Bazı şefler, gerek teknikleriyle, gerek yaşam tarzlarıyla, gerekse hikayeleriyle diğerlerinden sıyrılabiliyor.
Onların herkes tarafından tanınmalarının bir sebebi var. Hiç de kolay olmayan aşçılık kuralları, mutfak disiplini ve çileli terfi şartlarıyla bir mutfağın sorumluluğunu üstlenmek ve düzenini sağlamak hiç kolay değil.
Michelin yıldızlı restoranlara gelmeden, yolu bulaşıkçılıktan ve garsonluktan geçen birçok şef, bugün rezervasyon bulmanın neredeyse imkansız olduğu restoranlarının ya da artık kendi mutfaklarının patronları.
Tam bir dünya markası, şimdi İstanbul'da: Wolfgang Puck
Yemek pişirmeye henüz küçücük bir çocukken annesinin yanında başlayan Wolfgang Puck, gençlik döneminde Paris'teki Maxim’s, Monaco'daki Hotel de Paris ve Provence'deki 3 Michelin yıldızlı L’Oustau de Baumanière de dahil olmak üzere Fransa"nın en iyi restoranlarında çalıştı.
24 yaşındayken Amerika’ya giden ve Indianapolis"teki La Tour isimli restoranda çalışan ünlü şef, ardından kariyerine Los Angeles’da devam etti ve tüm Hollywood’da dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Batı Hollywood'daki Ma Maison'a ortak olduktan sonra kariyerinde hızla yükselen Puck, Ma Maison'dan sonra Sunset Strip'te bulunan ilk ünlü restoranı Spago'yu kurarak yoluna devam etti. Geçtiğimiz aylarda St. Regis İstanbul’da da bir şubesi açılan Spago, açıldığı günden itibaren bir mutfak fenomeni olmayı başardı.
Yılın Üstün Şefi Ödülü'nü birden fazla almış tek şef olma unvanına sahip olan Wolfgang Puck, Spago’da yakaladığı başarıyı 1983 yılında, Santa Monica'da Chinois on Main'i açarak sürdürdü. Amerika’da füzyon mutfağının temelini oluşturan restoran olarak bilinen Chinois on Main’in ardından Postrio’yu açtı. Sürekli başarılı restoranlarına bir yenisini ekleyerek markalaşan ünlü şef, bugün sayısız restoranın sahibi. Kariyerine restoranların ve ödüllerin yanı sıra yemek kitapları ve TV programları da sığdıran Puck, aynı zamanda kendi adını ve soyadını taşıyan bir ev eşyaları markasının da sahibi.
Ağzı bozuk bir dünya markası: Gordon Ramsay
İskoçların ilk Michelin yıldızlı şefi olarak ünlenen Gordon Ramsay, gastronomik şanı pek de olmayan bir ülkenin adeta medar-ı iftiharı.
Turizm mezunu olan Gordon Ramsay, kariyer hayatına ilk kez Raxburg'da Hause Otel'de komilik ile başladı ve ardından Wickham Arms'da yardımcı şef olarak çalıştı. Patronunun karısıyla yaşadığı yasak aşk yüzünden işinden kovulmasıyla, bir anda bütün hayatı değişti. Harvey's'te Marco Pierre White ile çalışmaya başladıktan sonra Fransız mutfağını keşfeden Ramsey, Paris'e gitmeye karar verdi. La Gavroche'da 1 yıl boyunca Albert Roux'un yanında çalıştı ve Fransız Alpleri'ndeki Otel Diva'ya ikinci şef olarak davet edildi.
Ardından yeniden Paris'e dönen ünlü şef, Guy Savoy ve Joel Robuchon gibi Michelin yıldızlı şeflerle çalıştı. 5 yıllık şeflik kariyerinin ardından mola verip Karayipler’e gitti ve 1 sene boyunca özel aşçılık yaptı. Döndüğünde Rossmore'un %10 hisseyle ortağı oldu. 1998 yılında Gordon Ramsay'ı açarak, üç yıl içinde üç Michelin Yıldızı alan şef, ününü tüm dünyaya çoktan duyurmuştu. Bugün bir dünya markası olan Gordon Ramsay restoranlar, kitaplar, danışmanlık ve Şeflerin Düellosu gibi TV show’larıyla adeta bir başarı hikayesi. Gordon Ramsay, Forbes’un dünyanın en zenginleri listesinde de başı çekiyor.
