Anadilde ibadet etmeye karşı çıkan diyanetin gerekçeleri tamamen asılsızdır. Diyanetin Türkçe ibadetle ilgili yayınını ve yanlış kararını delillerle tek tek açıklayacağız. Koyu renkteki yazılar diyanetin kararı ve yayınıdır.
Bütün ilahi kitaplar, onları insanlığa tebliğ ile görevlendirilen Peygamberlerin konuştukları dille indirilmişlerdir. Burada bir sorun yoktur. Hatta anadilde ibadet edilebileceğini destekler bir söylemdir.
Kendi dilleriyle kitapların indirilmesi doğaldır ve olması gerekendir. Yoksa anlaşılmaz, ilan edilemez ve yayılamazdı. Bütün peygamberler farklı lisanlarda ancak aynı şeyleri söylemişlerdir. Buradan anlaşılacagı üzere Arapça lisanın değil Allahın söylediklerinin önemli olduğu anlaşılmaktadır. Allah her kavme emir ve yasaklarını elbette kendi lisanlarında bildirecekti. Her millette kendi lisanında anlayacağından ve yaşayacağından kendi lisanıyla ibadet etmek en tabii olaydır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.) Arabistan'da Araplar arasında yetiştiği ve Arapça konuştuğu için, O'nun tebliğ ettiği Kur'an-ı Kerim de Arapça olarak indirilmiştir. Bütün peygamberlerde de böyle olmuştur. Tabii olarakta o dönemin lisanı kullanılacaktır. Peygamber başka bir milletten olsaydı farklı bir lisanda kuran görecektik. Hatta Kuranda Arap halkına farklı bir lisanda kitap olur mu? diye karşı çıkan ayetler bile vardır. Aslında bu tür ayetler kendi lisanınızda kitap okumayı ve ibadet etmeyi ve gerçekleri ve dini öğrenmeyi öğütleyen Allah sözlerdir. Yani Arapça ilahi bir lisan değil, manaların şekil bulduğu iletişimin sağlandığı beşeri bir lisandır. Arapça sadece bir lisandır. İngilizce gibi.
Allah2ın bütün insanlığa gönderdiği son kitabı ve ebedi hitabı olan Kur'an-ı Kerim, sadece Araplar ve Arapça'yı bilenler için değil, bütün insanları sapıklıklardan korumak, onlara Hakkı ve hakikati öğretmek, hidayet ve gerçek saadet yolunu göstermek için indirilmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi için de, Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği ilahi gerçek ve öğütlerin herkese, bütün insanlığa tebliğ edilmesi, herkes tarafından öğrenilmesi, anlaşılması, üzerinde düşünülmesi, kavranması ve kalplere yerleşmesi gerekir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: Aslında bu ifadeler bizim için de geçerlidir. Türkiyede olduğumuz için ve Türkçe konuştuğumuz için kuranı Türkçe okumalı ve ibadetlerimizi Türkçe yapmalıyız. Kuranın Arapça inme nedeni kendi lisanımızda ibadet etmeye emsal teşkil etmektedir. Yani herkes kendi lisanında okumalı ve ibadet edebilmelidir.
"Bu Kur'an, bütün insanlara bir açıklama, sakınanlara yol gösterme ve bir öğüttür." (Al-i İmran, 3/138)
"Kendilerine, indirileni insanlara açıklayasın diye sana Kur'an'ı indirdik." (Nahl, 16/44)
"Bu Kur'an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler, tam akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır." (Sad, 38/29)buyurulmuştur.
Kur'an-ı Kerim insanlığa ilk Arapça lisanla gönderilmiştir.. Cenab-ı Hakk'ın yüce kelamı kutsal kitabımızın dilinin her müslüman tarafından bilinmesi ve anlaşılması, arzu edilen bir durum ise de, âdeten mümkün değildir. O halde Kur'an-ı Kerim'in Arapça bilmeyenlere tebliğ edilebilmesi ve onların da bu Yüce Kitapta bildirilen ilahî gerçek ve öğütleri anlayıp üzerinde düşünebilmeleri ve O'nun hidayetinden yararlanabilmeleri için, başka dillere tercüme edilmesine, kısa ve uzun açıklamalarının yapılmasına kesin ihtiyaç hatta zaruret vardır. Nitekim, İslamın ilk dönemlerinden itibaren buna ihtiyaç duyulmuştur. Ashabın ileri gelenlerinden Selman-ı Farisî'nin İranlı hemşehrilerinin isteği üzerine Fatiha Sûresini Farsçaya çevirip onlara gönderdiği bazı kaynaklarda (bk. Serahsi, el-Mebsut, I, 37, Beyrut, 1398/1978) yer almıştır. Günümüzde Kur'an-ı Kerim, dünyadaki belli başlı hemen bütün dillere çevrilmiş durumdadır. Dilimizde de yüzün üzerinde meal, terceme ve tefsiri olsada hepsi hemen hemen aynı şeyleri söyler.
Aslında tüm bunlar Kuranın arap yarımadasından çıktığını ve evrenselleştiğini göstermektedir. Kuranı okuyorlarda neden namaz kılamıyorlar. Ne garip değil mi. Allah kelamını farklı bir lisanda okuyabileceksiniz ama Allah ile Arapça
konuşmak zorunda bırakılacaksınız. Acaba bu kararı kimler verdi. Allah ve resülünün vermediği kesindir. Hiçbir ayet ve hadiste buna yönelik ifadeler bulunamamıştır. Ancak Arapça dışında kuran okunabileceği ve namaz kılınabileceği çok çeşitli örenkle ve ayetle doğrulanmaktadır. Aşagıda bunları göreceğiz.
