biz
Aktif
Sevgisizlik hastalıkları çağırır mı?
Sevgi dediğimiz duygu; yemek, içmek ve hava almak gibi insanın ihtiyacı olan bir şey. Birini sevebilme gücümüz eksikse, bu durum birçok ruhsal hatta bedensel hastalığın kökeni olabilir. Bunun somut bir örneği de var: Aile yanında anne babalarıyla büyüyen çocuklarla, bir yetimhanede büyüyen çocukların ruhsal ve bedensel gelişimlerinde ciddi farklılıklar vardır. Yetimhanede büyüyen çocuklar, aynı gıdaları alsalar bile daha zayıf ve hastalıklara dayanıksız oluyor.
Kanser ve verem gibi hastalıkların alt yapısında 'gönül yarası' var mıdır yoksa bunlar birer film senaryosu mu? Son yıllarda yapılan araştırmalar, aşırı yoğun stresin bu tip hastalıkların ortaya çıkmasında önemli rol oynadığını ortaya koydu. Bu stres olayları duygusal bir kaynaktan geliyorsa aşk acısı... Dolayısıyla sevgisizlik, boşanmalar, birleşmeler, ciddi stres kaynakları bu hastalıklara zemin hazırlayabiliyor.
Neden kalp ve akciğerler aşk acısından sonra ilk hastalanan organlar. Vücudumuzda gönül kırıklığına en dayanıksız yerler buralar mı?
'Organa resistentia minor', bu Latince bir kavram. Direnci en zayıf organ demek. Bu organ herkeste değişir. Kimisi bir stres karşısında mide kanaması geçirir, kimi kalp krizi geçirir, kiminin migreni tutar. Dolayısıyla herkeste strese karşı direnci düşük olan organ farklı olabiliyor. En zayıf organı budur demek doğru değil ama genetik yapıya göre bu organın yeri değişir.
Hastayken aşık olmak iyileşme sürecini hızlandırabilir mi? Kesinlikle katılıyorum. İnsanın mutsuz olduğu dönemde, rahatsızlık döneminde bir aşk yaşarsa adrenalin deşarjı, serotonin gibi vücudun direncini artıran hormonlarda artış olur. Dolayısıyla iyileşmeler daha hızlı olur. O yüzden de diyorum ki; hangi yaşta ve hangi şartlarda olursa olsun insanların kalbi, gönlü aşka açık olmalıdır.
Mutlu ve aşık olmak öğrenilebilir mi? Öğrenileceğini düşünüyorum. Ama bu düşünülmeden, tamamen içgüdüsel duygular sevgi olarak tanımlanıyor. Karşı cinse duyulan cinsellik uyanışı da aşk olarak tanımlanabiliyor. İşte bu nedenle kırılmalar daha sık rastlanıyor. Halbuki aşkın sevginin içinde zamanı paylaşmak, emek, evrensellik hatta estetik var. Bunlar öğrenilebilir ama biz bunları bırakın öğrenmeyi konuşmayı bile aptallık olarak değerlendiren bir toplumuz. Aşk ve sevgi de öğrenilebilir ama öğrenmek için de emek gerekir. Üstelik ölünceye kadar sürecek bir öğretidir bu. Aşkı sadece gençlik dönemine ait bir duygu olarak düşünmek yanlış. O kadar zevklidir ki; keşke hepimiz zamanımızın bir parçasını bu öğretiye ayırsak, yaşamak daha keyifli olur.
Sevgi dediğimiz duygu; yemek, içmek ve hava almak gibi insanın ihtiyacı olan bir şey. Birini sevebilme gücümüz eksikse, bu durum birçok ruhsal hatta bedensel hastalığın kökeni olabilir. Bunun somut bir örneği de var: Aile yanında anne babalarıyla büyüyen çocuklarla, bir yetimhanede büyüyen çocukların ruhsal ve bedensel gelişimlerinde ciddi farklılıklar vardır. Yetimhanede büyüyen çocuklar, aynı gıdaları alsalar bile daha zayıf ve hastalıklara dayanıksız oluyor.
Kanser ve verem gibi hastalıkların alt yapısında 'gönül yarası' var mıdır yoksa bunlar birer film senaryosu mu? Son yıllarda yapılan araştırmalar, aşırı yoğun stresin bu tip hastalıkların ortaya çıkmasında önemli rol oynadığını ortaya koydu. Bu stres olayları duygusal bir kaynaktan geliyorsa aşk acısı... Dolayısıyla sevgisizlik, boşanmalar, birleşmeler, ciddi stres kaynakları bu hastalıklara zemin hazırlayabiliyor.
Neden kalp ve akciğerler aşk acısından sonra ilk hastalanan organlar. Vücudumuzda gönül kırıklığına en dayanıksız yerler buralar mı?
'Organa resistentia minor', bu Latince bir kavram. Direnci en zayıf organ demek. Bu organ herkeste değişir. Kimisi bir stres karşısında mide kanaması geçirir, kimi kalp krizi geçirir, kiminin migreni tutar. Dolayısıyla herkeste strese karşı direnci düşük olan organ farklı olabiliyor. En zayıf organı budur demek doğru değil ama genetik yapıya göre bu organın yeri değişir.
Hastayken aşık olmak iyileşme sürecini hızlandırabilir mi? Kesinlikle katılıyorum. İnsanın mutsuz olduğu dönemde, rahatsızlık döneminde bir aşk yaşarsa adrenalin deşarjı, serotonin gibi vücudun direncini artıran hormonlarda artış olur. Dolayısıyla iyileşmeler daha hızlı olur. O yüzden de diyorum ki; hangi yaşta ve hangi şartlarda olursa olsun insanların kalbi, gönlü aşka açık olmalıdır.
Mutlu ve aşık olmak öğrenilebilir mi? Öğrenileceğini düşünüyorum. Ama bu düşünülmeden, tamamen içgüdüsel duygular sevgi olarak tanımlanıyor. Karşı cinse duyulan cinsellik uyanışı da aşk olarak tanımlanabiliyor. İşte bu nedenle kırılmalar daha sık rastlanıyor. Halbuki aşkın sevginin içinde zamanı paylaşmak, emek, evrensellik hatta estetik var. Bunlar öğrenilebilir ama biz bunları bırakın öğrenmeyi konuşmayı bile aptallık olarak değerlendiren bir toplumuz. Aşk ve sevgi de öğrenilebilir ama öğrenmek için de emek gerekir. Üstelik ölünceye kadar sürecek bir öğretidir bu. Aşkı sadece gençlik dönemine ait bir duygu olarak düşünmek yanlış. O kadar zevklidir ki; keşke hepimiz zamanımızın bir parçasını bu öğretiye ayırsak, yaşamak daha keyifli olur.