletti” yâni “O keçisini suya götürdü” ile 1. cilt 386’daki “Ol kulın tepik tepdi” yâni “O adamını tekmeledi” cümlelerinin ata sözü oldukları söylenemez. 1. cilt 244’deki “Oñay irpeldi iş” ise düzeltilerek “Oñay iş irpeldi”, yâni “Kolay iş biçildi, bitirildi” hâline sokulsa bile, bu sözün ata sözü ile bir ilişkisi yoktur. Bu bakımdan ata sözü denilen 318 adet deyişten 315 adedi gerçek ata sözüdür.

Bu 315 adet ata sözünün 3′ü 3 defâ, 26’sı da 2 defâ, ya aynen veya çok az farklılıklarla mükerreren kullanılmışlardır. Böylece ziyâde olanlarının adedi 32′dir ve 315’ten tenzil edildiklerinde ata sözlerinin sayısı 283′e iner.

Maamâfih bu takdimde, ziyâde geçen bu ata sözlerinin “DLT Tercümesi”ndeki yerleri de belirtildi ve farklı olanların içlerinden akla en yakın olanı yazıldı. Ayrıca, yemîn etmek için kullanılan bir mesel de ata sözü gibi kabûl ile yukarıda ta’dâdı yapılan 28 sayısının içine bu dahî dâhil edildi.

Ata sözleri, sözün ilk kelimesinin baş harfine göre abaça düzeni ile dizildi. Yanına “Tercüme”deki yeri işâretlendi. Bu işâretlerde Romen rakamı ile cildi, Latin raxkamı ile de sahifesi gösterildi. Ayrıca ata sözünün altında, sözün yaşayan Istanbul Türkçesi’ne çevirisi verildi.

Divan’daki Atasözlerinden Örnekler



Abçı neçe al tep bilse, ayıg anca yol bilir
Avcı ne kadar hîle bilse, ayı o kadar yol bilir.

Aç ebek, tok telek
Aç kişi aceleci, tok kişi yavaş olur.

Açıglığ er şebük karımas
Varlıklı kişi çabuk kocamaz.

Aç ne yemes, tok ne temes
Aç olan ne yemez, tok olan ne söylemez?

Agılda oglak togsa arıkda otı öner
Ağılda oğlak doğsa, dere boyunda otu biter.

Agız yese köz uyadur
Ağız yese göz utanır.


Balık subda közi taştın
Balık suda, gözü dışarıda.

Bar bakır, yok altun
Bulunan, var olan bakır, bulunamayan,nâdir olan altındır.

Barçın yamağı barçınka, karış yamağı karışka
İpek yaması ipeğe, yün yaması yüne.

Barıg otru tutsa yokka sanmas
Öne konan varlık, ikram edilmemiş sayılmaz. Bk. Anuk …

Beş erñek tuz ermes
Beş parmak düz, birbirinin eşi değildir.

Bilmiş yek bilmedük kişiden yeğ
Tanıdık şeytan yabancıdan iyidir.


Ebdeki buzagu öküz bolmas
Ev içinde bakılan buzağı öküz olmaz.

Ebek siñek sütge tüşür
Aceleci sinek süte düşer.

Ebliğ toygursa közi yolka bolur.
Ev sahibi doyurunca, konuğun gözü yolda olur.

Eğir bolsa er ölmes
Eğir otu kökü bulunduran kişi, hastalansa da ölmez.

Eliğ tutgınça ot tut
Yabancıyı tutacağına ateş tut.

Iñan ıñrasa botu bozlar
Dişi deve inlese yavrusu bağırır, bozlar.

Iş yaragında, sart asığında
İş sırasında, tüccar kârında…

It çakırı atka tegir, at çakırı ıtka tegmes
İt nazarı ata değer, at nazarı ite değmez.

It ısırmas, at tepmes teme
İt ısırmaz at tepmez deme.

Kaçış bolsa kıya körmes
Halk içinde uyuşmazlık olsa, kimse birbirine yan bakamaz.