Kur'an-ı Kerim'in namazda Türkçe tercemesinin okunmasına gelince:
Kur'an-ı Kerim'de "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun" (Müzzemmil, 73/20) buyrulduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a) de bütün namazlarda Kur'an-ı Kerim okumuş ve namaz kılmayı iyi bilmeyen bir sahabiye namaz kılmayı tarif ederken "... sonra Kur'an'dan hafızanda bulunanlardan kolayına geleni oku." (Müslim, Salat, 45) buyurmuştur. Bu itibarla namazda kıraat yani Kur'an okumak, Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit bir farzdır.
Evet bütün bunlar Araplar için söylenmişti. Yani kendi lisanımızda namaz kılsak da kolayımıza geleni, aklımızda kalanları, bildiklerimizi ve öne aldıklarımızı okumalıyız. Ama o dönemde Araplara söylenen bu ayet ve hadisleri günümüze uyarlayarak insanlarımızı fatihaya, ihlasa, felaka ve nasa hapsetmek çok yanlıştır. Bu daha çok kolayına geleni değil Arapçayı bilmediğin için kısa olanını oku bunlarla yetin demektir. Koca kuranı okumamak bilmemek kalbe yerleşmemesi ne büyük bir kayıptır. İnsanlar namazda pekçok süreden dilediği bölümleri de okuyabilmelidir. Tüm bunlar için Arapçayı anadilimiz gibi bilmek gerekir. Kuran ve hadislerin dediği gibi kılarken de hafızamızda bulunanlardan, kolayımıza gelenlerden okumalıyız.Tüm müslümanlar nasıl Arapçayı ana dilleri gibi öğrensinler. Kaç kişi bunu yapabilir ki.
Bilindiği üzere Kur'an, Cenab-ı Hakk'ın Hz.Muhammed (s.a,)'e Cebrail aracılığı ile indirdiği manaya delalet eden elfazın (nazm-ı münzel'in) ismidir. Sadece mana olarak değil, Resülüllah (s.a.)'in kalbine elfazı ile indirilmiştir. Bu itibarla bu elfazdan anlaşılan ve başka lafızlarla (sözlerle) ifade edilen mana Kur'an değildir. Çünkü indirildiği elfazın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana Cenab-ı Hakk'ın kelamı değil, mütercimin ondan anladığı yorumdur. Oysa Kur'an kavramının içeriğinde, sadece mana değil, bir rüknü olarak onun elfazı da vardır. Nitekim:
Elbetteki kuran kimin kalbine inerse en iyi o bilecektir. Paygamberimiz kuranı incelikleriyle bilmektedir.
Elbetteki sadece mana olarak inmiştir. Onun açıklayıcısı yani elfazı yani yorumcusu peygamberimizdir. Ayetlerin ne demek isteği zaten peygamberimiz tarfından açıklanmış ve herkes tarafından bilinmektedir. Sadece manadan ibaret değil farklı yorumlar çıkartılabilir diye kuranı ve ibadetleri Arapçaya hapsetmek yanlıştır. Arapça da da farklı yorumlara neden olmuştur. Her lisan da da farklı yorumlara neden olacaktır. Peygamberimiz hadisleriyle ayetleri açıklamıştır.
İnsanlar normal söylenenlerden de çok çeşitli yorum çıkartabilirler. İnsanlar durumlarına bilgilerine kültürlerine ve hayat felsefelerine göre yorum yaparlar. Farklı yorumlamak her kitapta olur. Kuran da çok yorum içerir ancak önce anlamak gerekir. Bu da kendi lisanımızla mümkündür. Anlamlarının dışında yorumlamak her zaman var olan durumdur. Kuranı ve peygamber dönemini tam anlayana kadar herkesde olduğu gibi farklı yorumlamak mümkündür. O döneme ait pek çok bilgi, hadis ve tefsirler vardır. Bu durumu Arapça lisana bağlamak ve kendi lisanında ibadet edemezsin anlamı çıkartılamaz.
"Şüphesiz O, alemlerin Rabbı tarafından indirilmiştir. Onu Ruhu'l-emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap diliyle indirdi." (Şuara 26/192-195)
Bu ayette asıl vurgu arap diliyle indirdi kelimesidir. Neden arap diliyle indirdi. Uyarıcılardan olasın diye. Gerçekte inen nedir kitaptır. Yani önemli olan kitabın inmesidir. İnsanların anlayıp uyarılabilmesi için Arapça lisan kullanıldı, anlamı çıkartılır. Aslolan kitaptır. Arap dili anlamaları için kullanılan araçtır.
"Böylece biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik." (Ta-Ha 20/113)
Önemli olan Kuranın indirilmesidir. Farklı bir lisanda kuran indirebilirdi. Bu ayetteki ana tema Kuranın indirilmesidir. Arapça lisanda bir kuran indirilmesi dönemin lisanı olması nedniyle bir gerekliliktir. Aslında bu ayet kuranın anlamının üstün ve önemli olduğugunu göstermektedir. İletişim aracı olarakta arapça tercih edilmiş. Kelimelere bakıldığında Böylece biz onu Arapça kuran yaptık anlamı çıkmaktadır. "Korunsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kur'an indirdik." (Zümer, 39/28)
"Bu bilen bir toplum için, ayetleri Arapça bir Kur'an olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır." (Fussilet, 41/3)
Bu ayette de gerçekte kuranın önemli olduğu bunun için Arapça lisanın kullanıldığı anlatılmaktadır. Bilmeleri için bu lisan seçilmiştir. Korunmaları için bu lisan tercih edildi.
Diyanet aynen şöyle demiş: Tercemesine Kur'an denilemeyeceği ve tercemesinin Kur'an hükmünde olmadığı konusunda İslam bilginleri görüş birliği içindedir. Bu islam bilginleri kuranın anlamını, hükümlerini ve emirlerini bir kenara bırakıp Kuranın Arapçadan ibaret olduğunu mu söylüyorlar. Peygamberimiz döneminde bile böyle karar verilmedi. Hatta
O zaman Kuranın Arapça haline de Kuran diyemeyiz. Kuranı, peygamberi ve dönemini asıl anlatılmak istenenleri hiç bilmeyen bir Arap için de Arapça bir kuran terceme durumundadır. Tefsiri hadisleri ve o dönemi bilmeyen herkes için terceme, Kuran için yetersizdir. Ama başlangıç kendi lisanınla başlar. Yani önce terceme ile işe başlanılır. Sonra dini ve dinin özünü öğrenme çabaları devam eder. Arap oldukları halde dini ve Kuranı araplara anlatan Peygamberimizdir. Çünkü hiç bilinmeyen evrensel bir felsefe öğretilmektedir.
