Sanatçılar Embriyo ile röportaj

'katniss'

Üstat
"Hadi bakalım, gel artık dünyamıza!" dediler gününü doldurmuş yavruya. Kırk haftalık misafirlik sona ermişti annesinin karnında. Sabırla bekleyen ailesi nihayet yavrularına kavuşacaktı. Ancak o masum bebek, rahatsız olmuştu bu durumdan. Daha doğrusu rahatının bozulacak olması onun keyfini kaçırmıştı. Sonra bizim bilmediğimiz dilde, bizim bilmediğimiz kişilerle şöyle bir konuşma geçti aralarında:

- Neden beni buradan çıkarmak istiyorsunuz ki?
- Artık buradaki zamanın doldu.
- Ama burası çok rahat!
- Buna karşılık gideceğin yer çok güzel. Hem orada onlarca kişi senin gelmeni bekliyor ve seni çok seviyorlar.
- Gerçekten beni seviyorlar mı?
- Elbette, hem de tahmin edemeyeceğin kadar...
- Nasıl olur, beni görmediler bile?
- Görmelerine gerek yok ki, sen onlardan bir parçasın, daha da önemlisi sen onlara Allah’ın bir hediyesisin.
- Şimdi biraz rahatladım. Peki, nasıl gideceğim oraya?
- Bu odayı terk edeceksin. Zaten sana dar gelmeye başlamadı mı artık?
- Evet, gerçekten dar gelmeye başladı burası. Artık sağa sola dönerken sanki bir şey benim dönmeme engel oluyormuş gibi geliyor. Sıkıştığımı hissediyorum.
- Gördün mü? Bütün bunlar senin artık buradan gitmen gerektiğine işaret ediyor.
- Peki, bu göbek bağım da benimle gelecek mi?
- Hayır, gelmeyecek. Çünkü artık gittiğin yerde ona ihtiyacın olmayacak.
- Nasıl olur? Ben bütün gıdamı onunla alıyorum. Hücrelerime kadar giden oksijen de oradan vücuduma gönderiliyor. Hatta kanımdaki atıkları bile yine bu kordonla gönderiyorum.
- Göğsünde bulunan akciğerlerinin ne işe yaradığını biliyor musun?
- Hayır...- Dünyaya gittiğinde işte o akciğerler vasıtasıyla nefes alacaksın.
- Peki ya gıdamı nereden, nasıl karşılayacağım? Atıklarımı nasıl vücudumdan uzaklaştıracağım?
- Gıdanı ağzınla alacaksın. Önceleri sana öyle mucizevî bir gıda verilecek ki tarifi imkânsız. Ona anne sütü diyoruz. Ondan başka bir şey yemene içmene gerek kalmadan neredeyse burada kaldığın süre kadar seni besleyecek. Aynı zamanda seni mikroplara karşı koruyacak.
- Mikrop?
- Evet, mikrop. Hastalıklara sebep olan küçük canlılar.
- Hastalık?
- Nasıl anlatsak ki şimdi? Zaman zaman senin vücudunun çalışmasını aksatacak, yerine göre acı veren durumlar.
- Siz beni nasıl bir yere gönderiyorsunuz böyle? Acılar, hastalıklar, mikroplar... Ben vazgeçtim. Gitmek istemiyorum.
- Seçme hakkın yok. Mecburen gideceksin. Yalnız o kadar korkmana da gerek yok. Her zaman hasta olmazsın zaten. Hem hastalıklar da Allah’ın birer nimetidir. Sağlığının kıymetini anlamanı sağlar. Ayrıca Allah, seni korumak için gecesini gündüzüne katan bir kulunu vazifelendirmiş. Endişe etmene gerek yok?
- Annem mi?
- Evet, annen, baban ve tabii diğer yakınların. Göreceksin, seni el üstünde tutacaklar.
- Görmek, el, tutmak?
