Ülkücülük, Türk milliyetçiliğine gönül vermenin adıdır. Türk milliyetçiliği Türk milletini sevmek ve onun yükselmesi ülküsünü taşımaktır. Bunun ilk ve vazgeçilmez şartı da milletin bütünlüğü ve vatanın bölünmezliğidir.
Hiçbir ülkücü milletin parçalanmasını ve vatanın bölünmesini isteyemez; parçalama ve bölme teşebbüslerine seyirci kalamaz. Hele bu gibi teşebbüslere yeltenenlerle asla iş birliği yapamaz; onlarla asla ortak olamaz.
Vatan ve millet duyarlılıkları sebebiyle ülkücüler, ülke üzerindeki tehdit ve tehlikeleri başkalarından önce sezebilme yeteneğine sahiptirler. Nitekim 1990 öncesi Sovyet tehlikesini herkesten önce görebilmişler ve bu tehdidi bertaraf etmek için destani bir mücadele vermişlerdir. Şimdi de ülkücüler bölücü tehlikenin ciddi olarak farkındadırlar ve bölünmeyi önlemek için her türlü fedakârlığa hazırdırlar. Bilinçli bir ülkücü, bölücülüğün kaynaklarını çok iyi bildiği gibi, hangi ülkelerce ve içeride hangi gruplar tarafından desteklendiğini de çok iyi bilir. Esasen bölücüler de artık niyetlerini saklamamaktadırlar.
Bazıları hâlâ “neden korkuyoruz?”, “Kürtçe kanal açtık, ülke bölündü mü, BDP ile görüşüldü, ülke bölündü mü?” diye soruyorlar. Hiç kimse ahmak değil efendiler; “şu hadise olursa ülke hemen o anda, veya birkaç ayda, birkaç yılda bölünür” diyen hiç kimse yok. Kastedilen bölünmeye giden süreçtir. Nitekim süreç adım adım ilerlemektedir. Bölücüler hiçbir tavizden sonra “tamam, buraya kadar” dememektedirler. TRT’de Kürtçe kanal açıldı, “hayır, isteyen radyo ve televizyon 24 saat yayın yapsın” dediler. Buna izin verildi; şimdi “siyasi toplantılarda Kürtçe konuşulsun” diyorlar; “Kürtçe ile eğitim yapılsın” diyorlar. Bunlarla da yetinmiyorlar; “anayasada Kürt varlığı tescil edilsin” diyorlar. “Demokratik Kürdistan, ayrı meclis, ayrı bayrak” diyorlar.
Terörü, terör olsun diye yapmıyorlar; bu hedeflerine ulaşmak için yapıyorlar. Yöneticileri taleplerine yaklaştırdıkça veya yaklaştırdıklarını düşündükçe eylemsizlik kararı alıyorlar; eylemsizliği uzatıyorlar. Yani resmen terörü bölünme talepleri için pazarlık konusu yapıyorlar. Bunu göremeyen, bunu fark edemeyen vatandaş olabilir; hatta iktidar sahipleri olabilir; fakat bunları fark edemeyen ülkücü olabilir mi? Belki de “eski” ülkücü olabilir.
İktidarın başı, kendilerinin Öcalan’la görüştüklerini söyleyenlere yüksek perdeden “şerefsiz” diye saldırmıştı. Hâlbuki hiç kimse bizzat kendilerinin veya bakanlarının Öcalan’la görüştüğünü ileri sürmemişti. Kastedilen, başbakanlığa bağlı bazı birim yetkililerinin görüşmesiydi. Nitekim bunu kendileri de kabul ediyorlar. Evet, referandumdan önce de Öcalan ile görüşüldüğünü kabul ettiler. “Eski” ülkücüler o zaman uyanmadı. Başbakan Diyarbakır’da bölücülüğün akıl hocalarından Musa Anter’i hasretle andı; “eski” ülkücüler o zaman da uyanmadı. Şimdi, Öcalan’ı önder kabul eden BDP yetkilileriyle iktidarın iki bakanı görüştü. “Eski” ülkücüler acaba şimdi uyandılar mı; yoksa hâlâ rahat döşeklerinde uyuyorlar mı? Yoksa, “Canım, BDP Mecliste temsil edilen bir siyasi partidir; bunda ne var” filan mı diyorlar? Demokratik Toplum Kongresi adıyla bir “Kürdistan kurucu meclisi” kurulduğunun farkındalar mı? Bu kongrenin başına, siyasi yasaklı Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’un getirildiğini biliyorlar mı? “Bu nasıl siyasi yasak, böyle de ülke mi yönetilir?” diye sormak akıllarına geliyor mu?
Bakanlarla BDP’nin görüşmesinden sonra Aysel Tuğluk’un İmralı’ya gittiğini duydular mı? Tuğluk’un, İmralı’ya denize girmek için değil, Öcalan’la görüşmek için gittiğini anlayabildiler mi? Yoksa “Aysel Tuğluk ile BDP arasında ne ilişki var” diye mi soruyorlar?
Herhangi bir vatandaş bütün bu hadiselerden habersiz olabilir; bunları gazetelerden okusa bile işin vahametini anlamayabilir. İkinci cumhuriyetçi liberaller ve bilumum yandaşlar bu görüşmeler dolayısıyla zil takıp oynayabilirler. Fakat ülkücüler bunları bilmiyor ve fark etmiyor olabilir mi? Ne dersiniz, belki de “eski” ülkücüler hâlâ kendilerini rahat hissediyorlardır.
Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
Hiçbir ülkücü milletin parçalanmasını ve vatanın bölünmesini isteyemez; parçalama ve bölme teşebbüslerine seyirci kalamaz. Hele bu gibi teşebbüslere yeltenenlerle asla iş birliği yapamaz; onlarla asla ortak olamaz.
Vatan ve millet duyarlılıkları sebebiyle ülkücüler, ülke üzerindeki tehdit ve tehlikeleri başkalarından önce sezebilme yeteneğine sahiptirler. Nitekim 1990 öncesi Sovyet tehlikesini herkesten önce görebilmişler ve bu tehdidi bertaraf etmek için destani bir mücadele vermişlerdir. Şimdi de ülkücüler bölücü tehlikenin ciddi olarak farkındadırlar ve bölünmeyi önlemek için her türlü fedakârlığa hazırdırlar. Bilinçli bir ülkücü, bölücülüğün kaynaklarını çok iyi bildiği gibi, hangi ülkelerce ve içeride hangi gruplar tarafından desteklendiğini de çok iyi bilir. Esasen bölücüler de artık niyetlerini saklamamaktadırlar.
Bazıları hâlâ “neden korkuyoruz?”, “Kürtçe kanal açtık, ülke bölündü mü, BDP ile görüşüldü, ülke bölündü mü?” diye soruyorlar. Hiç kimse ahmak değil efendiler; “şu hadise olursa ülke hemen o anda, veya birkaç ayda, birkaç yılda bölünür” diyen hiç kimse yok. Kastedilen bölünmeye giden süreçtir. Nitekim süreç adım adım ilerlemektedir. Bölücüler hiçbir tavizden sonra “tamam, buraya kadar” dememektedirler. TRT’de Kürtçe kanal açıldı, “hayır, isteyen radyo ve televizyon 24 saat yayın yapsın” dediler. Buna izin verildi; şimdi “siyasi toplantılarda Kürtçe konuşulsun” diyorlar; “Kürtçe ile eğitim yapılsın” diyorlar. Bunlarla da yetinmiyorlar; “anayasada Kürt varlığı tescil edilsin” diyorlar. “Demokratik Kürdistan, ayrı meclis, ayrı bayrak” diyorlar.
Terörü, terör olsun diye yapmıyorlar; bu hedeflerine ulaşmak için yapıyorlar. Yöneticileri taleplerine yaklaştırdıkça veya yaklaştırdıklarını düşündükçe eylemsizlik kararı alıyorlar; eylemsizliği uzatıyorlar. Yani resmen terörü bölünme talepleri için pazarlık konusu yapıyorlar. Bunu göremeyen, bunu fark edemeyen vatandaş olabilir; hatta iktidar sahipleri olabilir; fakat bunları fark edemeyen ülkücü olabilir mi? Belki de “eski” ülkücü olabilir.
İktidarın başı, kendilerinin Öcalan’la görüştüklerini söyleyenlere yüksek perdeden “şerefsiz” diye saldırmıştı. Hâlbuki hiç kimse bizzat kendilerinin veya bakanlarının Öcalan’la görüştüğünü ileri sürmemişti. Kastedilen, başbakanlığa bağlı bazı birim yetkililerinin görüşmesiydi. Nitekim bunu kendileri de kabul ediyorlar. Evet, referandumdan önce de Öcalan ile görüşüldüğünü kabul ettiler. “Eski” ülkücüler o zaman uyanmadı. Başbakan Diyarbakır’da bölücülüğün akıl hocalarından Musa Anter’i hasretle andı; “eski” ülkücüler o zaman da uyanmadı. Şimdi, Öcalan’ı önder kabul eden BDP yetkilileriyle iktidarın iki bakanı görüştü. “Eski” ülkücüler acaba şimdi uyandılar mı; yoksa hâlâ rahat döşeklerinde uyuyorlar mı? Yoksa, “Canım, BDP Mecliste temsil edilen bir siyasi partidir; bunda ne var” filan mı diyorlar? Demokratik Toplum Kongresi adıyla bir “Kürdistan kurucu meclisi” kurulduğunun farkındalar mı? Bu kongrenin başına, siyasi yasaklı Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’un getirildiğini biliyorlar mı? “Bu nasıl siyasi yasak, böyle de ülke mi yönetilir?” diye sormak akıllarına geliyor mu?
Bakanlarla BDP’nin görüşmesinden sonra Aysel Tuğluk’un İmralı’ya gittiğini duydular mı? Tuğluk’un, İmralı’ya denize girmek için değil, Öcalan’la görüşmek için gittiğini anlayabildiler mi? Yoksa “Aysel Tuğluk ile BDP arasında ne ilişki var” diye mi soruyorlar?
Herhangi bir vatandaş bütün bu hadiselerden habersiz olabilir; bunları gazetelerden okusa bile işin vahametini anlamayabilir. İkinci cumhuriyetçi liberaller ve bilumum yandaşlar bu görüşmeler dolayısıyla zil takıp oynayabilirler. Fakat ülkücüler bunları bilmiyor ve fark etmiyor olabilir mi? Ne dersiniz, belki de “eski” ülkücüler hâlâ kendilerini rahat hissediyorlardır.
Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN