Toplumun ayakta durmasını sağlayan pek çok etken vardır. Toplum denen oluşum, toplumda bulunan bireyler sayesinde varlığını sürdürebilir. Toplumun varlığını sürdürebilmesi için de bu bireylerin çaba göstermeleri gerekmektedir. Toplumun varlığını devam ettirmesi, toplumda yaşayan bireylerin yararınadır. Bu nedenle toplum varlığının devamlılığı, toplumdaki tüm bireylerin ortak amacı olmalıdır.
Bireylerin çalışma ve emekleri, toplumu ayakta tutan yegâne unsudur. Bu gerçek, insanların toplumsal hayata geçişinden bu yana hiç değişmemiştir. Her toplum, kendi bireylerinin çalışma ve uğraşları nispetinde yükselir ve ilerler, yine bireylerinin tembellik ve cahillikleri oranında da geriler. 1945 yılında atom bombası yediği hâlde bugün capcanlı ve diri olarak dünyanın sayılı devletleri arasına girebilmeyi başaran Japonya, bulunduğu konumu bilim ve tekniğe verdiği önemle ve teknolojik gelişmelere öncülük etmesine borçludur.
Afganistan ve Filistin iki ayrı ülkedir. Fakat bu iki ülkede de kan, gözyaşı, acı, yoksulluk, hastalık ve dermansız dertler asla son bulmaz. Bu ülkelerde sürekli ıstırap ve keder hüküm sürter. Çünkü bu ülkede yaşayan insanlar, hâlâ “kadının sesi erkeğe haramdır”, “ayetler ve sureler her türlü hastalık ve acının ilacıdır” mantığıyla yaşıyorlar. Bu yüzden çağdaş dünyaya ayak uyduramıyorlar ve kendi küçük dünyalarında oluşturdukları kodese kendilerini hapsediyorlar. Böyle toplumların kalkındığına tarihin hiçbir döneminde şahit olunmamıştır.
Bir ülke, bir toplum kalkınmak ve kendini geliştirmek istiyorsa, her şeyden önce bireylerine kaliteli ve sağlıklı bir eğitim vermek mecburiyetindedir. Aksi takdirde o toplumun esir ve mahkum olması kaçınılmaz bir sondur. Mustafa Kemal ATATÜRK “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder” diyerek eğitimin önemi yeterince vurgulamıştır. Atatürk, cumhuriyeti kurduktan sonra bu cumhuriyeti yeni nesillere, kurmuş olduğu eğitim sistemi sayesinde tanıtmış, işlemiş ve anlatmıştır. Eğer Atatürk’ün “Yeni nesiller sizin eseriniz olacaktır” dediği öğretmenler ve cumhuriyetle birlikte kurulan çağdaş ve laik eğitim sistemi olmasaydı, korkarım bugün hâlâ tekke ve zaviyelerde uydurulan tekerlemeleri sayıklıyor olacaktık.
Geri ve iptidai, hiçbir gerçekliği olmayan uydurma bilgi ve taassupların çocukların kafalarına sokulduğu medrese türü çağdışı kurumlarda yapılan işleme “eğitim” dendiği zamanlarda, hiç kimse uygarlığın ve medeniyetin yolunu göremiyordu. O devirde, beyni dogmalarla işgal edilen çocukların, hayatın gerçeklerini sorgulamalarına izin verilmiyordu. Özgün fikir ve düşünceye değil, korku ve baskıya dayanan o zamanki eğitim sisteminde yetişen bir çocuktan, ne kadar üretici ve yaratıcı olması beklenebilir ki?
İşte bu ortamdan çıkıp yeni Türkiye’yi kurarak Türk Milleti’nin milli egemenliğini doğrudan milletin kendisine veren Atatürk, çağdaş neslin devam etmesinin tek yolunun güçlü ve özgün bir eğitim sisteminden geçtiğini görmüş, bu yüzden uygar cumhuriyetin ilk adımı olarak, insanların beyinlerini örümcek ağlarıyla ören tekke ve zaviyeleri kapatarak, “milli” olan bir eğitim sistemini, milli eğitimi hakim kılmıştır. Atatürk’ün kurmuş olduğu Türk milli eğitim sisteminde artık hurafelerin, dogmaların ve taassupların yeri yoktu. Bu yeni eğitim sisteminde Türk çocuklarına anlatılan, 7. yy’dan kalma çağdışı anlayışın öğretileri değil, uygar dünyanın kabul ettiği evrensel matematik, fizik, kimya, geometri gibi bilimsel derslerdi. Çünkü gelişen ve değişen dünyada, gelişmelere ayak uyduramayanların sonu yok olup gitmekti ve gelişimi yakalayabilmek ancak ve ancak müspet ilimle mümkün olmaktaydı.