Arapça kuranın her lisana tercüme edilmesi o dilin kuranı niteliğini taşır. Arapça kuran, Türkçe kuran, ingilizce kuran sonuçta kurandır. Zaten ayetlerde açıkça göreceksiniz ki anlamaları, bilmeleri için araplara arapça indirildiği söylenmektedir. Ayetler incelendiğinde En önemli şeyin kuran olduğu Araplar tarafından anlaşılması için arapça indiği anlatılmaktadır. Bu diğer milletlerin anlaması için kendi lisanlarında okumasına ve ibadet etmesine tam örnek niteliği taşımaktadır.
Buraya kadar yazılanlar kendi lisanında ibadet etmeyi doğrulamaktadır. Kuranın neden arapça indirildiğinin nedeni Arabistan'da Araplar arasında yetiştiği ve Arapça konuştuğu içindir. Peygamberin kendi lisanında ibadet etmesi bir sünnettir. Bu sünnet tüm milletler için de geçerlidir. Yani her millet kendi lisanında ibadet etmelidir.
Bilindiği üzere terceme, bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine ait) ifade, üslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu yüzden, edebî ve hissî yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiçbir terceme aslının yerini tutamaz ve hiçbir terceme de her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz. O halde, Kur'an-ı Kerim gibi, ilahî belağat ve i'cazı haiz bir kitabın aslı ile tercemesi arasındaki fark, yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü biri Yaratan Yüce Allah'ın kelamı; diğeri ise yaratılan kulun aciz beyanı. Hiç böylesi bir tercemenin, Allah kelamının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu?
Diyanetin bu açıklamasına katılmak mümkün değildir. Terceme yani bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek mümkündür. Neden mümkün olmasın. Bazen iki kelimeyle bile tam anlamı bulunur. Her dilde her anlamın tam karşılığı bulunur. Devlet adamları ve başbakanlar tercümanlarla konuşmaktadır. Tüm dünyada kelime ve lisan çevirileri yapılmaktadır. Sadece Arapça değil her lisandan her lisana çeviriler yapılıken tam karşılığını bulmakta küçük sıkıntılar çekilebilir.. Çevirilerde birtakım sıkıntılar yaşansada mutlaka tam karşılığı anlamları bulunur. Bu çevirenin kültürü, karşı dili iyi bilmesi tam çeviri yapabilmesi için geniş kelime hazinesi olması gerekir. Zaten kuran çevirisi ve tefsiri eskiden yapılmış. Tekrar tekrar çeviri yapılmasına ihtiyaç yoktur. Osmanlı zamanında Arapça ve türkçeyi iyi bilen edebi uzmanlar tarafından herkesçe kabul edilen değişmemiş kuran mealleri zaten hep elimizdedir. Diyanetin şu ifadesi yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Tamamen asılsız bir abartıdır. Yaratılan yüce Allahın kelamı kuranın anlamıdır. Yüce Allahın kelamının kutsallığı Arapça olmasında değildir. Zaten Arapça ile kulların aciz beyanı ve beşerin anlaması gerçekleşmiştir. Terceme Allah kelamının yerine konulamazsa Arapça da konulamaz. Arapça beşeri bir dildir. Kuran inmeden çok önce var olan bir lisandır. Allah, rahman ve nisa kelimeleri Kuran inmeden çok önce Araplar tarafından kullanılan kelimelerdir. Kuran o dönem normal Arap halkının konuşma dilidir. Kuran hiçkimsenin bilmediği bir lisanda inmedi, inseydi Allah kelamı ve lisanı denilebilirdi. Bu durum tabii duruma ve insanlığa ters düşerdi zaten öyle olsaydı kimse anlayamazdı.
Diyanetin yazısında aynen şöyle denilmekte bir tercemenin, Allah kelamının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu? Bu saçma bir bakış açısı ve çarpıtmadır. Arapçada şems Türkçede güneştir. Kuranda pek çok olay anlatılır. Geldiler, gittiler, yola düştüler, kötüler gibi güncel Arapça diliyle sayısız olay anlatılır. Şimdi bunlar kutsal kelimeler midir. Sadece anlam bütünlüğü ve yargılar, anlatılan hükümler, verilen emirler, birtakım öğretiler kutsaldır. Dilde kutsallık yoktur. Bilmeyen insanlarda bir şey zannedecek ve kelamı değiştirdiğini ve bir suç işlediğini düşünecek.Terceme anlamın tam karşılığıdır. Farklı bir kelime ve anlam değildir. Aynı anlamdır. Aynı anlamın her lisanda farklı bir kelime ile karşılığı vardır. Allahın kelamı değişmiş olmuyor ve farklı bir hüküm yerine konulmuyor. Bir tercüme Allahın kelamını yani kelimesinin tam karşılığını taşıyorsa elbetteki Allah kelamıdır ve yerine konulur. Allahın anlatmak istediği bir anlamın tam karşılığını temsil eden farklı lisandaki bir kelime Allahın kelamının tam karşılığı yerine konulur. Aynı anlamı taşıdığı için aynı hükmü vermekte ve aynı niteliği taşımaktadır. Bu farklı bir kelime ve anlam ile Allah kelamını değiştirmek ve aynı tutmaya kalkmak değildir. Yani meal farklı bir anlam taşımamaktadır.
Kaldı ki, İslam dini evrensel bir dindir. Değişik dilleri konuşan bütün müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereğidir.
İslam dini evrensel bir dindir. Evet anlamı ve evrensel değerlere sahip çıkması nedeniyledir. Barışa , adalete, demokrasiye, insan haklarına, kardeşliğe ve temel değerlere sahip çıkması açısından evrensellik taşımaktadır. Kuran her milletin anayasalarının temelini oluşturmaktadır. Değişik dilleri konuşan bütün müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereği değildir. Evrenselliğini Arapça lisana bağlamak yanlıştır. Asıl her lisanda okunması onun evrenselliğini gösterir.
Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Peygamberimizin öğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği gibi içinden çıkılmaz bir takım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. Herkesin kendi lisanında ibadet etmesi peygamberimizin öğrettiklerine ters düşmemektedir. Tam tersi onun öğrettiklerini kendi lisanımızda aynen uygulamaktır. Zaten şeklen de aynı kılınacaktır. Sanki farklı bir şey, farklı bir ibadet yapılıyormuş hissi verilmesini kınıyorum. Kendi lisanımızda namazın tüm şartlarına uygun sünnete uygun ibadet elbette ki edilebilir. Birtakım sıkıntılar yaşansa da genelin sünnete sarılması yıllarca öğretilegelmiş ibadeti değiştiremez ve engelleyemez. Ayetlerin uygulamaların değiştirileceği korkusu ta peygamberimiz döneminde de vardır. Ancak Allah biz bu kuranı koruyacagız ayetiyle anlamlarının ve ibadetlerinin bozulmaması için koruduğunu bildirmektedir. Yani kendi lisanımızda ibadet ettiğimizde halkın geneli doğru yapacagından ve sünnetten ayrılmayacagından birtakım bozulmalara sebebiyet vermeyecektir.
Konuya ülkemiz açısından baktığımızda ise böyle bir uygulamanın dışarıda Türkiye aleyhinde, içerde ise Devlet aleyhinde bir malzeme olarak kullanılacağı, vatandaşların birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, sonuç olarak bir takım huzursuzluklara sebebiyet vereceği dikkatten uzak tutulmamalıdır. Türkiye aleyhinde olumsuz bir propağanda yapılacak diye doğru olan bir şeyi yapmayalım mı. Kendi lisanında ibadet etmeye öncü olmak ülkemiz açısında büyük bir sevap ve kazanımdır. Arap ülkeleri Türkiyeyi kınayacagına dinlerinin yayılması için sevinmelidir. Gerçekte dini öğrenmeleri ve kendi lisanlarında ibadet etmelerine sevinmelidirler. Kınamalarının temelinde arap milliyetçiliği vardır.
Dinin yayılmasını engellemek isteyenler ve hiçbirşey bilmeyen cahiller kendi lisanında ibadet etmeye karşı çıkmaktadırlar. Arapça takıntısı yapanların geri planındaki gerçek nedenlerine bakarsanız birtakım menfaatler ve tam cahillik görürsünüz.
Diğer taraftan, yüzleri aşan terceme ve meal arasından din ve vicdan hürriyetini zedelemeden, üzerinde birlik sağlanacak birisinin namazda okunmak üzere seçilmesi ve buna herkesin benimsemesi mümkün görülmemektedir. Neden mümkün görülmesin ki. Diyanet bir meal belirler. Namazda ayetlerin okunmasında bu mealin dışına çıkılmaması söylenir. Aynı Arapların Arapça kuran kelimelerinde sabit kaldığı gibi. Tüm halk bunu kabul eder ve uygular. Bunda bir sıkıntı olmaz. Hem insan namazda aynı anlamı taşıyan farklı kelimeler de kullanabilir.
Araplardan günümüze kadar kuranın değiştirilmesi ve kelimelerinin oynanmaması ve farklı anlamlar yüklenmemesi için son derece dikkatli davranılmıştır. O dönemlerde müşrikler kuranı değiştirmek için kelimelere farklı anlamlar yüklüyor, değiştirmeye çalışıyorlardı. Kuran ayetlerini temsil edecek Arapça kelimelerine son derece sadık kalındığı ve korumaya çalışıldığı bilinmektedir. Cumhuriyet dönemindeki Kuran çevirilerinde uzmanlar çok dikkatli çalışmışlardır. Temel neden anlamlarının değişime uğramamasıdır. Ve o dönemin kelamcıları çok büyük iş çıkarmışlardır. Büyük bir titizlikle ince eleyip sık dokuyarak müthiş bir çalışma yapmışlardır. Bilirsinizki o dönemde lisanımız değiştirilmişti. Sırf dinden ve Kurandan kopartılmak için Türkçe dayatılmıştı. Arapçaya karşı değiliz, Türkçe ile yeni bir nesil yetişmiş, Artık günümüzde arapçaya geçmek mümkün değildir. Bunu da isteyici değiliz. Ancak kendi lisanlarımızda ibadet etmek olması gereken kaçınılmaz bir gerçektir. Eğer Türkiyede Türkçe ibadet edilirse ikinci bir bahar, bir uyanış ve yeniden doğuş yaşanır. Türkiye ve dünya müthiş bir aydınlanma yaşar. Dinin özü anlaşılır.
Türkçe namaz ile Türkçe dua birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü dua kulun Allah'tan istekte bulunmasıdır. Bunun ise herkesin konuştuğu dil ile yapılmasından daha tabii bir şey olamaz ve zaten genelde de ülkemizde Türkçe dua yapılmaktadır. Namaz Allah ile karşılıklı buluşma ve konuşmadır. Duada aynı şeydir. Türkçe namaz ile Türkçe dua birbirinin aynısıdır. Namazda genellikle Kuran ayetleri okunur ama dualar da edilir. Namazın da kendi lisanımızda kılınmasından daha tabii ve doğal bir şey olamaz. İkisini ayırıp şu yapılır şu yapılmaz demek yanlıştır. Türkçe kuran (meal) okuyabilirsin, Türkçe dua edebilirsin ama namaz kılamazsın bu ne saçmalıktır. Kim bu kararı veriyor. Allah mı veriyor yoksa siz mi veriyorsunuz.
