Düşler Prensesi

  • Konuyu açan Konuyu açan Tuba
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

Tuba

Özel üye
Çok uzak bir diyarda kimsenin yerini bilmediği bir diyar varmış. Bu yüzden kimse gidemezmiş o diyara. Sokaklarından kimse geçmezmiş. Her zaman yağmur yağarmış orada. Güneş hiçbir zaman koyu renkli bulutların arasından kendini göstermezmiş. Saklanır ve beklermiş asla gelmeyen bir yarını. Tek bir gün yaşanırmış orada ve o günün adı yalnızlıkmış. Çiçeklerin açmadığı bir mevsim varmış orada. Bülbüller hep suskunmuş ve Anka kuşu yuvasını hiç terk etmezmiş.

O diyarın tam orta yerinde etrafı surlarla çevrili bir kale varmış. Kalenin etrafındaki surların dışarıda kalan bölümü parçalanmıştı içeriye girmek isteyenlerin saldırıları sonucunda. Başkaları fetih etmeye çabalarken kaleyi içeriye yeni surlar örülmüştü. Bu yüzden fazlaydı sayıları ve o kalenin içlerinde bir kız yaşarmış.

Kalesinin dışının nasıl göründüğünü hatırlamazmış kız. Kale duvarlarının arasında tek kişilik bir yaşamı varmış. İşte bu hikâye o kızın öyküsüdür. Kimse bilmezdi duvarlarının çokluğunun sebeplerini. Bu yüzden onun hikâyesi bu kadar önemliydi.

Her sabah kalkıp en güzel elbiselerinden birini giyerdi. Onun her elbisesi güzeldi aslında. Kabarık etekleri, birbirinden güzel işlemeleri vardı onların. Elbisesini giydikten sonra aynanın karşısına geçer ve saçlarını tarardı. Beline kadar uzanan siyah saçlarının içinde gece saklanırdı. Dolunay onun siyah gözlerinde yaşardı. Bu yüzden kimse onun gözlerine uzun süre bakamazdı. Bakan herkesin gözleri bir süreliğine körelir ve baktığı her yerde onu görürdü.

Ancak o asla beğenmezdi kendini. Kimsesiz bir diyarın prensesiydi. Masallara olan inancını uzun zaman önce kaybetmişti. Umutlarının onu terk etmesi de aynı zamanlara denk düşerdi.

Odasından çıktıktan sonra penceresiz kalesinde dolaşmaya başlardı. Tüm pencerelerini kaldırmıştı o. Dışarıyı göremezdi, bilmezdi nelerin yaşandığını. Kapılarını duvarlarla ördüğü için dışarıya çıkamazdı da. Kendi yalnızlığında tutsaktı o. Prangaları yoktu belki ama zindanı kalesiydi. Kalesindeki turu bittikten sonra tahtına oturur ve iç seslerini dinlerdi. Şarkı söylemeyi unutmuş bülbülüyle bakışır ve bordo renkli alıp kimsenin duyamayacağı bir şarkı bestelerdi.

Kemanını yanı başına bıraktıktan sonra kara kaplı defterini alırdı eline. Sonra kuş tüyü kalemini siyah mürekkebine batırıp içinden geçenleri defterine anlatırdı. O defterden başka dinleyeni yoktu onun. Başka birisi dinlese bile onu anlamayacağını düşünürdü. Kimsenin okuyamayacağı haykırışlar biriktirirdi kara kaplı defterinde. Bazen uzun zamandır görmediği kalesinin dışındaki toprakları anlatırdı. Duvarların dışında yemyeşil tepeleri, rengârenk çiçekleri anlatırdı. O yeşil tepenin üzerinden gördüğü denize bakar ve uzakları seyrederdi satırlarında. Yazılarında hayalleri vardı onun. Önce hayallerini yazar daha sonra onların teker teker yıkılmasını anlatırdı.

Bolca düşünür, nerede hata yaptığını sorgulardı. Kendi içine yaptığı yolculuklardan çıkamazdı bazen. Onu suçlayan iç sesleri ile kavga eder, onlarla savaşlara girerdi. Sahip olduğu yaraların çokluğu da bu yüzdendi. Eskiden başkaları onun kalesini fethetmeye çalışmış ve onda yaralar açmıştı. Daha sonra o yaraları büyütmüş ve asla iyileşmemesini sağlamıştı.

Öteki günlerin birebir aynısı başka bir gündeydi. Kemanıyla bir başka bestesini bitirmiş ve suskun kuşlarıyla bakışmaktaydı. Her günü bir diğerinin aynısıydı aslında. Her şeyi aynı sırayla yapar hep aynı saatte kalkardı. Sıradanlığına alıştığı olağan bir gündeydi. Kendini sorgulamadan hemen önceki zaman dilimin içinde başıboş bir şekilde gezinirken bütün olağanlıklar parçalanmaya başladı. Kalesinin hemen dışından güçlü, kararlı ve mahcup bir ses duydu. Ses tonu yorgunluktan parçalanmış gibiydi “Prensesim lütfen içeriye girmeme izin verin.”