Eğitim, sadece toplumu geliştirmek ve ileri götürmekle değil, bireyin yaşamını daha olumlu, daha kaliteli ve güzel yapması bakımından da önemlidir. Toplumun kaderini belirleyen, toplumun refah ve yaşam düzeyini artıran eğitimli insanların almış oldukları bu eğitim, yaşadıkları toplumdan başka bu bireylerin kendi özel yaşantılarında da onlara çok fayda sağlamaktadır. Eğitimli bir insanla eğitimsiz bir insanın hayata bakışı, olaylar hakkındaki yorum ve düşünceleri, yaşam standardı ve imkânları aynı değildir.
Kullanılan ve farkında olmadan birilerinin çıkarlarına hizmet eden insanların hemen hepsi eğitimsiz ve amiyane tabirle “cahil” olarak nitelendirilen kimselerdir. Çünkü eğitimsiz insanı kandırmak ve kullanmak çok basittir. Eğitimsiz insanlar, hayatın var olan gerçeklerini değil, çoğunlukla kafasına değişmez hakikat diye empoze edilen hurafelere inandıkları için böyle insanların sevk ve idaresi çok kolaydır. Eğitimsiz insan, peşinden gideceği adamda önderlik ve liderlik vasıflarının olmasına bakmaz. Onu, dini duygularını kullanarak istediğiniz yöne sürükleyebilir, istediğiniz amaç için bir piyon olarak kullanabilirsiniz. Şeyhleri için cinayet bile işleyebilen müridlerin psikolojisi işte budur.
Yalnız burada “eğitimsiz” olarak nitelendirdiğimiz kişiler sadece okumamış kimseler değildir. Eğitimsiz, okumamış olsa bile kendini geliştirememiş, hayatın gerçeklerinden bihaber ve en önemli düşünmeyen ve sorgulamayan kimse demektir.
Çağdaş milli eğitimin temel amacı işte burada ortaya çıkmaktadır. Atatürk’ün kurmuş olduğu uygar ve milli eğitimin sayesinde Türkiye bugün bir Afganistan, Somali, Filistin, Irak olmaktan kurtulmuştur. Eğer cumhuriyet kurulup da tekke ve zaviyeler kapatılmasaydı, bugün bizim yaşadığımız topraklar İngiliz, Yunan, Ermeni ve Fransız işgali altında kalmış olacaktı. Yaşam standartlarımız da Filistin’den üstün olmayacaktı. Çünkü Filistin’in ve onun gibi geri kalmış ülkelerin bu ilkelliklerinin esas sebebi, bilimden, teknikten ve teknolojiden mahrum bulunmasıdır.
12 Eylül 1980’den önce yaşanan siyasi olaylar ve kargaşa ortamında, bu olaylara karışmadan öğrenci olma sorumluluğuyla sadece dersleriyle ilgilenen ve okulunu bitirmek için azmeden öğrencilerin hepsi şimdi bir yerlere gelmiş, bir subaşına geçmiş durumda. O dönemde okulunu bir tarafa bırakıp siyasi olaylar peşinde koşanların ise tamamı şimdi buna bin pişman. Çünkü bu kişiler, ya okullarından atılmış, ya meslek sahibi olamamış, ya da sabıkalı durumdalar. Hatta hâlen hapishanede olanlar bile var. Bu örnek de, okumanın ve eğitimin, sokaklarda gezip avarelik yaparak kendince vatan kurtarmaktan çok daha etkili olduğunun bir göstergesidir. Okumanın ve iyi bir eğitim almanın, bireyin hayatındaki etkisini ortaya koymaktadır.
Yazımı, yine Atatürk’ün bir sözüyle sonlandırmak istiyorum; “Ülkemizi gerçek hedefe, gerçek mutluluğa kavuşturmak için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanımızı kurtaran asker ordusu, diğeri ulusumuzun geleceğini yoğuran eğitim ordusudur.”
Bizler de milletçe bu gerçeğin farkında olarak, hurafe ve dogmaları içimizden tamamen temizleyip, onların yerine çağdaş bilimin kutsal ışığını almalıyız. Yüce Atatürk, her ne kadar zamanında bunu yapmış ise de, bugün bu ışığı söndürüp milletimizi ebediyen ortaçağ karanlığına gömmek isteyen çirkin düşünceler mevcuttur. Bu düşüncelere asla pirim ve fırsat vermemek, her Türk’ün asli görevidir.