Kadaş temiş kaymaduk, kayın temiş kaymış
Kardeş demiş bakmamış, kayın demiş bakmış.

Kagun karma bolsa iyisi ikki eliğin tegir
Kavun yağma edilse, sahibi iki eliyle kapar.

Kal sabı kalmas, kagıl bağı yazılmas
Söz leke bırakmaz, yaş söğütten yapılan düğüm ırgalanmaz.

Kalın bulutug tüpi sürer, karañku ışıg urunç açar
Yoğun bulutu tipi sürer, karanlık işi rüşvet açar.

Kalıñ berse kız alır, kerek bolsa kız alır.
Çeyiz veren kız alır, gerekliyse pahalı alır.

Muş oglı muyabu togar
Kedi yavrusu miyavlayarak doğar

Muş yakrıka tegişmes, ayur kişi neñi yaraşmas
Kedi asılı yağa kavurmaya erişemez, gevezenin malı kişiye yaramaz.

Neçeme obrak keyük erse, yagmurka yarar
Nice eski giyim olsa yine de yağmurda işe yarar.

Nece munduz erse eş eygü, nece eğri erse yol eygü
Ne kadar aptal olsa da eş iyidir, ne kadar eğri, uzun olsa da yol iyidir.


Sabanda sandırış bolsa örtgünde irteş bolmas
Saban zamanı sürtüşme olursa, harman zamanında dövüş olmaz.

Sabın sagrakka tegir
Sözle, tatlı dille sürâhiye erişilir.

Saçratgudın korkmış kuş kırk yıl ayrı yıgaç üze konmas
Tuzakdan korkmuş kuş kırk yıl çatal ağaç üstüne konmaz.

Sakak bıçar, sakal okşar
Çene keser, sakal okşar.

Tabgaç Kannıñ turkusı telim teñlemeyip bıçmas
Çin hakanının ipeği çokdur ama denk getirmedikçe biçmez.

Tagıg ukrukın egmes, teñizni kaygıkın bükmez
Dağ kement ile eğilmez, denizin önü kayıkla kesilmez.

Tag tagka kabuşmas, kişi kişiğe kabuşur.
Dağ dağa kavuşmaz, kişi kişiye kavuşur.

Tamu kapugın açar tabar
Cehennemin kapısını açan maldır.

Tapug taş yarar, taş başıg yarar
Emir taşı yarar, taş başı yarar,


Ula bolsa yol azmas, bilig bolsa söz yazmas
İşâret olsa yol şaşırılmaz, bilgi olsa söz uzamaz, yayılmaz,

Ulugnı uluglasa kut bulur
Ulu kişiyi ululayan, devlet bulur.

Yablak tıllıg beğden kerü yalñus tul yeğ
Kötü dilli beyden yalnız dul kadın yeğdir.

Yagıñ erse kerek yundakı tegir
Düşmanın hücum edip gitse bile atının fışkısı kalır.

Yağını aşaklasa başka çıkar
Düşman küçümsenirse başa çıkar.

Yakadaki yalga gali eligdeki ıçgınur
Yakandakini yalarken elindeki gider.

Yalksa yeme yağ eyğü, köyse yeme kün eyğü
Bıksa bile yağ iyi, yaksa bile gün iyidir.

Yalñuk meñgü tirilmez, sınka kirüb kirü yanmas
Kişi ebediyen diri kalmaz, mezara giren geri dönmez.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Divan Hakkında Genel Bilgi

Divân-ı Lügati’t-Türk, Kaşgarlı Mahmut tarafından Bağdat’ta 1072-1074 yılları arasında yazılan Türkçe-Arapça sözlüktür. Türkçe’nin bilinen en eski sözlüğü olup, Orta Asya yazı Türkçesi hakkında varolan en kapsamlı ve önemli dil anıtıdır. El yazması nüshası 638 sayfadır ve yaklaşık 9000 Türkçe kelimenin oldukça ayrıntılı Arapça açıklamasını içerir. Ayrıca Türklerin tarihine, coğrafi yayılımına, boylarına, lehçelerine ve yaşam tarzlarına ilişkin kısa bir önsöz ve metin içine serpiştirilmiş bilgiler mevcuttur.