Bütün ilahi kitaplar, onları insanlığa tebliğ ile görevlendirilen Peygamberlerin konuştukları dille indirilmişlerdir. Burada bir sorun yoktur. Hatta anadilde ibadet edilebileceğini destekler bir söylemdir.
Kendi dilleriyle kitapların indirilmesi doğaldır ve olması gerekendir. Yoksa anlaşılmaz, ilan edilemez ve yayılamazdı. Bütün peygamberler farklı lisanlarda ancak aynı şeyleri söylemişlerdir. Buradan anlaşılacagı üzere Arapça lisanın değil Allahın söylediklerinin önemli olduğu anlaşılmaktadır. Allah her kavme emir ve yasaklarını elbette kendi lisanlarında bildirecekti. Her millette kendi lisanında anlayacağından ve yaşayacağından kendi lisanıyla ibadet etmek en tabii olaydır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.) Arabistan'da Araplar arasında yetiştiği ve Arapça konuştuğu için, O'nun tebliğ ettiği Kur'an-ı Kerim de Arapça olarak indirilmiştir. Bütün peygamberlerde de böyle olmuştur. Tabii olarakta o dönemin lisanı kullanılacaktır. Peygamber başka bir milletten olsaydı farklı bir lisanda kuran görecektik. Hatta Kuranda Arap halkına farklı bir lisanda kitap olur mu? diye karşı çıkan ayetler bile vardır. Aslında bu tür ayetler kendi lisanınızda kitap okumayı ve ibadet etmeyi ve gerçekleri ve dini öğrenmeyi öğütleyen Allah sözlerdir. Yani Arapça ilahi bir lisan değil, manaların şekil bulduğu iletişimin sağlandığı beşeri bir lisandır. Arapça sadece bir lisandır. İngilizce gibi.
Allah2ın bütün insanlığa gönderdiği son kitabı ve ebedi hitabı olan Kur'an-ı Kerim, sadece Araplar ve Arapça'yı bilenler için değil, bütün insanları sapıklıklardan korumak, onlara Hakkı ve hakikati öğretmek, hidayet ve gerçek saadet yolunu göstermek için indirilmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi için de, Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği ilahi gerçek ve öğütlerin herkese, bütün insanlığa tebliğ edilmesi, herkes tarafından öğrenilmesi, anlaşılması, üzerinde düşünülmesi, kavranması ve kalplere yerleşmesi gerekir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: Aslında bu ifadeler bizim için de geçerlidir. Türkiyede olduğumuz için ve Türkçe konuştuğumuz için kuranı Türkçe okumalı ve ibadetlerimizi Türkçe yapmalıyız. Kuranın Arapça inme nedeni kendi lisanımızda ibadet etmeye emsal teşkil etmektedir. Yani herkes kendi lisanında okumalı ve ibadet edebilmelidir.
"Bu Kur'an, bütün insanlara bir açıklama, sakınanlara yol gösterme ve bir öğüttür." (Al-i İmran, 3/138)
"Kendilerine, indirileni insanlara açıklayasın diye sana Kur'an'ı indirdik." (Nahl, 16/44)
"Bu Kur'an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler, tam akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır." (Sad, 38/29)buyurulmuştur.
Kur'an-ı Kerim insanlığa ilk Arapça lisanla gönderilmiştir.. Cenab-ı Hakk'ın yüce kelamı kutsal kitabımızın dilinin her müslüman tarafından bilinmesi ve anlaşılması, arzu edilen bir durum ise de, âdeten mümkün değildir. O halde Kur'an-ı Kerim'in Arapça bilmeyenlere tebliğ edilebilmesi ve onların da bu Yüce Kitapta bildirilen ilahî gerçek ve öğütleri anlayıp üzerinde düşünebilmeleri ve O'nun hidayetinden yararlanabilmeleri için, başka dillere tercüme edilmesine, kısa ve uzun açıklamalarının yapılmasına kesin ihtiyaç hatta zaruret vardır. Nitekim, İslamın ilk dönemlerinden itibaren buna ihtiyaç duyulmuştur. Ashabın ileri gelenlerinden Selman-ı Farisî'nin İranlı hemşehrilerinin isteği üzerine Fatiha Sûresini Farsçaya çevirip onlara gönderdiği bazı kaynaklarda (bk. Serahsi, el-Mebsut, I, 37, Beyrut, 1398/1978) yer almıştır. Günümüzde Kur'an-ı Kerim, dünyadaki belli başlı hemen bütün dillere çevrilmiş durumdadır. Dilimizde de yüzün üzerinde meal, terceme ve tefsiri olsada hepsi hemen hemen aynı şeyleri söyler.
Aslında tüm bunlar Kuranın arap yarımadasından çıktığını ve evrenselleştiğini göstermektedir. Kuranı okuyorlarda neden namaz kılamıyorlar. Ne garip değil mi. Allah kelamını farklı bir lisanda okuyabileceksiniz ama Allah ile Arapça
konuşmak zorunda bırakılacaksınız. Acaba bu kararı kimler verdi. Allah ve resülünün vermediği kesindir. Hiçbir ayet ve hadiste buna yönelik ifadeler bulunamamıştır. Ancak Arapça dışında kuran okunabileceği ve namaz kılınabileceği çok çeşitli örenkle ve ayetle doğrulanmaktadır. Aşagıda bunları göreceğiz.
Kur'an-ı Kerim'in namazda Türkçe tercemesinin okunmasına gelince:
Kur'an-ı Kerim'de "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun" (Müzzemmil, 73/20) buyrulduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a) de bütün namazlarda Kur'an-ı Kerim okumuş ve namaz kılmayı iyi bilmeyen bir sahabiye namaz kılmayı tarif ederken "... sonra Kur'an'dan hafızanda bulunanlardan kolayına geleni oku." (Müslim, Salat, 45) buyurmuştur. Bu itibarla namazda kıraat yani Kur'an okumak, Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit bir farzdır.