Buğra Şad
Bireylerin çalışma ve emekleri, toplumu ayakta tutan yegâne unsudur. Bu gerçek, insanların toplumsal hayata geçişinden bu yana hiç değişmemiştir. Her toplum, kendi bireylerinin çalışma ve uğraşları nispetinde yükselir ve ilerler, yine bireylerinin tembellik ve cahillikleri oranında da geriler. 1945 yılında atom bombası yediği hâlde bugün capcanlı ve diri olarak dünyanın sayılı devletleri arasına girebilmeyi başaran Japonya, bulunduğu konumu bilim ve tekniğe verdiği önemle ve teknolojik gelişmelere öncülük etmesine borçludur.
Afganistan ve Filistin iki ayrı ülkedir. Fakat bu iki ülkede de kan, gözyaşı, acı, yoksulluk, hastalık ve dermansız dertler asla son bulmaz. Bu ülkelerde sürekli ıstırap ve keder hüküm sürter. Çünkü bu ülkede yaşayan insanlar, hâlâ “kadının sesi erkeğe haramdır”, “ayetler ve sureler her türlü hastalık ve acının ilacıdır” mantığıyla yaşıyorlar. Bu yüzden çağdaş dünyaya ayak uyduramıyorlar ve kendi küçük dünyalarında oluşturdukları kodese kendilerini hapsediyorlar. Böyle toplumların kalkındığına tarihin hiçbir döneminde şahit olunmamıştır.
Bir ülke, bir toplum kalkınmak ve kendini geliştirmek istiyorsa, her şeyden önce bireylerine kaliteli ve sağlıklı bir eğitim vermek mecburiyetindedir. Aksi takdirde o toplumun esir ve mahkum olması kaçınılmaz bir sondur. Mustafa Kemal ATATÜRK “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder” diyerek eğitimin önemi yeterince vurgulamıştır. Atatürk, cumhuriyeti kurduktan sonra bu cumhuriyeti yeni nesillere, kurmuş olduğu eğitim sistemi sayesinde tanıtmış, işlemiş ve anlatmıştır. Eğer Atatürk’ün “Yeni nesiller sizin eseriniz olacaktır” dediği öğretmenler ve cumhuriyetle birlikte kurulan çağdaş ve laik eğitim sistemi olmasaydı, korkarım bugün hâlâ tekke ve zaviyelerde uydurulan tekerlemeleri sayıklıyor olacaktık.
Geri ve iptidai, hiçbir gerçekliği olmayan uydurma bilgi ve taassupların çocukların kafalarına sokulduğu medrese türü çağdışı kurumlarda yapılan işleme “eğitim” dendiği zamanlarda, hiç kimse uygarlığın ve medeniyetin yolunu göremiyordu. O devirde, beyni dogmalarla işgal edilen çocukların, hayatın gerçeklerini sorgulamalarına izin verilmiyordu. Özgün fikir ve düşünceye değil, korku ve baskıya dayanan o zamanki eğitim sisteminde yetişen bir çocuktan, ne kadar üretici ve yaratıcı olması beklenebilir ki?
İşte bu ortamdan çıkıp yeni Türkiye’yi kurarak Türk Milleti’nin milli egemenliğini doğrudan milletin kendisine veren Atatürk, çağdaş neslin devam etmesinin tek yolunun güçlü ve özgün bir eğitim sisteminden geçtiğini görmüş, bu yüzden uygar cumhuriyetin ilk adımı olarak, insanların beyinlerini örümcek ağlarıyla ören tekke ve zaviyeleri kapatarak, “milli” olan bir eğitim sistemini, milli eğitimi hakim kılmıştır. Atatürk’ün kurmuş olduğu Türk milli eğitim sisteminde artık hurafelerin, dogmaların ve taassupların yeri yoktu. Bu yeni eğitim sisteminde Türk çocuklarına anlatılan, 7. yy’dan kalma çağdışı anlayışın öğretileri değil, uygar dünyanın kabul ettiği evrensel matematik, fizik, kimya, geometri gibi bilimsel derslerdi. Çünkü gelişen ve değişen dünyada, gelişmelere ayak uyduramayanların sonu yok olup gitmekti ve gelişimi yakalayabilmek ancak ve ancak müspet ilimle mümkün olmaktaydı.