Klasik Arap leksikografisinin ilkelerine göre hazırlanmış olan sözlük, Kaşgarlı Mahmut’un Türk boyları hakkındaki etraflı bilgisinin yanısıra, Arap filolojisi konusunda da esaslı bir eğitim görmüş olduğunu gösterir.

Sözlüğün elde bulunan tek yazma nüshası 1266′da Şam’da temize çekilmiş ve 1915′te İstanbul’da Ali Emiri Efendi (1857-1923) tarafından tesadüfen bulunmuştur. (Ancak daha önceki yüzyıllarda Antepli Aynî ve Kâtip Çelebi de Divân‘dan söz ederler.) Ali Emiri yazması 1917′de Talat Paşa’nın (1874-1921) teşviki ile Kilisli Rıfat Bilge’nin (1873-1953) gözetiminde basılmış hemen bütün dünya Türkologlarının ilgisini çekmiştir. 1928 yılında Türkolog Carl Brockelmann, ayrıntılı notlarla sözlüğün Almanca çevirisini yayımlamıştır. Besim Atalay’ın modern Türkçe çevirisi 1940′ta Türk Dil Kurumu tarafından basılmıştır. Son yıllarda Dankoff’un Divan-ı Lügat-it Türk çevirisi, yeni bilgiler ışığında önemli yorum değişikliklerine yol açmıştır.

Divân-ı Lügati’t-Türk Kitabının önsözü

Tanrı‘nın, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi. Ve yer yüzüne hakim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türkler’in eline verildi. Türkler Tanrı tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler, Tanrı tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hakimi olan Türkler’e herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.



Divân-ı Lügati’t-Türk: Tarihin Türklere
Verdiği En Önemli Miras

Türkçe’nin neden öğrenilmesi gerektiğini şöyle anlatır:

“And içerek söylüyorum, ben Buhara’nın, sözüne güvenilir imamlarından birinden ve başkaca Nişabur’lu bir imamdan işittim. İkisi de senetleri ile bildiriyorlar ki, Yalvacımız (Peygamber), kıyamet belgelerine, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türkleri’nin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada, Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır buyurmuştu. Bu söz (hadis) doğru ise sorguları kendilerinin üzerine olsun Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur. Bu doğru değil ise, akıl bunu emreder. Tanrı devlet güneşini Türk burçlarını yükseltmiş ve onların mülkleri üzerinde felekleri döndürmüştür. Tanrı onlara Türk adını vermiş ve yeryüzüne ilbay kılmış, hakanları onlardan çıkartmıştır. Dünya uluslarının yularların onlar eline vermiş, herkese üstün kılmıştır. Onlarla birlikte çalışanları aziz kılmış ve Türkler onları her dileklerini ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. Onlara hedef olmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini dinletebilmek gönüllerini alabilmek için dilleriyle konuşmaktır.”


Türk adı altında da şu bilgileri verir:

“Bir ad olarak Türk adını Tanrı vermiştir, dedik. Çünkü bize Kaşgarlı Halefoğlu Şeyh Hüseyin ona da İbn ül-Gurkî denilen kimse İbn üd-Dünya demekle tanılan Şeyh Ebû Bekr il-Müfid ül-Cürcanî’nin Ahır zaman üzerine yazmış olduğu kitabında Ulu Yalvac’a tanık varan bir hadis yazmıştır. Hadis şöyledir, ‘ Yüce Tanrı‘ -Benim bir ordum vardır. Ona Türk adını verdim. Onları Doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım, diyor. İşte bu,Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü , Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerine yerleştirmiş ve onlara ‘Kendi ordum demiştir. Bununla beraber Türkler güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, övünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye değer sayısız iyiliklerle görülmektedirler.”