Ramsey'i tanıyanlar bilir ama bilmeyenler için ekleyelim; Ramsey aynı zamanda ağzının bozukluğu ile de epey meşhur.
Yedi Michelin yıldızlı, ilklerin şefi: Thomas Keller
1955 Kaliforniya Oceanside doğumlu Thomas Keller, Fransız pişirme sanatında devrim yaratan bir isim olarak kabul ediliyor. Sadece şef değil aynı zamanda restoran sahibi ve yazar da olan Keller, 1996 yılında En İyi Amerikan Şef Ödülü başta olmak üzere birçok ödüle sahip.
Napa Valley Restaurant, The French Laundry ve Perse’nin sahibi olan dünyaca ünlü aşçı, aynı zamanda Ratatouille ve Spanglish gibi filmlere verdiği danışmanlıkla da biliniyor. 2005 yılında kariyerini Michelin yıldızıyla taçlandıran şef, Amerika’da, iki farklı restoranı için üç Michelin yıldızı almayı başaran tek şef olarak tarihe geçmeyi başardı.
Şu anda yedi yıldızı bulunan Keller, sayısız ödül ve birçok başarısıyla şef olmak isteyenlere rol model olabilecek bir örnek.
Mutfakların Salvador Dali’si: Ferran Adria
İspanyol asıllı şef Ferran Adria, 2011 yılında kapattığı El Bulli isimli restoranı ile tüm dünyaya adını duyurmayı başardı.
1962 yılında İspanya’nın Katalonya bölgesinde doğan Adria, tam bir alaylı. Çeşitli restoranlarda garsonluk yapan ve işe bulaşıkçılıkla başlayan ünlü şefin restoranı El Bulli, 2002 yılından bu güne kadar beş defa dünyanın en iyi restoranı seçilmiş ve Adria defalarca dünyanın en yaratıcı şeflerinden biri olarak lanse edilmiştir.
Moleküler Gastronomi'nin öncüsü olarak bilinen şef, Gourmet dergisi tarafından “Mutfağın Salvador Dali’si” olarak gösterilmişti. Birçok kitabı yayınlanan Adria için yemek yapmak sanat demek. Time dergisinin "En Önemli 100 İnsan" listesine bile girmeyi başarmıştır.
7 farklı ülkede 14 farklı restoran: Alain Ducasse
19 Michelin yıldızını alarak tüm dünyanın dikkatlerini üzerine çeken Alain Ducasse yoluna, kariyerinde önemli bir yeri olan Moulin de Mougins’ten sonra otel restoranları ve ardından 2000 yılında Alain Ducasse'yi açarak devam etti.
1984 yılında La Terrasse in Juan-les-Pins’in baş aşçısı olan Ducasse, önemli otellerin restoranlarında çalışarak, otel dünyasında adını duyurdu. Kariyerine sığdırdığı yıldızlar, aşçılık okulu, yemek kitapları, restoranlar ve verdiği danışmanlıklar ile çok yönlü bir aşçı.
Ducasse’nin 7 farklı ülkede 14 restoranı bulunuyor. 33 yaşındayken Michelin yıldızını kazanarak zamanının Michelin yıldızını kazanan en geç şefi ünvanına layık görülen Ducasse, bir aşçıdan çok diplomat gibi olan şık giyim tarzıyla da biliniyor. Henüz 12 yaşındayken şef olmaya karar veren Alain Ducasse, bugün dünyaca ünlü birçok şefin bile hala kendisinden öğrenecek şeyleri olan bir usta. 16 yemek kitabı olan ünlü şefin bir de online yemek sitesi bulunuyor.
Yemek dünyasının Tarkan'ı: Jamie Oliver
Yemek programları, kitapları ve kendi adını taşıyan restoranlarıyla dünyanın en bilinen şeflerinden biri olan Jamie Oliver, özellikle okullardaki sağlıksız beslenme alışkanlıklarına karşı olan duruşuyla biliniyor.