Evet bütün bunlar Araplar için söylenmişti. Yani kendi lisanımızda namaz kılsak da kolayımıza geleni, aklımızda kalanları, bildiklerimizi ve öne aldıklarımızı okumalıyız. Ama o dönemde Araplara söylenen bu ayet ve hadisleri günümüze uyarlayarak insanlarımızı fatihaya, ihlasa, felaka ve nasa hapsetmek çok yanlıştır. Bu daha çok kolayına geleni değil Arapçayı bilmediğin için kısa olanını oku bunlarla yetin demektir. Koca kuranı okumamak bilmemek kalbe yerleşmemesi ne büyük bir kayıptır. İnsanlar namazda pekçok süreden dilediği bölümleri de okuyabilmelidir. Tüm bunlar için Arapçayı anadilimiz gibi bilmek gerekir. Kuran ve hadislerin dediği gibi kılarken de hafızamızda bulunanlardan, kolayımıza gelenlerden okumalıyız.Tüm müslümanlar nasıl Arapçayı ana dilleri gibi öğrensinler. Kaç kişi bunu yapabilir ki.
Bilindiği üzere Kur'an, Cenab-ı Hakk'ın Hz.Muhammed (s.a,)'e Cebrail aracılığı ile indirdiği manaya delalet eden elfazın (nazm-ı münzel'in) ismidir. Sadece mana olarak değil, Resülüllah (s.a.)'in kalbine elfazı ile indirilmiştir. Bu itibarla bu elfazdan anlaşılan ve başka lafızlarla (sözlerle) ifade edilen mana Kur'an değildir. Çünkü indirildiği elfazın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana Cenab-ı Hakk'ın kelamı değil, mütercimin ondan anladığı yorumdur. Oysa Kur'an kavramının içeriğinde, sadece mana değil, bir rüknü olarak onun elfazı da vardır. Nitekim:
Elbetteki kuran kimin kalbine inerse en iyi o bilecektir. Paygamberimiz kuranı incelikleriyle bilmektedir.
Elbetteki sadece mana olarak inmiştir. Onun açıklayıcısı yani elfazı yani yorumcusu peygamberimizdir. Ayetlerin ne demek isteği zaten peygamberimiz tarfından açıklanmış ve herkes tarafından bilinmektedir. Sadece manadan ibaret değil farklı yorumlar çıkartılabilir diye kuranı ve ibadetleri Arapçaya hapsetmek yanlıştır. Arapça da da farklı yorumlara neden olmuştur. Her lisan da da farklı yorumlara neden olacaktır. Peygamberimiz hadisleriyle ayetleri açıklamıştır.
İnsanlar normal söylenenlerden de çok çeşitli yorum çıkartabilirler. İnsanlar durumlarına bilgilerine kültürlerine ve hayat felsefelerine göre yorum yaparlar. Farklı yorumlamak her kitapta olur. Kuran da çok yorum içerir ancak önce anlamak gerekir. Bu da kendi lisanımızla mümkündür. Anlamlarının dışında yorumlamak her zaman var olan durumdur. Kuranı ve peygamber dönemini tam anlayana kadar herkesde olduğu gibi farklı yorumlamak mümkündür. O döneme ait pek çok bilgi, hadis ve tefsirler vardır. Bu durumu Arapça lisana bağlamak ve kendi lisanında ibadet edemezsin anlamı çıkartılamaz.
"Şüphesiz O, alemlerin Rabbı tarafından indirilmiştir. Onu Ruhu'l-emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap diliyle indirdi." (Şuara 26/192-195)
Bu ayette asıl vurgu arap diliyle indirdi kelimesidir. Neden arap diliyle indirdi. Uyarıcılardan olasın diye. Gerçekte inen nedir kitaptır. Yani önemli olan kitabın inmesidir. İnsanların anlayıp uyarılabilmesi için Arapça lisan kullanıldı, anlamı çıkartılır. Aslolan kitaptır. Arap dili anlamaları için kullanılan araçtır.
"Böylece biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik." (Ta-Ha 20/113)
Önemli olan Kuranın indirilmesidir. Farklı bir lisanda kuran indirebilirdi. Bu ayetteki ana tema Kuranın indirilmesidir. Arapça lisanda bir kuran indirilmesi dönemin lisanı olması nedniyle bir gerekliliktir. Aslında bu ayet kuranın anlamının üstün ve önemli olduğugunu göstermektedir. İletişim aracı olarakta arapça tercih edilmiş. Kelimelere bakıldığında Böylece biz onu Arapça kuran yaptık anlamı çıkmaktadır. "Korunsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kur'an indirdik." (Zümer, 39/28)
"Bu bilen bir toplum için, ayetleri Arapça bir Kur'an olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır." (Fussilet, 41/3)
Bu ayette de gerçekte kuranın önemli olduğu bunun için Arapça lisanın kullanıldığı anlatılmaktadır. Bilmeleri için bu lisan seçilmiştir. Korunmaları için bu lisan tercih edildi.
Diyanet aynen şöyle demiş: Tercemesine Kur'an denilemeyeceği ve tercemesinin Kur'an hükmünde olmadığı konusunda İslam bilginleri görüş birliği içindedir. Bu islam bilginleri kuranın anlamını, hükümlerini ve emirlerini bir kenara bırakıp Kuranın Arapçadan ibaret olduğunu mu söylüyorlar. Peygamberimiz döneminde bile böyle karar verilmedi. Hatta
O zaman Kuranın Arapça haline de Kuran diyemeyiz. Kuranı, peygamberi ve dönemini asıl anlatılmak istenenleri hiç bilmeyen bir Arap için de Arapça bir kuran terceme durumundadır. Tefsiri hadisleri ve o dönemi bilmeyen herkes için terceme, Kuran için yetersizdir. Ama başlangıç kendi lisanınla başlar. Yani önce terceme ile işe başlanılır. Sonra dini ve dinin özünü öğrenme çabaları devam eder. Arap oldukları halde dini ve Kuranı araplara anlatan Peygamberimizdir. Çünkü hiç bilinmeyen evrensel bir felsefe öğretilmektedir.