Kaşgârlı Mahmud’un 11. Yüzyılda Balasagun’u merkez alarak çizdiği Dünya Haritası o dönem Türklerinin yaşadıkları bölgeleri ve dağılımlarını göstermesi bakımından dikkate şayandır.


Mahmud Divân‘da şöyle demektedir:

“Rum ülkesinden Maçine dek Türk illerinin hepsinin boyu beşbin ,eni sekizbin fersah eder. İyice bilinmek için bunların hepsi, yeryüzü biçiminde daire şeklinde gösterilmiştir.”

Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla çizilmiştir. Daire şeklinde olan haritanın çevresinde Doğu, Batı, Kuzey, Güney yönleri belirtilmiş, bazı deniz ve ırmaklar gösterilmiştir. Batıda işaret edilen yerler İtil boylarına, yani Kıpçakların ve Frenklerin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Güney-Batıda Habeşistan’a , Güneyde Hint, Sint, Doğuda Çin ve Japonya’ya işaret edilmiştir. Ortada Yarkent, Kaşgar, Barsgan, Balasagun, Yifruç, İkiöküz, Asbuâli, Kumri, Talas v.s. gibi daha birçok Türk kentleri yer almıştır.

Asya’nın batısı, kuzeyi ve güneyi çizilmeden bırakılmış, bir plan olarak bile pekçok hatalarla dolu olmasına karşılık, Doğu bölgelerine ilişkin verdiği bilgiler gerçeğe uymaktadır. Haritasında Çin Seddi’ni göstermiş, bu seddin ayrıca yüksek dağların ve denizin Yecüc ve Mecüc’lerin dillerinin öğrenilmesini engellediğini bildirmiştir. Japonya’ya gelince; onu haritasının Doğusunda bir ada olarak göstermiş ve denizin onların dillerini öğrenilmesine olanak vermediğine işaret etmiştir.

Yukarda görüldüğü gibi, ilk Japon haritası bir Japon tarafından 14.yüzyılda çizilmiş, bir Dünya haritasında yer alması ise 15.yüzyılda olmuştur. Bütün bu bilgilerin ışığı altında, bir plan biçiminde olsa, yanlışlarla dolu da olsa ilk Japon haritasının 11.yüzyılda Kaşgârlı Mahmud tarafından çizilmiştir.

Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eserinin tam adı: Kitabu Dîvânü Lugati’t-Türk’tür. Araplar’a Türkçe’yi öğretmek ve Türkçe’nin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır. Kitap için çok kısa bir tanım yapmak gerekirse; Ansiklopedik Sözlük denilmesi uygun olur. Orijinalinin nerede olduğu bilinmiyor. Bu gün elimizde bulunan Şamlı Mehmed bin Ebu Bekir’in, 1266 yılında kopya ettiği bir nüshası vardır. Bu nüsha, İstanbul Fatih’teki Millet Kütüphânesi’ndedir. Türk Dil Kurumu tarafından 1941’de, Kültür Bakanlığı tarafından 1990’da tıpkı basımı yapılmıştır.

Eser ilk defa Kilisli Rıfat Bilge denetiminde 1915 – 1917 yılları arasında tercüme edildi. Üç cilt olarak basılması düşünüldü ise de, düşünce gerçekleşmedi. Besim Atalay’ın tercüme ettiği kitap, 4 cilt halinde 1939 – 1943 yılları arasında birinci, 1985 – 1986 yılları arasında ikinci defa basıldı. Arapça olarak da yayınlandı.