2010 yılında yayınladığı “Jamie’s 30 Minute Meals” kitabı İngiltere’de bir milyonun üzerinde satış yapan Oliver, tam olarak mutfakta mesai harcamadığı için bir şef sayılmasa da tüm dünya onu “The Naked Chef” programıyla hatırlıyor. Londra’daki The River Cafe’deki aşçılık kariyerinin ardından TV programlarına odaklanan Oliver, ikinci programı Jamie's Kitchen ile tam anlamıyla herkesin tanıdığı bir aşçı oldu.
Feed Me Better kampanyasıyla çocukları daha iyi beslenmesi gerektiğine dikkat çeken şef, her zaman sosyal sorumluluk kampanyalarına önem verdi. 2005 yılında çektiği Jamie’s Great Escape ile birçok kişinin hayallerini süsleyen karavan macerasına, yemek yiyerek iştirak etti. Saturday Times, Marie Claire ve GQ gibi mecralarda yazdığı yazılarla yeme-içme piyasasındaki yerini sağlamlaştıran Oliver, evli ve çocuklu.
Michelin'i bırakıp kendi yolunu çizen şef: Marco Pierre White
Henüz 25 yaşındayken ilk Michelin yıldızını, 33 yaşında ise üçüncü Michelin yıldızını alan Marco Pierre White, üçüncü Michelin yıldızını alan en geç şef olarak rekor kırmıştır.
Son derece orijinal bir karakter olan White, 1999 yılında toplam 85 Michelin yıldızına ulaşmışken tüm yıldızlarını iade eder ve emekli olmaya karar verir. Bu durumu "Artık öyle bir noktaya gelmiştim ki, kendimi Michelin yıldızını kontrol edenlerin kölesi, mahkumu gibi hissediyordum ve bir karar vermek zorundaydım: ya devam edecektim ama özgür olmayacaktım, kendim olmayacaktım ya da benim için doğru olanı yapacaktım ve ben de onu yaptım.’’
Gastronomi dünyasının bir tanesini alabilmek için bile gece gündüz yıllarca çalıştığı yıldızları elinin tersiyle iten ünlü şef, kariyerinde ikinci baharı yeniden başlayarak yaşamaya karar verdi. Michelin yıldızını bir kenara bırakıp bistro ve steak house konseptli restoranlar açan Marco Pierre White, yeme-içme konusunda verdiği güven sayesinde tek bir tavsiyesiyle bir mekanı ünlü edebilecek kadar belirleyici bir isim. Bir ara Türkiye’de “Master Şef’’ olarak yayınlanan programın orijinali olan ‘’Hell’s Kitchen’’dan yarışmacılara hayatı cehenneme çeviren White’ı hatırlayanlarınız olacaktır.
Kalbe giden yol: Julia Child
Erkeklerin midesine giden yolun yemekten geçtiğini erken keşfeden Julia Child, televizyon fenomeni ve yazar olarak akıllara kazındı.
1960 ile 1970’li yıllarda televizyonda Fransız Mutfağı ile ilgili yemek programları alakalı yemek tarifleriyle ünlenmişti. Ünlü kitabı, Fransız Yemek Pişirme Sanatında Ustalaşmak (Mastering the Art of French Cooking) adını taşıyor. Hayat hikayesi filmlere konu olan Child, sadece eşine güzel yemekler yapabilmek için Cordon Bleu’ya yazılmış bir ev hanımı olarak kendisini inanılmaz geliştirdi ve 1966 yılında Time dergisine kapak oldu.
Julia Child, 1963 yılında başlayan televizyon programıyla birlikte, Amerikan halkının ilgisini daha da çekti. Baguette yapmak için, daha sonra kanserojen olduğu ortaya çıkan asbest levha kullanımını tavsiye etmesi nedeniyle eleştirilere maruz kalsa da bu hatasını hemen düzeltti ve hayatı boyunca sevilen şeflerden biri oldu. Child, erkekler tarafından domine edilmiş aşçılık sektöründe kadınların önemli bir temsilcisi olarak hala anılıyor.
Alıntıdır.