Başka bir sesi duymayalı çok uzun zaman olmuştu. Bu nasıl gerçek olabilirdi ki? Birisi onca duvarı, suru aşıp nasıl yanına gelebilirdi. Hiçbir savaş sesi veya top atışı duymamıştı. Surların yıkıldığının da farkında değildi. Birisi nasıl olur da içeriye girebilmişti? İçeriye girmelerini engellemek için onca önlem alıp ihtimalleri imkânsızlaştırmışken. O nasılı düşünürken ses konuşmaya devam etti “ lütfen Prensesim, sizi bir kez olsun görebilmek için geldim. Lütfen beni içeriye alın.”

Prenses hala şaşkınlığın şokunu üzerinden atamamıştı. Bir korku dalgası bedenini sarıyor ve kaçmanın planlarını yapıyordu. Neyse ki onun içeriye girme ihtimali yoktu tüm kapıları ve pencereleri mühürlemişti kara bir büyü ile. Kimse içeriye giremezdi. Konuşmaya karar verdiğinde şaşkınlığı gizlemeye çabalıyordu “Sen, ne arıyorsun burada? Söyle nasıl geldin?” Kelimelerini güçlü bir tondan söylemeye çalışıyordu gelen kişiyi korkutmak adına. Bundan önce gelenler hep zarar vermişti ona. Bedeninde asla iyileşmeyen yaralar bırakıp, gitmişlerdi acımasızca. Hazineleri de hep çalınmıştı zaman içinde artık kocaman bir sarayda hiçbir şeysiz yaşıyordu.

“Sizin için geldim Prensesim. Duvarlarınızı yıkmadım ama. Tek bir hüzün tanesine zarar vermedim. Tırmandım hepsine, günlerce gecelerce tırmandım. Surların tepesinde ejderhalarla savaştım. Defalarca kez öldüğümü sandım ama devam ettim. Şimdi kapınızdayım prensesim. Dizlerimin üzerine çökmüş size yalvarıyorum” dışarıdaki adam konuşurken sesindeki yorgunluğun tonu giderek artmıştı. Duvara üç kere vurdu ama ses çıkmadı. Parmakları parçalandı ama prenses bunu bilmedi.

“Kimin için geldin buraya bilmiyorum ama aradığın prenses burada yok. Gitti veya öldü bilmiyorum. Boşuna tepmişsin bunca yolu. İçeride senin için hiçbir şey yok” prenses konuşurken hala sert olmaya çalışıyordu. Ağzından çıkan kelimeler önüne çıkan her şeyi parçalıyor, duvarların önünde bekleyen adamın tenini yırtıyordu.

“Yanılıyorsunuz prensesim. Buraya masalların haritasını takip ederek geldim ben. Attığım her bir adım için bir damla kanımı bağışladım. Dilek perileri yardım etmeyi çok istedi bana kabul etmedim. Onlara dedim ki ona tek başıma ulaşmalıyım ben. Kanımı akıtmazsam harika hiçbir zaman doğru yolu göstermez” adam konuşurken kelimeleri göz yaşlarıyla ıslanmıştı. Onun cümlelerini dinleyen birisi olsaydı eğer kesinlikle ağlardı.

Prenses ise çok uzun zaman sonra göz yaşlarıyla tanışmıştı “gelme boşuna bekleme. İçeriye giremezsin. Tam bu esnada uzun zamandır suskun olan bülbülü bir şarkı söylemeye başladı. Prensesin daha önce hiç duymadığı bir şarkı kalenin içinde yankılandı. Bu arada prenses şarkıya tezat başka sözler sarf etmekteydi “git buradan. Hani haritayı takip ettiysen seni yanlış yere götürmüş. Git hadi.”

“Yüce bir ejderhanın sakladığı aşkın haritasını takip ettim ben prenses. Buraya gelebilmek için çöllerden geçtim. İzin verin bu duvarın taşlarını teker teker sökeyim. Ömrümü alsa bile izin verin kalenizi tekrar açayım dışarıya. Sizin izin vermezseniz ben içeriye giremem Prenses. İzniniz olmadan kalbinize ulaşamam. Lütfen bana bir şans tanıyın” adam konuşurken ayağa kalkmış ve iki elini kalenin duvarlarına dayamıştı. Gözlerinden süzülen yaşlar yere damlıyor ve damlaların düştüğü yerde çiçekler açıyordu.

“Gelme lütfen bir hayal kırıklığı daha kaldıramam ve buraya gelemezsin. Git lütfen, lütfen git” prensesin artık göz yaşlarını durduracak gücü kalmamıştı.

“Lütfen prensesim siz isterseniz tüm yollar açılır. Lütfen bana bir şans verin” adam konuşurken prenses içinden onu görebilmeyi diledi. Bu esnada çok uzun zamandır yuvasını terk etmeyen Anka kuşu havalandı. O gökyüzünde alevler çizerek ilerlerken adam hayranlıklar içinde ona bakıyordu. Anka kuşu kalenin etrafında bir tur döndü. Onun dönüşüyle birlikte tüm duvarlar ve kapılar açıldı. Prenses şaşkın bir şekilde karşısında beliren kapıya bakarken adam kapıyı açtı. O içeriye girdiği anda prenses ile göz göze geldi ve aşk böyle bir masalda başladı...
 
Geri
Top