Dîvânü Lugati’t-Türk; bir sözlük olmakla birlikte, Türk Milleti’nin yüceliğini de anlatan bir âbide eserdir. Sekiz bölümden oluşur. Bölümler ve sıralamalar Arap alfabesindeki harflere göredir. Kitapta yaklaşık 8.000 kelime vardır. Kelimelerin anlamlarının iyi anlaşılması için deyimlerden, atasözlerinden ve şiirlerden, hattâ bâzı Âyet ve Hadis-i Şerif’lerden örnekler verilmiştir. Bu yönüyle eser, bir kültür hâzinesi değerine kavuşturulmuştur. Eserde yer alan harita ise, Türk Dünyası ile ilgili olarak yayınlanan ilk haritadır. Haritada; dağlar kırmızı, denizler yeşil, ırmaklar mâvi, kumluk alanlar sarı renkle gösterilmiştir. Türkler’in oturdukları bölgeler ve komşularının isimleri özenle belirtilmiştir.

Eser, güneşle birlikte, kültürün de doğudan dünyayı sardığının önemli bir göstergesidir. Dîvânü Lugati’t-Türk, Türk Milleti’nin yalnız savaş meydanlarında değil, kültürel alanlarda da önder, öncü ve örnek olduğunu gösteren bir âbidedir.


Divan Üzerinde Çalışanlar

Divan üzerinde çalışan Batı bilginlerinin başında “Brockelmann” gelmektedir. Az evvel Breslav şehri Üniversitesi’nde Sâmi dilleri Profesörü olan bu zat, 1928 senesinde Divan-ü Lügat‘teki Türkçe kelimeleri cetvelleyerek bir ciltte toplamış ve bastırmıştır. Divanı alfabe sırasına koymakla ve bazı kelimelerin nasıl yazılacağını saptamakla büyük bir hizmet yapmış; böylelikle Divan‘dan faydalanmak işi hayli kolaylaşmıştır. Brockelmann bu işi yaparken - pek tabii olarak - bir takım hatalara düşmüş ise de ilk ve güç adımı atmış olmakla teşekküre yaraşır bir iş görmüştür.

Divandan faydalanarak ilk önemli eseri yazan ünlü bilgin Brockelmanndır. 1930 senesinde, ilk Dil Encümeni’nin çalıştığı sıralarda aziz arkadaşım Bay İsmail Hikmet’in teşvikiyle Divan‘daki Gramer kurallarını bir araya toplayıp dilimize çevirdim ve 1931′de Türk Dili Kuralları adıyla Ankara’da bastırdım.

Eski ve feyizli öğretmenlerden Bay Ali Ulvi üstadımız, Divan‘daki beyitlerin ve parçaların bazılarını dilimize çevirerek - Bursa’da çıkan - Uludağ adındaki Mecmua’da bastırmıştır.

Ünlü Türkiyatçı arhmetli Necip Asım Divan‘daki savları toplayarak ufak bir risale hâlinde İstanbul’da bastırmıştır.

Çekmeceli Bay Sait adında bir zatın da Divan üzerine bazı yazılar yazdığı haber veriliyorsa da biz görmedik.

Divan üzerine bilgice değeri olan yazıların bir çoğunu sayın Türk bilgini Köprülüoğlu Bay Fuat yazmıştır. Bu yazılar Milli Tetebbular Mecmuası’nda ve başka yerlerde çıkmıştır.

Genç bilginlerimizden Bay Hüseyin Namık Orkun‘un dahi Divan üzerine yazıları vardır.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Kitap Nasıl Bulundu ve Nasıl Basıldı?

Kitabın nasıl bulunmuş olduğunu Bay Kilisli, rahmetli Ali Emiri dilinden bize yazdığı bir mektupta şöyle anlatıyor: “Meşrutiyetin ilk senelerinde Emrullah Efendi’nin Maarif Nazırlığı zamanında eski Maliye Nazırlarından Vanı Oğullarından Nazif Paşa’nın hısımı bulunan bir kadın, Sahaflar çarşısında kitapçı Bürhan Efendi’ye satılık bir kitap getirmiş. Bürhan Efendi, kitabı satmak üzere Maarif Nezareti’ne götürmüş, Nezaret, kitaba istenilen 30 sarı lirayı çok görerek almamış. Bunu üzerine Bürhan Efendi kitabı Ali Emiri’ye göstermiş, Emiri kitabın değerini tanıyarak hemen 30 liraya almış, 3 lira da Bürhan Efendi’ye komisyon vermiştir.