Arapça kuranın her lisana tercüme edilmesi o dilin kuranı niteliğini taşır. Arapça kuran, Türkçe kuran, ingilizce kuran sonuçta kurandır. Zaten ayetlerde açıkça göreceksiniz ki anlamaları, bilmeleri için araplara arapça indirildiği söylenmektedir. Ayetler incelendiğinde En önemli şeyin kuran olduğu Araplar tarafından anlaşılması için arapça indiği anlatılmaktadır. Bu diğer milletlerin anlaması için kendi lisanlarında okumasına ve ibadet etmesine tam örnek niteliği taşımaktadır.
Buraya kadar yazılanlar kendi lisanında ibadet etmeyi doğrulamaktadır. Kuranın neden arapça indirildiğinin nedeni Arabistan'da Araplar arasında yetiştiği ve Arapça konuştuğu içindir. Peygamberin kendi lisanında ibadet etmesi bir sünnettir. Bu sünnet tüm milletler için de geçerlidir. Yani her millet kendi lisanında ibadet etmelidir.
Bilindiği üzere terceme, bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine ait) ifade, üslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu yüzden, edebî ve hissî yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiçbir terceme aslının yerini tutamaz ve hiçbir terceme de her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz. O halde, Kur'an-ı Kerim gibi, ilahî belağat ve i'cazı haiz bir kitabın aslı ile tercemesi arasındaki fark, yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü biri Yaratan Yüce Allah'ın kelamı; diğeri ise yaratılan kulun aciz beyanı. Hiç böylesi bir tercemenin, Allah kelamının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu?
Diyanetin bu açıklamasına katılmak mümkün değildir. Terceme yani bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek mümkündür. Neden mümkün olmasın. Bazen iki kelimeyle bile tam anlamı bulunur. Her dilde her anlamın tam karşılığı bulunur. Devlet adamları ve başbakanlar tercümanlarla konuşmaktadır. Tüm dünyada kelime ve lisan çevirileri yapılmaktadır. Sadece Arapça değil her lisandan her lisana çeviriler yapılıken tam karşılığını bulmakta küçük sıkıntılar çekilebilir.. Çevirilerde birtakım sıkıntılar yaşansada mutlaka tam karşılığı anlamları bulunur. Bu çevirenin kültürü, karşı dili iyi bilmesi tam çeviri yapabilmesi için geniş kelime hazinesi olması gerekir. Zaten kuran çevirisi ve tefsiri eskiden yapılmış. Tekrar tekrar çeviri yapılmasına ihtiyaç yoktur. Osmanlı zamanında Arapça ve türkçeyi iyi bilen edebi uzmanlar tarafından herkesçe kabul edilen değişmemiş kuran mealleri zaten hep elimizdedir. Diyanetin şu ifadesi yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Tamamen asılsız bir abartıdır. Yaratılan yüce Allahın kelamı kuranın anlamıdır. Yüce Allahın kelamının kutsallığı Arapça olmasında değildir. Zaten Arapça ile kulların aciz beyanı ve beşerin anlaması gerçekleşmiştir. Terceme Allah kelamının yerine konulamazsa Arapça da konulamaz. Arapça beşeri bir dildir. Kuran inmeden çok önce var olan bir lisandır. Allah, rahman ve nisa kelimeleri Kuran inmeden çok önce Araplar tarafından kullanılan kelimelerdir. Kuran o dönem normal Arap halkının konuşma dilidir. Kuran hiçkimsenin bilmediği bir lisanda inmedi, inseydi Allah kelamı ve lisanı denilebilirdi. Bu durum tabii duruma ve insanlığa ters düşerdi zaten öyle olsaydı kimse anlayamazdı.
Diyanetin yazısında aynen şöyle denilmekte bir tercemenin, Allah kelamının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu? Bu saçma bir bakış açısı ve çarpıtmadır. Arapçada şems Türkçede güneştir. Kuranda pek çok olay anlatılır. Geldiler, gittiler, yola düştüler, kötüler gibi güncel Arapça diliyle sayısız olay anlatılır. Şimdi bunlar kutsal kelimeler midir. Sadece anlam bütünlüğü ve yargılar, anlatılan hükümler, verilen emirler, birtakım öğretiler kutsaldır. Dilde kutsallık yoktur. Bilmeyen insanlarda bir şey zannedecek ve kelamı değiştirdiğini ve bir suç işlediğini düşünecek.Terceme anlamın tam karşılığıdır. Farklı bir kelime ve anlam değildir. Aynı anlamdır. Aynı anlamın her lisanda farklı bir kelime ile karşılığı vardır. Allahın kelamı değişmiş olmuyor ve farklı bir hüküm yerine konulmuyor. Bir tercüme Allahın kelamını yani kelimesinin tam karşılığını taşıyorsa elbetteki Allah kelamıdır ve yerine konulur. Allahın anlatmak istediği bir anlamın tam karşılığını temsil eden farklı lisandaki bir kelime Allahın kelamının tam karşılığı yerine konulur. Aynı anlamı taşıdığı için aynı hükmü vermekte ve aynı niteliği taşımaktadır. Bu farklı bir kelime ve anlam ile Allah kelamını değiştirmek ve aynı tutmaya kalkmak değildir. Yani meal farklı bir anlam taşımamaktadır.
Kaldı ki, İslam dini evrensel bir dindir. Değişik dilleri konuşan bütün müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereğidir.