- Önce şu gıda sorularını bitirelim. Sonra onlara da cevap verelim. Bir zaman sonra dişlerin çıkacak ağzının içinde. Yemekleri dişlerinle parçalayarak yiyeceksin. Daha sonra yemekleri kendi elinle ağzına koymayı öğreneceksin. Bir zaman gelecek, ağzına koyacağın yemekleri kendi emeğinle kazanman gerekecek. Atıklarına gelince, onları da böbreklerin, derin ve bağırsakların vasıtasıyla vücudundan uzaklaştıracaksın.
- Göbek bağım bana yeterken şimdi bütün bu külfet de neyin nesi? Hayır, ben gerçekten dünyaya gitmek istemiyorum. Burası çok güzel, çok rahat. Sahi şu görmek, tutmak neydi? Bir de el vardı.
- Ey bebek, etrafına baktığında ne görüyorsun?
- Hiçbir şey. Her taraf karanlık.
- Ama Allah (c.c.) sana göz vermiş göresin diye. Allah lüzumsuz iş yapmaz. Sana verdiği göz burası için değil. Sen, sana verilen daha güzel nimetleri görmen için göz nimetiyle donatıldın. O öyle bir nimet ki, onun kadrini kıymetini ancak gözünü kaybedenler anlayabilir. O gözlerinle önce anne-babanı ve aileni tanıyacaksın. Ardından dünyayı keşfedeceksin. Canlıları, renkleri, olayları göreceksin. Dünya, şimdi içinde kaldığın karanlık oda gibi değildir. Allah, dünyayı kendi sanatını sergilemek için yarattı. Orada çeşit çeşit güzellikler var. Belki de insanlar bu yüzden dünyadan ayrılmak istemezler.
- Dünyadan ayrılmak da mı var?
- Nasıl ki vakti gelince bu odadan ayrılacaksan, aynı şekilde dünyadan da ayrılacaksın. El nimetine gelincee...Şimdi, pek iyi kullanamasan da dünyaya gidip büyüdüğünde her işini onunla yapacaksın. Ayrıca, bu odadan çıktığında göbek bağını kesecekler.
- Kesmek mi? Beni kesecekler mi yani?
- Seni değil, göbek bağını. Zaten artık ihtiyacın olmayacak. Hem acısını bile duymayacaksın. Ne diyordum? Ha, tamam. Göbek bağını kesecekler ve sonra ciğerine hava dolacak. Bu hava, ciğerini biraz yakacak ve sen ağlayacaksın. Sonra seni bir üşüme alacak. Bir de onun için ağlayacaksın. Çünkü dünyaya çıplak gideceksin. Seni örten bir örtü olmayacak.
- Neler söylüyorsunuz. Bunların hepsine ben nasıl katlanırım? Ciğerim yanacakmış, ben donacakmışım. Bu nasıl bir zıtlık?
- Biraz korkmakta haklısın ancak bunlar anlık şeyler. Sonrasında sen de dünyaya gitmekten memnun kalacaksın. Evet, ilk hava ciğerlerini biraz yakar ama sonra ömrünün sonuna kadar o havayı içine çekmek senin için vazgeçilmez olur. İçine çekemediğin an dünyadan da ayrılık vaktinin geldiği anlamına gelir. Üşüme işini çabuk hâlledeceksin. Seni güzelce giydirip annenin şefkatli kollarına bırakacaklar. Sen annene sokulacaksın ve sütüne ulaşmak için tatlı, küçük bir uğraş vereceksin. Annenin sıcaklığı bedenini sararken sütü içini ısıtacak.
- Oh be! Şimdi rahatladım.
- Evet, insan bir yolcudur. O, ruhlar âleminden anne karnına, anne karnından dünyaya, dünyadan kabre, kabirden ise yeniden dirilmeye doğru giden bir yolcu...Her yolculukta bulunduğumuz ortamın şartları değişiyor. Özelliklerini şimdi bilemediğimiz ruhlar âlemi, anne karnının şartlarına benzemediği gibi dünya hayatımız da ölüm ötesi hayata benzemeyecektir. Allah nasip eder de cennete gidersek oradaki hayatın buradan daha güzel olduğunu göreceğiz.
 
Geri
Top