Rahmetli Emiri kitabı aldığına çok sevinmiş. Herkese bu Kitabın ehemmiyetinden bahsedermiş; fakat kimseye göstermezmiş. Kitabın yaprakları dağınık imiş, bunları Kilisli’ye düzelttirmiş.

Ziya Gökalp bu Kitabı görmek için hemşehrisi Emiri Efendi’ye çok rica etmişse de ona bile göstermemiş. Kitabın basılması düşünülmüş, Ali Emiri Efendi “Kitaba bir şey olur korkusuyla- buna yanaşmak istemiyormuş. Nihayet Sadrıazam Talat Paşa’nın işa karışmasıyla Emiri Efendi - Kilisli’nin basım işlerine bakması şartıyla- razı olmuş. Birçok sıkıntılardan sonra Kitabın basım işi tamamlanmış. Böylelikle bu eşsiz eser de kaybolmaktan kurtarılmış. Kitabun Rahmetli Emiri Efendi gibi kıymet bilen bir adamın eline geçmesi, Bay Rifat gibi sayın bir zatın eliyle bastırılması, Türklük için bir nimet olmuştur. Her iki zatın da himmetleri unutulmayacak kadar büyüktür.

Kitabın basımında bazı yanlışlıklar yapılmıştır; bunlar o vakitki durumun - büyük savaşın - gerekli kıldığı bir takım haller yüzünden, biraz da acele etmekten ileri gelmiş şeylerdir; işin büyüklüğü ve yolun çetinliği yanında bu gibi şeyler her zaman bağışlanabilir.


Divanda Türkler Üzerine Geçen Hadisler

Divan-u Lügat‘te iki yerde Türkler üzerine, iki hadis geçmektedir. Birisi “Türk dilini öğreniniz, çünkü onların egemenlikleri uzun sürecektir.” anlamında, birisi de “Yüce Tanrı, benim Türk adlı ordum vardır, onları Doğu’da oturttum. Kızdığım ulusun üzerine onları saldırtırım” manasındadır. Bu hadislerin her ikisi de sağlam hadislerden değildir; binlerce hadis uydurulmuş olduğu için İslam bilginleri hadis işinde çok titiz davranmışlardır; bu yüzden hadis işi geniş bir bilgi hâlini almış. Gerek hadislerin çeşidi, gerek ağızdan ağıza söyleyenlerin hayatları ve ahlakları hakkında birçok kitaplar yazılmış, usuller ve ölçülere göre bu iki hadis Peygamberimize değin varmayan yapma hadislerdendir.

Şüphesiz bunları Kaşgarlı kendisi uydurmuyor; o da başkalarından aldığını söylüyor. Divandaki hadisler hususunda sözü İstanbul Üniversitesi Ordinaryüs Profesörlerinden sayın hocamız Bay Şerafeddin’e bırakıoyrum. “Hadis kitaplarında böyle bir söz mevcut değildir. Mahmut Kaşgarî bunu, Buhara imamlarından itimada şayan bir zattan ve Nişaburlu diğer bir imamdan işittiğini söylüyorsa da bunlardan hiçbirinin adını bildirmiyor ve aynı zamanda “eğer bu hadis sahih ise ki bu baptaki mes’uliyet o iki zata aittir” demesi ile kendisinin de bu hadisin doğruluğuna kail olmadığını oldukça açık ir surette göstermektedir. İkinci hadise gelince: Mahmut Kaşgarî bu hadisi “(…)”nın ahır zaman ahvalini bildiren kitabında Peygamberimizden rivayet etmiş olduğunu söylemektedir.


Yavuz TANYERI
KAYNAK: İçerik, “Besim Atalay“ın çeviri ön sözünden alınmıştır.
 
Top