İslam dini evrensel bir dindir. Evet anlamı ve evrensel değerlere sahip çıkması nedeniyledir. Barışa , adalete, demokrasiye, insan haklarına, kardeşliğe ve temel değerlere sahip çıkması açısından evrensellik taşımaktadır. Kuran her milletin anayasalarının temelini oluşturmaktadır. Değişik dilleri konuşan bütün müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereği değildir. Evrenselliğini Arapça lisana bağlamak yanlıştır. Asıl her lisanda okunması onun evrenselliğini gösterir.
Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Peygamberimizin öğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği gibi içinden çıkılmaz bir takım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. Herkesin kendi lisanında ibadet etmesi peygamberimizin öğrettiklerine ters düşmemektedir. Tam tersi onun öğrettiklerini kendi lisanımızda aynen uygulamaktır. Zaten şeklen de aynı kılınacaktır. Sanki farklı bir şey, farklı bir ibadet yapılıyormuş hissi verilmesini kınıyorum. Kendi lisanımızda namazın tüm şartlarına uygun sünnete uygun ibadet elbette ki edilebilir. Birtakım sıkıntılar yaşansa da genelin sünnete sarılması yıllarca öğretilegelmiş ibadeti değiştiremez ve engelleyemez. Ayetlerin uygulamaların değiştirileceği korkusu ta peygamberimiz döneminde de vardır. Ancak Allah biz bu kuranı koruyacagız ayetiyle anlamlarının ve ibadetlerinin bozulmaması için koruduğunu bildirmektedir. Yani kendi lisanımızda ibadet ettiğimizde halkın geneli doğru yapacagından ve sünnetten ayrılmayacagından birtakım bozulmalara sebebiyet vermeyecektir.
Konuya ülkemiz açısından baktığımızda ise böyle bir uygulamanın dışarıda Türkiye aleyhinde, içerde ise Devlet aleyhinde bir malzeme olarak kullanılacağı, vatandaşların birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, sonuç olarak bir takım huzursuzluklara sebebiyet vereceği dikkatten uzak tutulmamalıdır. Türkiye aleyhinde olumsuz bir propağanda yapılacak diye doğru olan bir şeyi yapmayalım mı. Kendi lisanında ibadet etmeye öncü olmak ülkemiz açısında büyük bir sevap ve kazanımdır. Arap ülkeleri Türkiyeyi kınayacagına dinlerinin yayılması için sevinmelidir. Gerçekte dini öğrenmeleri ve kendi lisanlarında ibadet etmelerine sevinmelidirler. Kınamalarının temelinde arap milliyetçiliği vardır.
Dinin yayılmasını engellemek isteyenler ve hiçbirşey bilmeyen cahiller kendi lisanında ibadet etmeye karşı çıkmaktadırlar. Arapça takıntısı yapanların geri planındaki gerçek nedenlerine bakarsanız birtakım menfaatler ve tam cahillik görürsünüz.
Diğer taraftan, yüzleri aşan terceme ve meal arasından din ve vicdan hürriyetini zedelemeden, üzerinde birlik sağlanacak birisinin namazda okunmak üzere seçilmesi ve buna herkesin benimsemesi mümkün görülmemektedir. Neden mümkün görülmesin ki. Diyanet bir meal belirler. Namazda ayetlerin okunmasında bu mealin dışına çıkılmaması söylenir. Aynı Arapların Arapça kuran kelimelerinde sabit kaldığı gibi. Tüm halk bunu kabul eder ve uygular. Bunda bir sıkıntı olmaz. Hem insan namazda aynı anlamı taşıyan farklı kelimeler de kullanabilir.
Araplardan günümüze kadar kuranın değiştirilmesi ve kelimelerinin oynanmaması ve farklı anlamlar yüklenmemesi için son derece dikkatli davranılmıştır. O dönemlerde müşrikler kuranı değiştirmek için kelimelere farklı anlamlar yüklüyor, değiştirmeye çalışıyorlardı. Kuran ayetlerini temsil edecek Arapça kelimelerine son derece sadık kalındığı ve korumaya çalışıldığı bilinmektedir. Cumhuriyet dönemindeki Kuran çevirilerinde uzmanlar çok dikkatli çalışmışlardır. Temel neden anlamlarının değişime uğramamasıdır. Ve o dönemin kelamcıları çok büyük iş çıkarmışlardır. Büyük bir titizlikle ince eleyip sık dokuyarak müthiş bir çalışma yapmışlardır. Bilirsinizki o dönemde lisanımız değiştirilmişti. Sırf dinden ve Kurandan kopartılmak için Türkçe dayatılmıştı. Arapçaya karşı değiliz, Türkçe ile yeni bir nesil yetişmiş, Artık günümüzde arapçaya geçmek mümkün değildir. Bunu da isteyici değiliz. Ancak kendi lisanlarımızda ibadet etmek olması gereken kaçınılmaz bir gerçektir. Eğer Türkiyede Türkçe ibadet edilirse ikinci bir bahar, bir uyanış ve yeniden doğuş yaşanır. Türkiye ve dünya müthiş bir aydınlanma yaşar. Dinin özü anlaşılır.
Türkçe namaz ile Türkçe dua birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü dua kulun Allah'tan istekte bulunmasıdır. Bunun ise herkesin konuştuğu dil ile yapılmasından daha tabii bir şey olamaz ve zaten genelde de ülkemizde Türkçe dua yapılmaktadır. Namaz Allah ile karşılıklı buluşma ve konuşmadır. Duada aynı şeydir. Türkçe namaz ile Türkçe dua birbirinin aynısıdır. Namazda genellikle Kuran ayetleri okunur ama dualar da edilir. Namazın da kendi lisanımızda kılınmasından daha tabii ve doğal bir şey olamaz. İkisini ayırıp şu yapılır şu yapılmaz demek yanlıştır. Türkçe kuran (meal) okuyabilirsin, Türkçe dua edebilirsin ama namaz kılamazsın bu ne saçmalıktır. Kim bu kararı veriyor. Allah mı veriyor yoksa siz mi veriyorsunuz.