Eğitim, sadece toplumu geliştirmek ve ileri götürmekle değil, bireyin yaşamını daha olumlu, daha kaliteli ve güzel yapması bakımından da önemlidir. Toplumun kaderini belirleyen, toplumun refah ve yaşam düzeyini artıran eğitimli insanların almış oldukları bu eğitim, yaşadıkları toplumdan başka bu bireylerin kendi özel yaşantılarında da onlara çok fayda sağlamaktadır. Eğitimli bir insanla eğitimsiz bir insanın hayata bakışı, olaylar hakkındaki yorum ve düşünceleri, yaşam standardı ve imkânları aynı değildir.
Kullanılan ve farkında olmadan birilerinin çıkarlarına hizmet eden insanların hemen hepsi eğitimsiz ve amiyane tabirle “cahil” olarak nitelendirilen kimselerdir. Çünkü eğitimsiz insanı kandırmak ve kullanmak çok basittir. Eğitimsiz insanlar, hayatın var olan gerçeklerini değil, çoğunlukla kafasına değişmez hakikat diye empoze edilen hurafelere inandıkları için böyle insanların sevk ve idaresi çok kolaydır. Eğitimsiz insan, peşinden gideceği adamda önderlik ve liderlik vasıflarının olmasına bakmaz. Onu, dini duygularını kullanarak istediğiniz yöne sürükleyebilir, istediğiniz amaç için bir piyon olarak kullanabilirsiniz. Şeyhleri için cinayet bile işleyebilen müridlerin psikolojisi işte budur.
Yalnız burada “eğitimsiz” olarak nitelendirdiğimiz kişiler sadece okumamış kimseler değildir. Eğitimsiz, okumamış olsa bile kendini geliştirememiş, hayatın gerçeklerinden bihaber ve en önemli düşünmeyen ve sorgulamayan kimse demektir.
Çağdaş milli eğitimin temel amacı işte burada ortaya çıkmaktadır. Atatürk’ün kurmuş olduğu uygar ve milli eğitimin sayesinde Türkiye bugün bir Afganistan, Somali, Filistin, Irak olmaktan kurtulmuştur. Eğer cumhuriyet kurulup da tekke ve zaviyeler kapatılmasaydı, bugün bizim yaşadığımız topraklar İngiliz, Yunan, Ermeni ve Fransız işgali altında kalmış olacaktı. Yaşam standartlarımız da Filistin’den üstün olmayacaktı. Çünkü Filistin’in ve onun gibi geri kalmış ülkelerin bu ilkelliklerinin esas sebebi, bilimden, teknikten ve teknolojiden mahrum bulunmasıdır.
12 Eylül 1980’den önce yaşanan siyasi olaylar ve kargaşa ortamında, bu olaylara karışmadan öğrenci olma sorumluluğuyla sadece dersleriyle ilgilenen ve okulunu bitirmek için azmeden öğrencilerin hepsi şimdi bir yerlere gelmiş, bir subaşına geçmiş durumda. O dönemde okulunu bir tarafa bırakıp siyasi olaylar peşinde koşanların ise tamamı şimdi buna bin pişman. Çünkü bu kişiler, ya okullarından atılmış, ya meslek sahibi olamamış, ya da sabıkalı durumdalar. Hatta hâlen hapishanede olanlar bile var. Bu örnek de, okumanın ve eğitimin, sokaklarda gezip avarelik yaparak kendince vatan kurtarmaktan çok daha etkili olduğunun bir göstergesidir. Okumanın ve iyi bir eğitim almanın, bireyin hayatındaki etkisini ortaya koymaktadır.
Yazımı, yine Atatürk’ün bir sözüyle sonlandırmak istiyorum; “Ülkemizi gerçek hedefe, gerçek mutluluğa kavuşturmak için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanımızı kurtaran asker ordusu, diğeri ulusumuzun geleceğini yoğuran eğitim ordusudur.”
Bizler de milletçe bu gerçeğin farkında olarak, hurafe ve dogmaları içimizden tamamen temizleyip, onların yerine çağdaş bilimin kutsal ışığını almalıyız. Yüce Atatürk, her ne kadar zamanında bunu yapmış ise de, bugün bu ışığı söndürüp milletimizi ebediyen ortaçağ karanlığına gömmek isteyen çirkin düşünceler mevcuttur. Bu düşüncelere asla pirim ve fırsat vermemek, her Türk’ün asli görevidir.
Buğra Şad